Ercüment Tunçalp
AVM’lerde bitmeyen kira sorunu
AVM’lerin yıllardır süren kronik sorunlarının başında; plansız yatırımlar ve dövize endeksli kiralar geliyordu. Bu konularda 15 yıldır görüş belirten bir kişiyim. O gün neredeysem bu gün de oradayım. “Yan yana bakkal açılamazken, bitişik nizam AVM’ler nasıl açılabiliyor?” diye defalarca sormuş ve yine en başından beri “Gün gelecek dövize endeksli kiralar ödenemeyecek” demişim.
Dolayısıyla, yatırımcı tarafında da, markalar tarafında da, hatta hükümetin aldığı bazı gecikmiş kararlarda da müşterek yapılmış hataların payı vardır.
Özetleyecek olursak;
- AVM yatırımcıları Avrupa’da göremedikleri serbestliği burada görünce; şehirlerin merkezlerine 4-5 tane AVM’yi yan yana kondurmaktan çekinmediler.
- Bir gün doyuma ulaşılacağını düşünmedikleri gibi satın alma gücü bizden 4-5 kat fazla olan müşteriye sahip Avrupalının satış alanı ile bizimkini kıyasladılar ve “daha gidilecek çok yol olduğu” sonucuna vardılar.
- Yatırımcılar, o gün sıraya giren markalardan alacakları dövize endeksli kiralara güvenerek, bankalardan döviz kredileri aldılar. TL geliri olan kiracının bir gün kurdaki ani değişimlerle döviz borcunu ödeyemeyeceğini göremediler, yanıldılar ve risk aldılar. Kuru sabitlemeleri bile ilaç olmadı!
- Markalar, her yerde bulunmak ve rakibe de yer bırakmamak uğruna istenen dövize endeksli yüksek kiraların sözleşmeye yazılmasına hiç itiraz etmediler.
- “Gelir hangi para cinsinden ise borç o para cinsinden olmalıdır” temel kuralını hiçe saydılar ve o gün nispeten yatay seyreden kura güvenerek onlar da risk aldılar.
- 2018’e kadar dövize endeksli kiraları dikkate almayan hükümet o gün maç oynanırken kuralı değiştirdi ve kiralar TL’ye dönüştürüldü. Elbette baştan beri doğrusu buydu ama çok geç kalınmıştı…
Bugüne gelindiğinde ise; yatırımcı açısından kur artışı ile eriyen kiralar karşısında, AVM yönetimi ile perakendeciler arasındaki kira krizinin yeniden alevlenmesi de beklenen bir şeydi ama artık bunun geriye dönüşü yoktu.
Bu anlamda; Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği (AYD) Başkanı Nuri Şapkacı’nın, “Bazı perakende STK temsilcilerinin basından takip ettiğimiz negatif söylemlerinin, yakın zamanda yapılacak yatırımlara ve perakende sektörünün bu süreçteki planlarına zarar vereceğini düşünüyorum” beyanını flu görüyorum. Daha net açıklama yapmasını beklerdim.
Örneğin, BMD Başkanı Sinan Öncel’in bahsettiği, “10 uzama yılını dolduran kontratlarda 6-7 kata varan kira artış talepleri” negatif yaklaşım mı oluyor?
Kira, perakendecinin en büyük maliyet kalemidir ve ciro içindeki payının üst sınırı bellidir. Ve bu sebeple ya ciro artışı ile paralel gitmelidir ya da dükkan boşaltılmalıdır.
Nitekim buraya kadar ki görüşlerimi teyit eden sektör içinden kıymetli görüşler ve bilgiler de gelmektedir. Örneğin, AVM’lerde ortalama doluluk oranının yüzde 85 olduğu; 14 milyon metrekarelik kiralanabilir alanın 2 milyon metrekaresinin boş olduğu bildiriliyor. (Kaynak: Murat İzci)
Bu oran ortalama olduğuna göre birçok AVM’de yüzde 20’nin üzerinde boşluk olduğunu da kabul etmek gerekir. Ve bu durumda da en azından mevcut kiracıyı elde tutmak için biraz daha uzlaşmacı yaklaşım gerektiği çok açıktır…
Bir diğer görüş, Kurun Alışveriş Merkezleri Danışmanlık ve Proje Yönetimi Başkanı Hakan Kurun’dan geliyor. “Gayrimenkulün bu kadar değerlendiği ülkemizde; şehrin en kıymetli alanında geliştirilen bu yatırımların beklenen getiriyi sürdürülebilir olarak perakendecilerden elde etmesi mümkün değildir. Perakende sektörü dünyadaki konjenktürden kaynaklanan ve bölgemizdeki gelişmeler sebebiyle beklediği kârlılık ve ciro oranlarını yakalayamamaktadır. AVM yatırımcılarının hızla proaktif kararlar alıp dönüşüm planlarını yapmaları gerekmektedir. Perakendeciler bu getiriyi sağlayabilecek durumda değiller ve olamayacaklardır” diyor. O kadar doğru bir teşhis ki…
Alışveriş Merkezi Danışmanı Avi Alkaş’ın ise biraz farklı tespitleri var…
“Yasal müdahalelerle kira artışlarının frenlendiği, kira artışları olmadığı için AVM yatırımlarının cazibesini yitirdiğini” söylüyor. Hemen arkasından da, “Şimdi bu durumda tekrar AVM yatırımları başlayacak. Yavaşlayan, yarım kalan işlerin hızlanarak tamamlandığını göreceğiz” diye de devam ediyor…
Burada kendisine sormam gereken birkaç soru bulunuyor…
- AVM yatırımları sadece kira artışları frenlendiği için mi cazibesini yitirdi?
- Plansız yatırımların veya şu anda boş olan şehirler hariç, bazı bölgelere aşırı yoğunlaşmanın yavaşlamada hiç etkisi olmadı mı?
- AVM yatırımları cazibesini yitirdiyse tekrar nasıl başlayacak?
- AVM yatırımcısı mutlu değilse bu yatırım iştahı nasıl oluşacak?
- Bahsedilen düşük kiralara rağmen boş olan 2 milyon metrekarelik satış alanının neden dolmadığı üzerinde hiç durulmayacak mı?
Sonuç olarak; tarafların özeleştiri ve empati yapmadan gerçek iş ortaklığını tesis etmesi oldukça zordur. Bizim ülkemizin şartlarını dikkate almadan da batı ülkeleri ile yapılan kıyaslamaların sonuç vermeyeceğini görmek gerekiyor. Halk arasında sık kullanılan “nalıncı keseri” tek taraflı yontma işlemi yapar. Yani ticaretin bir tarafın arzusuna göre şekillendiği durumdur. Ve sürdürülebilme şansı olmadığı için bundan kaçınmak gerekir. Nitekim 90’lı yılların başlarından itibaren bu ticaretin daha kazançlı olan tek tarafı vardı ve hakem geç de olsa duruma el koydu.
Bu da dengeyi sağlayamadığına göre çözüm; hâlâ döviz kredi borcu olan yatırımcılar varsa TL’ye dönme imkanını zorlamalılar, hatta bu konuda siyasi otoriteden de destek görmelidirler.
Diğer kalıcı çözüm ise; gerçek iş ortağı gibi ciro üzerinden pay almaktır ki, bugünün kriz ortamında taşın altına elini koymayan kimse kalmasın…
Elbette bütün bunlara rağmen son çare de bazı yatırımlar için daha fazla gecikmeden dönüşüm kararı almaktır.
Ercüment Tunçalp
Enflasyon tahmini üzerine…
Şirket bütçeleri hazırlanırken, alt yapı oluşturmak açısından departmanlar bazında da ekonomik göstergelere ait doğru tahminlere ihtiyaç vardır.
Belki akla gelebilir; “Devlet kurumlarının uzman kadroları tarafından yapılan hazır tahminlerden faydalanmak varken, şirket kadrolarını bununla meşgul etmek ne kadar doğru olur?” diye…
- Resmi kurumlar siyasetin etki alanında görev yaptıklarından, örneğin enflasyonu en alt sınırdan seslendirmek zorundadırlar. İşte bunun için senelerdir gördüğümüz şekilde yıllık enflasyon tahminleri, gerçekleşen oranların yanına bile yaklaşamamaktadır.
- Kasım ayında TCMB Başkanı Fatih Karahan, yılın son enflasyon raporunu açıklamış, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 38’den yüzde 44’e çıkardığını duyurmuştu. Yani neticeyi görmeye sadece 1,5 ay kala yüzde 15 yukarı yönlü revize gerekmişti. Ve bekledikleri sonucu TÜİK’de duymuş oldu…
2025 tahmini yüzde 14’ten yüzde 21’e, 2026 tahmini yüzde 9’dan yüzde 12’ye çıkmıştı. Elbette bundan sonra da yukarı doğru revizelerin süreceği anlaşılıyordu. Daha önce de 2026 yılı için tek haneli enflasyon hedeflendiğini duyduğum an; bunun 2030’a kadar mümkün olamayacağını yazmıştım. Nitekim o da daha şimdiden revize edilmiş oldu…
- Bizim gördüğümüzü değerli bürokratların görememesi söz konusu olamaz. Aradaki fark seslendirme ve resmi raporlara yansıtma zorluğudur. FED Başkanı Powell ile Trump’ın atışmalarını izleyince, tam bağımsız merkez bankasının nasıl bir şey olduğu kafalarda kolay canlanıyor. Darısı bizim de başımıza…
- Enflasyon tahmini; bütün parametreleri yan yana getirdikten ve geçmişte yaşananlardan da faydalandıktan sonra en az hata ile ortaya konabilir.
45 yıldır bu tahminleri yapan bir kişi olarak, 2024 yıl sonuna ait yıllık enflasyon tahminimi tam 9 ay önce (19 Mart 2024) açıklayarak fiilen göstermek istedim.
Ve İTO yıl sonu İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi’ni yüzde 55,27 olarak açıkladığında, benim yüzde 55’lik tahminimin sıfır hata ile tuttuğu anlaşıldı. Arşivimizden izlenebilir…
- Denebilir ki; “TÜİK’in açıkladığı oran yüzde 44,38’dir.” Bu orana sadece ben değil, birçok iktisatçının tereddütle yaklaştığı, hatta açıklanmayan madde fiyatı sepet listesi sebebiyle sorgulanamadığı da daha önce yazılarıma konu olmuştu.
- 2024 yılı TÜFE aylık değişimlerine (%) baktığımızda; Ocak 6.70 / Şubat 4.53 / Mart 3.16 / Nisan 3.18 / Mayıs 3.37 / Haziran 1.64 / Temmuz 3.23 / Ağustos 2.47 / Eylül 2.97 / Ekim 2.88 / Kasım 2.24 / Aralık 1.03 şeklinde ilginç bir diziliş olduğunu görüyoruz. En düşük oranlar Haziran ve Aralık aylarında gerçekleşmiş olup, bu aylar memur ve emekli maaş artışlarına esas teşkil eden son aylardır. Kaldı ki; İTO Haziran aylık değişimi %3.42 (%109 fazlası), Aralık aylık değişimi %1.74 (%69 fazlası) oranlarıyla TÜFE’den büyük farklarla ayrışmıştır. Elbette TÜFE ile İTO Endeksi ağırlıklarında fark vardır. Çünkü İTO Endeksi, sokaktaki vatandaşın zorunlu harcamalarındaki değişimi ölçer. Örneğin bu sepette otomobil ve pahalı lüks mal yok. TÜFE ise toplam harcamaların değişimini veriyor. Dolayısıyla arada 1-2 puan fark olsa da daha fazlası istatistiksel gerçekliğe uymaz. Örneğin bir süpermarket ortalama 10 bin çeşit ürün satar ama cironun yüzde 70’ini en fazla satılan ilk 500 ürün ile cironun yüzde 90’ını ise ilk 2000 ürün ile yapar. Yani bir bütün içinde ağırlıkları en fazla olan küçük bir mal ve hizmet grubu yüzde yüze yakın doğru fikir verir. Bu bakımdan resmi enflasyonun içinde bilemediğimiz ve ölçemediğimiz bir tutarsızlık vardır.
Ancak yaşadığımız enflasyonu tahmin etmek hiç zor değildir.
- Zira dikkate aldığım en önemli husus, hükümetin her zaman büyümeyi tercih edecek olmasıdır. Bu da enflasyonla mücadeleyi zayıflatır. Zira TCMB’nın sıkı para politikasına paralel sıkılaştırmaların zaman zaman gevşetileceğini ve maliye politikalarıyla desteklenemeyeceğini önceden bilirsiniz. Kamu harcamalarında tasarrufa gidilemeyeceği de öngörülemeyen bir şey değildir.
- Ayrıca aşağıda belirteceğim şartların eksikliği de tahmin yapan için önemli bir kılavuzdur. Bir de o tahmini birilerine beğendirmek zorunda olmamak da kişiye avantaj sağlar.
Sonuç olarak; TCMB, 2006 yılından itibaren ‘Enflasyon Hedeflemesi Rejimi’ni uygulamaya koymuştur. Enflasyon hedeflemesi, Merkez Bankası’nın nihai hedefi olan fiyat istikrarını sağlamada önemli bir para politikası uygulamasıdır.
Ancak enflasyon hedefleme rejiminin önkoşulları vardır…
- Tam bağımsız bir Merkez Bankası ilk koşuldur.
- Güçlü ve istikrarlı bir maliye politikası ile mali saydamlık ikinci koşuldur.
- Para ve sermaye piyasalarının gelişmiş olması şarttır.
- Enflasyon oranının makul bir seviyede olması (azami yüzde 15) ihtiyaçtır.
Yukardaki 4 koşuldan hangisinin bizde geçerli olduğunu takdirlerinize sunuyorum. Merkez Bankası’nın uzun yıllardır orta vadeli yüzde 5’lik enflasyon hedefi kenarda durur. Aylar geçmeye başladıkça yapılan tahminlerin hedeften uzaklaştığını izleriz. Bu bizim artık alıştığımız bir durumdur. Yıl sonuna doğru revize edilen tahminlerde isabet kaydedilmesinin bir anlamı yoktur. Zira artık maçın sonuna gelinmiştir ve skor hemen hemen belli olmuştur.
MB’nın bir yıl önceden yaptığı tahminlerdeki isabet derecesi ise düşük olduğunda, bunların fiyatlama kararlarında kullanılması netice vermez ve beklentilerin yönetilmesini güçleştirir. Ayrıca güvenilirlik problemi yaratır…
Nitekim uygulamada gelişmekte olan ülkelerin zorlanmaları da yukarda belirttiğim önemli farklardan kaynaklanmaktadır.
Bir başka gerçekler dizisi de teknolojik atılımda ve yapısal reformlarda gecikerek, üretimi artıramayarak, verimliliği anlatamayarak kaybedilen zamanla düşük seviyeli enflasyon hedeflenemeyeceğidir. Hedeflendiği durumda da sonuca ulaşılamayacağıdır…
Bir stratejiye doğru yerden başlamak esastır. Bu rejimi enflasyon tek haneli iken uygulamak daha kolaydır. Bizdeki gibi yüzde 80’lerden başlayıp, yüzde 45-50 seviyelerine gelindiğinde de şenlik ortamı yaratarak güvenilirliği sağlamak o kadar kolay değildir.
Ercüment Tunçalp
Et spekülatörleri yine iş başında!
Elbette kırmızı et sektörünün tamamına aynı gözle bakmıyorum. Sorumluluk sahibi sektör temsilcileri gerçeği açıklıyorlar zaten. Ortalığı yangın yerine çevirenler; tüketici için önemli günleri ve ücret zamları sonrasını felaket tellallığı yaparak değerlendiren ve bundan çıkar sağlayan çevrelerdir. Bunu fırsat olarak değerlendirmek isteyen bazı muhalif medya kuruluşları da bu sesleri kendi kanallarından duyurmayı kullanışlı bulmaktalar. Dayandıkları neden; “tarım ve hayvancılık politikasındaki sorunlar ve eksikler…”
Doğru olabilir ama gidilen yol yanlıştır!
Çünkü;
- Dolar bazında zaten dünyanın en pahalı karkas ve perakende kırmızı et fiyatlarına biz sahibiz. Buna rağmen bu tükenmeyen hırs sahiplerinin fırsatları değerlendirirken ulaştıkları neticeleri de rakamlarla sık sık açıklıyorum.
- “Bazı maliyetler dolar bazında” dendiği için; ben bütün maliyetlerin dolar bazında olduğunu varsayıyorum (yem, ilaç ve aşı, işçilik, kira, enerji, vergi, sigorta, malzeme, nakliye, haberleşme giderleri, yani hepsi). Ve bu şartlarda dahi şişirilmiş maliyetlerin bir türlü doyuma ulaştıramadığı çevreleri izliyoruz.
- Zira dünyanın her yerinden fiyatlar alıyoruz ve yurt dışında yaşayan dostlarımız da bize market fiyatlarını yağdırıyorlar zaten…
- En son bir arkadaşım Londra’da aldığı kaliteli bir kıymanın TL karşılığını (405 TL) söyledi ve aynı gün Türkiye’deki bir zincirin 450 TL’lik fiyatını yüksek bulduğunu belirtti. Oysa aynı gün ben köftelik kıymayı kilogramı 600 TL’ den almıştım. Yani aradaki fark öyle az buz değildi, yüzde 50’ye yakındı…
- Biraz da Almanya’dan örnek vereyim; Kuzu pirzola Almanya’da 16,99 Euro, bizde 24,50 Euro (900 TL), dana kıyma Almanya’da 8,99 Euro, bizde 15,50 Euro (570 TL), dana kuşbaşı Almanya’da 11,50 Euro, bizde 18,10 Euro (665 TL) karşılığıdır. Görüldüğü gibi Euro bazında da yüzde 50-70 oranlarında daha pahalıyız. Ancak daha fazlası da var. 740 liraya dana kıyma satan perakendecilerimizi izliyoruz. Bu fahiş kârın derecesini ölçmek hiç zor değildir. Karkas fiyatından hareketle, ortalama parça payları esas alınarak, kemik ve parçalama firesi de düşülerek yapılacak kalkülasyon ile brüt kâr marjını bulmak çok kolaydır. Çıkan yüzde 30 brüt kâr marjının anlamı, maliyet fiyatı üzerine yüzde 43 kâr ilavesi demektir. Dünyada ne böyle bir kâr ne de 20 dolar veya euro seviyelerinde dana kıyma fiyatı yoktur. İşte bunun için ülkemizde yüksek enflasyonun mutlu ettiği bir grup bulunmaktadır.
- Buna rağmen bu fırsatçıların en çok kullandıkları şablon söz; “Süt fiyatlarının yetersiz kalmasından dolayı süt inekleri kesime gönderiliyor. Bu durum, uzun vadede hayvan sayısında azalmaya yol açarak et arzını olumsuz etkiler” oluyor. İyi de; kesime gönderilen hayvanlar kısa vadede et arzını artırmaz mı? Fiyatların düştüğü sahneyi biz neden hiçbir zaman göremiyoruz? Alışmışlar, “tüketiciye ne söylesek inandırıyoruz” sonucuna güveniyorlar.
- Kaldı ki yukardaki “Arz yetersiz” söylemi her devreye girdiğinde, devletin istatistiklerini ortaya koyarak önemli bir eksiklik olmadığını da gösteriyorum.
- Başka bir şablon söz; “Yem fiyatlarındaki artış, kur artışına bağlı olarak maliyetlerimizi artırıyor” oluyor. Bunun tuhaflığını da yukarda açıklamıştım.
- Başka bir şablon söz; “İthalat olmazsa et fiyatları bir gecede iki katına çıkar” oluyor. Bunu söyleyenler aynı zamanda ithalata da karşılar. Yani ne demek isteniyor? Yukarda fiyatlarımızın döviz bazında asgari yüzde 50 fazla olduğunu belirttim. Bu muhteremlere yetmiyor, fazlalık yüzde 100’e ulaşsın istiyorlar!
- Devletin verdiği desteği de yetersiz buluyorlar. Elbette çiftçiye verilen destek batı ülkelerin seviyesinde değildir. Örneğin nüfusa göre tarımda kişi başı yapılan destekleme miktarı Almanya’da yaklaşık 77 dolar iken, ülkemizde 28 dolar…
Doğrudur, destek 2,75 katıdır. Peki kişi başı tüketim miktarı nedir?
Sadece kırmızı ette Almanya kişi başı tüketimi yaklaşık 79 kg iken, Türkiye kişi başı tüketimi 24 kilogramdır (2022). Yani tüketim miktarı da 3,3 katıdır.
Birini söyleyip diğerini pas geçince elma ile armut kıyaslaması olmuyor mu?
Bunlarla da yetinmiyoruz ve sektör paydaşlarına kulak veriyoruz.
Türkiye Kırmızı Et Üreticileri Merkez Birliği Başkanı Bülent Tunç, yılbaşından sonra kırmızı et fiyatlarında ani bir artış olacağına dair çıkan söylentilere karşı açıklamalarda bulundu (Karar).
Bu tür söylentilerin genellikle Ramazan ayı, Kurban Bayramı ve yılbaşı dönemlerinde ortaya çıktığını belirten Tunç, “fırsatçılara fırsat vermemek için ciddi çalışmalar yürütülüyor. Yılbaşından sonra kırmızı et fiyatlarında ani ve aşırı bir artış olması için hiçbir sebep yok” dedi. Tunç, bu söylentileri çıkaranların sadece kendi çıkarlarını düşündüklerini belirterek üreticileri uyardı ve fırsatçılara karşı dikkatli olunması gerektiğini ifade etti. Tunç, kırmızı ette fiyat artışını isteyen kişilerin, paket et ithalatını gündeme getirmeyi amaçladığını kaydetti. ‘Kırmızı et fiyatlarında ani artış olacak’ diyenler umduklarını bulamayacaklar diyen Tunç, üreticilere ‘biraz daha bekleyelim, daha çok kazanalım’ şeklinde düşünenlerin, fırsatçılara katkı sağlamış olacağını ve uzun vadede zarar edeceklerini belirtti.
İstanbul Perakendeci Kasaplar Esnaf Odası Başkanı Aydın Tüfekçi, kırmızı et fiyatlarında ani bir artış beklemediklerini söyledi. Tüfekçi, şu an kuzu etinde mevsimsel darlık yaşandığını ancak bu durumun geçici olduğunu belirtti. “Et ve Süt Kurumu (ESK), daha fazla kesim yapmak üzere hazırlıklarını tamamladı. ESK 15 Ocak’a kadar 15 bin büyükbaş hayvan kesimi yapmayı planlıyor. Kesimden elde edilen etler, piyasa fiyatlarını regüle etmek amacıyla uygun fiyatlarla marketler, kasaplar ve et sanayicilerine ulaştırılacak” dedi.
Sonuç olarak; kırmızı et, çocuklarımızın zihinsel ve fiziksel gelişimi açısından en temel ihtiyaç olmasına rağmen, fırsatçılar bu yolu tıkayarak, satın alma gücü düşen halkımızın bu ihtiyacı için dolaylı da olsa taklit tağşiş yolunu da açmaktadırlar. Nitekim yine aynı kaynaklardan bilinçli olarak; “Avrupa’da yılbaşı tatili yüzünden ESK’nın yurt dışından et arzını devam ettiremeyeceği” söylentileri yayıldı. Ve ESK açıklama yapmak zorunda kaldı; “Piyasaya et arzımız devam etmektedir” diye. İşte fırsatçı enflasyonu dediğim budur. Altını doldurmaya devam edeceğiz…
Ercüment Tunçalp
Market enflasyonu üzerine…
Yıllardır dünyanın her yerindeki marketlerden alınan fiyatlarla, ülkemizdeki market fiyatlarını kıyaslıyoruz. Bununla yetinmiyoruz, o ülkelerden seçilmiş marketlerin 1-2 sene ara ile yapılmış alışveriş listelerini de karşılaştırıyoruz. Ve görüyoruz ki; eğer o ülkelerde gıda enflasyonunda bir gerileme açıklanıyorsa, bunun neticesini aynen o alışveriş fişlerinden de izleyebiliyoruz.
Ülkemize gelince; Ekonomi gazetesinin Özder Şeyda Uyanık haberinde, bize özel durumu da öğreniyoruz…
İlişikte görüleceği üzere 10 sene önceye ait ülkemizdeki bir marketin alışveriş fişi yayımlanıyor. 2014 yılı Haziran ayına ait fişin tutarı 62,23 TL iken, 2024 yılı Kasım ayında aynı marketteki aynı alışverişin tutarı ise 1.017,49 TL’dir. Yine ilişikteki kıyaslamalı listede görüleceği üzere 10 sene sonraki ikinci alışveriş tutarının yüzde 1535 arttığı anlaşılıyor. İşte gerçek market enflasyonu budur…
Habere göre; “TÜİK, TÜFE verilerinin detaylarında yer alan harcama gruplarındaki endeks değerlerinde ‘gıda ve alkolsüz içecekler’ kaleminde aynı dönemde yüzde 1282 oranında artış saptamışken, TCMB’nin ‘herkes için ekonomi’ sayfasındaki enflasyon hesaplayıcıda aynı tarihlerde yapılan hesaplamadaki değişim genel TÜFE’ye dayanarak yüzde 973,62 idi.”
Görüleceği üzere fiili market alışveriş tutarındaki artış, TÜİK’in aynı gruptaki artışının yüzde 20 fazlasıdır…
Önceki yazılarımı takip edenler bu farkı tahmin ettiğimi, hatta aşağı yukarı aynı oranlarda fazla çıkan İTO İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi verilerini daha anlamlı bulduğumu bilirler. Bunun için de her sene başında perakendecilerin hesaplarını resmi enflasyona göre değil kendi enflasyon sonuçlarına göre yapmaları gerektiğini, yoksa bütün iş planlarının sapma göstereceğini ve olumsuz etkileneceklerini hatırlatıyorum. Zaten piyasada da hakim olan görüş “enflasyonun daha yüksek hissedildiği” yönünde değil mi?
En son söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim; ne coğrafi kapsam ne fiyat derleme yöntemi ne de ürün sepeti ve ağırlıkları bu kadar büyük farkların haklı gerekçesi sayılamaz. Bir ülkede elbette her kurumun, her gelir grubunun, hatta her kişinin enflasyonu değişik çıkar. Çünkü tercih edilen mal ve hizmetlerin ağırlıkları farklıdır. Ancak sonuçta bir ülkede ürün bazında ulaşılan ortalama ağırlıklar istatistiki veridir ve bu da o toplumun en önemli gerçeklerinden biridir. İşte bunun için 2 sonucun yüzde 5’ten fazla ayrı düşmesinin matematiksel bir izahı yoktur. Dolayısıyla önce şeffaf ve gerçek veriler üzerinden gereken tedbirlerin alınması, sonra da halkın temel gıda ürünleri fiyatlarındaki fırsatçı girişimlerden korunması gerekir. Bazı çevrelerin savunduğu üzere, “Devlet fiyat oluşumuna karışmasın ve serbest piyasa koşulları işlesin” görüşü, dünya genelinde de sınırsız serbestlik olarak anlaşılmıyor. Dolayısıyla kamu denetimi tamamen devre dışı kalamaz. Devlet, tekellerin (piyasaya tek firmanın hakim olması) veya oligopollerin (birden fazla büyük şirketin hakimiyeti) piyasaya egemen olmasının önüne geçer. Rekabet hukukunu oluşturan devlet, haksız rekabete yol açan, kuralları ihlal eden, yıkıcı rekabete sebep olan faaliyetleri de elbette cezalandırır. Zira devletin bu düzenleyici rolü olmazsa orada zaten serbest piyasa ekonomisi sağlıklı işleyemez.
Sonuç olarak; tarım alanları azaldıkça ve nüfus arttıkça fiyat artışları durmayacaktır. Kaldı ki bu açıdan bakılınca; gelişmiş ülkeler 500 sığınmacıyı bile kabul etmek için kırk dereden su getirirlerken, bizim 8 milyon sığınmacıya gösterdiğimiz hoşgörünün elbette imkanlarımızı azaltan sonuçları olacaktır. Öyle ya; enflasyon dediğimiz şey genellikle toplam talebin toplam arzdan fazla olmasıyla (talep enflasyonu) ortaya çıkmıyor mu? Bunun en acıtan sonuçlarını gıda kategorisinde, özellikle de market enflasyonu şeklinde görmüyor muyuz? O zaman yediğimiz ekmek ancak kendimize yeterken, bir de aile fertlerimizin yüzde 10’u kadar da misafir ağırlarken zorlanacağımızı da görmeliyiz.
Sığınmacılar, sağlık, eğitim, barınma şartlarındaki avantajları ve kayıt dışı çalışmaları nedeniyle ekonomiye sürekli yük bindiriyor, vatandaşlarımız açısından da yıpratıcı haksız rekabet yaratıyor. Bunu da kabul etmek zorundayız.
Sürekli düşen tüketici satın alma gücü ile de dünyadan ayrışmış bulunuyoruz. Ülkemizde ortalama ücret haline gelen asgari ücret yüzde 30 artışla 22.104 TL olarak kesinleşti. TÜİK’in muhtemel 2024 yıl sonu enflasyonu bile yüzde 47 civarında tahmin edilirken ve esasında bunun da değil, 2024 yıllık ortalama enflasyonu olan yüzde 60 oranının dikkate alınması gerekirken; bugüne kadar hiç tutmamış olan yeni yılın beklenen enflasyonunu ölçü almak, çalışanın ücret artışını olması gerekenin yarısına düşürmüştür.
TCMB, faizi de 250 baz puan düşürünce; ücretler ve faiz konusunda işverenlerin arzusu gerçekleşmiştir. Böylece çalışan maliyeti istedikleri sınırlar içinde kalmış, kredi maliyetini düşürecek ortam oluşmuştur. Ancak enflasyon ana eğiliminde yeterli düşüş gerçekleşmeden alınan erken faiz kararı dezenflasyon sürecine zarar verecektir. Bu durumda da sabit gelirli dışında şikayetçi bir kesim olmayacaktır. Zira enflasyon şartlarının getirdiği avantajları terk etmek istemeyen bir grubun varlığı da önemli bir gerçektir.
Kaldı ki, yeniden değerleme oranı ile (%43,93) vergi, ceza ve harçlarda artış yapıp, sermaye sahiplerine de varlıklarını yüzde 44 oranında değerleme imkanı vermek; emeğin yeniden değerleme oranını ise yüzde 30’da bırakmak anlaşılır gibi değildir. Dolayısıyla bırakınız refah payını, son bir yılda kaybedilen satın alma gücü kısmen bile yerine konamamıştır. Ve böylece emeklilerin şartları da az çok belli olmuştur. Kamuda tasarruf sağlanmadan, yapısal sorunlar çözülmeden; sadece işçi ve memur ücretlerini açlık sınırında tutarak enflasyonla mücadeleden sonuç alınamayacağını bir kere daha göreceğiz. Yılın ilk haftasından itibaren yoğun fiyat artışlarının başlaması sürpriz sayılmamalı. Şu anda Aralık ayı bitmek üzere olup, zamlı maaşların ilk ele geçeceği tarih Şubat ayıdır. O zamana kadar bu artışın en az dörtte biri erimiş olacaktır. 2025 yılı bu bakımdan sabit gelirli için en zor yıl olacaktır. Umutla başlayabileceğimiz daha sonraki yıllara sağlıkla ulaşmak dileğiyle…
-
Firmalardan6 ay önce
HADİ, bankacılığı değiştirmeye geldi
-
Firmalardan5 ay önce
Propay Ödeme Teknolojileri’nden Ar-Ge’ye dev yatırım
-
Açılışlar5 ay önce
Lee ve Wrangler, sürdürülebilir odaklı ilk mağazası Cevahir AVM’de
-
Genel Haberler5 ay önce
Markalar tek ses olup hükümetten beklentilerini dile getirdiler