Barış Parlak
Perakendede gözle değil, zihinle görmek
Perakende sektöründe başarı, yalnızca görüneni anlamaktan değil, görünenin ötesindeki dinamikleri kavramaktan geçer. Bir mağazanın düzeninden, tüketici davranışlarına, trend analizlerinden teknolojik entegrasyonlara kadar her detay, görünmeyenin arkasındaki ipuçlarını taşır. Ancak bu ipuçlarını doğru şekilde yorumlamak ve sektörel fark yaratacak bir vizyon oluşturmak için, fiziksel gözlemin ötesine geçmek gerekir. İnsan algısı ve zihinsel analiz burada devreye girer; çünkü asıl değer, tüketicinin gözünden kaçırdığı veya ifade edemediği ihtiyaçları anlamakta yatar.
Tüketici davranışlarının ardındaki motivasyonları anlamak, yalnızca satışları artırmak değil, aynı zamanda tüketiciyle duygusal bir bağ kurmak için de kritik önem taşır. İnsanlar bir mağazaya girdiklerinde yalnızca ürün satın almazlar; aynı zamanda bir deneyim yaşarlar. Bu deneyim, duygusal, sosyal ve psikolojik etkenlerin birleşiminden oluşur. Örneğin, bir müşteri mağazada uzun süre bir ürüne bakıp almadığında, bu davranışın ardında fiyat kaygısı mı, alternatif ürün arayışı mı, yoksa ürünle ilgili bir bilgi eksikliği mi olduğunu anlamak gerekir. Burada yalnızca gözlemlere dayanarak sonuç çıkarmak yetersizdir. Daha derin bir anlayış, bu davranışı yorumlayarak çözüm üretmekle mümkündür.
Görünmeyeni görme becerisi, sadece tüketici davranışlarıyla sınırlı değildir. Mağaza içi düzenlemeler, raf yerleşimleri, ışıklandırma, müzik seçimi ve hatta mağaza kokusu gibi unsurlar, müşterinin bilinçaltında etkili olur. Yapılan araştırmalar, doğru aydınlatmanın ve atmosferin tüketici algısını olumlu yönde etkilediğini göstermiştir. Ancak bu unsurların yalnızca fiziksel tasarımı değil, tüketicinin zihninde yarattığı çağrışımları da düşünmek gerekir. Bir mağazanın atmosferi, yalnızca satış değil, aynı zamanda markaya sadakat yaratır. Bu nedenle, perakende yöneticilerinin fiziksel düzenlemelerin ötesine geçerek tüketicinin zihinsel dünyasına dokunması gereklidir.
Teknolojinin bu süreçteki rolü de giderek artmaktadır. Büyük veri analitiği, tüketici davranışlarını anlamada güçlü bir araç sunarken, yapay zeka kişiselleştirilmiş deneyimlerin kapısını aralar. Ancak teknolojiyi yalnızca bir araç olarak görmek ve insan sezgisini devre dışı bırakmak tehlikeli bir yanılgıdır. Çünkü perakendenin özünde insan vardır ve insanlar her zaman verilerle açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Verilerin ortaya koyduğu desenleri anlamak ve bu desenlerin ardındaki insani hikayeyi çözümlemek, ancak empati ve yaratıcı düşünceyle mümkündür. Örneğin, veriler bir ürünün çok satıldığını gösterebilir; ancak bu ürünün neden popüler olduğunu anlamak, bu başarının sürdürülebilirliği için kritik bir içgörü sunar.
Bu derinlik, liderlik anlayışını da dönüştürür. Perakende liderleri, yalnızca mevcut durumu analiz eden değil, geleceği şekillendirebilen bir vizyona sahip olmalıdır. Bu vizyon, başkalarının göremediği fırsatları görmeyi ve bu fırsatları değerlendirirken tüketici deneyimini merkeze almayı gerektirir. Tüketicinin yalnızca bugünkü ihtiyaçlarını değil, gelecekteki beklentilerini de öngörebilen bir liderlik anlayışı, sektörde kalıcı bir fark yaratır.
Perakende sektöründe başarı, sadece görüneni optimize etmekle değil, görünmeyeni anlamak ve buna göre aksiyon almakla mümkündür. Duyusal algının ötesine geçip zihinsel stratejiler geliştiren perakendeciler, hem tüketiciyle derin bir bağ kurabilir hem de sektörde öncü bir rol oynayabilir. Bu, sıradan bir satış sürecini, tüketicinin hayatına dokunan bir deneyime dönüştürmenin anahtarıdır. Gözle görmenin ötesine geçip zihinsel bir vizyonla hareket etmek, sadece bugünün değil, yarının perakende dünyasını da şekillendirecek en önemli yetkinliktir.
Barış Parlak
Kar marjı mı, karakter marjı mı?
“Her gün fiyatlarla yarışıyoruz. Peki ya karakterle? Kimliğini fiyata sıkıştıran yerel zincir, rakibini değil kendi ruhunu kaybediyor olabilir.”
Yerel zincirler için uzun süredir konuşulan o klasik ikilem var ya: “Büyümek mi, kârlı kalmak mı?”
Aslında eksik bir ikilem bu. Çünkü günümüz perakendesinde asıl çatışma kar marjı ile karakter marjı arasında yaşanıyor.
“Fiyatla alınan müşteri, fiyatla gider.”
Fiyat elbette önemli. Ancak müşteri artık sadece ucuzluğu değil, deneyimi, samimiyeti ve güvenilirliği de satın alıyor.
Yerel zincirler olarak bizim avantajımız, işte tam bu noktada başlıyor: Mahalleyi tanıyoruz, çalışanımızla müşterimiz komşu, esnaf kültürünü içselleştirmişiz.
Ama gelin görün ki, birçok zincir bu avantajı kaybediyor. Çünkü bütün strateji “% kaç indirdik?” sorusuna cevap aramakla geçiyor.
Halbuki asıl soru şu olmalı:
“Biz bu mahallede nasıl bir karakter bıraktık?”
Karakter marjı, markanın bıraktığı izdir.
Bir müşterinin, “Onlardan alışveriş yapmayı seviyorum” demesidir.
Her gün aynı çalışanı görmek, güler yüzle karşılanmak, hatırlanmak, saygı duyulmak…
Yani kârın ötesinde kalan anlam kısmı.
Kâr için karakterini ipotek eden zincirler var.
İşe alımda en ucuz personeli seçmek, kaliteyi değil sadece tedarikçiyi optimize etmek, mağaza içi deneyimi göz ardı etmek…
Evet, bu tercihler kısa vadede marjı artırır.
Ama uzun vadede sizi karakteri olmayan, herhangi bir başka markete dönüşmüş bir şube yığınına çevirir.
Ve kimse ruhsuz bir zinciri hatırlamaz.
Kazanmak için değil, hatırlanmak için çalışın.
Büyümek isteyen yerel zincirler artık şunu anlamalı:
Yatırımcılar bilanço sorar, müşteriler karakter…
Artık kasiyerin nezaketi, manavın özeni, rafların disiplini ve yöneticinin tutumu; kar marjı kadar belirleyici.
“Bugün ne kadar sattık?” değil,
“Bugün karakterimize ne kattık?”
Alıntı Kutusu:
“Kâr geçici, karakter kalıcıdır. Mahallenin marketi olmak kolay, mahallenin markası olmak başka bir şeydir.”
Son Söz olarak,
Kâr marjınız elinizdeki bütçeyi,
Karakter marjınız ise gelecekteki yerinizi belirler.
İşte bu yüzden yerel zincirler artık sadece fiyatla değil, karakterle rekabet etmek zorunda.
Barış Parlak
“Müşteri gözünde marka, müdürün tutumudur”
Her sabah mağaza açıldığında o ışıkları kim yakıyor? O ilk müşteri içeri girdiğinde yüzü ilk gülen kim oluyor? Ürünler rafa dizilirken, sistem çöktüğünde, kasada kuyruk oluştuğunda, tedarik geciktiğinde kim öne çıkıyor? Adı değişebilir. Bir şirkette “şube müdürü”, diğerinde “mağaza sorumlusu”, başka bir yerde “saha lideri” denebilir. Ama hepsinin ortak bir rolü var: Markayı sahada yaşatmak.
Eskiden bu pozisyon daha çok operasyonel işler üzerinden tanımlanırdı. Kasa takibi, vardiya planlaması, stok kontrolü gibi başlıklarla çerçevelenen bir görev tanımı vardı. Bugünse bu rol bambaşka bir evreye geçti. Müşterinin deneyimini şekillendiren, kurum kültürünü ete kemiğe büründüren, ekibini yönlendiren ve sahada liderlik eden bir pozisyon hâline geldi. Şube müdürünün en temel görevi artık sadece mağazayı açmak, sayımı yapmak, kasayı denetlemek değil. Asıl görev; müşterilerle kurulan ilişkiyi markanın kimliğiyle uyumlu bir biçimde inşa etmek. Bir mağazada yaşanan her an, markanın müşteride bıraktığı izlenimi belirliyor. Bu nedenle sahadaki yöneticinin tutumu, tavrı, çözüm anlayışı artık merkezden bile daha belirleyici olabiliyor.
Bir müşterinin, kurumsal sayfada gördüğü bir ürünü mağazada bulamaması durumunda “Abi merkez gönderirse gelir” demekle “Size yardımcı olabilmem için hemen kontrol ediyorum, stoklarımızı anlık kontrol edelim mi?” demek arasında dağlar kadar fark var. Bu fark sadece dil farkı değil; temsil farkıdır. Bu temsil, markanın müşteri gözündeki sadakatini, güvenini ve tekrar tercih edilme oranını doğrudan etkiler.
Yeni nesil şube müdürü artık üç temel kası bir arada çalıştırmalı: operasyonel yeterlilik, iletişim gücü ve kültürel temsil. Mağazanın verimli çalışması için siparişlerin zamanında verilmesi, ekip planlamasının yapılması, stokların düzgün tutulması kadar; müşteriye nasıl davranıldığının, personelin motivasyonunun ve şirket değerlerinin sahaya nasıl yansıdığının da önemi büyük. Artık bir müdür sadece yöneten değil, geliştiren biri olmak zorunda. Yeni jenerasyon çalışanlar, yönlendirilmekten çok rehberlik bekliyor. Bu nedenle bir müdür aynı zamanda koç, gözlemci ve rehber olmalı.
Gerçek bir örnekten söz edelim: Ankara’daki bir mağazada yeni başlayan bir kasiyerin ürkekliği, kasa başında bekleyen müşterilerin huzursuzluğuna neden oluyor. Müdür, o çalışanın üzerindeki baskıyı fark ediyor. Onu bir süreliğine depoda ürün dizimi ve paketleme işlerine kaydırarak güven kazanmasını sağlıyor. Sonra yavaş yavaş kasaya alıyor, yanında duruyor, destek veriyor. Üç hafta sonra aynı çalışan, müşteri memnuniyetinde mağaza ortalamasının üzerine çıkıyor. Bu başarı, merkezden gelen bir kampanyanın değil, müdürün sahadaki farkındalığının ürünüdür.
Bugün mağazalar birçok dijital sistemle donatılmış durumda. RFID etiketleme, mobil POS, CRM sistemleri, müşteri kartları… Ancak tüm bu teknolojileri anlamlı ve etkili kılan şey; insani dokunuş. Müşteri bir kampanya kodunu değil, bir bakışı, bir cümleyi hatırlıyor. Bir yöneticinin çözüme dair tutumunu unutmaz. İşte tam da bu yüzden şube müdürleri artık teknolojiyle entegre olmalı, ama insan dokunuşunu kaybetmemeli.
Bir diğer önemli konu ise eğitim. Mağaza müdürleri çoğu zaman sahadan yetişmiş, operasyonel refleksleri kuvvetli kişiler oluyor. Bu çok değerli. Ancak şirketler yeni politikalar, sistem güncellemeleri veya stratejik değişiklikler olduğunda ilk eğitimi genellikle merkezdeki ekiplerle yapıyor. Sahadaki müdür ise süreci ya kulaktan dolma bilgiyle öğreniyor ya da sahada “deneme-yanılma” yöntemiyle. Oysa bu kişiler herkesin sırtını yasladığı, tüm krizi ilk karşılayan, soruları ilk yanıtlayan bireyler. Eğitimsiz bırakılmaları sadece müdürleri değil, markayı da zayıflatıyor.
Günümüzde birçok müdür “ben sadece mağazayı yönetiyorum” diyebilir. Ama müşteri gözünde sen markasın. Personel gözünde sen kurum kültürüsün. Sistemin gözünde sen denge noktası, aksaklık durumunda çözüm noktası olansın. Kurumsal yapılar artık şu soruyu kendilerine sormalı: Biz mağaza müdürü mü yetiştiriyoruz, yoksa marka elçileri mi?
Barış Parlak
Türkiye’de perakendede değer, deneyim ve veri çağı
Pandemiyle birlikte hız kazanan dönüşüm, Türkiye perakende ve hızlı tüketim ürünleri (FMCG) sektöründe yeni bir denge arayışını beraberinde getirdi. Artık tüketici yalnızca ürünü değil, ürünün sunduğu değeri, yarattığı duyguyu ve bağlı olduğu marka hikâyesini önemsiyor.
Satın alma kararları, artık sadece rasyonel değil; duygusal ve etik temellere de dayanıyor.
2025 itibarıyla öne çıkan altı temel eğilim, bu dönüşümün kodlarını anlamamıza yardımcı oluyor:
Erişilebilir premium ürünler
Geleneksel lüks anlayışı dönüşüyor. Artık tüketici, yüksek fiyattan çok kalite, etik üretim, duyusal tatmin ve marka hikâyesi arıyor.
Lüks; ulaşılamaz değil, anlamlı ve özenli bir tercih artık.
Sütaş’ın “Doğal Kaymaklı Yoğurt” serisi, bu dönüşüme güçlü bir örnek sunuyor. Tüketici bu ürünü seçerken yalnızca bir yoğurt değil; nostalji, doğallık ve kendine gösterdiği özenin bir sembolünü satın alıyor.
Mikro perakendenin gücü ve yerelliğin yükselişi
Tüketiciler artık büyük AVM’ler yerine, birkaç adım ötedeki mahalle mağazasını tercih ediyor. Bu davranış, mikro formatlı perakendeyi öne çıkarıyor.
Şok’un “Şok Mini” konsepti, bu değişime iyi bir yanıt. Sınırlı alanda maksimum verimlilik, dijital sadakat uygulamaları ve yerel aidiyet hissi, bu modelin başarısını artırıyor.
Mağaza büyüklüğü değil, tüketiciyle kurulan bağın sıcaklığı fark yaratıyor.
Yeni nesil sadakat anlayışı
Bugünün tüketicisi, genel indirimler değil, kişiselleştirilmiş fırsatlar istiyor. Sadakat artık sadece puan biriktirmek değil; verinin akıllı ve müşteri odaklı kullanımı ile sağlanıyor.
Migros’un Money Club uygulaması, bu anlayışın güçlü bir örneği. Kampanyalar, müşterinin alışveriş geçmişine ve yaşam tarzına göre şekilleniyor.
Sadakat artık bir sonuç değil, doğal bir süreç.
Ürünün ötesinde marka kimliği arayışı
Tüketiciler artık sadece ürünün kalitesine değil, markanın çevreye ve topluma olan duruşuna da dikkat ediyor.
İçim’in bitkisel bazlı ürün serisi ile %85 geri dönüştürülebilir ambalaj kullanımı, sadece sürdürülebilirlik değil; sorumluluk hissinin bir göstergesi.
Yeni nesil tüketici raftaki ürünü değil, ardındaki hikâyeyi okuyor.
Teslimat hızında rekabet, sadakatin yeni ölçütü
Teslimat hızı, artık ekstra değil, temel bir beklenti. 15-30 dakikalık teslimatlar, lojistik bir başarıdan öte, markaya olan bağlılığı güçlendiren stratejik bir avantaj.
A101’in “Kapıdan Market” servisi, geniş fiziksel ağını hızlı teslimatla birleştirerek güven ve sadakat oluşturuyor.
Teslimat artık son değil; sadakat zincirinin ilk halkasıdır.
Kategoriler değil, duygular
Alışveriş, artık sadece ihtiyaçların giderildiği bir süreç değil; bir duygu deneyimi. Geleneksel kategori yönetimi, yerini “mod” tabanlı raflara bırakıyor.
Gratis, mağaza içinde “Yaz Modu”, “Kendine Vakit Ayır” gibi tematik alanlarla müşteriye ilham veren bir alışveriş atmosferi sunuyor.
Raflar artık ürünlerin değil, ruh hâllerinin temsilcisi.
Geleceği şekillendirenler, deneyimi sahiplenenler olacak
Perakende artık sadece satış değil, bir deneyim sunma arenası.
Tüketici; ürün değil anlam, fiyat değil değer, mağaza değil ekosistem arıyor.
Geleceğin kazanan markaları, müşterisinin ruh hâlini anlayan, değişime hızla uyum sağlayan, kişisel deneyim sunan ve toplumsal duruşu olanlar olacak.
Gelecek yalnızca teknolojide değil; müşterinin zihnini ve kalbini yakalayan markaların elinde şekillenecek.
Oyun değişti, kuralları kim yazacak?
2025’in perakende arenası artık tanıdık değil. Roller değişiyor, kurallar yeniden yazılıyor.
Bu oyunun bir seyircisi mi olacaksınız, yoksa sahneye çıkanlardan biri mi?
Kazananlar; deneyimi sahiplenen, anlam yaratan ve etki bırakan markalar olacak.
Çünkü geleceği şekillendirmek, bugünden cesurca harekete geçmekle mümkün.
-
Ercüment Tunçalp5 ay önce
Fahiş fiyat nedir, nasıl anlaşılır?
-
Genel Haberler5 ay önce
“Gerekçeli karar tarafımıza tebliğ edildiğinde karara karşı derhal tüm yasal yollara başvurulacaktır.”
-
Ercüment Tunçalp6 ay önce
Fırsatçı enflasyonu nedir, nasıl gelişir?
-
Yenilikler6 ay önce
Avşar’dan yeni ürün Berry Hibiscus