Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Bizdeki enflasyon dünya ile aynı mı?

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

TÜİK’in açıkladığı mart ayı tüketici enflasyonu yüzde 61,14’e yükseldi. Daha şaşırtıcı olan da mart ayı üretici enflasyonunun yüzde 114,97’ye tırmanmış olmasıydı. Aradaki bu 54 puan fark kolay rastlanacak türden bir durum değildir.

Evet dünya ekonomisi de Rusya-Ukrayna savaşının tehdidi altındadır…

Evet salgının bize olan olumsuz yansımasından diğer ülkeler de etkilenmişlerdir…

Ancak hasar aynı mıdır?

İşte bu yazıyı yazma nedenim; akşamları televizyon programlarında milletin aklıyla alay edercesine, “enflasyon sadece bizde yaşanmıyor” diyebilen yorumculardan aldığım ilhamdır.

Ben de kendilerine soruyorum;

  • Tüm dünyada enflasyon bizim gibi mi yaşanıyor?

Hayır, sürekli yayımlanan listelerden, bize benzeyen bir durum yaşamadıklarını çok kolay izliyoruz. Afrika ülkeleri dahil oranlar tek hanelidir.

Avrupa’da ortalama yıllık enflasyon yüzde 5’tir. Yani bizim aylık enflasyonun da altındadır…

Yunanistan’da bile yıllık enflasyon yüzde 7,2’dir. En yüksek oran yüzde 7,3 ile Almanya’da, en düşük oran yüzde 2,2 ile İsviçre’de izlenmektedir.

Brezilya’nın yıllık enflasyonu yüzde 10,54 iken, biz Aralık’ta aylık enflasyonu yüzde 13,58, Ocak’ta yüzde 11,10 olarak yaşamış bulunuyoruz. Yıllardır ekonomik kriz içindeki Arjantin bile yüzde 53,2 ile bizden düşük seviyede kalmıştır. Ancak buna rağmen Türkiye’nin hâlâ orta vadeli yıllık enflasyon hedefi yüzde 5’tir!

  • Macaristan seçimlerinde Viktor Orban tekrar kazanınca; “gördünüz mü?” diye soranlara da yanlış kıyaslama yaptıklarını hatırlatmak gerekiyor. Ekonomisi çok parlak olmasa da enflasyon oranı yüzde 8,3, işsizlik oranı yüzde 3,8, fert başına geliri 18.528 dolar olan ülkenin seçmeni macera aramamıştır. Bizimle herhangi bir benzerliği bulunuyor mu?
  • Dünyada 193 ülke var. Bunların arasında yıllık enflasyonu bizden yüksek olan 6 ülkeyi de belirtmezsek tek yönlü yayın yapanlardan farkımız kalmaz.

TÜİK’in açıkladığı resmi verilere göre, Venezuela (% 340), Sudan (% 260), Lübnan (% 215), Suriye (% 139), Zimbabwe (% 72,7) ve Surinam (% 61,5) bizden daha olumsuz durumdalar. Eğer bu ülkelerle kıyaslanmayı içlerine sindirenler varsa mevcut tabloya bakarak rahatlamaları mümkündür!

  • Küresel anlamda yukardaki 6 ülke dışında 3 haneli üretici enflasyonu olup olmadığını aradım ama bulamadım.
  • Küresel anlamda negatif reel faizi yüzde 50’ye yaklaşan bir ülkeyi ise araştırmaya bile gerek duymadım.

Bizdeki enflasyon henüz ‘hiper enflasyon’ sayılmasa da; ‘yıkıcı enflasyon’, ‘yoksullaştıran enflasyon’ veya ‘kronik enflasyon’ şeklinde adlandırılabilir.

  • Sebep olarak gösterilen Rusya işgali Mart ayında gerçekleşti. Oysa bizim Şubat enflasyonu da yüzde 54,44‘idi.
  • Sebep olarak gösterilen salgın 2020 yılı başında gündemimize girdi. Oysa 2018 yılının enflasyonu da yüzde 20,30 çıkmıştı. Çabuk unutuyoruz ama aynı yıl içinde yüzde 24-25’leri de görmüştük.

Karşılaştığımız bu olumsuz tablo ‘bize özel’ bir durum olduğuna göre sebeplerinin de bize özel olması gerekmez mi?

Neden özeleştiri yapmıyoruz ve bu konuda bir türlü harekete geçemiyoruz?

  • Mesela Merkez Bankası’nın yüzde 20’lere dayanmış enflasyona rağmen Ekim 2021’den başlayarak uygulamaya koyduğu peş peşe 4 kez faiz indirimi önce döviz kurlarını, peşinden de enflasyonu sıçratmıştı. Yani ana sebep yanlış para politikasıdır. Elbette tek sebep de bu değildir.
  • Ülkemizde ekilmeyen topraklar boş kalırken, Sudan’da arazi kiralamak yerine kendi çiftçimize daha fazla destek verilemez miydi mesela?
  • Et konusunda, sorunu ilk akla gelen ‘ithalat’ ile çözmek yerine hayvancılığımız desteklenemez miydi?

Sonuçları itibariyle değerlendirecek olursak;

En düşük emekli aylığının 2500 TL olduğu ülkemizde bu rakamın altında ev kirası var mı?

Bulunsa bile hem kiraya hem de gıda harcamalarına bu gelir yeter mi?

Türk-İş mart ayı araştırması sonuçlarına göre ülkemizde açlık sınırı 4928 TL olarak açıklandı. Bunu aşmaya çalışan ve sayıları hızla artan ‘iş arayan emekliler’ çağdaş bir ülkenin sorunu olabilir mi?

Sonuç olarak; salgın geçse, savaş bitse bile yönetimsel hatalardan vazgeçilmediği sürece bu ağır yük devam eder. Zira üretici enflasyonundaki 50 puan fazlalık, tırmanışın süreceğini gösteren en önemli işarettir. Kaldı ki mart ayında KDV indirimlerine rağmen böyle bir sonuç çıkmıştır. Nisan ayından sonrasını tahmin etmek ise o kadar da zor değildir.

Ne yazık ki; memleket iki cephe olmuş, bir taraf enflasyonu görmezden gelerek marketlere yükleniyor, diğer taraf fiyat denetimlerine itiraz ederek bütün kusuru hükümete fatura ediyor. İkisi de eksik değerlendirmedir. İşte rakamlarla ortaya koyduk; dünyada enflasyonu en yüksek yaşayan çok az sayıdaki ülkeler arasındayız. Ancak bu karambolde fırsatçılık yapanı, fahiş fiyat uygulayanı, kaliteyi bozanı da nedenlerin dışında tutamayız.

Demek ki sapla samanı iyi ayırmak, denetimleri de önemsemek gerekiyor.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Ramazan ve iyice farklılaşan fiyatlar…

Ercüment Tunçalp

Son iki yıldır birebir aynı marka ve ambalajdaki ürünlerin satış noktaları arasında büyük fiyat farkları ile satışa sunulduğunu örneklerle anlatıyorum. Bu fiyatların çoğunun dövize çevrildiğinde bile Almanya ve ABD fiyatlarını geride bıraktığını yine örneklerle belirtiyorum. Ve artık tekrara düşmemek adına da bir hakeme başvurarak; Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) tarafından yapılan tespitleri de gündeme getirmenin isabetli olacağına inanıyorum.

8 Mart 2024 tarihli açıklamanın bir bölümünü aktarıyorum…

“Bazı gıda ürünlerinin marketlerdeki fiyat değişimi:

Yüksek maliyetle yetiştirilen ürünlerin marketlerde çok farklı fiyatlara satılması, artan enflasyonla birlikte tüketicinin alım gücünü iyice azaltıyor. Tüketicilerimiz, özellikle de emekliler hangi ürün hangi markette daha düşük fiyata satılıyor arayışına girdiler. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik şartlar nedeniyle ürün fiyatları marketlerde çok sık değişiyor. Maliyetler sebep gösterilerek marketler arası aynı marka ürünler ve et ürünleri farklı fiyatlara satılıyor.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği olarak 4 farklı marketten ve bir marketin online sitesinden, temel tüketim malzemeleri içinden seçilen 8 gıda ürününün aynı marka ve miktardaki fiyat değişimlerine yönelik çalışma yaptık. Yaptığımız çalışma sonucunda ürünlerin belirli markalar tarafından paketlenmiş fiyatı marketten markete oldukça değişkenlik gösterdiği görüldü.

Et ve süt ürünlerinde; dana kuşbaşında yüzde 69,5, tereyağında yüzde 40,2, kuzu kuşbaşında yüzde 38,4, bütün tavukta yüzde 23,3, yoğurtta yüzde 8,4, bitkisel ürünlerde ise; yeşil mercimekte yüzde 25,2, pirinçte yüzde 13,7, nohutta yüzde 5,6’ya varan oranlarda değişimler olduğu tespit edildi.

1 kilogram dana kuşbaşının fiyatı, A markette 354 lira, B markette 490 lira, C markette 465 lira, D markette 530 lira ve D marketin online satışında 600 liradır. Dana kuşbaşının farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 69,5 oranına kadar değişiyor.

1 kilogram tereyağının paketlenmiş Y markasının fiyatı, A ve C markette 299 lira, D markette ve D marketin online satışında 420 liradır. Tereyağında aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 40,2 oranına kadar değişiyor.

1 kilogram kuzu kuşbaşının fiyatı, A markette 575 lira, B markette 599 lira, C markette 610 lira, D markette 796 lira, D marketin online satışında 716 liradır. Kuzu kuşbaşının farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 38,4 oranına kadar değişiyor.

1 kilogram bütün tavuğun paketlenmiş Y markasının fiyatı, A markette 73 lira, C markette 76 lira, D markette ise 90 liradır. Paketlenmiş bütün tavuğun aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 23,3 oranına kadar değişiyor.

1 kilogram yeşil mercimeğin paketlenmiş Z markasının fiyatı, C ve D markette

100 lira, D marketin online satışında 80 liradır. Yeşil mercimeğin aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı yüzde 25,2 oranına kadar değişiyor.

1 kilogram pirincin paketlenmiş Z markasının fiyatı, C markette 66 lira, D markette ve D marketin online satışında 75 liradır. Pirinçte aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 13,7 oranına kadar değişiyor.

Geçtiğimiz ay farklı bitkisel ürünlerdeki market fiyatlarının değişimi yüzde 18 iken, Ramazan ayı öncesi yaptığımız çalışmada bu oranın yüzde 25’e kadar yükseldiğini görüyoruz.

Öte yandan Ramazan ayı gibi yoğun alışverişin yapıldığı dönemlerde marketler çeşitli kampanyalar yapıyor. Kampanyalı birkaç üründeki fiyat düşüşleri nedeniyle tüketicilerimiz bu marketlere yöneliyor. Tüm ihtiyaçlarını bu marketten aldıklarında da kampanyalı ürünleri ucuza alırken, diğer ürünleri yüksek fiyata almış oluyorlar.

Tüketicilerimiz marketler arasındaki değişen fiyatları göz önünde bulundurmalı ve alışverişlerinden önce fiyat araştırması yapmalılar…”

Sonuç olarak; yüksek enflasyon bir gerçek olmasına rağmen, bazıları tarafından bunun fırsata çevrildiği de bir başka gerçektir. Bu kadar büyük fiyat farkları ne liste değişimi ile ne maliyet artışı ile ne de brüt kâr marjındaki değişik hedefler ile izah edilemez. Zira yukardaki rakamlar arasındaki makas bu sebeplerin tamamını haksız çıkaracak kadar geniş kalıyor.

Örneğin TZOB kaynağından bir örnek daha vereyim. Şubat ayı fiyat listesinde üretici fiyatı 3,50 TL olan portakala ait 23,50 TL’lik market fiyatının mantıklı bir izahı olabilir mi?

Eğer aradaki bu yüzde 571 fark, gübre ve mazot başta olmak üzere girdi fiyatlarındaki artışa bağlanacak olursa bir başka soru gündeme gelebilir:

Taşıma maliyeti daha yüksek olan sivri biber (hacimli olduğundan) üreticide 37,25 TL iken, yüzde 48,8 farkla, marketteki fiyatı nasıl 55,43 TL olabiliyor?

Satış miktarları arasındaki büyük farktan olabilir mi?

Kaldı ki hepsi bu kadar da değil. Market tabelasına “Gurme” eklentisi ile aynı portakal 34,90 TL’ye de satılabiliyor. Aradaki fark da yüzde 897’ye çıkıyor…

Et ve Süt Kurumu kaynaklı Ramazan’a özel fiyatlı ürünlerin de bazı marketlerde eksik kaldığı görülüyor. Ekseriyetle “ithal et geldi ve bitti” sözlerini duyuyoruz.

Bir sene önce de bir ay önce de yazdım; ‘Dolar bazında dünyanın en pahalı etini yiyoruz’ diye. Ancak bozulma hızlanarak devam ediyor. Ramazan öncesi son 1 aylık fiyat değişim oranı dana karkasta yüzde 20,8, kuzu karkasta yüzde 36,4 (UKON 29.02.2024) çıktı. Perakendeye yansıyan fiyatlandırma çeşitliliğini ise yukarda aktardım. Dünyada bir örneği daha bulunmayan bu tabloyu hâlâ savunanlar olduğunu da izlemeye devam edeceğiz. Çünkü yüksek enflasyondaki ihmali görmezden gelenler ile bu fırsatı kazanca çevirenler ayrı tribünlerde yer almış bulunuyorlar. Biz ise tam orta noktada durarak tarafsız gözle bu arızalı durumun düzelmesine katkı yapmayı arzuluyoruz. Çünkü fırsatçılık en büyük beka sorunudur. Önlenemezse, alışkanlık yaptığı için enflasyonla mücadelenin önünde güçlü bir engel oluşturacaktır.

Ramazan ayınız mübarek, sofralarınız bereketli olsun.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ambalajın içi daha önemlidir!

Ercüment Tunçalp

Gıda ambalajlarındaki yanıltıcı bilgilerin çoğalması, ilgili Bakanlığı yönetmelikte bazı değişiklikler yapmaya yöneltmiştir. İsabetli bir gelişmedir.

Yıllardır ‘doğal’ olmayan birçok ürünün ambalajında bu ifadenin yer aldığını yazıyorum. Bir ürün ısıl işlemden geçmiş veya içine kıvam artırıcı, aroma verici, renklendirici, tatlandırıcı, koruyucu maddelerden biri girmiş ise doğal sayılmasının mümkün olamayacağını artık tekrar anlatmaya gerek yoktur.

Yıllardır okul kantinlerinde satılan tanınmış bir markanın “Çilekli süt” ambalajı üzerinde alay eder gibi ürünün %0,01 (onbinde 1) çilek içerdiği belirtiliyor.

Nar ekşisi veya limon suyu diye satılan ürünlerin içeriğinde de bu meyvelerin bulunmadığı, bolca katkı maddesinin yer aldığı da açıkça görülüyor.

Bunlar sadece “etiket oyunları” diyerek geçiştirilemeyeceği gibi gerçek dışı beyanı önlemek üzere tüzük değişikliğini beklemek de gerekmez. O aldatma amaçlı beyan sahiplerine engel olunur ve cezaları ödetilir.

Üstelik bunlarla uğraşılırken esas problemin ihmale uğrama riski de vardır.

Temel sorun ambalaj üzerindeki içerik listesi ile paket içinin uyumsuz olması, yani taklit ve tağşiş eyleminin gerçekleşmesidir. “Efendim bunların denetimi yapılıyor ve para cezaları kesiliyor.” Önlenemediğine göre hiçbir caydırıcılığı yoktur. Üstelik para cezaları artık bir maliyet kalemi olmuştur. Böylece ürünün fiyatını artırıyor ve hilenin cezasını da tüketici üstlenmiş oluyor.

Peki en azından tüketici tedbir almak için hangi markalar tarafından aldatıldığını biliyor mu? Hayır bilmiyor…

Zira son iki senedir (1 Mart 2022 tarihinden beri) ifşa etme mekanizması çalışmadığı için ayıplı ürünü öğrenebilmek mümkün olmuyor.

Oysa dış kaynaklardan aldığımız bilgiler, ihracata giden ürünlerimizdeki işin boyutunu ve ciddiyetini ortaya koyuyor. Böylece Avrupalı tüketici adına yapılan denetimlerde kalite kontrole takılan bize ait ürünleri öğrenebiliyoruz.

Şimdi dışardan gelen bu haberlere bakalım:

  • Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Kurumu RASFF, Türkiye’den Fransa’ya ihracatı gerçekleştirilen kuru incirde Aflatoksin B1 tespit edildiği için iade edildiğini açıkladı. Aflatoksin B1 en kuvvetli kanserojen maddedir.
  • RASFF, Türkiye’den İtalya’ya ihracatı gerçekleştirilen Antep fıstığında yüksek düzeyde Aflatoksin tespit edildiği için iade edildiğini de açıkladı.
  • RASFF, Türkiye’den Almanya’ya ihraç edilen narlarda üreme sağlığını bozmasından dolayı AB’de yasaklanan böcek öldürücü zehirli madde Asetamiprid’e rastlandığını ve iade işlemi yapıldığını açıkladı.
  • RASFF, Türkiye’den Bulgaristan’a ihraç edilen portakallarda izin verilen miktarın tam 10 katı fazla oranda pestisite, mandalinalarda izin verilenin 20 katı yüksek oranda pestisite rastlandığını ve iade işlemi yapıldığını da açıkladı.
  • Türkiye’den Danimarka’ya ihraç edilen ayçiçeği yağlarında kanserojen etkisiyle bilinen polisiklik aromatik hidrokarbon ve benzopiren tespit edildiği için iade işlemi yapıldığı da açıklandı.
  • Konya’da üretilerek Almanya’da satışa sunulan ve daha önce de birçok ülkede toplatıldığı bilinen helvalarda bir kez daha salmonella çıkmış.

Yukarda açıkladıklarım son 1-2 ay içinde aldığımız duyumlardan bazılarıdır.

İlgi duyanların RASFF dışında, benim de kaynak olarak faydalandığım Gıda Dedektifi ve Inside Eat Türkiye kaynaklarından istifade edebilirler.

Sonuç olarak; hayati konu ambalaj üzerindeki aldatıcı beyanlardan önce ne yediğimizi bilmemizdir. Sonra da buradan çıkaracağımız sonuçlar olmalıdır…

  • İhraç edilen ürünler seçilmiş ve daha fazla dikkat harcanarak hazırlanmış partilerdir. Buna rağmen birçok ülkenin sınır kapısından dönüyorsa yurt içinde neler tükettiğimizi tahmin etmek o kadar zor olmasa gerek. Yani iade edilenin kat be kat üzerindeki çeşit ve miktarla muhatap olduğumuz kesindir.
  • Yurt içinde denetlendiği açıklanan gıda maddelerinin tahlil sonuçlarını bilmiyoruz. Sadece kusurlu ürünler için para cezası uygulandığını biliyoruz.
  • Yabancı ülkeler kalite kontrolde uygun bulmayıp iade ettikleri ürünlere ait bilgileri küresel genişlikte duyurdukları halde, bizler yurt içinde sağlık riski taşıdığı için uzak durmamız gereken gıda maddelerinin varlığından son 2 senedir haberdar değiliz.

Tüketici iki türlü tehdit altındadır. Birincisi önceki hafta konu ettiğimiz kırmızı et kategorisinde olduğu gibi fiyat fırsatçılığı, bütün gıda kategorilerinde rastladığımız şekliyle de kalite fırsatçılığıdır

Her ikisi için de devlet müdahalesi gerekir. Zira serbest piyasa ekonomisinin de sınırları vardır ve ülkelerin koşulları farklı olduğu için tek tip serbest piyasa ekonomisi de yoktur. Her ülke serbest piyasa kısmı ile devlet müdahalesi kısmını farklı oranlarda birleştirir.

Nitekim Anayasamızın 172. madde gerekçesinde, “…Tüketicinin korunması, bir serbest piyasa ekonomisi tedbiridir…” ve “…Tüketicinin fiyat ve kalite açısından korunması, serbest rekabet şartlarının sağlanması, tekel ve kartellerin önlenmesi ile güvenceye alınabilir…” ifadeleri yer almaktadır.

Yoksa bu koruma olmadan; en azından temel gıda ürünlerinde, 90 milyon insanın yaşadığı bir ülkede tüketiciden aç kalmayı göze alarak talebi düşürmesi ve bu şekilde de fiyat artışlarının önüne geçmesi beklenemez.

Not:

Önceki hafta Almanya ile hem karkas hem de parça et fiyatlarımızı kıyaslamış ve euro bazında bile pahalı olduğumuzu göstermeye çalışmıştım.

Bu hafta da benzer kıyaslamayı ABD ile yaptım. Aşırı yüksek olan raf fiyatlarımız aşağıdadır. Güncel dolar kuru 31.38 TL olarak dikkate alınmıştır.

  • ABD’de 1 kg dana kıyma fiyatı 9.97 $ iken, bizde 16.50 $,
  • ABD’de 1 kg dana kuşbaşı fiyatı 16.38 $ iken, bizde 17.50 $,
  • ABD’de 4 litre pastörize günlük süt fiyatı 3.81 $ iken, bizde 6.62 $,
  • ABD’de 1 kg tereyağı fiyatı 13.29 $ iken, bizde 15.14 $,
  • ABD’de 1 litre sızma zeytinyağı (İtalya’dan ithal) fiyatı 8.74 $ iken, bizde yerli ürün 12.74 $,
  • ABD’de 1 kg ithal muz fiyatı 1.16 $ iken, bizde yerlisi 1.75 $ fiyatlardan satılmaktadır.

Buna rağmen hâlâ besicileri temsil eden bir zat, ithalatı yanlış bularak hem süt hem de et için fiyat artışlarını savunmaktadır. Ancak “Neden dünyanın en pahalı etiket fiyatları bizde?” sorumuzu hiç duymamaktadır. Evet en yüksek maliyetlerin bizde olduğunu kabul edelim, işçilik dahil bütün girdilere de dolar ödediğimizi varsayalım. Hiç olmazsa fiyatların eşitlenmesi gerekmez mi?

Bizim tüketicimizin 475 TL fiyatlı tereyağına kolay ulaşamaması, kendinden 6 kat fazla gelire sahip ABD vatandaşının ise daha düşük fiyata bu ürünü elde edebilmesi, hâlâ bu açgözlü fiyatlandırma isteğinin önünü nasıl kesemez?

İşte en şaşırtıcı olan kısım burasıdır…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Gelir dağılımı hızlı bozulan bir ülkeyiz!

Ercüment Tunçalp

Gelir dağılımındaki bozukluk kronik bir hastalığın işareti sayılsa da, bizdeki durum o hastalığın da hızlı ilerlediğini gösteriyor.

Küresel anlamda gelir dağılımı iki yolla ölçülüyor. Birinci yol TÜİK tarafından açıklanan Gini katsayısına bakmaktır. 2023 yılına ait Gini katsayımız 0,433 çıkmıştır. Birinci gösterge budur.

Bütün dünya ülkelerinin de gelir dağılımındaki eşitliği veya eşitsizliği bu yolla ölçülerek kıyaslamalara alt yapı oluşturuluyor. Gini katsayısı değerleri 0 ile 1 arasında gerçekleşiyor. Bu değerin 1 olması mümkün değildir. Zira bu durumda ülkedeki bütün milli gelirin sadece 1 kişi tarafından kazanıldığı anlamı çıkar. Ancak yine de Gini katsayısı 1’e yaklaştıkça gelir dağılımının bozulduğuna, 0’a yaklaştıkça da gelir dağılımının iyileştiğine işaret eder. Dünya ülkelerinin gelir dağılımı sıralaması genellikle 0,200- 0,500 aralığında çıkmaktadır.

Aşağıdaki tabloda, değişik yıllara ait Gini katsayımızdaki artışa bakacak olursak; 2014 yılında 0,391 olan oranımız, 2020 yılında 0,410’a, 2023 yılında ise 0,433’e çıkmıştır. Bu oran çok yüksektir. Bunun iyi anlaşılabilmesi için 0,450 civarındaki değerleriyle gelir dağılımı bizden daha bozuk sadece üç ülkeyi (Şili, Meksika, Kosta Rika) sayabiliriz.

0,350’nin altında kalmayı başararak, bizden daha iyi gelir dağılımına sahip olan Hindistan, Romanya, Yunanistan ile 0,300’ün altında kalmayı başaran Macaristan ve Polonya da bu konuda bizimle kıyaslanamayacak kadar iyi durumdadırlar. Birçok konuda fazla önemsemediğimiz bu ülkelerin, halkımızı en fazla ilgilendiren kulvardaki üstünlükleri dikkat çekicidir. Gerilerinde kaldığımız bu ülkeleri yol, köprü, havaalanı, spor tesisi yatırımları gibi konularda geçsek ne fark eder, o zenginliği adil paylaşamadıktan sonra…

Eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine göre gelir dağılımı göstergeleri (2014-2023):

Eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine göre gelir dağılımı göstergeleri (2014-2023):

Kaynak: TÜİK

İkinci gösterge P90/P10 oranı olup; ülkedeki en zengin yüzde 10’luk grubun gelirinin, en yoksul yüzde 10’luk grubun gelirinin kaç katı olduğunu ifade eder. Örneğin buna göre de; 2014 yılında Türkiye’de P90/P10 oranı 12,6 kat iken, 2020 yılında 14,6 kata, 2023 yılında ise 15 kata yükselmiştir. İşte “hızlı bozulma” dediğim de budur.

Sonuç olarak; yüksek enflasyonun düşük gelirliden aldığı payı üst gelir grubuna taşımasıyla oluşan gelir dağılımındaki bozulma, yukarda da anlattığım üzere halkın yaşamını en olumsuz etkileyen husustur.

‘Büyüme’ pahasına enflasyonla mücadelenin ikinci plana alınması ise tedaviyi zorlaştıran bir başka unsurdur. Bu konuyu “Enflasyonla mücadele ederken büyümek” başlıklı yazımda ayrıntılı şekilde anlatmıştım.

Ayrıca asgari ücreti açlık sınırı seviyesinde tutan hatalı gelir-ücret politikaları ile dolaylı vergilere ağırlık veren adaletsiz vergi politikaları da gelir eşitsizliğini ve yoksulluğu artıran diğer hususlardır. Bu iki konuyu da, “Sabit gelirli enflasyondan nasıl korunur?” ve “Dolaylı vergiler kimin sırtında” başlıklı yazılarımda açıklamıştım.

Yine de bir özet faydalı olur…

Dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içindeki payı 1980 yılında yüzde 37 iken, 1990 yılında yüzde 48’e, 2000 yılında yüzde 59’a, 2010 yılında ise yüzde 67’ye ulaşmıştır. Halen de bu civarda sürmektedir. Dolaylı vergiler payının AB ortalaması ise yüzde 39’dur. Aradaki fark artarak bu günlere gelinmiştir.

Çok sözü edilen ama bir türlü uygulamaya konmayan dolaysız vergi payının artırılması konusunda ümitle beklemekten başka çare kalmamıştır. Zira ülkede konuyu savunacak ve canlı tutacak bir muhalefet de bulunmamaktadır. Onların da tek gündemi kendi iç mücadeleleridir.

Yüksek enflasyondan kâr devşirenlere gelince; tek yönlü bakış açısıyla enflasyonun sebebi olarak ücret artışlarını gösterebiliyorlar. Elbette ücret artışlarının enflasyonu artırıcı etkisi vardır. Ancak tavuk-yumurta örneğinde olduğu gibi ortada yüksek enflasyon varsa yoksullaşmayı önlemek adına da ücret artışları zorunluluktur.

Bazı ihracatçılar 31 TL’yi aşan dolar kurunun düşük kaldığını seslendiriyorlar. Yani kurun artması ile enflasyonun daha da coşması onların da ilgi alanında bulunmuyor!

Bazı ticari şirketler enflasyonun 20 puan altında düşük faizli kredi talep ediyorlar. Onları da negatif reel faizin enflasyonu tetiklemesi hiç ilgilendirmiyor.

Soruyorum; böyle bir atmosferde hiç söz hakkı bulunmayan kesimlerin lehine bir düzelme ihtimalinden bahsedilebilir mi?

Dolayısıyla gelir dağılımında adalet istiyoruz ama daha çok bekleyeceğimizi de biliyoruz…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER