Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Gıda enflasyonunun suçlusu bulundu!

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

TCMB tarafından yayımlanan “Merkezin Güncesi” bloğunda, “İklim Değişikliği ve Gıda Enflasyonu” başlıklı yazıda; “Artan sıcaklıklar, kuraklık ve aşırı hava olaylarının Türkiye’de gıda enflasyonuna nasıl etki ettiği” belirtilmiş.

Katkı yapmak amacıyla görüş bildirme ihtiyacı hissettim…

Elbette iklim değişikliğinin tarımsal üretim üzerinde olumsuz etkisi vardır. Ancak bütün dünyaya etkisi ne kadarsa, bize etkisi de aşağı yukarı o kadardır. Zira görünmez bir atmosferik duvarın bizi diğer ülkelerden ayırmadığı ortadadır.

Nitekim ilgili makalede; “Yapılan çalışmalar, iklim değişikliğinin 2035 yılına kadar her yıl küresel gıda maliyetlerini ortalama yüzde 1,5 ile yüzde 1,8 puan arasında artıracağını öngörüyor” deniyor. Bu tahminin doğruluğuna hiç şüphe yoktur ama bizim gıda enflasyonu ile nasıl bir ilişki kurulduğu anlaşılamıyor.

Bizim aylık artış oranlarımız bile bu yıllık maliyet artışının üzerindedir. O zaman yukardaki küresel gerçeklik Türkiye için de nasıl geçerli olabiliyor?

Bizdeki gıda enflasyonunun benzeri dünyada kaç ülkede yaşanıyor?

Kıyaslanabileceğimiz, bizimle benzer seviyedeki hiçbir ülkede yaşanmıyor.

Kaldı ki, TÜİK verilerine göre Temmuz’da yıllık enflasyon yüzde 61,78 olarak gerçekleşirken, gıda ve alkolsüz içecek ana harcama grubunda yıllık değişim yüzde 58,91 oldu. Temmuz ayı çekirdek enflasyonu ise (enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç TÜFE) yıllık bazda yüzde 60,23 çıktı. Bunun anlamı; gıda ve enerjinin yer almadığı çekirdek enflasyon da gıda kadar yüksekse, bize ait önemli sebeplerin varlığına işarettir.

Bir tarım politikanız olmasın; kalabalık tarımsal dağıtım kanalları üzerine ciddi bir çalışma yapılmasın, fırsatçılık enflasyonu önemsenmesin, ucuz kredi ile yüksek kur taleplerine ve faiz indirimlerine yeşil ışık yakılsın, Türk lirasındaki değer kaybı girdi fiyatlarını artırsın, yüksek ithal girdi kullanımı azaltılamasın, yapısal sorunlar kenarda beklesin, yetersiz sulamaya çare bulunamasın, tarımsal arazileriniz tarım dışı amaçla kullanılsın, ekilemeyen tarım arazileri için daha yeni yeni harekete geçilsin, artan nüfus (düzensiz göçle birlikte) hiç sorun edilmesin, sonra da problemin ana nedeni iklim değişikliği olsun!

Bitmedi. Bir taraftan tarımsal ürün ihracatı ile öğüneceksiniz, diğer taraftan üretim eksikliğinden şikayet edeceksiniz. Üretimi eksilen bir ürün kategorisinin nüfus artışına rağmen ihracatı artabilir mi?

Kaldı ki; kavun, karpuz, domates, patates, soğan, lahana, patlıcan ve birçok ürünün tarlada kaldığını, kabak ve maydonozun hayvanlara yem olarak verildiğini, birçok ilde çiftçilerin traktörlü eylem yaptıklarını izlemiyor muyuz?

Anadolu Ajansı kaynaklı haberden özet olarak aktarıyorum:

Tarım sektörü, ihracatta geçen yıl da rekorlarına devam etti. Sektör temsilcilerinin hem kaliteyi koruyup hem de verimi artırmaları (MB raporunda verim düşüşüne dikkat çekiliyor) ürünlerin dünya çapında talep görmesini sağladı.” AA muhabirinin Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerinden derlediği bilgilere göre, Türkiye’nin tarım ihracatı 2023’te bir önceki yıla göre yüzde 2,8 artışla 35 milyar 164 milyon 253 bin dolara yükselerek rekor seviyeye ulaşmış. “Söz konusu dönemde; hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamulleri 12 milyar 378 milyon 672 bin dolar, yaş meyve ve sebze 3 milyar 492 milyon 314 bin dolar, kuru meyve ve mamulleri 1 milyar 610 milyon 304 bin dolar, fındık ve mamulleri 1 milyar 866 milyon 735 bin, zeytin ve zeytinyağı sektörü 871 milyon 666 bin dolarla tüm zamanların en yüksek ihracatına imza atılmış.”

Ayrıca listede yer aldığı üzere meyve sebze mamulleri, tütün ve süs bitkileri toplamı da 3,5 milyar dolar ihracat rakamıyla dikkat çekiyor.

Yukardaki 2023 rakamları ile yetinmedim, TİM kayıtlarından en taze bilgilere de ulaştım. 2024 yılının ilk 7 ayında tarım ihracatı; 2023 yılındaki 19 milyar 703 milyon 367 bin dolarlık satışı yüzde 3,2 aşarak, 20 milyar 330 milyon 105 bin dolara ulaşmış. Yani yeni bir rekora doğru gidildiği de anlaşılıyor.

İhracat rakamları bir önemli konuyu daha aydınlatıyor. İç piyasadaki fiyatların yüksek olmasına karşılık ihracat fiyatlarının rekabetçi ve uygun olduğunu da…

Böylece tarım ürünleri ihracatının da yurt içinde arz talep dengesini bozduğunu, bunun da gıda enflasyonuna olumsuz etki yaptığını anlıyoruz. Nitekim birebir aynı gıda markalarına ait ürünlerin ABD market raflarında, dolar bazında ülkemizden daha düşük fiyatlara sahip olduğunu da izliyoruz.

İlgili makalenin bir başka bölümünde, “Türkiye’nin önde gelen meyve ve sebze üreticisi 5 ilin (Mersin, Adana, Antalya, Hatay, Muğla) iklim özelliklerine baktığımızda, bu illerde yaşanan ciddi kuraklıkların sebze ve meyve üretimini olumsuz etkilediği görülmektedir” deniliyor.

Antalya’nın da ilgili kategorilerde 2022-2023 yılları ihracat rakamlarını karşılaştırdım. Yaş meyve ve sebze ihracatı 582 milyon 276 bin dolardan, yüzde 27 artışla 739 milyon dolara ulaşmış. Hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamulleri 44 milyon 207 bin dolardan, yüzde 33 artışla 58 milyon 785 bin dolara çıkmış. Meyve sebze mamulleri 25 milyon 948 bin dolardan, yüzde 1,8 azalışla 25 milyon 471 bin dolarla hemen hemen aynı seviyede kalmış (TİM). Görüldüğü üzere bu bölge bazında da tarımsal ürün toplam ihracatında önemli bir artış yaşanmış oluyor.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, Temmuz 2024 ayı başında yaptığı basın açıklamasının, buğday ve arpa rekolte tahminine dair Akdeniz Bölgesi ile ilgili kısmında, “İklimsel nedenlerle hasat bu yıl erken başladı ve ülke genelinde hasadın neredeyse yarısı tamamlandı. Çukurova’da verimde geçen yıla göre artış görülüyor” dedi.

Sonuç olarak; bizdeki yüksek enflasyonun onlarca nedenini sıralamaya tabi tutsak, iklim değişikliği belki en son sırada yer alabilir. Aynı sıralama ABD ve AB için yapılsa 2. veya 3. sırada yer bulabilmesi muhtemeldir. Zira hastalık aynı değilse nedenleri de tedavisi de birebir aynı olamaz. Küresel iklim değişikliği ile mücadelede yol gösteren her çalışma kıymetlidir ama bütün hataların faturasını tek adrese çıkartmak hem isabetli olmaz hem de dikkatleri dağıtır.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Nobel getiren özverili çalışma

Ercüment Tunçalp

Bir Türk vatandaşının Nobel Ödülü almasını milletçe kutluyoruz ama bunu bir seri sportif başarının sonucu gibi algılamazsak iyi olur. Ekonomisi sorunlu bir ülkenin iktisatçısı bu ödülü almışsa; hangi çalışmalarla hedefe ulaştığına iyi bakmak gerekir. Öyle ya eğer Acemoğlu bu günkü ekonomi yönetimi ile aynı fikirleri paylaşsaydı, uygulamada başarısız olmuş bir sisteme ait önerilere bu ödül verilebilir miydi?

Elbette hayır…

Peki Daron Acemoğlu hangi çalışması ile bu ödülü kazanmış oldu?

Her ne kadar Nobel getiren çalışmanın etiketi, “Kurumların nasıl oluştuğu ve refah üzerindeki etkileri” olsa da aynı ekibin (bir kişi eksiği ile) 11 yıl önce kaleme aldığı “Ulusların Düşüşü” isimli kitapta da bu konu işlenmişti.

Dolayısıyla daha öncesi de olduğundan, uzun bir maratonun sonunda gelen bu ödülün, emek ve özveri dolu bir çalışma süreci geçirdiğini söyleyebiliriz.

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü açıklamasında; “Ödül sahipleri bir ülkenin refahı için toplumsal kurumların önemini ortaya koydular. Hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu ve halkı sömüren kurumların bulunduğu toplumlarda büyüme ya da daha iyiye doğru değişim gerçekleşemez. Ödül sahiplerinin araştırmaları bunun nedenini anlamamıza yardımcı oluyor” deniyor.

Daron Acemoğlu’nun bu ödülü eninde sonunda alacağını biliyorduk. “Ulusların Düşüşü” kitabını yıllar önce (Türkçe ilk baskı 2017) satır satır okumuş, notlar almıştık. Zira ülkemiz adına ders çıkartılacak birçok küresel örnek vardı kitapta. Peki esas okuması gerekenler (direksiyonda olanlar) buradan dersler çıkartmış veya az da olsa iyileşme sağlamışlar mıdır?

Hayır!

İşte bunun için bizler Daron Acemoğlu’nu alkışlarken, dışardan ülkemize bakanlar da bizi alkışlıyor (!) olabilirler. Bu bakımdan neyi alkışladığımızı iyi bilelim. Kitapta ülkeler gruplara ayrılarak hangilerinin neden fakir kaldıkları, hangilerinin de neden zenginleştikleri anlatılıyor. Bizim hangi tarafta yer aldığımızı anlamak da okuyucuya kalıyor.

Kitaptan kısa bir alıntı (s. 357) ile devam ediyoruz…

“Bugün uluslar neden başarısız oluyorlar?” sorusunun cevabı; “Çünkü böyle ulusların sömürücü kurumları insanların tasarruf, yatırım ve yenilik için ihtiyaç duydukları teşvikleri sağlamıyorlar. Sömürücü siyasal kurumlar sömürüden çıkar sağlayanların gücünü pekiştirerek bu ekonomik kurumlara destek sağlıyorlar.” Bir yerlerden tanıdık geliyor mu?

Şimdi de Acemoğlu’nun kendi ülkesine dair düşüncelerine bakalım:

  • “Türkiye ekonomisinin şu anki durumuyla sonuç getiren politikalar geliştirmek için kadroya gerek var. Bu kadro şu anda yok.”
  • “Türkiye’nin problemleri çok daha yapısal, bir tek enflasyonu azaltarak çözülecek şeyler değil. Bu yapısal problemlere (yolsuzluk, verimsizlik, teknolojiye yeterince yatırım yapılamaması, eğitim durumu, kurumların kötüleşmesi) çözüm getirmediğimiz sürece aslında ekonominin potansiyelinin çok altında kalacağız.”
  • Türk demokrasisi de şu anda iyi bir durumda değil. Eğer uluslararası araştırma gruplarının sheet score’larına bakarsanız hepsi Türkiye’deki demokrasinin özellikle son on sene içinde geriye gittiğini, zayıfladığını gösteriyorlar.”
  • Yargı kurumlarında bağımsızlık yok, parlamento çok zayıfladı, Cumhurbaşkanlığı sistemi merkezileşme getirdi.” (Kaynak; euronews)
  • Bu kadar insanın göçü çöküşe yol açar. Türkiye bunun eşiğinde.”
  • “Önemli olan reel faiz. Eksi reel faiz hangi yatırımcıya güven versin?” (Kaynak: T24)

Farklı zaman ve mekanda söyledikleriyle de devam edelim;

Medyayı ele geçirip, yanlış bilgilerle demokrasiye karşı cephe açan yönetim tarzı devre dışı kalmalıdır. Büyüme olsa bile halka refah getiremiyorsa kıymeti yoktur. Üretkenlik sorunu (elindeki kaynakları üretken kullanamamak) halledilmelidir. Geleceği doğru düşünüp, hazırlıklar buna göre planlanmalıdır. Çalışanın yanında durmayan demokrasi ölür. Okullarda evrensel değişimi yakalayan eğitim verilmelidir.”

Bu topraklarda doğmuş olan Daron Acemoğlu, ülkesini seven ve o ülkenin her zaman gelişmesi önündeki engelleri bıkmadan usanmadan söyleyen başarılı bir iktisatçımızdır. Dünyanın yararlandığı bu kişiden, kendi ülkesine olan ilgisini mesleki görüşü dışında siyasi açıdan değerlendirmek zorlama olur. Bir an önce faydalanmak ve hangi görüşleriyle ödüle layık bulunduğunu bilmek yönetim kademelerinde bulunanlar için hayati öneme sahiptir.

Yapılan çalışmalar, her topluma göre eksikliği duyulan yapısal reformların önceliğine işaret etmektedir. Buna bir türlü yanaşmayan yönetimlerin diğer icraatlarına sıra gelmeyeceği de çıkarılması gereken en önemli sonuçtur. Ve de en kısa özet; ‘sağlam kurumlar inşa edemeyen ülkelerde refah artmaz’ veya ‘pasta büyürken iyi paylaşılamıyorsa kalkınma da olmaz, refah da gelmez’ şeklinde okunmalıdır.

Sonuç olarak; Nobel’i paylaştığı Simon Johnson ve James A. Robinson beraberliği de gösteriyor ki, çalışmalar küresel genişliktedir. Yani uzun araştırmalar sonunda gelen ödülün hangi önerilere verildiği gelişmekte olan bütün ülkeleri ilgilendiriyor. Bizim için hedef ise şimdilik tren kaçtığına göre bunu okuyup sindirecek seviyede öğrenciler yetiştirmek olmalıdır.

Kadın öğretmenin giyim kuşamını eğitim programına almak yerine, çağdaş ve kaliteli eğitim planlayarak ilk aşamada beyin göçüne engel olmak gerekir.

Yoksa o göç daha çok batı ülkelerine yönelir, kişisel gelişim orada sağlanır, meyvesini başkaları yer; kazanılan ödüllere sevinmek de bize düşer…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Gıda hileleri ve sosyal medya geyikleri

Ercüment Tunçalp

Önce en bilinen tarafından başlayalım. Ülkemizde taklit ve tağşiş konusuna çok kolay cüret edilmesi hiç yeni değildir. Enflasyonun patlaması ile cesaretin rekor seviyeye ulaşması ise 3-4 senelik mevzudur.

1 Mart 2022 tarihinden itibaren ara verilen ifşa mekanizmasının çalıştırılması konusunda, bizim kadar bıktırıcı sayıda yazı kaleme alan başka bir kaynak yoktur. Büyük para cezalarının caydırıcı olamayacağını, hatta fiyat artışlarına sebep olacağını; tek caydırıcı cezanın ise markayı vitrine koyan kamuoyu açıklaması olduğunu söyledik. Ve 2 Ekim 2024 tarihinde açıklanan ilk listelerde gördük ki; bu duyuruların kalıcı olarak iptal edildiğini zanneden hilekarlar bir hayli coşmuş. Artan cesaret bilhassa bal, sızma zeytinyağı, kaşar peynir ve tereyağı çeşitlerinde zaten sahte olduğunu bildiğimiz (fiyatlarına ve görsel özelliklerine bakarak) birçok ürünü listelerde karşımıza çıkartmıştır. Elbette halk sağlığı açısından bu gelişmeyi sevinçle karşıladık. Ancak sosyal medyada o kadar aslı astarı olmayan görüşle karşılaştık ki; bu haftaki yazıyı iptal ederek yerine yeni bir yazı kaleme almak şart oldu.

Bal, zeytinyağı, tereyağı konuları tartışılamayacak kadar net olduğundan, üzerinde fazla konuşulmadı. Ancak et ürünleri daha çok bilgi eksikliğinden kaynaklanan şekilde kafa karışıklığına sebep oldu ve isteyenin istediği şekilde kullanacağı hale geldi. Şimdi hatalı bulduğum görüşleri aydınlatmaya çalışacağım…

  • “Domuz eti pahalı, hile yapan neden bu eti kullansın?” deniyor.

Pahalı olan et çiftliklerde yetiştirilen hayvanlara aittir. Burada kullanılması ihtimal dahilinde olan ise yaban domuzudur. Ülkemizin her yerinde ormanlık, çalılık ve bataklık bölgelerde çok sayıda bulunur. Hatta Bodrum’da, İstanbul Sarıyer’de, İzmir’de yerleşim yerlerinin yakınlarında gezindiklerini gösteren birçok görüntü vardır. Yani yaban domuzu eti bedavadır, sadece avcılık maliyeti vardır.

  • “Bazı analiz raporlarında %0,1 oranı var. Bir işletme hile yapacaksa binde bir için yapar mı?” diyerek kesin teşhis konuluyor!

Bu oran ürünlerde tespit edilmiş olan domuz eti oranı değildir. Analiz yönteminin hassasiyet derecesidir. Yani bu yöntemle köfte veya döner karışımı içinde binde bir kadar az domuz eti olsa bile bulunabileceğine işaret eder. Ünlü bir ekonomist ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi’ oluyor ve diyor ki; “Bir işletme salak mı da binde bir oranında domuz eti kullansın?”

Bir kişi uzmanlığı dışındaki bir konuda; lakırdı etmeden önce araştırma ve empati gereği duymazsa, diğer doğru söyledikleri de sorgulanır hale gelebilir.

  • Köftesinden domuz eti çıkan bir başka yemek şirketinin kendi hesabından duyurduğu savunmasına da bakalım mı?

“Bizim ne kadar bayrağını seven, istihdam konusunda hassas, devlete vergisini veren, ailemizin dini, dünyevi, uhrevi hassasiyetini tüm halkımızın bildiği kanaatindeyiz.” Tamam da tağşiş tespiti ile alakasını çözemedim!

  • “Efendim tanınmış marka sahipleri markasını bu şekilde tehlikeye atar mı?” görüşü ise yaşanan süreci dikkate almadığı için geçersizdir. Oysa ülkemizde böyle örneklerden o kadar bol var ki, markalarını tehlikeye attıklarını düşünmüyorlar. Çünkü; yetersiz para cezası kimsenin umurunda olmayıp, uzun süre ara verilen duyurular ise cesaret artırıcı olmuştur. Geçmişte olduğu gibi en son 31 aylık ara ile de “bize bir şey olmaz” inancı hile sayısını artırmıştır.
  • “Analiz sonuçları neden 10 gün sonra çıkıyor? Normal prosedürde olumsuz analiz sonuçları hızlı bir şekilde ilgili zincirin şubesine bildirilmeliydi” eleştirisi var. Teknik olarak en hızlı şekli budur. Yıllar önce bu sonuçlar daha da geç çıkardı. Teknolojik gelişmeye rağmen süreç ancak bu kadar kısalabiliyor. Ancak şubeleri ile merkezi arasında iletişim sıkıntısı yaşayan işletmelerin bünyesinde bu süreler bile problem yaratabilir.
  • “Bize şahit numune bırakmadılar” şikayeti ise oldukça şaşırtıcıdır. Gıda kontrolörlerine biraz ayıp olur. Şahit numuneyi mühürleyerek muhatabına teslim etmek görev tanımının ilk şartıdır. Yıllarca kendi sorumluluk alanından binlerce numune vermiş bir kişi olarak söylüyorum; bir kere bile bu aşamanın aksadığına tanık olmadım. İlgili şube iyi muhafaza edememiş, konulduğu yer unutulmuş veya kaybedilmiş olabilir. Çok rastlanan olaydır!

Sonuç olarak; yurt içinde ve yurt dışında yapılan kontrollerde bulunan rekor seviyedeki tağşişe sosyal medyada bir de arka pencere açma gayreti görüyorum.

Neredeyse bu sonuçları işletmelerin dışından bir gizli el organize ediyor. Ne yazık ki bu durum ülkedeki bölünmüşlüğün gıda hilelerine yansıyan yüzüdür. Duracağı yeri siyasi görüşe göre tanzim edenlere ve işi sulandırmaya çalışanlara “afiyet olsun” demekten başka söylenecek söz yoktur.

Biz ise bugüne kadar Tarım ve Orman Bakanlığı’na yönelttiğimiz eleştirilere ara vermiyoruz ve hâlâ diyoruz ki; 31 aydır neleri yediğimizi ve hangi sağlık risklerini üstlendiğimizi bilmiyoruz. Bunu nasıl telafi edebileceğiz?

Ancak zararın neresinden dönülürse kârdır diye düşünürsek; ifşa mekanizmasının sürekliliğini desteklemek zorundayız.

Listede adı geçen firmaları hiç ayırmayalım; zira şimdiye kadar suçunu kabul edene rastlamadık. Hata yaptığını bile söyleyerek özür dileyen de olmadı.

Daha fenası, şimdiye kadar işletmesine arının ürettiği bal girmeyen sözde bal firması da kendisine kumpas yapıldığından bahsedebildi.

Sosyal medyada dolaşan “bir işletmeye çökme organizasyonu” iddiaları ise bizim konumuz olamaz. Büyük ihtimalle mahkeme, ilgili işletmenin muhatap olduğu tehdit suçu tarihi ile numune alma tarihi arasında geçen 4 yıla bakarak, hangi sabırlı sabotajcının marifeti olduğunu çözebilir. Numune alınan iki farklı şubenin (Çankaya- Etimesgut), iki ayrı tarihte (15-02-2024 / 29-02-2024) ziyaret edileceğinin önceden tahmin edilmesi ve yine iki ayrı ürüne (köfte ve döner) birden domuz eti karıştırılması, piyango biletinin 6 haneli rakamına en büyük ikramiyenin isabet etmesi kadar düşük ihtimaldir. Eğer başarılmışsa, belki de ilerde tez konusu olarak ele alınması mümkün olabilir!

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Tağşiş yapan firmaların keyfi kaçtı!

Ercüment Tunçalp

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yıllardır açıkladığı taklit tağşiş listelerine 1 Mart 2022 tarihinden itibaren bilmediğimiz sebeplerle ara verilmişti. Hilekârlar tam 31 ay mutlu bir hayat sürdüler. Bu süre içinde defalarca bu uygulamaya neden ara verildiğini sordum durdum. Nihayet 2 Ekim 2024 tarihinde uygulama tekrar devreye girince gördük ki; bu hilekârların cesareti pik yapmış.

Sadece tağşişli ürünü üretenlerin mi?

Hayır, yine gördük ki; ucuz ürün satmak uğruna bazı sorumsuz perakendeciler de kendi kalite kontrol prosedürlerini çalıştırmadıkları gibi bir de bile bile (çünkü hileli ürün fiyattan da anlaşılır) raflarda bu ürünlere yer vermişler. Bu bakımdan uygulamanın yeniden devreye girme zamanlaması çok isabetlidir.

Elbette bu gelişmeyle birilerinin rahatı bozulacaktı. Dürüst firmaların er geç haksız rekabetten olumsuz etkilenmeleri de son bulacaktı. Bu yola girilmiştir. Tüketici sağlığı çok büyük risk altındaydı ve hâlâ da tehlike geçmiş değildir ama hiç olmazsa bilgilenme imkanı artanlar biraz daha rahat korunacaklardır.

Peki huylu huyundan vazgeçer mi?

Listelerde daha önce gördüğümüz birçok firmanın çarpık üretim anlayışı maalesef sürüyor ve hâlâ raflarda yer almayı da başarıyorlar.

Tağşişli bir baharat markası; yıllar önce “O ürünler sadece yurt dışına gönderilmişti” diye açıklama yaparken, bugün yine onlarca ürünüyle ve aynı kabahatlerle listelerde yer almıştır. Tağşişli ürünü rafında bulunduran bazı rahat perakendeciler ise “Tağşişli ürünlerin parti numarası şuydu, bizdeki ise bu” gibi anlamsız ve geçersiz savunmalarını sürdürmekteler.

Şimdi buradan soruyorum; hile yapmayı alışkanlık haline getiren bir girişimci zamana veya müşteriye göre değişik tavır sergiler mi?

Devlet kontrolündeki bir kooperatif marketin; hem de kendi markasını taşıyan sızma zeytinyağı içine düşük kalite yağlar karışabiliyor.

İstanbul’un meşhur bir börekçisinin birçok şubesinde (Kağıthane, Şişli, Beşiktaş, Beyoğlu, Sarıyer ve her yerde) ayrı ayrı yapılan denetimlerde dana kıyma içeriğinde sakatat ve kanatlı eti bulunabiliyor.

Büyük bir perakendecinin yüksek kâr marjına rağmen, dana kıyma içine deri dokusu karıştırmaya tenezzül edebilmesi de şaşırtıyor.

Ankara’da, önünde sıra beklenen meşhur köftecinin (adı açıklandı) pişmemiş köftesinden alınan numunede tek tırnaklı eti (at veya eşek eti) tespit ediliyor.

‘Gıda Dedektifi’ hesabının sahibi Musa Özsoy, yine Ankara’da bulunan bir başka tanınmış lokanta zincirinin iki ayrı şubesinden ve iki farklı zamanda alınan dana eti ürünleri numunelerinde domuz eti tespit edildiğini, elindeki devletin belgelerinden açıkladı. Şirketin, tağşiş listesinde yer almasına rağmen açıklamayı engellemek üzere mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı aldığını, bunun için de şimdilik marka adını açıklayamayacağını belirtti. Yakında bu markanın gecikmeli de olsa açıklanacağından herkes emin olabilir. Ege’de önemli kapasiteye sahip bir işletmeden çıkan zeytinyağında 44 farklı partide tağşiş tespit edilmiş bulunuyor. Buna rağmen ülkenin en büyük e ticaret siteleri bu tip ürünlerin satışına devam edebiliyorlar.

Bir başka tağşişli sözde sızma zeytinyağı markasına eklenen “organik” açıklaması var. Oysa ürün konvansiyonel bile değil. Organik üretim sağlıklı beslenmenin pahalı bir yoludur. Bu ürüne düşük kaliteli yağ karıştırmak ise iki defa aldatmaktır. Yine “organik” etiketi ile satılan bir dondurmada bitkisel yağ çıkmış bulunuyor. Girişimci normal dondurmayı bile üretmekten aciz olmasına rağmen, üstüne bir de organik sertifikası alabilmiş. Bir adım ötesi de sertifika kuruluşunun yetkisine son vermek ve cezalandırmak olmalıdır.

Dünyada güvenilir bir kulvar olan organik (ekolojik- biyolojik) üretimin ülkemizde henüz sağlam zemine oturmadığı da bu vesile ile anlaşılmaktadır.

Bir indirim marketinin birinci sorumluluğu sağlıklı ürün satmaktır, ucuz ürün satmak değil. Uyarılara rağmen aylarca tağşişli olduğu belli olan bir balın satışına devam etseler de sonunda hilenin belgesi ortaya çıkmıştır.

Başka bir indirim marketi de geçmişten ders almak yerine kendi özel markası olan sözde sızma zeytinyağına düşük kalitede yağ karıştırılmasını ısrarla hoş görmektedir. Bakanlık listesinde hileyi görmesine rağmen satışı sürdürmesi ise pişkinliğin derecesini gösteriyor. Oysa yapılacak olan hamle üretici ile olan ilişkiyi hemen sonlandırmak ve tazminat davası sürecini başlatmak olmalıydı.

Reklam kampanyaları ile tezgahlara girmeyi başarmış olan bir Kayseri markasının dana sucuk ürününde baş eti ve sakatat tespit edilmiştir. Dana sucukta bu karışımı yapanın, pastırmada ve diğer et ürünlerinde sağlam üretim yapması beklenemez. Artık bunun kurum kültürü haline geldiğini tüketici de perakendeci de anlamalı ve böyle markalardan uzak durmalıdırlar.

Sonuç olarak; bunu alışkanlık haline getirenlerin ticari ünvan ve marka değiştirerek üretimi sürdürebilmelerinin de önü mutlaka kesilmelidir. Tüketiciye düşen sorumluluk ise Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı guvenilirgida.tarimorman.gov.tr sitesinden güncel yayınlanacak olan hileli ürünleri öğrenerek bunları hayatlarından çıkartmak olmalıdır.

Marka yerine geçen birlik, vakıf ve kooperatif gibi kavramlar kalitenin kesin garantisi olamaz. Zira ancak bu işletmelerde, yönetici liyakati ve niyeti üretimin kalitesine yön verebilir. Listelerde oldukça fazla tanınmış marka da yer almaktadır. Ve yine görüleceği üzere tüketiciden özür dileyen tek firma yoktur. Güya kendilerine iftira atılmaktadır ve yasal haklarını kullanacaklardır. Yani çok sık duyduğumuz inkar söylemleri devrededir. Oysa teknolojinin bugün geldiği seviye ile hata payı neredeyse sıfıra yakındır. İnşallah bu güncel duyurular devam edebilir. Zira hilekârların yer aldığı grup o kadar kalabalık ki: bu uygulamayı sekteye uğratmak üzere her imkanı kullanacaklardır. Dolayısıyla aksama ihtimali olduğundan, bu konudaki endişemi buraya not etmeden geçemeyeceğim. Ancak buna rağmen tüketicinin yaşadığı ekonomik zorluklardan faydalanmak isteyen bu çürümüş zihniyet; eninde sonunda toplumun kararlı mücadelesine yenik düşecektir.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER