Ercüment Tunçalp
Ramazan ve iyice farklılaşan fiyatlar…
Son iki yıldır birebir aynı marka ve ambalajdaki ürünlerin satış noktaları arasında büyük fiyat farkları ile satışa sunulduğunu örneklerle anlatıyorum. Bu fiyatların çoğunun dövize çevrildiğinde bile Almanya ve ABD fiyatlarını geride bıraktığını yine örneklerle belirtiyorum. Ve artık tekrara düşmemek adına da bir hakeme başvurarak; Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) tarafından yapılan tespitleri de gündeme getirmenin isabetli olacağına inanıyorum.
8 Mart 2024 tarihli açıklamanın bir bölümünü aktarıyorum…
“Bazı gıda ürünlerinin marketlerdeki fiyat değişimi:
Yüksek maliyetle yetiştirilen ürünlerin marketlerde çok farklı fiyatlara satılması, artan enflasyonla birlikte tüketicinin alım gücünü iyice azaltıyor. Tüketicilerimiz, özellikle de emekliler hangi ürün hangi markette daha düşük fiyata satılıyor arayışına girdiler. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik şartlar nedeniyle ürün fiyatları marketlerde çok sık değişiyor. Maliyetler sebep gösterilerek marketler arası aynı marka ürünler ve et ürünleri farklı fiyatlara satılıyor.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği olarak 4 farklı marketten ve bir marketin online sitesinden, temel tüketim malzemeleri içinden seçilen 8 gıda ürününün aynı marka ve miktardaki fiyat değişimlerine yönelik çalışma yaptık. Yaptığımız çalışma sonucunda ürünlerin belirli markalar tarafından paketlenmiş fiyatı marketten markete oldukça değişkenlik gösterdiği görüldü.
Et ve süt ürünlerinde; dana kuşbaşında yüzde 69,5, tereyağında yüzde 40,2, kuzu kuşbaşında yüzde 38,4, bütün tavukta yüzde 23,3, yoğurtta yüzde 8,4, bitkisel ürünlerde ise; yeşil mercimekte yüzde 25,2, pirinçte yüzde 13,7, nohutta yüzde 5,6’ya varan oranlarda değişimler olduğu tespit edildi.
1 kilogram dana kuşbaşının fiyatı, A markette 354 lira, B markette 490 lira, C markette 465 lira, D markette 530 lira ve D marketin online satışında 600 liradır. Dana kuşbaşının farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 69,5 oranına kadar değişiyor.
1 kilogram tereyağının paketlenmiş Y markasının fiyatı, A ve C markette 299 lira, D markette ve D marketin online satışında 420 liradır. Tereyağında aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 40,2 oranına kadar değişiyor.
1 kilogram kuzu kuşbaşının fiyatı, A markette 575 lira, B markette 599 lira, C markette 610 lira, D markette 796 lira, D marketin online satışında 716 liradır. Kuzu kuşbaşının farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 38,4 oranına kadar değişiyor.
1 kilogram bütün tavuğun paketlenmiş Y markasının fiyatı, A markette 73 lira, C markette 76 lira, D markette ise 90 liradır. Paketlenmiş bütün tavuğun aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 23,3 oranına kadar değişiyor.
1 kilogram yeşil mercimeğin paketlenmiş Z markasının fiyatı, C ve D markette
100 lira, D marketin online satışında 80 liradır. Yeşil mercimeğin aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı yüzde 25,2 oranına kadar değişiyor.
1 kilogram pirincin paketlenmiş Z markasının fiyatı, C markette 66 lira, D markette ve D marketin online satışında 75 liradır. Pirinçte aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 13,7 oranına kadar değişiyor.
Geçtiğimiz ay farklı bitkisel ürünlerdeki market fiyatlarının değişimi yüzde 18 iken, Ramazan ayı öncesi yaptığımız çalışmada bu oranın yüzde 25’e kadar yükseldiğini görüyoruz.
Öte yandan Ramazan ayı gibi yoğun alışverişin yapıldığı dönemlerde marketler çeşitli kampanyalar yapıyor. Kampanyalı birkaç üründeki fiyat düşüşleri nedeniyle tüketicilerimiz bu marketlere yöneliyor. Tüm ihtiyaçlarını bu marketten aldıklarında da kampanyalı ürünleri ucuza alırken, diğer ürünleri yüksek fiyata almış oluyorlar.
Tüketicilerimiz marketler arasındaki değişen fiyatları göz önünde bulundurmalı ve alışverişlerinden önce fiyat araştırması yapmalılar…”
Sonuç olarak; yüksek enflasyon bir gerçek olmasına rağmen, bazıları tarafından bunun fırsata çevrildiği de bir başka gerçektir. Bu kadar büyük fiyat farkları ne liste değişimi ile ne maliyet artışı ile ne de brüt kâr marjındaki değişik hedefler ile izah edilemez. Zira yukardaki rakamlar arasındaki makas bu sebeplerin tamamını haksız çıkaracak kadar geniş kalıyor.
Örneğin TZOB kaynağından bir örnek daha vereyim. Şubat ayı fiyat listesinde üretici fiyatı 3,50 TL olan portakala ait 23,50 TL’lik market fiyatının mantıklı bir izahı olabilir mi?
Eğer aradaki bu yüzde 571 fark, gübre ve mazot başta olmak üzere girdi fiyatlarındaki artışa bağlanacak olursa bir başka soru gündeme gelebilir:
Taşıma maliyeti daha yüksek olan sivri biber (hacimli olduğundan) üreticide 37,25 TL iken, yüzde 48,8 farkla, marketteki fiyatı nasıl 55,43 TL olabiliyor?
Satış miktarları arasındaki büyük farktan olabilir mi?
Kaldı ki hepsi bu kadar da değil. Market tabelasına “Gurme” eklentisi ile aynı portakal 34,90 TL’ye de satılabiliyor. Aradaki fark da yüzde 897’ye çıkıyor…
Et ve Süt Kurumu kaynaklı Ramazan’a özel fiyatlı ürünlerin de bazı marketlerde eksik kaldığı görülüyor. Ekseriyetle “ithal et geldi ve bitti” sözlerini duyuyoruz.
Bir sene önce de bir ay önce de yazdım; ‘Dolar bazında dünyanın en pahalı etini yiyoruz’ diye. Ancak bozulma hızlanarak devam ediyor. Ramazan öncesi son 1 aylık fiyat değişim oranı dana karkasta yüzde 20,8, kuzu karkasta yüzde 36,4 (UKON 29.02.2024) çıktı. Perakendeye yansıyan fiyatlandırma çeşitliliğini ise yukarda aktardım. Dünyada bir örneği daha bulunmayan bu tabloyu hâlâ savunanlar olduğunu da izlemeye devam edeceğiz. Çünkü yüksek enflasyondaki ihmali görmezden gelenler ile bu fırsatı kazanca çevirenler ayrı tribünlerde yer almış bulunuyorlar. Biz ise tam orta noktada durarak tarafsız gözle bu arızalı durumun düzelmesine katkı yapmayı arzuluyoruz. Çünkü fırsatçılık en büyük beka sorunudur. Önlenemezse, alışkanlık yaptığı için enflasyonla mücadelenin önünde güçlü bir engel oluşturacaktır.
Ramazan ayınız mübarek, sofralarınız bereketli olsun.
Ercüment Tunçalp
Tağşiş yapan firmaların keyfi kaçtı!
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yıllardır açıkladığı taklit tağşiş listelerine 1 Mart 2022 tarihinden itibaren bilmediğimiz sebeplerle ara verilmişti. Hilekârlar tam 31 ay mutlu bir hayat sürdüler. Bu süre içinde defalarca bu uygulamaya neden ara verildiğini sordum durdum. Nihayet 2 Ekim 2024 tarihinde uygulama tekrar devreye girince gördük ki; bu hilekârların cesareti pik yapmış.
Sadece tağşişli ürünü üretenlerin mi?
Hayır, yine gördük ki; ucuz ürün satmak uğruna bazı sorumsuz perakendeciler de kendi kalite kontrol prosedürlerini çalıştırmadıkları gibi bir de bile bile (çünkü hileli ürün fiyattan da anlaşılır) raflarda bu ürünlere yer vermişler. Bu bakımdan uygulamanın yeniden devreye girme zamanlaması çok isabetlidir.
Elbette bu gelişmeyle birilerinin rahatı bozulacaktı. Dürüst firmaların er geç haksız rekabetten olumsuz etkilenmeleri de son bulacaktı. Bu yola girilmiştir. Tüketici sağlığı çok büyük risk altındaydı ve hâlâ da tehlike geçmiş değildir ama hiç olmazsa bilgilenme imkanı artanlar biraz daha rahat korunacaklardır.
Peki huylu huyundan vazgeçer mi?
Listelerde daha önce gördüğümüz birçok firmanın çarpık üretim anlayışı maalesef sürüyor ve hâlâ raflarda yer almayı da başarıyorlar.
Tağşişli bir baharat markası; yıllar önce “O ürünler sadece yurt dışına gönderilmişti” diye açıklama yaparken, bugün yine onlarca ürünüyle ve aynı kabahatlerle listelerde yer almıştır. Tağşişli ürünü rafında bulunduran bazı rahat perakendeciler ise “Tağşişli ürünlerin parti numarası şuydu, bizdeki ise bu” gibi anlamsız ve geçersiz savunmalarını sürdürmekteler.
Şimdi buradan soruyorum; hile yapmayı alışkanlık haline getiren bir girişimci zamana veya müşteriye göre değişik tavır sergiler mi?
Devlet kontrolündeki bir kooperatif marketin; hem de kendi markasını taşıyan sızma zeytinyağı içine düşük kalite yağlar karışabiliyor.
İstanbul’un meşhur bir börekçisinin birçok şubesinde (Kağıthane, Şişli, Beşiktaş, Beyoğlu, Sarıyer ve her yerde) ayrı ayrı yapılan denetimlerde dana kıyma içeriğinde sakatat ve kanatlı eti bulunabiliyor.
Büyük bir perakendecinin yüksek kâr marjına rağmen, dana kıyma içine deri dokusu karıştırmaya tenezzül edebilmesi de şaşırtıyor.
Ankara’da, önünde sıra beklenen meşhur köftecinin (adı açıklandı) pişmemiş köftesinden alınan numunede tek tırnaklı eti (at veya eşek eti) tespit ediliyor.
‘Gıda Dedektifi’ hesabının sahibi Musa Özsoy, yine Ankara’da bulunan bir başka tanınmış lokanta zincirinin iki ayrı şubesinden ve iki farklı zamanda alınan dana eti ürünleri numunelerinde domuz eti tespit edildiğini, elindeki devletin belgelerinden açıkladı. Şirketin, tağşiş listesinde yer almasına rağmen açıklamayı engellemek üzere mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı aldığını, bunun için de şimdilik marka adını açıklayamayacağını belirtti. Yakında bu markanın gecikmeli de olsa açıklanacağından herkes emin olabilir. Ege’de önemli kapasiteye sahip bir işletmeden çıkan zeytinyağında 44 farklı partide tağşiş tespit edilmiş bulunuyor. Buna rağmen ülkenin en büyük e ticaret siteleri bu tip ürünlerin satışına devam edebiliyorlar.
Bir başka tağşişli sözde sızma zeytinyağı markasına eklenen “organik” açıklaması var. Oysa ürün konvansiyonel bile değil. Organik üretim sağlıklı beslenmenin pahalı bir yoludur. Bu ürüne düşük kaliteli yağ karıştırmak ise iki defa aldatmaktır. Yine “organik” etiketi ile satılan bir dondurmada bitkisel yağ çıkmış bulunuyor. Girişimci normal dondurmayı bile üretmekten aciz olmasına rağmen, üstüne bir de organik sertifikası alabilmiş. Bir adım ötesi de sertifika kuruluşunun yetkisine son vermek ve cezalandırmak olmalıdır.
Dünyada güvenilir bir kulvar olan organik (ekolojik- biyolojik) üretimin ülkemizde henüz sağlam zemine oturmadığı da bu vesile ile anlaşılmaktadır.
Bir indirim marketinin birinci sorumluluğu sağlıklı ürün satmaktır, ucuz ürün satmak değil. Uyarılara rağmen aylarca tağşişli olduğu belli olan bir balın satışına devam etseler de sonunda hilenin belgesi ortaya çıkmıştır.
Başka bir indirim marketi de geçmişten ders almak yerine kendi özel markası olan sözde sızma zeytinyağına düşük kalitede yağ karıştırılmasını ısrarla hoş görmektedir. Bakanlık listesinde hileyi görmesine rağmen satışı sürdürmesi ise pişkinliğin derecesini gösteriyor. Oysa yapılacak olan hamle üretici ile olan ilişkiyi hemen sonlandırmak ve tazminat davası sürecini başlatmak olmalıydı.
Reklam kampanyaları ile tezgahlara girmeyi başarmış olan bir Kayseri markasının dana sucuk ürününde baş eti ve sakatat tespit edilmiştir. Dana sucukta bu karışımı yapanın, pastırmada ve diğer et ürünlerinde sağlam üretim yapması beklenemez. Artık bunun kurum kültürü haline geldiğini tüketici de perakendeci de anlamalı ve böyle markalardan uzak durmalıdırlar.
Sonuç olarak; bunu alışkanlık haline getirenlerin ticari ünvan ve marka değiştirerek üretimi sürdürebilmelerinin de önü mutlaka kesilmelidir. Tüketiciye düşen sorumluluk ise Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı guvenilirgida.tarimorman.gov.tr sitesinden güncel yayınlanacak olan hileli ürünleri öğrenerek bunları hayatlarından çıkartmak olmalıdır.
Marka yerine geçen birlik, vakıf ve kooperatif gibi kavramlar kalitenin kesin garantisi olamaz. Zira ancak bu işletmelerde, yönetici liyakati ve niyeti üretimin kalitesine yön verebilir. Listelerde oldukça fazla tanınmış marka da yer almaktadır. Ve yine görüleceği üzere tüketiciden özür dileyen tek firma yoktur. Güya kendilerine iftira atılmaktadır ve yasal haklarını kullanacaklardır. Yani çok sık duyduğumuz inkar söylemleri devrededir. Oysa teknolojinin bugün geldiği seviye ile hata payı neredeyse sıfıra yakındır. İnşallah bu güncel duyurular devam edebilir. Zira hilekârların yer aldığı grup o kadar kalabalık ki: bu uygulamayı sekteye uğratmak üzere her imkanı kullanacaklardır. Dolayısıyla aksama ihtimali olduğundan, bu konudaki endişemi buraya not etmeden geçemeyeceğim. Ancak buna rağmen tüketicinin yaşadığı ekonomik zorluklardan faydalanmak isteyen bu çürümüş zihniyet; eninde sonunda toplumun kararlı mücadelesine yenik düşecektir.
Ercüment Tunçalp
Rakamları farklı yorumlamak!
Fiyat kıyaslamalarına ağırlık verince sektörün içinden; tedarikçi, perakendeci veya çalışanlar arasından arayanım çok oluyor.
Geçenlerde önemli bir tedarikçi aradı, “süt ürünlerinde esas parayı perakendeci kazanıyor, yüzde 65 kâr koyuyorlar” dedi.
Ben de adı geçen perakendecinin süt ürünlerindeki brüt kâr marjının yüzde 39-40 civarında olduğunu öğrendim. Arada ne kadar fazla fark var değil mi?
Değil!
İki taraf da aynı kazançtan bahsederek doğruyu söylüyorlar ama farklı ifade ediyorlar…
Tedarikçi, fatura ettiği fiyatın üzerine yüzde 65 kâr ilave edildiğinden bahsediyor. Şöyle ki;
Kâr oranı, ürün veya hizmetlerin satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın alış fiyatına oranıdır. Bahse konu olan budur. Yani perakendecinin 100 TL’ye aldığı bir ürünü tüketiciye 165 TL’ye satması durumunda formül;
Kâr oranı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Alış fiyatı]x100 şeklindedir.
Örneğimizdeki hesapla kâr oranı= [(165-100)/100]x100= %65 çıkar.
Perakendeci ise bütün dünyada hesaplandığı şekilde; kârını alış fiyatına değil satış fiyatına endeksliyor. Bu durumda da brüt kâr marjı; ürünün satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın satış fiyatına bölünüp, 100 ile çarpılması sonucunda bulunuyor.
Brüt kâr marjı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Satış fiyatı]x100 formülü ile…
Örneğimizdeki hesapla brüt kâr marjı= [(165-100)/165]x100= %39,4 çıkar.
Rakamlar TL üzerinden ve KDV hariçtir.
Yani iki taraf da doğru söylüyor ama piyasada ikisinden birisi yalancı durumuna düşebiliyor. Kâr marjının insaf boyutunu ise takdirlerinize sunuyorum.
İş planları yapılırken ilk dikkate alınacak veriler aylık ve yıllık enflasyon oranlarıdır. Bu hesabı ülkemizde resmi olarak TÜİK yapmaktadır. Bunun dışında İstanbul Ticaret Odası’nın ve ekonomistler tarafından oluşturulan ENAG adlı grubun benzer hesapları yapıp aynı tarihlerde yayımladıkları da bilinen bir durumdur. Ancak bu üç kurum tarafından çıkartılan oranlar yan yana konduğunda arada çok büyük farklar oluştuğu görülmektedir. ENAG yıllık enflasyon oranları her zaman 1 kat daha fazla çıkmaktadır. Hadi onu kenara ayıralım, TÜİK’in Ağustos ayı TÜFE artış oranı yıllık bazda yüzde 51,97 iken, İTO Ağustos ayı ücretliler geçinme endeksi yüzde 61,57 çıkmıştır. Aradaki farkın yüzde 18,5 olması normal değildir. Zira enflasyon sepetlerinde hep birbirine benzer ürün ve hizmetlerin yer alması ve yine benzer ağırlıklara göre işlem görmesi istatistiki açıdan mecburiyettir. Dolayısıyla çıkacak sonuçlar farklı da olsa asla birbirinden bu kadar uzak düşen veriler olarak karşımıza çıkamaz. Burada aynı dilden konuşmamızı engelleyen sebepleri bilmiyor ve merakımızı gideremiyoruz. Çünkü TÜİK, 409 ürünün aylık fiyat değişimlerini gösteren ve enflasyon sepeti olarak bilinen “madde sepeti ve ortalama madde fiyatları” tablosunu Haziran 2022’den beri açıklamıyor.
Bu durumda gerek perakendecilerin gerekse tedarikçilerin kendi enflasyon oranlarını çıkartmaları ve iş planlarını da buna göre yapmaları kendi menfaatlerinedir. Yoksa yapılan hesapların şaşması söz konusudur.
Merkez Bankası Başkanı, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 36’dan yüzde 38’e çıkartmıştı. Bu tahminin tutması hemen hemen imkansızdır. Böylece reel faiz her türlü hesapta eksidir. Evet reel faiz hesabı beklenen enflasyona göre yapılır ama hayali enflasyona göre yapılamaz…
Politika faizi yüzde 50, mevduat faizi yüzde 47 olursa, yıl sonunda da enflasyon yüzde 55 çıkarsa reel faiz yine eksidir. Buradan da faiz indirimi kararı çıkamaz.
Çıkarsa, kur ve enflasyon tekrar tırmanışa geçer ve başladığımız yere döneriz.
“Müjde enflasyon düşüyor.” Bu şablon haberle de isteniyor ki; vatandaş bunu “fiyatlar düşüyor” şeklinde okusun. Oysa düşen sadece fiyat artış hızıdır!
Örneğin; asgari ücretlinin 12 ay sabit kalan 17.002 TL’lik aylık geliri ile hayat kolaylaşıyor mu? Hayır.
Gelir sabit kalırken fiyatlar da sabit kalıyor mu? Hayır.
Peki ne oluyor? Gelir sabit kalırken 1 yıl içinde 1000 liralık mal ve hizmet 2000 liraya tırmanmıyor, 1500 liraya kadar çıkıyor. Yani vatandaşın çektiği sıkıntı artmaya devam ediyor.
Bu sebeple de “en kötüsü geride kaldı” sözü boşlukta kalıyor.
- Eğer hâlâ enflasyon oranımızla en yüksek birkaç ülke arasında yer alıyorsak,
- Aylık enflasyonunuz hâlâ onlarca ülkenin yıllık enflasyonu seviyesinde ise,
- Hâlâ gelir dağılımı bozulmaya devam ediyorsa,
- Hâlâ ekonomide fiyat istikrarı sağlanamıyorsa,
- Emanet sıcak paranın eninde sonunda evine dönecek olması hâlâ bizi tedirgin ediyorsa, en kötüsü geride kalmış sayılamaz.
- Kaldı ki, bahse konu olan sadece enflasyonun baz etkisi ile inişe geçmesi ise halkımız bunun da sürdürülebilir olduğuna inanmıyor ki…
Hane halkının yıllık tahminini son dört aydır yüzde 71-73 bandında tutması da (Kaynak TCMB) en kötünün geride bırakılmadığının en etkili ifadesidir.
“Tüketici güveni Eylül’de arttı” haberinin ifade tarzı da temelden yanlıştır. Zira olmayan güven artamaz. Tüketici Güven Endeksi’nde sınır değer 100’dür. Bu sınırın altındaki her değer güvensizliği ifade eder. Haberin doğru şekli, “Tüketici Güven Endeksi Ağustos’ta 76,4 iken, Eylül’de 78,2’ye yükselmiştir” olmalıdır. Zira artan endekstir, güven değildir. Büyük tirajlı gazetelerin bile çoğunda bu özensiz ifade yer almaktadır. Endeks 98 bile olsa tüketici güveni söz konusu olamaz. Olsa olsa güvensizlik azalmış sayılabilir.
Sonuç olarak; matematik ve istatistik gerçeklik, her türlü kişisel görüşün önünde geldiği gibi yanlış yorumlanmaya da açık değildir. Öyle yapılsa bile her seferinde “yanlış hesap Bağdat’tan döner.”
Ercüment Tunçalp
İki ülkede iki alışveriş (16)
Uzun zamandan beri onlarca ülke ile yaptığımız fiyat kıyaslamalarında öyle bir noktaya geldik ki; artık döviz bazında da bizden pahalı ülke bulmak hayli zorlaştı. Önceki yıllarda alışveriş için ülkemize gelen yakın komşularımız arasında da artık eski şöhretimiz kalmadı.
Romanya ve Macaristan’dan sonra bu yazımızda da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bulunan tarihi Central Hall ile ülkemizdeki Carrefour fiyatlarını karşılaştırdık. Listenin birinci sütununda Central Hall fiyatlarını leva olarak, ikinci sütunda bu fiyatları güncel kurdan (1 leva= 19,33 TL) TL olarak göreceğiz. Üçüncü sütunda ise Carrefour fiyatları yer alacaktır. Sofya fiyatlarını YouTube kanalından aktaran Enes Yankaya’ya da emekleri için teşekkürler…
Önce kıyaslamamızı zorlaştıran bazı hususları belirteyim.
- Listede görüleceği üzere arada bizim aleyhimize büyük fiyat farkı vardır. Kaldı ki kıyaslamaya dahil etmediğim pahalı alkollü içecek fiyatları (viski, rakı, votka) komşuda bizim fiyatların ortalama yarısı seviyesinde olmasına rağmen listede yer vermedim. Yoksa aradaki farkın daha da açılması kaçınılmaz olurdu. Ülkemizde üretilen Tekirdağ rakısı bile bizim raflarda yüzde 47 daha pahalıdır.
- Bulgaristan’da çarşı, pazar, market fiyatlarında istikrar vardır ve tezgahtan tezgaha fazla oynama yoktur. Bizde ise benzer satış noktaları arasında bire bir aynı markalı ürünlerde bile fiyat farkı yüzde 50-60 oranlarına ulaşabiliyor.
- Satın alma gücünü kıyaslamak üzere ele alınacak en sağlam veri asgari ücretli çalışan geliridir. Ancak bizim ülkemizde asgari ücretli çalışan oranı yüzde 57 olmasına karşılık Bulgaristan’da sadece yüzde 14’dür. Dolayısıyla bizim tarafta ortalama ücret haline gelen gelir ile diğer taraftaki küçük bir çalışan grubunun gelirini karşılaştırmış olacağız. Bunu da kenara not edelim.
Şimdi de ilişikteki liste üzerinden kıyaslamalara başlayalım…
- 33 kalemlik listemizde sanal alışverişin Bulgaristan tarafındaki tutarı 122,15 leva, karşılığı ise 2.360,95 TL iken; Türkiye tarafındaki tutarı 3.411,70 TL’dir.
- Alışverişin yapıldığı tarihte 1 Bulgar levası 19,33 TL karşılığıdır. 1 Euro1,95 Bulgar leva karşılığıdır. 1 Euro 37,98 TL karşılığıdır.
- Ülkemizde asgari ücret 17.002 TL iken Bulgaristan’da 933 Leva’dır ve bu ücret 18.035 TL karşılığıdır. Her iki ücretin güncel kurdan karşılığı ise Türkiye’de 448 Euro, Bulgaristan’da 475 Euro dur. Ancak küçük bir istisna dışında Bulgaristan’da aylık ortalama net ücret 1.662 Leva olup, karşılığı 843 Euro dur. Bunu kullanmayacağız ama yine de aklımızda tutmalıyız…
- Asgari ücretli bir Bulgar vatandaşı aylık geliri ile bu alışverişi 1 ay içinde 8 defa tekrarlayabilirken, aynı alışverişi Türk vatandaşı 5 defa yapabilmektedir. Başka bir ifade ile Bulgar tüketici bu alışverişi gelirinin yüzde 13’ü ile yapabilirken, aynı alışverişi bizim tüketicimiz gelirinin yüzde 20’si ile yapabilmektedir.
- Listede görüleceği üzere döviz bazında bizde daha pahalı olan ürün sayısı hayli fazladır (22 adet). En ilginç tarafı; komşudaki ithal muz fiyatının yüzde 158 fazlası bizim yerli muza aittir. Dana eti fiyatı da bizde yüzde 180 daha yüksektir. Ancak hâlâ bazı spekülatörler fiyat artışı çığırtkanlığı yapmaktalar.
- Su yüzde 100, yerli ürünümüz bira yüzde 60, ayçiçeği yağı yüzde 49 döviz bazında bizde daha pahalıdır.
- Eğer her iki tarafın gelir ve fiyat düzeyleri benzerlik gösterseydi bizdeki alışverişin toplamı 3.411,70 TL yerine 2.237 TL olmalıydı. Veya 3.411,70 TL’lik alışverişi yapan vatandaşımızın asgari ücreti 25.929 TL’yi bulmalıydı.
Sonuç olarak; bu olumsuz tablo son yıllarda oluşmuştur. Kişi başına milli gelir 2002 yılında Türkiye’de 3.688 dolar iken Bulgaristan’da 2.093 dolar idi. 2023 yılına geldiğimizde ise kişi başı milli gelir Türkiye’de 13.109 dolara, Bulgaristan’da 16.087 dolara ulaşmıştır. (Kaynak: Euronews- Ekonomim)
Böylece son 21 yılda Türkiye’de gelir 3,5 kat artarken, Bulgaristan’da 7,6 kat artmıştır.
Hep büyüme ile övünürüz ya; işte her iki ülke vatandaşına da yansıyan büyüme rakamları yukardadır. Komşunun 2023 yılı işsizlik oranı yüzde 4,3 ile enflasyonu da yüzde 4,7 seviyesiyle fark yaratmaktadır. Yirmi yıl öncesine kadar hiçbir şekilde kıyaslanmayı kabul etmediğimiz Bulgaristan ile aramızdaki son durum budur. AB’ye katıldıkları 2007 tarihinden itibaren (Romanya ile birlikte) kaderleri değişmiştir. Bizde ise refah seviyesi tartışmalı konudur.
En yüksek gelire sahip ilk yüzde 20’lik dilimin (17-18 milyon) yaşantısına bakarak; “işte pahalı telefon kuyrukları, dolu olan lokantalar, kafeler; demek ki durum anlatıldığı gibi değil” sonucu çıkaranlar esas tabloyu gözden kaçırıyorlar. Zira bizim nüfusumuz 85 milyon ile sınırlı olmadığından kişi başı milli gelir hesabında ince ayar gerekiyor. Sığınmacıların ürettikleri mal ve hizmetleri toplam milli gelire dahil edeceksiniz ama kendilerini nüfusa dahil etmeyeceksiniz. Bu hesap gerçeği yansıtır mı?
“Efendim uluslararası hesaplar da böyle yapılıyor.” Olabilir, yüzde yarım sığınmacı barındıran bir ülkede hesaplar fazla etkilenmez. Oysa bizim gibi nüfusunun en az yüzde 10’u oranında geçici sığınmacıya sahip bir ülkede kişi başı milli gelir rakamı çok değişebilir. Örneğin asgari 8,5 milyon geçici sığınmacıyı da ilave edersek ülkemizde yaklaşık 94 milyon insan yaşadığını varsayabiliriz. Bu durumda da kişi başı milli gelirimiz 11.904 dolara iner.
Kaldı ki Almanya “240 bin göçmenin ekonomiyi olumsuz etkilediğinden” bahsederken, bizim misafirperverliğimizin maliyetini ölçmek zor olmasa gerek…
Kaynak:
- 2023 yıl sonu nüfusumuz 85.372.377 kişidir (TÜİK).
- 2023 yılı GSYH 1 trilyon 119 milyar dolardır (AA).
- 2023 yılı kişi başı GSYH 13.109 dolardır (TÜİK).
- Göç İdaresi Başkanlığı’na göre ülkemizde 4.449.333 yasal kalış hakkı olan yabancı bulunmaktadır. En az 4 milyon da her gün kaçak yollardan ülkeye girmeye devam eden veya yasal kalış hakkı bulunmayan Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve diğer Asyalı düzensiz göçmenlerin varlığı için asgari ölçüdür.
hakan tok
15 Mart 2024 saat: 02:26
sizin sıkı bir takipçinizim.Kitaplarınızı okudum ve makalelerinizi takip ediyorum.Dediklerinize katılıyorum, gıda perakendeciliğinde fiyat farkı yüzdelerinin bu kadar absürt olması doğru değil, fakat kırmızı ette yerli kesim maliyetleri çok artıyor ve bazı satıcıların bu maliyetleri kısmak için farklı yöntemlere başvurması haksız rekabete yol açıyor; ithal et,%100 dana deyip karışık et satılması, yağ oranları hatta bazı yerlerde su basıldığını bile duyuyoruz. benim kanaatim, satıcıların fiyatlarının takibi yerine haksız rekabetin önüne geçilmesi gerektiğidir.müşteri ne aldığını bilmeli.manav bölümünde ise künye sistemi sayesinde marketin malı kaç aldığını görebiliyorsunuz buda fahiş fiyat var mı yok mu diye kontrol edilebiliyor.aynı ürünlerin farklı satıcılarda farklı fiyat olması da satın alma ve stok taşıyabilme gücüne dayandığını düşünüyorum teşekkürler.
Ercüment Tunçalp
15 Mart 2024 saat: 12:50
Sayın Tok çok önemli bir noktaya parmak basmışsınız. Konunun sadece fiyat yönü ile sınırlı kaldık. Yoksa hile ve haksız rekabet yönünü çok yazdığımız için bu yazıda değinmedik. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.