Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Ekonomik büyüme kalkınmayı garanti etmez

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Türkiye ekonomisi yılın 2. çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,8 büyüdü. Milli gelirdeki büyüme önemli ölçüde iç tüketim harcamalarından kaynaklandı. Büyüme iç tüketimde yüzde 15,6, kamu harcamalarında yüzde 5,3, yatırımlarda yüzde 5,1 oldu. Hane halklarının tüketimi genel büyümeye 10,7 puan pozitif katkı yaptı. İktisadi faaliyet kollarına göre; hizmetler (%6,4), inşaat (%6,2), finans ve sigorta faaliyetleri (%4,9) büyümeyi tetiklerken, sanayide %2,6 küçülme yaşandı.

En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim ve sebeplerini de yazımın devamında takdim edeyim. Ekonomik büyümenin yüzde 3,8 gelmesi, rakamdan ibaret olan bir istatistikî bilgidir. Halkı ilgilendiren, refahı artıran bir özelliği bulunmamaktadır. Daha olumsuz tarafı ise; bu şekilde büyümenin enflasyonla mücadeleye engel teşkil ettiğidir. Zira her ne kadar Maliye Bakanı sıkılaştırmanın devam edeceğinden bahsetse de biliyoruz ki; 2024 yerel seçimleri öncesinde hem büyümeyi canlı tutma hem de seçim yatırımları için kaynak ayırma ihtiyacı genişleyici politikalara geçişi zorunlu kılıyor. Bu da enflasyonun yukarı yönlü hareketine işaret ediyor.

Oysa enflasyonu düşürmeye yönelik sıkı para ve maliye politikaları kısa dönemde büyümenin yavaşlamasına yol açsa da yapısal reformlarla desteklenmesi halinde uzun dönemde kalıcı düşüş sağlayabilir. İşte yukarda da belirtmeye çalıştığım gibi zor olan kısmı burasıdır. Zira ekonomi biliminde hem büyümeye odaklanıp hem de enflasyonu tek haneye düşürebilmek yoktur. O nedenle öncelik enflasyonu düşürmeye verilmelidir. Devamında rakamsal büyüklükten çok büyümenin niteliğine bakılmalıdır. Refahı artırmayan, kalkınmaya hizmet etmeyen, istihdam yaratmayan büyümenin kimin hayrına gerçekleştiği de ayrıca sorgulanmalıdır.

Ekonomik büyüme bir ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasındaki dönemsel artıştır. Kalkınma ise sanayi kuruluşlarındaki büyüme ve teknolojideki gelişme ile sağlanabilir. İş gücündeki kalitenin yükselmesiyle de desteklenebilir. Ancak bunlar sağlansa bile kalkınmanın temel taşı olan gelir dağılımındaki adalet eksik kalırsa o topluma refah gelmez. Zira kalkınma, siyasal ve sosyal alanlardaki gelişmeyle birlikte ekonomik anlamda da refah artışını hedefleyen çok geniş bir kavramdır.

Birlikte gerçekleşmediği ortamda; mal ve hizmet ithalatı yüzde 20,3 artarken, ihracatın yüzde 9 azaldığı bu günkü şaşırtan tablo karşımıza çıkar.

Tüketimin yüksek olmasının nedeni; yüksek enflasyon ortamındaki belirsizlik ve negatif reel faizin etkisiyle, tüketicinin tasarruftan vazgeçip harcamaya yönelmesidir. Örneğin evine konserve, zeytinyağı, sabun, deterjan ve çocuk bezi gibi dayanıklı temel ihtiyaç maddelerini stoklayanlar var. Zira bankaya yatırdığı TL mevduatı eriyen tüketici, tasarrufu varsa enflasyon oranı üzerinde fiyat artışı beklediği ürünlere yatırır. Bu da yukarda gördüğümüz gibi hane halkı harcamalarını büyümenin lokomotifi yapar.

“Tüketim olmadan üretim olmaz” klişe sözü elbette doğrudur ama bizdeki özel durumu yansıtmaz. Talebin hangi sebebe dayandığı ve bu talebin hangi mal ve hizmet çeşitliliği ile hangi yoldan karşılandığı önemlidir. Örneğin harcama artışının yurtiçi üretim artışı ile değil de daha çok ithalat ile karşılandığı güncel durumdan bahsediyorum. Ve bu tercihin ithalatı ve cari açığı artıran etkisinden söz ediyorum. Yoksa bizdeki harcamaların artma sebebi, alım gücündeki iyileşme veya keyfi talep artışı değil ki…

Yükselen enflasyondan korunma iç güdüsü ile kişisel tasarrufa yönelmesi gereken paranın mala yatırılmasıdır. Bu durumda tüketici için ürünün dahilde üretilmesinin veya ithal edilmesinin hiç önemi yoktur. Ancak ülke ekonomisi açısından bakıldığında, büyüme şeklinin niteliği önemlidir. Kaldı ki tüketici talebinin etkilendiği olumsuz piyasa şartlarını dışarda tutarak normal arz talep ilişkisinden standart anlam çıkaramayız. Zaten yazının konusu da bu özel durumdur.

Sonuç olarak; ekonomik büyümeye nitelik kazandırılmak isteniyorsa öncelikle işsizliği azaltıcı politikaları geliştirmek gerekir. Oysa bizde işsizlik oranlarındaki azalmanın otomatik olarak büyümeden gelmesi beklenmektedir. Bunun kendiliğinden olamayacağını ise yeteri kadar rakamlardan izliyoruz…

İstihdam yaratmayan büyüme olgusunun yapısal bir sorun olduğu kabul edilmelidir. Yoksa ekonomik büyümeyle işsizlik azalmıyorsa, hane halkının geliri reel olarak yükselmiyor ve sonucunda toplumun refah seviyesi artmıyorsa Kayseri ağzıyla “Kuru kuru kurbanın olayım” sözü adeta tüketicinin hissiyatını yansıtır. Buradaki anlamı, “Büyüme sözden öteye geçmiyorsa bu beni neden ilgilendiriyor?” şeklinde yorumlamak mümkündür.

İşte bu anlayış farkı dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri iki ayrı pencereden bakışa yönlendiriyor. Gelişmiş ülkeler kalkınma sağlamayan büyümeye karşı çıkarlarken, gelişmekte olan ülkelerde ise çoğunlukla büyüme ve istihdam arasında ilişki bulunmuyor.

Nüfusu hızlı artan bir ülkeyiz. Sığınmacıların varlığını da yok sayamayız. Genç nüfus oranımız yüksek olmasına rağmen bunları sistem içine dahil edemiyoruz. İhracata dönük sanayileşme sürecinde iş gücünün niteliğini artırmak üzere sürekli seslendirilen yapısal değişikliklerin sadece eğitim kısmına bile öncelik veremiyoruz. Diplomalı işsizlerden bahsetmiyorum bile…

Tarıma dayalı istihdamdan hizmete dayalı istihdama geçildiği, sanayi sektöründe de beklenen sıçramanın yapılamadığı çok açık görülüyor.

Yurtiçi tasarruflar artırılamadığı için de geriye dış kaynaklı büyüme modeli kalıyor ki, bunu sağlamak da o kadar kolay olmuyor…

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Rakamları farklı yorumlamak!

Ercüment Tunçalp

Fiyat kıyaslamalarına ağırlık verince sektörün içinden; tedarikçi, perakendeci veya çalışanlar arasından arayanım çok oluyor.

Geçenlerde önemli bir tedarikçi aradı, “süt ürünlerinde esas parayı perakendeci kazanıyor, yüzde 65 kâr koyuyorlar” dedi.

Ben de adı geçen perakendecinin süt ürünlerindeki brüt kâr marjının yüzde 39-40 civarında olduğunu öğrendim. Arada ne kadar fazla fark var değil mi?

Değil!

İki taraf da aynı kazançtan bahsederek doğruyu söylüyorlar ama farklı ifade ediyorlar…

Tedarikçi, fatura ettiği fiyatın üzerine yüzde 65 kâr ilave edildiğinden bahsediyor. Şöyle ki;

Kâr oranı, ürün veya hizmetlerin satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın alış fiyatına oranıdır. Bahse konu olan budur. Yani perakendecinin 100 TL’ye aldığı bir ürünü tüketiciye 165 TL’ye satması durumunda formül;

Kâr oranı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Alış fiyatı]x100 şeklindedir.

Örneğimizdeki hesapla kâr oranı= [(165-100)/100]x100= %65 çıkar.

Perakendeci ise bütün dünyada hesaplandığı şekilde; kârını alış fiyatına değil satış fiyatına endeksliyor. Bu durumda da brüt kâr marjı; ürünün satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın satış fiyatına bölünüp, 100 ile çarpılması sonucunda bulunuyor.

Brüt kâr marjı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Satış fiyatı]x100 formülü ile…

Örneğimizdeki hesapla brüt kâr marjı= [(165-100)/165]x100= %39,4 çıkar.

Rakamlar TL üzerinden ve KDV hariçtir.

Yani iki taraf da doğru söylüyor ama piyasada ikisinden birisi yalancı durumuna düşebiliyor. Kâr marjının insaf boyutunu ise takdirlerinize sunuyorum.

İş planları yapılırken ilk dikkate alınacak veriler aylık ve yıllık enflasyon oranlarıdır. Bu hesabı ülkemizde resmi olarak TÜİK yapmaktadır. Bunun dışında İstanbul Ticaret Odası’nın ve ekonomistler tarafından oluşturulan ENAG adlı grubun benzer hesapları yapıp aynı tarihlerde yayımladıkları da bilinen bir durumdur. Ancak bu üç kurum tarafından çıkartılan oranlar yan yana konduğunda arada çok büyük farklar oluştuğu görülmektedir. ENAG yıllık enflasyon oranları her zaman 1 kat daha fazla çıkmaktadır. Hadi onu kenara ayıralım, TÜİK’in Ağustos ayı TÜFE artış oranı yıllık bazda yüzde 51,97 iken, İTO Ağustos ayı ücretliler geçinme endeksi yüzde 61,57 çıkmıştır. Aradaki farkın yüzde 18,5 olması normal değildir. Zira enflasyon sepetlerinde hep birbirine benzer ürün ve hizmetlerin yer alması ve yine benzer ağırlıklara göre işlem görmesi istatistiki açıdan mecburiyettir. Dolayısıyla çıkacak sonuçlar farklı da olsa asla birbirinden bu kadar uzak düşen veriler olarak karşımıza çıkamaz. Burada aynı dilden konuşmamızı engelleyen sebepleri bilmiyor ve merakımızı gideremiyoruz. Çünkü TÜİK, 409 ürünün aylık fiyat değişimlerini gösteren ve enflasyon sepeti olarak bilinen “madde sepeti ve ortalama madde fiyatları” tablosunu Haziran 2022’den beri açıklamıyor.

Bu durumda gerek perakendecilerin gerekse tedarikçilerin kendi enflasyon oranlarını çıkartmaları ve iş planlarını da buna göre yapmaları kendi menfaatlerinedir. Yoksa yapılan hesapların şaşması söz konusudur.

Merkez Bankası Başkanı, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 36’dan yüzde 38’e çıkartmıştı. Bu tahminin tutması hemen hemen imkansızdır. Böylece reel faiz her türlü hesapta eksidir. Evet reel faiz hesabı beklenen enflasyona göre yapılır ama hayali enflasyona göre yapılamaz…

Politika faizi yüzde 50, mevduat faizi yüzde 47 olursa, yıl sonunda da enflasyon yüzde 55 çıkarsa reel faiz yine eksidir. Buradan da faiz indirimi kararı çıkamaz.

Çıkarsa, kur ve enflasyon tekrar tırmanışa geçer ve başladığımız yere döneriz.

“Müjde enflasyon düşüyor.” Bu şablon haberle de isteniyor ki; vatandaş bunu “fiyatlar düşüyor” şeklinde okusun. Oysa düşen sadece fiyat artış hızıdır!

Örneğin; asgari ücretlinin 12 ay sabit kalan 17.002 TL’lik aylık geliri ile hayat kolaylaşıyor mu? Hayır.

Gelir sabit kalırken fiyatlar da sabit kalıyor mu? Hayır.

Peki ne oluyor? Gelir sabit kalırken 1 yıl içinde 1000 liralık mal ve hizmet 2000 liraya tırmanmıyor, 1500 liraya kadar çıkıyor. Yani vatandaşın çektiği sıkıntı artmaya devam ediyor.

Bu sebeple de “en kötüsü geride kaldı” sözü boşlukta kalıyor.

  • Eğer hâlâ enflasyon oranımızla en yüksek birkaç ülke arasında yer alıyorsak,
  • Aylık enflasyonunuz hâlâ onlarca ülkenin yıllık enflasyonu seviyesinde ise,
  • Hâlâ gelir dağılımı bozulmaya devam ediyorsa,
  • Hâlâ ekonomide fiyat istikrarı sağlanamıyorsa,
  • Emanet sıcak paranın eninde sonunda evine dönecek olması hâlâ bizi tedirgin ediyorsa, en kötüsü geride kalmış sayılamaz.
  • Kaldı ki, bahse konu olan sadece enflasyonun baz etkisi ile inişe geçmesi ise halkımız bunun da sürdürülebilir olduğuna inanmıyor ki…

Hane halkının yıllık tahminini son dört aydır yüzde 71-73 bandında tutması da (Kaynak TCMB) en kötünün geride bırakılmadığının en etkili ifadesidir.

“Tüketici güveni Eylül’de arttı” haberinin ifade tarzı da temelden yanlıştır. Zira olmayan güven artamaz. Tüketici Güven Endeksi’nde sınır değer 100’dür. Bu sınırın altındaki her değer güvensizliği ifade eder. Haberin doğru şekli, “Tüketici Güven Endeksi Ağustos’ta 76,4 iken, Eylül’de 78,2’ye yükselmiştir” olmalıdır. Zira artan endekstir, güven değildir. Büyük tirajlı gazetelerin bile çoğunda bu özensiz ifade yer almaktadır. Endeks 98 bile olsa tüketici güveni söz konusu olamaz. Olsa olsa güvensizlik azalmış sayılabilir.

Sonuç olarak; matematik ve istatistik gerçeklik, her türlü kişisel görüşün önünde geldiği gibi yanlış yorumlanmaya da açık değildir. Öyle yapılsa bile her seferinde “yanlış hesap Bağdat’tan döner.”

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

İki ülkede iki alışveriş (16)

Ercüment Tunçalp

Uzun zamandan beri onlarca ülke ile yaptığımız fiyat kıyaslamalarında öyle bir noktaya geldik ki; artık döviz bazında da bizden pahalı ülke bulmak hayli zorlaştı. Önceki yıllarda alışveriş için ülkemize gelen yakın komşularımız arasında da artık eski şöhretimiz kalmadı.

Romanya ve Macaristan’dan sonra bu yazımızda da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bulunan tarihi Central Hall ile ülkemizdeki Carrefour fiyatlarını karşılaştırdık. Listenin birinci sütununda Central Hall fiyatlarını leva olarak, ikinci sütunda bu fiyatları güncel kurdan (1 leva= 19,33 TL) TL olarak göreceğiz. Üçüncü sütunda ise Carrefour fiyatları yer alacaktır. Sofya fiyatlarını YouTube kanalından aktaran Enes Yankaya’ya da emekleri için teşekkürler…

Önce kıyaslamamızı zorlaştıran bazı hususları belirteyim.

  • Listede görüleceği üzere arada bizim aleyhimize büyük fiyat farkı vardır. Kaldı ki kıyaslamaya dahil etmediğim pahalı alkollü içecek fiyatları (viski, rakı, votka) komşuda bizim fiyatların ortalama yarısı seviyesinde olmasına rağmen listede yer vermedim. Yoksa aradaki farkın daha da açılması kaçınılmaz olurdu. Ülkemizde üretilen Tekirdağ rakısı bile bizim raflarda yüzde 47 daha pahalıdır.
  • Bulgaristan’da çarşı, pazar, market fiyatlarında istikrar vardır ve tezgahtan tezgaha fazla oynama yoktur. Bizde ise benzer satış noktaları arasında bire bir aynı markalı ürünlerde bile fiyat farkı yüzde 50-60 oranlarına ulaşabiliyor.
  • Satın alma gücünü kıyaslamak üzere ele alınacak en sağlam veri asgari ücretli çalışan geliridir. Ancak bizim ülkemizde asgari ücretli çalışan oranı yüzde 57 olmasına karşılık Bulgaristan’da sadece yüzde 14’dür. Dolayısıyla bizim tarafta ortalama ücret haline gelen gelir ile diğer taraftaki küçük bir çalışan grubunun gelirini karşılaştırmış olacağız. Bunu da kenara not edelim.

Şimdi de ilişikteki liste üzerinden kıyaslamalara başlayalım…

  • 33 kalemlik listemizde sanal alışverişin Bulgaristan tarafındaki tutarı 122,15 leva, karşılığı ise 2.360,95 TL iken; Türkiye tarafındaki tutarı 3.411,70 TL’dir.
  • Alışverişin yapıldığı tarihte 1 Bulgar levası 19,33 TL karşılığıdır. 1 Euro1,95 Bulgar leva karşılığıdır. 1 Euro 37,98 TL karşılığıdır.
  • Ülkemizde asgari ücret 17.002 TL iken Bulgaristan’da 933 Leva’dır ve bu ücret 18.035 TL karşılığıdır. Her iki ücretin güncel kurdan karşılığı ise Türkiye’de 448 Euro, Bulgaristan’da 475 Euro dur. Ancak küçük bir istisna dışında Bulgaristan’da aylık ortalama net ücret 1.662 Leva olup, karşılığı 843 Euro dur. Bunu kullanmayacağız ama yine de aklımızda tutmalıyız…
  • Asgari ücretli bir Bulgar vatandaşı aylık geliri ile bu alışverişi 1 ay içinde 8 defa tekrarlayabilirken, aynı alışverişi Türk vatandaşı 5 defa yapabilmektedir. Başka bir ifade ile Bulgar tüketici bu alışverişi gelirinin yüzde 13’ü ile yapabilirken, aynı alışverişi bizim tüketicimiz gelirinin yüzde 20’si ile yapabilmektedir.
  • Listede görüleceği üzere döviz bazında bizde daha pahalı olan ürün sayısı hayli fazladır (22 adet). En ilginç tarafı; komşudaki ithal muz fiyatının yüzde 158 fazlası bizim yerli muza aittir. Dana eti fiyatı da bizde yüzde 180 daha yüksektir. Ancak hâlâ bazı spekülatörler fiyat artışı çığırtkanlığı yapmaktalar.
  • Su yüzde 100, yerli ürünümüz bira yüzde 60, ayçiçeği yağı yüzde 49 döviz bazında bizde daha pahalıdır.
  • Eğer her iki tarafın gelir ve fiyat düzeyleri benzerlik gösterseydi bizdeki alışverişin toplamı 3.411,70 TL yerine 2.237 TL olmalıydı. Veya 3.411,70 TL’lik alışverişi yapan vatandaşımızın asgari ücreti 25.929 TL’yi bulmalıydı.

Sonuç olarak; bu olumsuz tablo son yıllarda oluşmuştur. Kişi başına milli gelir 2002 yılında Türkiye’de 3.688 dolar iken Bulgaristan’da 2.093 dolar idi. 2023 yılına geldiğimizde ise kişi başı milli gelir Türkiye’de 13.109 dolara, Bulgaristan’da 16.087 dolara ulaşmıştır. (Kaynak: Euronews- Ekonomim)

Böylece son 21 yılda Türkiye’de gelir 3,5 kat artarken, Bulgaristan’da 7,6 kat artmıştır.

Hep büyüme ile övünürüz ya; işte her iki ülke vatandaşına da yansıyan büyüme rakamları yukardadır. Komşunun 2023 yılı işsizlik oranı yüzde 4,3 ile enflasyonu da yüzde 4,7 seviyesiyle fark yaratmaktadır. Yirmi yıl öncesine kadar hiçbir şekilde kıyaslanmayı kabul etmediğimiz Bulgaristan ile aramızdaki son durum budur. AB’ye katıldıkları 2007 tarihinden itibaren (Romanya ile birlikte) kaderleri değişmiştir. Bizde ise refah seviyesi tartışmalı konudur.

En yüksek gelire sahip ilk yüzde 20’lik dilimin (17-18 milyon) yaşantısına bakarak; “işte pahalı telefon kuyrukları, dolu olan lokantalar, kafeler; demek ki durum anlatıldığı gibi değil” sonucu çıkaranlar esas tabloyu gözden kaçırıyorlar. Zira bizim nüfusumuz 85 milyon ile sınırlı olmadığından kişi başı milli gelir hesabında ince ayar gerekiyor. Sığınmacıların ürettikleri mal ve hizmetleri toplam milli gelire dahil edeceksiniz ama kendilerini nüfusa dahil etmeyeceksiniz. Bu hesap gerçeği yansıtır mı?

“Efendim uluslararası hesaplar da böyle yapılıyor.” Olabilir, yüzde yarım sığınmacı barındıran bir ülkede hesaplar fazla etkilenmez. Oysa bizim gibi nüfusunun en az yüzde 10’u oranında geçici sığınmacıya sahip bir ülkede kişi başı milli gelir rakamı çok değişebilir. Örneğin asgari 8,5 milyon geçici sığınmacıyı da ilave edersek ülkemizde yaklaşık 94 milyon insan yaşadığını varsayabiliriz. Bu durumda da kişi başı milli gelirimiz 11.904 dolara iner.

Kaldı ki Almanya “240 bin göçmenin ekonomiyi olumsuz etkilediğinden” bahsederken, bizim misafirperverliğimizin maliyetini ölçmek zor olmasa gerek…

 

Kaynak:

  • 2023 yıl sonu nüfusumuz 85.372.377 kişidir (TÜİK).
  • 2023 yılı GSYH 1 trilyon 119 milyar dolardır (AA).
  • 2023 yılı kişi başı GSYH 13.109 dolardır (TÜİK).
  • Göç İdaresi Başkanlığı’na göre ülkemizde 4.449.333 yasal kalış hakkı olan yabancı bulunmaktadır. En az 4 milyon da her gün kaçak yollardan ülkeye girmeye devam eden veya yasal kalış hakkı bulunmayan Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve diğer Asyalı düzensiz göçmenlerin varlığı için asgari ölçüdür.
Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Gıda katkı maddeleri ile ne kadar ilgiliyiz?

Ercüment Tunçalp

Sakın yanlış anlaşılmasın, bugünkü konumuz taklit ve tağşiş yapılan ürünler değildir. Zira bu konuda bilgilenme imkanını kaybettik. Bu sefer gıda tüzüğüne uygun görünen ama aklın kolay kabul edemeyeceği tuhaflıklara bakacağız…

İhracata gönderilenler arasında da kötü niyet yerine ihmal unsurunun daha ağır bastığını göreceğiz. Zira yıllarca ihracata ürün hazırlamış ve gönderdiği ürün hiç geri dönmemiş bir kişi olarak disiplinli çalışmanın ve titiz kontrolün yeterli olduğunu rahatça söyleyebilirim. Dolayısıyla bu konudaki ihmalin neticesi gıda ürünlerimize kötü şöhret kazandırmaktır. Yerli tüketiciyi ilgilendiren kısmı ise AB kapısından dönen ürünleri kimin tükettiğidir?

Şimdi biz anlatalım, sizler de bu ürünlerin ne kadarının sadece yanıltma ne kadarının da direkt sağlık riski yaratabileceğine karar veriniz. Ürünleri isim vermeden sadece eksiklerini sıralayarak aktaracağım. Markaları öğrenmek isteyenlerin ‘Gıda Dedektifi’ veya ‘Denetle’ hesaplarından meraklarını giderme imkanları olacaktır. Görüleceği üzere bu markaların çoğu tanınmış olanlardır. Buraya bakarak merdiven altı üretimin sınırlarını da tahmin etmek hiç zor olmasa gerek. Hemen altını çizmeliyim ki; görevini titizlikle yapan büyük işletmeler olduğu kadar, küçük işletmeler içinden de isimsiz kahramanlar çıktığını sıkça izlemekteyiz.

İhracata gidip yabancı ülkelerin kapısından dönen ürünlerimizi kabahatleri ile birlikte RASFF (AB Gıda ve Yem için Hızlı Uyarı Sistemi) bütün dünyaya açıklıyor zaten…

Bizim ülkemizde ise 1 Mart 2022 tarihinden beri ayıplı ürünler açıklanmıyor.

Bu bakımdan sadece ambalaj üzerindeki tuhaflıkları duyuran sosyal medya hesaplarına takdirlerimi sunuyor ve halkı aydınlatma adına önemli bir açığı kapattıklarını da rahatça söyleyebiliyorum.

Şimdi ambalaj üzerinden en uç çelişki yaratan ayrıntıları takdim ediyorum:

  • Ambalajında ‘Bardakta çikolatalı puding’ yazan ürünün içerik etiketinde, binde 1 oranında çikolata tozu (1 gr bile değil) bulunduğu, gerisinin aroma vericilerle takviye edildiği itiraf ediliyor.
  • Kutunun üzerine hiç sıkılmadan ‘Sütlü salep’ yazıp, sonra da içerik kısmında içine salep konmadığı (onbinde 1 salep tozu olduğu) itiraf edilen bir içecek tozu raflarda yer alabiliyor.
  • Yoğurt ambalajı üzerinde yarım yağlı (%1.5 süt yağı içeren) ve az yağlı (%0.6 süt yağı içeren) olduğunu bildirdikten sonra ‘Doğal’ sıfatını eklemeyi ihmal etmeyen markaya da “dur” diyen çıkmıyor! Amaç ne olursa olsun; içinden yağı çekilmiş bir süt ürünü doğal sayılamaz. Doğalın anlamı, “doğada bulunduğu şekilde” demektir ve istisnası da yoktur.
  • Üretici tanınmış bir marka, satıcı ülkenin büyük perakendecisi, ürün de market markalı yeşil zeytin. Tuhaflık, kavanozun üzerindeki etikette “Doğal yeşil zeytin” ve “Doğal salamura” ifadelerinin olmasıdır. Gerçek dışı beyanın bu kadarı hiçbir yetkilinin dikkatini çekmiyor. Ürün içeriğinde; sitrik asit, laktik asit, askorbik asit, potasyum sorbat ve sodyum benzoat gibi katkı maddeleri bulunuyor ama yine de “doğal” özelliği kaybolmuyor!
  • Adı “çilekli süt” ama içinde çilek bulunmuyor (onbinde 1 çilek varmış).
  • Adı “gül şerbeti” olsa da içinde hiç gül yok (onbinde 1 bile yok). “Yalandan kim ölmüş” diye diye bu noktaya geldiğimizi çok açık gösteriyor.
  • Vişne suyunda hiç vişne yok. Vişne tadı aroma vericilerle sağlanıyor…
  • .Tanınmış markanın “kahveli” ve “beyaz çikolatalı” içeceği içinde ne kahve ne de beyaz çikolata bulunmuyor. Güya ‘var olduğunu’ kanıtlamak ister gibi binde 8 çözünebilir kahve ile onbinde bir beyaz çikolata koklatılmış. Bunların yerine de tat vermek üzere mocha aroma vericisi ve beyaz çikolata aroma vericisi kullanılmış.

Şimdi de gıda ihraç ürünlerimizin akıbetine bakalım:

  • Almanya’ya ihraç edilen ‘Detoks çayı’nda, kalp krizlerine neden olabilecek sibutramin maddesi yüksek oranda tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.
  • Bulgaristan’a ihraç edilen limonlarda yüksek miktarda imazalil isimli pestisit artıklarının iade sebebi sayıldığı bildirilmiş.
  • Belçika’ya ihraç edilen fındık ezmelerinde salmonella tespit edilmesi iade nedeni sayılmış.
  • Bulgaristan’a ihraç edilen yeşil biberlerde yüksek miktarda Buprofezin ve Chlorpyrifos- methyl isimli pestisitler iade nedeni sayılmış.
  • İsviçre’ye ihraç edilen ‘tatlı toz kırmızı biber’ de salmonella tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.
  • Hırvatistan’a ihraç edilen kuru incirlerde aflatoksin tespit edilmesi iade nedeni sayılmış.
  • Polonya’ya ihraç edilen kirazlarda yasaklı bitki koruma ilacı dimethoate tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.

Yerimiz sınırlı olduğu için ancak küçük bir kısmını burada aktarabiliyoruz.

Sonuç olarak; yukarda ilk bölümde belirttiğim aldatıcı ürün niteliklerinin sağlık riski taşıdığını iddia etmiyorum, sadece kandırıldığımızı söylüyorum.

Basit bir örnek; İtalya’da Lidl mağazalarında satılan bisküvilerin ambalajında “Palm yağı içermez” açıklaması var. Bizde ise bol kepçe kullanılan bu yağın (ucuz olduğu için) savunucularına sormak ve yabancı üreticilerin bu açıklamaya neden ihtiyaç duyduklarını öğrenmek isterim. Aynı şekilde bazı yerli üreticilerin “glikoz- fruktoz şurubu içermez” açıklaması da izaha muhtaçtır. Öyle ya bu maddeler zararsız ise açıklama sahipleri işgüzarlık mı yapıyorlar!?

İkinci bölümde ise sağlık riski oluşturan ürünlerimizi dış kaynaklardan öğreniyoruz. RASFF, Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilmiş, AB üye ülkeleri için gıda güvenliği ile ilgili bilgilerin toplandığı bir veri tabanı olarak hizmet veren izleme ve bildirim aracıdır. Bizi ilgilendiren kısmı, AB dış sınırlarında test edilen ve reddedilen gıda ve yem sevkiyatlarını öğrenebilmektir. Zira yediğimiz, içtiğimiz ürünlere dair sağlık riski yaratanları öğrenebileceğimiz başka bir kaynak yoktur. Benzer denetim sonuçlarını yurt içinde de tüketiciye duyuracak bir kaynağa yeniden kavuşmak dileğiyle…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER