Ercüment Tunçalp
İskonto oranının ölçüsü nedir?
İskonto, satıcının alıcıya sunduğu bir fiyat indirimidir. Dolayısıyla ister bir tedarikçinin perakendeciye yaptığı iskonto oranı olsun, isterse bir perakendecinin müşterisine uyguladığı indirim oranı olsun aynı şeydir ve tek başına dikkate alınacak bir değer değildir. Yani yüzde 40 iskontonun, yüzde 2 iskontodan daha fazla getirisi olacağının garantisi yoktur.
Çünkü;
- Önce o iskontonun doğru fiyat üzerinden yapıldığı nirengi noktası olarak işaretlenmelidir. İndirimler için de aynı şey geçerlidir. Örneğin fahiş fiyatlı bir ürüne yüzde 50 indirim yapılsa ne ifade eder?
- Bizim gibi tedarikçi listelerinin sık sık değiştiği bir ülkede ilk elde edilmesi gereken bilgi; konuşulan listenin hangisi olduğudur.
- Aynı anda çift liste uygulaması var mıdır?
Bu en hassas konudur. Çift listeler durup dururken ortaya çıkmamıştır. Yani sadece marka sahibini suçlayamayız. Eğer perakendeci tek taraflı olarak ödeme vadesini uzatıyor veya bazı emrivakiler yapıyorsa buna kapıyı aralıyor demektir. Böyle durumda da bu cezalandırma mekanizmasının çalışma ihtimali oldukça yüksektir. Veya kafasını sadece alacağı iskontonun büyüklüğüne takan ve patronuna şirin gözükme hevesinde olan satın almacı, kimseye verilmeyen en büyük iskontoyu almayı başarsa bile doğru listeden alacağının ve bu işten kazançlı çıkacağının garantisi yoktur!
Kim ki karşısındakinin en az kendisi kadar akıllı olduğunu varsaymaz ise; daha ne özel formüllerin (tuzakların) kurbanı olacağını tahmin bile edemez.
- Marka sahibi piyasa fiyat yapısında istikrar sağlamış mıdır?
Cevap evet ise iskonto konusunda biraz cimri olması bile görmezden gelinebilir. Zira perakendecinin bu alımlarda rakiplerine göre hangi noktada olduğunu bilmesi ve bundan emin olması yeterlidir.
Örneğin benim hayatımda emin olarak ulaştığım en büyük iskonto bir yabancı şirketten aldığım yüzde 1 yıl sonu primiydi. Zira 80’li yıllarda yağ kategorisi lideri olan o marka piyasaya iskonto uygulamazdı. Yani tok satıcıydı. Ancak en büyük müşterisine yıl sonunda yüzde 1 prim verirdi. Ve bu çok kıymetli bir ayrıcalıktı…
Aynı zaman diliminde yüzde 30-40 iskonto aldığım birçok tedarikçi vardı ama her müşteriye bu kadar bonkör davrandıklarını sadece ben değil bütün sektör bilirdi. Ve bu durum raf fiyatlarından da anlaşılırdı zaten…
- En kolay ölçülebilen iskonto erken ödeme iskontosudur. Zira paranın maliyetini gösteren bütün veriler eldedir. Bu bakımdan perakendeci nakit akışı elverdiği zamanlarda bu getiriyi sağlamalıdır.
- Miktar iskontosu da belli bir büyüklüğe (hedefe) karşılık verileceğinden elle tutulur tarafı vardır ve sadece ayrıcalık olduğu garanti altına alınmalıdır.
- Tüketici cephesinden bakıldığında da durum aynıdır. Eğer bir süpermarket zinciri insert içinde çoğunlukla ürünlerin yanına indirimli net fiyatlarını yazmak yerine büyük oranlı indirim sloganları yazıyor ise dikkate alınacak tarafı yoktur. Zira o ürünlerde ucuz kalabileceğine önce kendisi inanmadığı için bunu yapmaktadır. Neticede indirimli net fiyatları kıyaslandığında, rakiplerde daha düşük raf fiyatları olduğu görülecektir. Bu uygulamanın tek istisnası kategorinin tümünü kapsayan tek indirim oranı olabilir. Zira onlarca ürünü fiyatlı olarak sayfaya sığdırmak kolay değildir. Tüketici tarafından da ancak bu kadarı anlayışla karşılanabilir.
- Bakkaldan sadece ekmek ve gazete alanların, bazı market raflarındaki indirimli fiyatları gösteren sarı etiketleri okuduktan sonra not almalarını ve bakkal fiyatları ile karşılaştırmalarını tavsiye ederim. “Bakkal pahalıdır” inanışının nasıl boşa çıktığını göreceklerdir. Evet küçük esnaf küçük hacimli ticareti sebebiyle bir ürünü daha pahalı alabilir ama kâr marjı da daha düşüktür.
Bakkal genelde indirim yapmıyor diye net fiyat kıyaslaması dışında tutulamaz.
Üstelik tedarikçinin makul kâr içeren perakende fiyat etiketli ürününü bakkal satar ama büyük perakendeciler bu tip ambalajı kabul etmezler.
- Göstermelik indirim; önce fiyatı yükseltip sonra bunun üzerinden ‘indirim oranı’ duyurusu yaparak gelişir. Oysa bir indirim “son 30 gündeki en düşük fiyat” üzerinden yapılmalıdır. Buna imkan yoksa o üründe indirim söz konusu olmamalıdır. Asansör fiyatlandırma adını verdiğim bu usul çok yaygındır ve bir örneğini Gıda Dedektifi hesabından aktarmak isterim:
Büyük bir süpermarket zincirinde; Milka çikolata çeşitleri için 4-17 Ocak 2024 tarihleri arasını kapsayan insert döneminde yüzde 30 indirim yapılıyor. Milka beyaz çikolata 80 gr fiyatı 56,00 TL’den, 39,20 TL’ye inmiş gözüküyor. Ancak 1 hafta önce (28 Aralık 2023) 39,90 TL’ye yeni artış yapıldığı anlaşılıyor. Raftaki sarı indirim etiketinin altında unutulmuş olan beyaz etikette çok açık görüldüğü şekilde ve bir hafta gibi kısa süre içinde (muhtemelen 3’er gün ara ile) fiyat bir kere daha 56,00 TL’ye çıkıp geri geliyor. Bu şekilde bile indirimli fiyat hâlâ 8 gün önceki normal raf fiyatının üstünde kalıyor. Ve buna da indirim deniyor. Benzer örneklerin onlarcasını biraz dikkat harcayan her tüketici kolayca tespit edebilir.
- Ürün kampanyaları ile göstermelik indirimleri birbirine karıştırmamak gerekir. Birincisinde, ‘ürünlerin satışlarını en üst düzeye çekerek yıllık satış cirosunu artırmak’ hedefken, ikincisinde inserte indirimli fiyatı koyup, göz boyamak tercih sebebidir. Kampanyalarda ürün ortaya yığılır, diğerinde ise usulen rafta tutulur. Burada sadece tüketicinin kandırılması değil, fahiş fiyat denetimi yapan görevlilerin de olumlu etkilenmesi amaçlanıyor olabilir.
Sonuç olarak; iskonto veya indirim tek başına fikir verebilecek kavramlar değildir. Resme en geniş açıdan bakıp, gereken kıyaslamaların yapılması ve bunu alışkanlık haline getirenlerle ilişkinin gözden geçirilmesi esas olmalıdır.
Araştırmayan ve kolay tepki vermeyen bir tüketim toplumuyuz. İşte bu ve benzer girişimde bulunanları cesaretlendiren de bu özelliğimizdir.
Ercüment Tunçalp
Rakamları farklı yorumlamak!
Fiyat kıyaslamalarına ağırlık verince sektörün içinden; tedarikçi, perakendeci veya çalışanlar arasından arayanım çok oluyor.
Geçenlerde önemli bir tedarikçi aradı, “süt ürünlerinde esas parayı perakendeci kazanıyor, yüzde 65 kâr koyuyorlar” dedi.
Ben de adı geçen perakendecinin süt ürünlerindeki brüt kâr marjının yüzde 39-40 civarında olduğunu öğrendim. Arada ne kadar fazla fark var değil mi?
Değil!
İki taraf da aynı kazançtan bahsederek doğruyu söylüyorlar ama farklı ifade ediyorlar…
Tedarikçi, fatura ettiği fiyatın üzerine yüzde 65 kâr ilave edildiğinden bahsediyor. Şöyle ki;
Kâr oranı, ürün veya hizmetlerin satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın alış fiyatına oranıdır. Bahse konu olan budur. Yani perakendecinin 100 TL’ye aldığı bir ürünü tüketiciye 165 TL’ye satması durumunda formül;
Kâr oranı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Alış fiyatı]x100 şeklindedir.
Örneğimizdeki hesapla kâr oranı= [(165-100)/100]x100= %65 çıkar.
Perakendeci ise bütün dünyada hesaplandığı şekilde; kârını alış fiyatına değil satış fiyatına endeksliyor. Bu durumda da brüt kâr marjı; ürünün satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın satış fiyatına bölünüp, 100 ile çarpılması sonucunda bulunuyor.
Brüt kâr marjı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Satış fiyatı]x100 formülü ile…
Örneğimizdeki hesapla brüt kâr marjı= [(165-100)/165]x100= %39,4 çıkar.
Rakamlar TL üzerinden ve KDV hariçtir.
Yani iki taraf da doğru söylüyor ama piyasada ikisinden birisi yalancı durumuna düşebiliyor. Kâr marjının insaf boyutunu ise takdirlerinize sunuyorum.
İş planları yapılırken ilk dikkate alınacak veriler aylık ve yıllık enflasyon oranlarıdır. Bu hesabı ülkemizde resmi olarak TÜİK yapmaktadır. Bunun dışında İstanbul Ticaret Odası’nın ve ekonomistler tarafından oluşturulan ENAG adlı grubun benzer hesapları yapıp aynı tarihlerde yayımladıkları da bilinen bir durumdur. Ancak bu üç kurum tarafından çıkartılan oranlar yan yana konduğunda arada çok büyük farklar oluştuğu görülmektedir. ENAG yıllık enflasyon oranları her zaman 1 kat daha fazla çıkmaktadır. Hadi onu kenara ayıralım, TÜİK’in Ağustos ayı TÜFE artış oranı yıllık bazda yüzde 51,97 iken, İTO Ağustos ayı ücretliler geçinme endeksi yüzde 61,57 çıkmıştır. Aradaki farkın yüzde 18,5 olması normal değildir. Zira enflasyon sepetlerinde hep birbirine benzer ürün ve hizmetlerin yer alması ve yine benzer ağırlıklara göre işlem görmesi istatistiki açıdan mecburiyettir. Dolayısıyla çıkacak sonuçlar farklı da olsa asla birbirinden bu kadar uzak düşen veriler olarak karşımıza çıkamaz. Burada aynı dilden konuşmamızı engelleyen sebepleri bilmiyor ve merakımızı gideremiyoruz. Çünkü TÜİK, 409 ürünün aylık fiyat değişimlerini gösteren ve enflasyon sepeti olarak bilinen “madde sepeti ve ortalama madde fiyatları” tablosunu Haziran 2022’den beri açıklamıyor.
Bu durumda gerek perakendecilerin gerekse tedarikçilerin kendi enflasyon oranlarını çıkartmaları ve iş planlarını da buna göre yapmaları kendi menfaatlerinedir. Yoksa yapılan hesapların şaşması söz konusudur.
Merkez Bankası Başkanı, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 36’dan yüzde 38’e çıkartmıştı. Bu tahminin tutması hemen hemen imkansızdır. Böylece reel faiz her türlü hesapta eksidir. Evet reel faiz hesabı beklenen enflasyona göre yapılır ama hayali enflasyona göre yapılamaz…
Politika faizi yüzde 50, mevduat faizi yüzde 47 olursa, yıl sonunda da enflasyon yüzde 55 çıkarsa reel faiz yine eksidir. Buradan da faiz indirimi kararı çıkamaz.
Çıkarsa, kur ve enflasyon tekrar tırmanışa geçer ve başladığımız yere döneriz.
“Müjde enflasyon düşüyor.” Bu şablon haberle de isteniyor ki; vatandaş bunu “fiyatlar düşüyor” şeklinde okusun. Oysa düşen sadece fiyat artış hızıdır!
Örneğin; asgari ücretlinin 12 ay sabit kalan 17.002 TL’lik aylık geliri ile hayat kolaylaşıyor mu? Hayır.
Gelir sabit kalırken fiyatlar da sabit kalıyor mu? Hayır.
Peki ne oluyor? Gelir sabit kalırken 1 yıl içinde 1000 liralık mal ve hizmet 2000 liraya tırmanmıyor, 1500 liraya kadar çıkıyor. Yani vatandaşın çektiği sıkıntı artmaya devam ediyor.
Bu sebeple de “en kötüsü geride kaldı” sözü boşlukta kalıyor.
- Eğer hâlâ enflasyon oranımızla en yüksek birkaç ülke arasında yer alıyorsak,
- Aylık enflasyonunuz hâlâ onlarca ülkenin yıllık enflasyonu seviyesinde ise,
- Hâlâ gelir dağılımı bozulmaya devam ediyorsa,
- Hâlâ ekonomide fiyat istikrarı sağlanamıyorsa,
- Emanet sıcak paranın eninde sonunda evine dönecek olması hâlâ bizi tedirgin ediyorsa, en kötüsü geride kalmış sayılamaz.
- Kaldı ki, bahse konu olan sadece enflasyonun baz etkisi ile inişe geçmesi ise halkımız bunun da sürdürülebilir olduğuna inanmıyor ki…
Hane halkının yıllık tahminini son dört aydır yüzde 71-73 bandında tutması da (Kaynak TCMB) en kötünün geride bırakılmadığının en etkili ifadesidir.
“Tüketici güveni Eylül’de arttı” haberinin ifade tarzı da temelden yanlıştır. Zira olmayan güven artamaz. Tüketici Güven Endeksi’nde sınır değer 100’dür. Bu sınırın altındaki her değer güvensizliği ifade eder. Haberin doğru şekli, “Tüketici Güven Endeksi Ağustos’ta 76,4 iken, Eylül’de 78,2’ye yükselmiştir” olmalıdır. Zira artan endekstir, güven değildir. Büyük tirajlı gazetelerin bile çoğunda bu özensiz ifade yer almaktadır. Endeks 98 bile olsa tüketici güveni söz konusu olamaz. Olsa olsa güvensizlik azalmış sayılabilir.
Sonuç olarak; matematik ve istatistik gerçeklik, her türlü kişisel görüşün önünde geldiği gibi yanlış yorumlanmaya da açık değildir. Öyle yapılsa bile her seferinde “yanlış hesap Bağdat’tan döner.”
Ercüment Tunçalp
İki ülkede iki alışveriş (16)
Uzun zamandan beri onlarca ülke ile yaptığımız fiyat kıyaslamalarında öyle bir noktaya geldik ki; artık döviz bazında da bizden pahalı ülke bulmak hayli zorlaştı. Önceki yıllarda alışveriş için ülkemize gelen yakın komşularımız arasında da artık eski şöhretimiz kalmadı.
Romanya ve Macaristan’dan sonra bu yazımızda da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bulunan tarihi Central Hall ile ülkemizdeki Carrefour fiyatlarını karşılaştırdık. Listenin birinci sütununda Central Hall fiyatlarını leva olarak, ikinci sütunda bu fiyatları güncel kurdan (1 leva= 19,33 TL) TL olarak göreceğiz. Üçüncü sütunda ise Carrefour fiyatları yer alacaktır. Sofya fiyatlarını YouTube kanalından aktaran Enes Yankaya’ya da emekleri için teşekkürler…
Önce kıyaslamamızı zorlaştıran bazı hususları belirteyim.
- Listede görüleceği üzere arada bizim aleyhimize büyük fiyat farkı vardır. Kaldı ki kıyaslamaya dahil etmediğim pahalı alkollü içecek fiyatları (viski, rakı, votka) komşuda bizim fiyatların ortalama yarısı seviyesinde olmasına rağmen listede yer vermedim. Yoksa aradaki farkın daha da açılması kaçınılmaz olurdu. Ülkemizde üretilen Tekirdağ rakısı bile bizim raflarda yüzde 47 daha pahalıdır.
- Bulgaristan’da çarşı, pazar, market fiyatlarında istikrar vardır ve tezgahtan tezgaha fazla oynama yoktur. Bizde ise benzer satış noktaları arasında bire bir aynı markalı ürünlerde bile fiyat farkı yüzde 50-60 oranlarına ulaşabiliyor.
- Satın alma gücünü kıyaslamak üzere ele alınacak en sağlam veri asgari ücretli çalışan geliridir. Ancak bizim ülkemizde asgari ücretli çalışan oranı yüzde 57 olmasına karşılık Bulgaristan’da sadece yüzde 14’dür. Dolayısıyla bizim tarafta ortalama ücret haline gelen gelir ile diğer taraftaki küçük bir çalışan grubunun gelirini karşılaştırmış olacağız. Bunu da kenara not edelim.
Şimdi de ilişikteki liste üzerinden kıyaslamalara başlayalım…
- 33 kalemlik listemizde sanal alışverişin Bulgaristan tarafındaki tutarı 122,15 leva, karşılığı ise 2.360,95 TL iken; Türkiye tarafındaki tutarı 3.411,70 TL’dir.
- Alışverişin yapıldığı tarihte 1 Bulgar levası 19,33 TL karşılığıdır. 1 Euro1,95 Bulgar leva karşılığıdır. 1 Euro 37,98 TL karşılığıdır.
- Ülkemizde asgari ücret 17.002 TL iken Bulgaristan’da 933 Leva’dır ve bu ücret 18.035 TL karşılığıdır. Her iki ücretin güncel kurdan karşılığı ise Türkiye’de 448 Euro, Bulgaristan’da 475 Euro dur. Ancak küçük bir istisna dışında Bulgaristan’da aylık ortalama net ücret 1.662 Leva olup, karşılığı 843 Euro dur. Bunu kullanmayacağız ama yine de aklımızda tutmalıyız…
- Asgari ücretli bir Bulgar vatandaşı aylık geliri ile bu alışverişi 1 ay içinde 8 defa tekrarlayabilirken, aynı alışverişi Türk vatandaşı 5 defa yapabilmektedir. Başka bir ifade ile Bulgar tüketici bu alışverişi gelirinin yüzde 13’ü ile yapabilirken, aynı alışverişi bizim tüketicimiz gelirinin yüzde 20’si ile yapabilmektedir.
- Listede görüleceği üzere döviz bazında bizde daha pahalı olan ürün sayısı hayli fazladır (22 adet). En ilginç tarafı; komşudaki ithal muz fiyatının yüzde 158 fazlası bizim yerli muza aittir. Dana eti fiyatı da bizde yüzde 180 daha yüksektir. Ancak hâlâ bazı spekülatörler fiyat artışı çığırtkanlığı yapmaktalar.
- Su yüzde 100, yerli ürünümüz bira yüzde 60, ayçiçeği yağı yüzde 49 döviz bazında bizde daha pahalıdır.
- Eğer her iki tarafın gelir ve fiyat düzeyleri benzerlik gösterseydi bizdeki alışverişin toplamı 3.411,70 TL yerine 2.237 TL olmalıydı. Veya 3.411,70 TL’lik alışverişi yapan vatandaşımızın asgari ücreti 25.929 TL’yi bulmalıydı.
Sonuç olarak; bu olumsuz tablo son yıllarda oluşmuştur. Kişi başına milli gelir 2002 yılında Türkiye’de 3.688 dolar iken Bulgaristan’da 2.093 dolar idi. 2023 yılına geldiğimizde ise kişi başı milli gelir Türkiye’de 13.109 dolara, Bulgaristan’da 16.087 dolara ulaşmıştır. (Kaynak: Euronews- Ekonomim)
Böylece son 21 yılda Türkiye’de gelir 3,5 kat artarken, Bulgaristan’da 7,6 kat artmıştır.
Hep büyüme ile övünürüz ya; işte her iki ülke vatandaşına da yansıyan büyüme rakamları yukardadır. Komşunun 2023 yılı işsizlik oranı yüzde 4,3 ile enflasyonu da yüzde 4,7 seviyesiyle fark yaratmaktadır. Yirmi yıl öncesine kadar hiçbir şekilde kıyaslanmayı kabul etmediğimiz Bulgaristan ile aramızdaki son durum budur. AB’ye katıldıkları 2007 tarihinden itibaren (Romanya ile birlikte) kaderleri değişmiştir. Bizde ise refah seviyesi tartışmalı konudur.
En yüksek gelire sahip ilk yüzde 20’lik dilimin (17-18 milyon) yaşantısına bakarak; “işte pahalı telefon kuyrukları, dolu olan lokantalar, kafeler; demek ki durum anlatıldığı gibi değil” sonucu çıkaranlar esas tabloyu gözden kaçırıyorlar. Zira bizim nüfusumuz 85 milyon ile sınırlı olmadığından kişi başı milli gelir hesabında ince ayar gerekiyor. Sığınmacıların ürettikleri mal ve hizmetleri toplam milli gelire dahil edeceksiniz ama kendilerini nüfusa dahil etmeyeceksiniz. Bu hesap gerçeği yansıtır mı?
“Efendim uluslararası hesaplar da böyle yapılıyor.” Olabilir, yüzde yarım sığınmacı barındıran bir ülkede hesaplar fazla etkilenmez. Oysa bizim gibi nüfusunun en az yüzde 10’u oranında geçici sığınmacıya sahip bir ülkede kişi başı milli gelir rakamı çok değişebilir. Örneğin asgari 8,5 milyon geçici sığınmacıyı da ilave edersek ülkemizde yaklaşık 94 milyon insan yaşadığını varsayabiliriz. Bu durumda da kişi başı milli gelirimiz 11.904 dolara iner.
Kaldı ki Almanya “240 bin göçmenin ekonomiyi olumsuz etkilediğinden” bahsederken, bizim misafirperverliğimizin maliyetini ölçmek zor olmasa gerek…
Kaynak:
- 2023 yıl sonu nüfusumuz 85.372.377 kişidir (TÜİK).
- 2023 yılı GSYH 1 trilyon 119 milyar dolardır (AA).
- 2023 yılı kişi başı GSYH 13.109 dolardır (TÜİK).
- Göç İdaresi Başkanlığı’na göre ülkemizde 4.449.333 yasal kalış hakkı olan yabancı bulunmaktadır. En az 4 milyon da her gün kaçak yollardan ülkeye girmeye devam eden veya yasal kalış hakkı bulunmayan Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve diğer Asyalı düzensiz göçmenlerin varlığı için asgari ölçüdür.
Ercüment Tunçalp
Gıda katkı maddeleri ile ne kadar ilgiliyiz?
Sakın yanlış anlaşılmasın, bugünkü konumuz taklit ve tağşiş yapılan ürünler değildir. Zira bu konuda bilgilenme imkanını kaybettik. Bu sefer gıda tüzüğüne uygun görünen ama aklın kolay kabul edemeyeceği tuhaflıklara bakacağız…
İhracata gönderilenler arasında da kötü niyet yerine ihmal unsurunun daha ağır bastığını göreceğiz. Zira yıllarca ihracata ürün hazırlamış ve gönderdiği ürün hiç geri dönmemiş bir kişi olarak disiplinli çalışmanın ve titiz kontrolün yeterli olduğunu rahatça söyleyebilirim. Dolayısıyla bu konudaki ihmalin neticesi gıda ürünlerimize kötü şöhret kazandırmaktır. Yerli tüketiciyi ilgilendiren kısmı ise AB kapısından dönen ürünleri kimin tükettiğidir?
Şimdi biz anlatalım, sizler de bu ürünlerin ne kadarının sadece yanıltma ne kadarının da direkt sağlık riski yaratabileceğine karar veriniz. Ürünleri isim vermeden sadece eksiklerini sıralayarak aktaracağım. Markaları öğrenmek isteyenlerin ‘Gıda Dedektifi’ veya ‘Denetle’ hesaplarından meraklarını giderme imkanları olacaktır. Görüleceği üzere bu markaların çoğu tanınmış olanlardır. Buraya bakarak merdiven altı üretimin sınırlarını da tahmin etmek hiç zor olmasa gerek. Hemen altını çizmeliyim ki; görevini titizlikle yapan büyük işletmeler olduğu kadar, küçük işletmeler içinden de isimsiz kahramanlar çıktığını sıkça izlemekteyiz.
İhracata gidip yabancı ülkelerin kapısından dönen ürünlerimizi kabahatleri ile birlikte RASFF (AB Gıda ve Yem için Hızlı Uyarı Sistemi) bütün dünyaya açıklıyor zaten…
Bizim ülkemizde ise 1 Mart 2022 tarihinden beri ayıplı ürünler açıklanmıyor.
Bu bakımdan sadece ambalaj üzerindeki tuhaflıkları duyuran sosyal medya hesaplarına takdirlerimi sunuyor ve halkı aydınlatma adına önemli bir açığı kapattıklarını da rahatça söyleyebiliyorum.
Şimdi ambalaj üzerinden en uç çelişki yaratan ayrıntıları takdim ediyorum:
- Ambalajında ‘Bardakta çikolatalı puding’ yazan ürünün içerik etiketinde, binde 1 oranında çikolata tozu (1 gr bile değil) bulunduğu, gerisinin aroma vericilerle takviye edildiği itiraf ediliyor.
- Kutunun üzerine hiç sıkılmadan ‘Sütlü salep’ yazıp, sonra da içerik kısmında içine salep konmadığı (onbinde 1 salep tozu olduğu) itiraf edilen bir içecek tozu raflarda yer alabiliyor.
- Yoğurt ambalajı üzerinde yarım yağlı (%1.5 süt yağı içeren) ve az yağlı (%0.6 süt yağı içeren) olduğunu bildirdikten sonra ‘Doğal’ sıfatını eklemeyi ihmal etmeyen markaya da “dur” diyen çıkmıyor! Amaç ne olursa olsun; içinden yağı çekilmiş bir süt ürünü doğal sayılamaz. Doğalın anlamı, “doğada bulunduğu şekilde” demektir ve istisnası da yoktur.
- Üretici tanınmış bir marka, satıcı ülkenin büyük perakendecisi, ürün de market markalı yeşil zeytin. Tuhaflık, kavanozun üzerindeki etikette “Doğal yeşil zeytin” ve “Doğal salamura” ifadelerinin olmasıdır. Gerçek dışı beyanın bu kadarı hiçbir yetkilinin dikkatini çekmiyor. Ürün içeriğinde; sitrik asit, laktik asit, askorbik asit, potasyum sorbat ve sodyum benzoat gibi katkı maddeleri bulunuyor ama yine de “doğal” özelliği kaybolmuyor!
- Adı “çilekli süt” ama içinde çilek bulunmuyor (onbinde 1 çilek varmış).
- Adı “gül şerbeti” olsa da içinde hiç gül yok (onbinde 1 bile yok). “Yalandan kim ölmüş” diye diye bu noktaya geldiğimizi çok açık gösteriyor.
- Vişne suyunda hiç vişne yok. Vişne tadı aroma vericilerle sağlanıyor…
- .Tanınmış markanın “kahveli” ve “beyaz çikolatalı” içeceği içinde ne kahve ne de beyaz çikolata bulunmuyor. Güya ‘var olduğunu’ kanıtlamak ister gibi binde 8 çözünebilir kahve ile onbinde bir beyaz çikolata koklatılmış. Bunların yerine de tat vermek üzere mocha aroma vericisi ve beyaz çikolata aroma vericisi kullanılmış.
Şimdi de gıda ihraç ürünlerimizin akıbetine bakalım:
- Almanya’ya ihraç edilen ‘Detoks çayı’nda, kalp krizlerine neden olabilecek sibutramin maddesi yüksek oranda tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.
- Bulgaristan’a ihraç edilen limonlarda yüksek miktarda imazalil isimli pestisit artıklarının iade sebebi sayıldığı bildirilmiş.
- Belçika’ya ihraç edilen fındık ezmelerinde salmonella tespit edilmesi iade nedeni sayılmış.
- Bulgaristan’a ihraç edilen yeşil biberlerde yüksek miktarda Buprofezin ve Chlorpyrifos- methyl isimli pestisitler iade nedeni sayılmış.
- İsviçre’ye ihraç edilen ‘tatlı toz kırmızı biber’ de salmonella tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.
- Hırvatistan’a ihraç edilen kuru incirlerde aflatoksin tespit edilmesi iade nedeni sayılmış.
- Polonya’ya ihraç edilen kirazlarda yasaklı bitki koruma ilacı dimethoate tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.
Yerimiz sınırlı olduğu için ancak küçük bir kısmını burada aktarabiliyoruz.
Sonuç olarak; yukarda ilk bölümde belirttiğim aldatıcı ürün niteliklerinin sağlık riski taşıdığını iddia etmiyorum, sadece kandırıldığımızı söylüyorum.
Basit bir örnek; İtalya’da Lidl mağazalarında satılan bisküvilerin ambalajında “Palm yağı içermez” açıklaması var. Bizde ise bol kepçe kullanılan bu yağın (ucuz olduğu için) savunucularına sormak ve yabancı üreticilerin bu açıklamaya neden ihtiyaç duyduklarını öğrenmek isterim. Aynı şekilde bazı yerli üreticilerin “glikoz- fruktoz şurubu içermez” açıklaması da izaha muhtaçtır. Öyle ya bu maddeler zararsız ise açıklama sahipleri işgüzarlık mı yapıyorlar!?
İkinci bölümde ise sağlık riski oluşturan ürünlerimizi dış kaynaklardan öğreniyoruz. RASFF, Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilmiş, AB üye ülkeleri için gıda güvenliği ile ilgili bilgilerin toplandığı bir veri tabanı olarak hizmet veren izleme ve bildirim aracıdır. Bizi ilgilendiren kısmı, AB dış sınırlarında test edilen ve reddedilen gıda ve yem sevkiyatlarını öğrenebilmektir. Zira yediğimiz, içtiğimiz ürünlere dair sağlık riski yaratanları öğrenebileceğimiz başka bir kaynak yoktur. Benzer denetim sonuçlarını yurt içinde de tüketiciye duyuracak bir kaynağa yeniden kavuşmak dileğiyle…
H.Fuat Okçuoğlu
7 Mayıs 2024 saat: 19:01
Üstadım, her zamanki gibi kıymetli deneyimlerinizden süzülen önemli bilgiler edindik. Teşekkürler, saygılarımla
Ercüment Tunçalp
8 Mayıs 2024 saat: 12:27
Değerli dostum teşekkür ederim. Sizin biriktirdikleriniz de hayli fazladır.
Saygılar.