Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Market markalarının gücü

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Dünyanın ve ülkemizin en önemli araştırma şirketlerinden Ipsos, yine ses getirecek bir araştırmaya imza attı.

Ulusal zincirler ve indirim marketleri dışında tüm satış kanallarında ve ana ürün gruplarında alışveriş sıklığının azaldığı bu araştırmanın en önemli sonucudur.

Acaba neden?

Sürekli tekrarladığımız üzere; tüketici tarafından market markaları güçlü olan perakendecilere doğru bir yöneliş olduğu anlaşılıyor.

Araştırmada, bir ay önceki “Private Label enflasyondan korur” başlıklı yazımda ortaya koyduğum tespitlere paralel rakamsal sonuçları görmek beni mutlu etti. Demek ki yanılmamışım ve tüketici de bunu farkettiğini rakamlara yansıtmış.

Ayrıntılı sonuçlarla devam edelim:

  • 2022’de hanelerin Hızlı Tüketim Ürünleri (HTÜ) harcamaları geçen yıla kıyasla yüzde 80 artış göstermiş.
  • Ortalama bir hane yaklaşık olarak 2 günde 1 kez HTÜ alışverişi yapmış ve bir alışveriş sepetine 85 TL ödemiş.
  • Geçen yıla kıyasla alışveriş sıklığı azalmış.
  • Haneler Ocak-Kasım 2022 döneminde 204 kez alışverişe gitmişler.
  • Market markalı ürünlerin payı artmış.
  • Her hane ortalama 100 TL’lik harcamasının yaklaşık 54 TL’sini markalı, 24 TL’sini açık, 22 TL’sini ise market markalı ürünlere ayırmış.
  • Geçtiğimiz yıla göre indirim marketleri daha çok tercih edilmiş. Bu tercihle, özellikle et, peynir, sıvı yağ gibi genel gıda ürünlerinde market markalı ürünlerin harcama payı artmış.
  • Market markalı ürünlerin ulusal zincirlerdeki payı da kademeli olarak artmaya devam etmiş. Bu tercihle de özellikle yumurta, toz şeker, makarna, un gibi genel gıda ürünlerinde, kişisel bakım ve temizlik ürünlerinde ulusal zincirlerdeki market markalarına yönelim artmış.

Bundan ne sonuç çıkarmalıyız?

Şube sayısı yeterli olan yerel perakendecilerimizin de özel marka uygulamalarına gecikmeden başlamalarının şart olduğunu anlamalıyız.

Veya yakın şehirlerde yer alan yerel perakendecilerimizin organize olarak ortak private label çalışmaları başlatmalarının uygun olduğunu görmeliyiz.

Veya bazı yerel üreticilerin markalarını münhasıran böyle yerel organizasyonlara tahsis etmelerinin muhtemel ticari sonuçlarını değerlendirmeliyiz.

Ipsos araştırmasına göre; 2022’de hanelerin yüzde 76’sı hızlı tüketim ürünleri alışverişlerinde küçük boy alışveriş sepeti (1-3 farklı ürün), yüzde 15’i orta boy sepet (4-6 farklı ürün), yüzde 9’u da büyük alışveriş arabası (7 ve daha fazla ürün) kullanmışlar.

Bu neyi gösteriyor?

Müşteri profilinin ağırlıkla hangi gelir gruplarına ait olduğunu ve bu grupların da alım gücünü hızlı şekilde kaybettiklerini çok açık ifade ediyor.

Geçen haftaki “Asgari ücret ve alım gücü” başlıklı yazım bu amaçla yazılmıştır. Tüketici çoğunluğunun memur, emekli ve asgari ücretli çalışanlar olduğu bilindiğine göre, bu vatandaşların alım gücü kayıpları görmezden gelinemezdi. Ayrıca işin insani boyutu yanında ticareti olumsuz etkileyecek yanını da gözden kaçırmamak gerekir ki; şirketlerin sağlığı için alınacak tedbirlerde eksiklik yaşanmasın…

Ipsos araştırmasına göre; 2022’de ortalama bir hane her 100 TL’sinin yüzde 84’ünü gıda ve içecek, yüzde 9’unu kişisel bakım, yüzde 7’sini ise ev bakım ürünleri için harcadı. Geçen yılla kıyaslandığında gıda ve içeceklerin payı artmış.

Peki bunu nasıl yorumlayabiliriz?

Alım gücü düştükçe gıdanın harcamalar içindeki payı artar. İşte bunun için yıllardır alt gelir grubunun gıda payı, ‘TÜİK sepetindeki gıda ağırlığının yaklaşık 2 katıdır’ diyoruz. Bu grubun enflasyonu daha yüksek hissetmesi bundandır ve yukardaki araştırma sonucu da bunu teyit etmektedir.

Ipsos araştırmasına göre; 2022’nin öne çıkan perakende satış kanalları, indirim marketleri ve e-ticaret şirketleridir.

  • Hanelerin hesaplı ürün arayışı indirim marketlerinin büyüme hızını artırmış.
  • Genel olarak haneye giren ürün sayısındaki azalmaya rağmen indirim marketlerinden alınan ürün sayısı artmış (%4).
  • Böylece indirim marketlerinin hane harcamalarındaki payı belirgin artış göstermiş.
  • E-ticaretin büyüme hızını korumasında da daha fazla indirim ve fiyat avantajı öne çıkmış.

Bundan ne anlıyoruz?

Üzülerek söylemeliyim ki; zorunlu olarak fiyat avantajı arayışı önceliği almış, kalite arayışı ise geri planda kalmıştır. Yukarda belirtilen 2 kanal belli bir kalite seviyesini korusa da gidişatı dışardan izleyen bazı çevrelerin sırf fiyat düşüklüğü sayesinde standart dışı üretim için tolerans görebileceklerine dair ümitleri artmıştır. İşte en önemli risk budur…

Sonuç olarak; bu araştırma sonuçlarını destekleyen, piyasanın barometresi durumundaki semt pazarlarında daha sert miktarsal düşüşler yaşandığını bizzat ilk ağızdan duyuyoruz. Esnafla konuşuyorum; artık herhangi bir ürünü 3-5 kg alan müşterinin kalmadığı, ortalama alış miktarının yarım kg civarında olduğu, adetle alınan meyve çeşitlerinin de arttığı belirtiliyor. Satışa açık sunulan salçanın kaşıkla, sıvı yağın bardakla satışı yeni ölçü birimi olmuştur. Elbette esnaf sadece tüketici adına değil, kendisi için de endişe ediyor. Bu sebeple çarkı döndürebilmek adına boş dolaşan değil, alım gücü yeterli olan müşteri istiyor.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Bazı şirketler neden zora giriyor?

Ercüment Tunçalp

Nakit akış yönetimindeki yetersizlik sebebiyle finansman sıkıntısı yaşayan ve işletme sermayesi eriyen işletmelerin konkordato talepleri adeta rekor kırıyor.

Bu konuyu en başa almam hiç tesadüf değildir. Zira ülkemizde sadece aldığı ve sattığı fiyata odaklanan ama nakit akışına hiç kafa yormayan çok şirket vardır.

2025 yılının ilk 6 ayında mahkemelerce verilen konkordato geçici mühlet kararı sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 108 artarak 1.259’a ulaştı.

Bu neden önemlidir?

Konkordato, borçlarını yeniden yapılandırmak isteyen şirketlerin başvurdukları hukuki bir yöntemdir. Mali durumu bozulmuş olan borçlu şirket, borçlarını belli bir oranda ve vadede ödemek üzere konkordato sürecinde alacaklıları ile mahkeme aracılığıyla anlaşma yapabilir. Mevcut sistemde bir şirketin kurtuluşu amaçlanırken, tedarikçisi durumundaki onlarca şirket daha alacakları ertelendiği için zora girer. İşte en fenası bu zincirleme etkidir.

Peki buradan nasıl çıkılabilir?

Öncelikle bazı şirketlerin yasal boşlukları kötüye kullanarak, geçici bir süre de olsa borçlarından kurtaracak koruma kalkanına sahip olma arzuları boşa çıkarılmalıdır.

Ekonomideki belirsizliği artıran yüksek enflasyon oranlarının makul düzeylere indirilmesi ile ancak tüketici talebinde istikrar sağlanabilir. Zor olduğu açıktır.

Zira faiz oranlarındaki aşırı yükseklik tasarrufları artırırken, özel tüketim harcamalarını olumsuz etkiler. Türkiye ekonomisindeki büyümenin talep itişli tüketim harcamalarına dayandığı bilinmektedir. Ancak son zamanlarda dayanıklı tüketim harcamaları da azalmış ve devre dışı kalmıştır.

Yıllardır bu tehlikeye işaret ederek en büyük riskin AVM’ler için geçerli olacağını yazıyorum. Nitekim plansız yatırımlar sonucu bazı bölgelere yığılma, kapanmaları veya kapanma kararlarını hızlandırmıştır. Kira gelirleri TL olduğu halde dövize endeksli borçlanmaları da nedenlerden biridir. Ayrıca sadece yeme içme katlarının AVM’leri yaşatmaya yetmeyeceği de çok önceden belliydi.

Milli gelir hesabında özel tüketim harcamaları üç kategoriye ayrılır. Dayanıklı mallara dair harcamalar, hizmetlere dair harcamalar, dayanıksız mallara dair harcamalar olmak üzere…

Dayanıklı mallar genellikle kullanım ömrü üç yıldan fazla olan mallardır. Bu mallara yapılan harcamalar oldukça fazla dalgalı seyir izler. İşte bunun için bu kategoride faaliyet gösteren işletmeler daha fazla risk altındadırlar.

Nitekim yabancı sermayenin ülkeden çıkması, yerli sermayenin de yatırımlarını yurt dışına kaydırması çoğunlukla bu kulvarda cereyan etmektedir.

Hizmetler kısmı; seyahat, konaklama, sağlık, sigorta, finansal hizmetleri, telefon ve kamu hizmetlerini kapsar. Dayanıksız mallar, yiyecek ve diğer çabuk bozulabilecek ürünlerle birlikte benzin ve giyimi de kapsar. Tüketicinin en temel ihtiyaçlarıdır ve bu harcamalardan kaçma imkanı yoktur.

Dolayısıyla ekonomide beklenen muhtemel canlanmanın ilk belirtisi, dayanıklı tüketim mallarına yönelen talebin artması olmalıdır. Oysa bugün olduğu gibi ekonominin durgunluğa girdiği dönemlerde konut, otomobil, mobilya, beyaz ve elektronik eşya satışları azalır. Gıda harcamaları ise en az negatif etkilenen kategoridir. Zira yaşamak için yemek lazımdır. Bunun dışında aile bütçesinde kaynak kalsa bile ekonomik istikrarsızlık ve kriz korkusu zor günler için para biriktirmeye yöneltir, harcamaları azaltır.

Kısa dönemde tüketim harcamalarını etkileyen en önemli değişken reel gelirdir.

Herhalde ülkemizde sabit gelirliler için reel gelirin sürekli düştüğünü kabul etmeyecek kimse yoktur.

Peki bu durumda kime satış yapılabilir?

İmkanları sürekli azalan tüketici çoğunluğuna…

Ayrıca yukardaki harcamalar şirketler için de gelir kapısıdır. Tüketicinin daha fazla para harcayacağına inandıklarında, kârı artırma arzusu bu şirketleri üretimi artırmaya yöneltir. Eğer mevcut kapasite yetersiz ise yeni yatırımlarla kapasite artırımı söz konusu olur. Maliyetler, yüksek ölçek ekonomisinin getirdiği üretimdeki miktar artışı sayesinde düşer. Ancak bu aşamadan itibaren tüketici harcamalarını kısarsa işletmelerin birim maliyetleri artar, kârları azalır. Tekrar küçülmek, çalışanların bir kısmını işten çıkarmak, maaşları azaltmak kısa vadede o kadar kolay olmadığı için verimliliği de düşürür ve işletmenin geleceğini tehlikeye sokar.

Önceki krizlerde de bu gelişmeler, benzer şekilde yaşanmıştır.

Peki bu günkü durgunlukta ne olacak?

Yukarda da belirttiğim gibi düşen satışlar o genişlemiş kapasiteyi kârsız bırakabilecektir. İşte plansız yatırımlar dediğim budur. Bunun içinde; yanlış yer seçimi, rekabetin dikkate alınmaması, geleceğin doğru okunamaması, nakit akışının hatalı yönetilmesi ve büyüme heyecanının ateşlediği ihmaller de vardır.

Dolayısıyla iflas ve konkordatoların artmasına, yönetim hataları ile olumsuz ekonomik çevre koşullarının birleşik etkisi neden olmaktadır.

Sonuç olarak; sadece bizde değil çoğu gelişmekte olan ülkelerde faiz oranları ve özel tüketim harcamaları büyümenin lokomotifidir ve bu durumun çok da sağlıklı olduğu söylenemez.

Sıkı para politikası uygulandığı zamanlarda yüksek enflasyon ve yüksek faiz sebebiyle borçlanma maliyeti artar, daha da fenası finansmana erişim zorlaşır.

Sıkı para politikası, değişik gelir gruplarını farklı nedenlerle etkilese de tek sonuç üretir, o da harcamaların azalmasıdır.

Tasarruf imkanı olan bireyler yüksek mevduat gelirleri sonucu harcamalarını kısarken, talebi krediye dayanan bireyler ise yükselen kredi maliyetleri ile harcamalarını kısarlar. Elbette pramitin en üstündeki yüzde 10’luk kaymak tabaka bu tespitin dışındadır. Onlar için her durumda değişen bir şey olmaz.

Ancak bu grup sayısal olarak reel sektöre ilaç olmaya yetmez…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

İki ülkede iki alışveriş (19)

Ercüment Tunçalp

Bu hafta İran’dayız…

Küresel ölçekteki en büyük hipermarketler bu ülkede de var. Müşteri tercihine ve mağaza matematiğine uygun şekilde alan yönetimi de oldukça başarılı…

Ancak komşumuz İran’ın en zor ve istikrarsız pazarlardan olması nedeniyle fiyatları TL’ye çevirmenin zorlukları yaşanıyor.

Para birimleri İran Riyali (IRR) olmasına rağmen, resmi olmadığı halde günlük hayatta ve alışverişlerde Tümen (Toman) kullanılıyor. Haliyle bu durum turistlerde (bizde de) kafa karışıklığı yaratıyor. Bir malın fiyatı 10.000 Riyal ise yerli halk buna 1.000 toman diyor. Ancak iş bununla da bitmiyor!

İran’ın ulusal para birimi için de değişik döviz kurları uygulanıyor. Hükümetin döviz kuru, esas olarak ithalat gibi resmi işlemlerde geçerli oluyor. Genellikle bu kur çok düşük olduğu için turistler tarafından tercih edilmiyor. Geriye dövizi dışarda (lisanslı döviz büroları) veya karaborsada bozdurmak kalıyor ki ne anlaşılması ne de yabancı paranın korunması kolay olmuyor. Yani havaalanında ayrı, bankada ayrı, otelde ayrı kur sebebiyle İran Riyali’ne değer biçmek zor oluyor.

Bunun üstüne son İran-İsrail savaşı, İran’ın finansal piyasalarında daha da ciddi dalgalanmalara neden oldu. İran piyasaları artan gerilim nedeniyle günlerce kapalı kalırken, döviz kurlarında dramatik hareketler yaşandı.

Dolayısıyla fiyat kıyaslamalarını yaparken hangi kurdan TL’ye çevireceğimize karar vermek zor oldu. Aynı tereddüdü alışverişi yapan youtuberlar da yaşamış olmalı ki, yaklaşık dolar değerlerine de alt yazı olarak ekranda yer vermişler. Ben de o dolar fiyatlarını dikkate alarak TL’ye çevirdim.

Fiyatları duyuran “Reza and Mahsa Travellers” hesabı yöneticilerine verdikleri hizmet için teşekkür ederim.

  • İlişikteki listenin birinci sütununda İran market fiyatlarını dolar cinsinden, ikinci sütunda da TL’ye çevrilmiş şeklini gösterdim. Üçüncü sütunda ise Türkiye fiyatlarına yer verdim.
  • Türkiye fiyatları ülkemizin en büyük 2 zincirine aittir.
  • Listede 25 ürün yer almaktadır. Dolar bazında 23 üründe pahalıyız, 2 üründe ucuzuz.
  • Listenin son 3 ürünü (su, ekmek, dana biftek) alışveriş fişinde yer almadığından, sonradan tarafımdan araştırılarak listeye dahil edilmiştir.
  • Bu alışverişin İran tarafında tutarı 38,27 dolar, karşılığı ise 1.535 TL iken, Türkiye tarafında tutarı 2.806 TL’dir. Neticede bu ülkenin genel fiyatlarına göre de yüzde 82 pahalıyız. Farklı şekilde pahalı olduğumuz önemli ürünler; domates, muz, mercimek, makarna, tereyağı, süt, sosis, su ve dana biftektir. Alkolün yasak olduğu bir ülkede alkolsüz biranın fiyatına da dikkat çekmek isterim.

Şimdi de ülkenin genel durumuna bakalım…

  • İran ekonomisi, devletin ve bazı büyük şirketlerin yönetiminde olan petrol sanayisinin, küçük çapta özel ticaretin ve tarımın karışımından oluşmaktadır.
  • Ekonomi büyük ölçüde petrol ve doğalgaz gelirlerine dayandığı için dış şoklara karşı hassas kalmalarına neden olmaktadır.
  • Yaptırımlar nedeniyle ekonomik büyüme olumsuz etkilenmektedir. IMF’ye göre İran ekonomisi hızla küçülecek, 2025’te nominal GSYİH’sı 401 milyar dolardan 341 milyar dolara düşecektir.
  • Belirsizlik yabancı yatırımcıyı ülkeden uzak tutmaktadır.
  • Nüfusu bize yakın olmasına rağmen, yüzölçümü büyüklüğü 2 katımızdan fazladır.
  • İran’ın 2024 kişi başına düşen milli geliri 5.778 dolardır. İş gücünün yüzde 70’inden fazlası kayıt dışı ekonomide yer alıyor. İnsanlar kızgın, yorgun ve fakirdir.

Sonuç olarak; İran’daki ekonomik krizin temel nedenleri, yolsuzluk, kötü yönetim, bütçe açıkları, yatırım eksikliği ve kötü politikalar gibi iç nedenler ile yaptırımlar gibi dış nedenlerden kaynaklanıyor.

Ve de bu kadar ekonomik kaosa rağmen bizden oldukça ucuz çıkmaları, kişi başı gelirin yetersizliğine ve bununla ilgili olarak satın alma gücü düşüklüğüne de bağlanabilir. Bunun için bize hayli ucuz gelen bu fiyatların halkın gelirine göre pahalı bulunması gayet normaldir. Tüketici güveni de bunun için düşüktür.

Bize gelince;

Bugüne kadar yaptığımız 20’ye yakın kıyaslamada, kişi başı gelirimizin 3 katı olan ülkelerden de İran gibi üçte birimiz seviyesindeki ülkeden de pahalı çıkıyoruz. Yani netice hiç değişmiyor.

Demek ki bize özel başka nedenleri de arayıp bulmamız gerekiyor.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Enflasyona sadece emtia fiyatları yön vermez

Ercüment Tunçalp

Bir meslektaş diyor ki; “Zincirleme fiyat değişimlerinin arkasında, çoğu zaman ‘emtia’ denilen ham maddelerin hareketi yatar.”

Eğer küresel genişlikte söyleniyorsa doğrudur. Bizim ülkemizi de kapsıyorsa eksiktir.

İşte nedenleri:

  • Yıllık enflasyonun yüzde 40 seviyesinde yaşandığı ülkelerde fırsatçı enflasyonu için azımsanmayacak imkanlar vardır. Yıllık enflasyonu yüzde 3-4 olan ülkelerde ise keyfi ilaveler için pay yoktur.
  • Bilhassa yüksek enflasyon yaşayan ülkelerin şirket bilançolarında görüleceği üzere standart bir kâr marjı uygulaması da yoktur.
  • Dünya çapında fiyatlarımızı değişik ülkelerle kıyaslıyoruz. Ve görüyoruz ki; enflasyonu yüksek yaşadığımız dönemlerde dolar ve euro bazında en pahalı biz çıkıyoruz. Dolayısıyla et, süt, sıvıyağ, muz gibi ürünlerdeki yüksek fiyatları sadece ham maddeye gelen maliyet artışları ile izah etmek mümkün olmuyor.

Kaldı ki eskiden katlanılamayan bazı malzeme maliyetlerine, bugün sağladığı avantajlar sayesinde kolay karar verilebiliyor. Örneğin yüksek maliyeti sebebiyle yıllardır yaygınlaştırılamayan elektronik etiket sistemi, anlık fiyat değişimlerine imkan sağladığı için bugün kendini kısa sürede amorti edebilecek hale getirmiştir.

Nasıl mı?

Şimdiye kadar üç günde bir fiyat değişikliği yapanlar; etiket basmak, raflara yerleştirmek için personeli fazladan çalıştırmak ve eski etiketi yerinde unutarak kasada müşteri ile karşı karşıya gelmek gibi sakıncalardan kurtularak, aynı gün içinde birden fazla fiyat değişikliği yapabilecek imkana kavuşuyorlar.

Daha ne olsun?

Kötü niyetli satıcıya sağladığı görünmeyen faydalarından bir tanesi de tüketici açısından fiyat takibini zorlaştırmasıdır. Bir diğer avantajı da denetim ekibinin mağazaya girdiği an uzaktan kumanda ile bir önceki fiyatlara kolayca dönülebilmesidir.

Sadece zihinde canlandırılmasını istedim…

  • İşçilik başta olmak üzere maliyetleri bizden yüksek olan ülkelerin daha düşük tüketici fiyatlarına sahip olmaları normal görülebilir mi?
  • Yerli markalarımızın okyanus ötesindeki ABD’de ve 5500 kilometre uzaktaki Kazakistan’da dolar bazında ülkemizden ucuza satılması izaha muhtaç değil mi?
  • Yerli üretimimiz olan muzun, bu ürünü ithal eden (lojistik maliyet farkı ile) ülkelerden hem de döviz bazında daha yüksek fiyata tüketiciye ulaşması sıradan bir olay mı?

Dolayısıyla ülkemizde azımsanmayacak oranda fırsatçı enflasyonu yaşandığı ortadadır. Örneğin, tanınmış bir zincirin 50 kuruşluk alışveriş poşeti yerine 3,5 liralık kağıt torbayı zorunlu hale getirmesi tüketicinin maliyetini artırmıyor mu?

İkisini yan yana koysa ve seçimi tüketiciye bıraksa ek kâr sağladığı pahalı poşet elinde kalacaktır. Buna nasıl izin verildiği de ayrı bir sorundur.

Ne demek istediğim anlaşılmıştır herhalde…

Meslektaş devam ediyor; “Borsa, döviz, faiz gibi göstergeler çoğu zaman anlık ve manipülasyona açıktır. Ama emtia fiyatları çoğu zaman gerçeği fısıldar” şeklinde…

Hayır, emtia fiyatları da spekülasyona açıktır. Eğer böyle olmasaydı, bir yandan serbest piyasa ekonomisi tercih edilirken, bir yandan da fiyat denetimleri sürer miydi?

Bilhassa gıda sektöründe yerli hammadde kullanıldığı durumda bile ithal hammaddeyi referans gösteren söylemler dinledik. Ancak artık öyle bir noktaya geldik ki; o gerekçe de (tamamı ithal olsa dahi) bu spekülatörlere yetmemeye başladı.

Oysa tam rekabet piyasası, piyasaya dışardan hiçbir müdahalenin olmadığı ve fiyatların arz ve talebe göre serbestçe oluştuğu ideal bir piyasa şeklidir.

Ancak tek şartla; alıcı ve satıcıların tek başlarına fiyatlar üzerinde hiçbir etkilerinin olmaması durumunda geçerlidir. İşte bizde lastiğin patladığı yer tam da burasıdır. Yani tam rekabet piyasasında bir şirketin sattığı temel gıda ürününe istediği fiyatı koyması kabul edilemez. Bunun için de hayali varsayımlara dayanarak oluşturulan piyasaya tam rekabet piyasası denemez.

Sonuç olarak; bizim gibi gelir düzeyleri arasında uçurumun yaşandığı ülkelerde alt gelir grubunun dezavantajlı duruma gelmesinin önlenmesi hayati derecede önemlidir.

Son zamanlarda “enflasyon düşüyor” diye konuşulan bir gerçek var. Ancak bir diğer gerçek de hayat pahalılığının daha uzunca bir müddet kalıcı olacağıdır. Zira fiyatlar çıktığı o yüksek seviyeden geri gelmiyor, sadece devam etmekte olan artışın hızı kesiliyor. Burada sevindirici olan tek şey enflasyon düştükçe fırsatçıların imkanı daralıyor.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER