Ercüment Tunçalp
Şefik İşeri’yi anarken…
Bu köşeden zaman zaman perakende sektörünün iz bırakan yöneticilerini konu ediyorum. Bu sefer de çok erken yaşta kaybettiğimiz değerli kardeşim rahmetli Şefik İşeri’yi genç yöneticilere anlatmaya çalışacağım.
İş yaşamına 1980’de Sultanlar A.Ş.’de müşteri temsilcisi olarak başladı. Çalışkanlığı ile sektör içinde hemen fark edildi. Nitekim 1983’te satış temsilcisi olarak Eczacıbaşı Topluluğu’na adımını attı ve ses getiren çalışmalarıyla dolu 25 yılın sonunda, Eczacıbaşı Girişim Pazarlama A.Ş. Genel Müdürü iken emeklilik dönemine geçiş yaptı.
Şefik kardeşimizin örnek alınması gereken önemli özelliği çalışkanlığının yanında kurumsal aidiyete verdiği değerdi. Çalıştığı şirketle her zaman gurur duyar, aldığı transfer tekliflerini de nazikçe geri çevirirdi. Eğer Şefik patronlardan birinin oğlu olsaydı markaya ancak bu kadar bağlı kalabilirdi. Sürekli iş değiştirmeyi düşünen bazı genç arkadaşların dikkatlerine sunarım.
80’li yıllar kurumsal yönetimin az görüldüğü, adamına göre muamelenin fazla yaşandığı yıllardı. Buna rağmen tedarikçilerimiz içindeki küresel şirketleri bir kenara ayırırsak, çok az sayıda yerli markamızın piyasada uyguladıkları belli standartları vardı.
Şefiğin yetkili pozisyonlara geldiği 90’lı yıllarda, perakendeciye en adil yaklaşan satış şirketi haline geldi Eczacıbaşı Dağıtım ve Satış A.Ş. …
Zira müşteri pozisyonundaki perakendeciler, az sayıdaki ciddi tedarikçiler tarafından ticari göstergelerine göre değerlendiriliyordu. Örneğin satış hacmine, ödeme performansına, iade disiplinine ve satış noktasındaki iş ortaklığının kalitesine uygun avantajlar sunuyorlardı. Bu bakış açısıyla sebepsiz kazanmak veya kazandırmak Şefik İşeri’nin sisteminde de yoktu…
Ticari koşulları adaletli oluşturabilen nadir yöneticilerden birisiydi. Tahmin ediyorum ki; bunu test etme imkanı sadece bana nasip olmuştu. Zira en büyük hacimli perakende zincirden 3. sırada yer alan zincire transfer olduğumda, her iki tarafın alım koşullarını kıyaslama imkanım vardı. Devamında ise yeni patronum 2. sırada yer alan zinciri de satın almayı programına alınca, verilen inceleme görevi gereği olarak üçüncü zincirin satın alma şartları da önüme gelmişti. Böylece perakende sektöründe o güne kadar gizli kalmış olan güvenilmez tedarikçiler de güvenilir tedarikçiler de bizim için açığa çıkmış oldu. Yani birçok profesyonele nasip olmayan bir imkana kavuşmuştum. İşte oradaki denetim sonucundan da adil davrananların başında Şefik İşeri çıkmıştı. Elbette ‘Adamına göre muamele’yi tercih eden bazı grup şirketlerinin, kendi grubuna ait perakendeciye bile haksızlık yaptıklarını da bu arada tespit etmiştik.
Konumuza dönecek olursak; Şefik İşeri’nin efsane bir satıcı olması, bu konuda bize kendisinden mesleğin sahadaki inceliklerini de öğrenme fırsatı vermiştir.
Bugünün satıcıları teknoloji destekli oldukları için şanslı sayılırlar. Farkı iyi anlayabilmek için geçmişten bazı örnekler aydınlatıcı olabilir.
Şefiğin iki önemli özelliğinden birincisi sabah mesaiye çalışanlardan önce başlamasıydı. İkinci özelliği sahada daha fazla vakit geçirmesiydi. Ekip arkadaşları bunu bildikleri için hiç gevşeyemezlerdi ve telefonda gerçek dışı yer beyanında bulunamazlardı. Zira bazen hemen yakınlarında bir yerlerden o görüşmeleri yapıyor olabilirdi. İşte bu eskiye ait rut disiplininin en iyi şekilde sağlanabileceğine dair iyi bir örnektir. Cep telefonunun dahi olmadığı dönemlerden bahsediyorum…
Ekibin ev adreslerinden rut üzerinde olanları tespit eder ve öğle yemeği saatlerinde evde olup olmadıklarını kontrol ederdi. Bir defasında telefona kendisi çıkan bir eleman karşıdaki sesin Şefiğe ait olduğunu anlayınca, “Yanlış numara” deyip telefonu kapatır ama daha sonra bütün ekibin bunu öğrenmesiyle rut kolay kolay terkedilemez hale gelir. Evde yakalanan bu eleman güven kaybı yarattığı için daha yakından izlenmiş ve dükkan açıp işlettiği, yani çift çanta çalıştığı açığa çıkartılmıştı.
Şefik yine bir satış mümessiline İstanbul’da sorumlu olduğu bölgeye ilaveten Trakya sorumluluğunu da vermişti. Haftanın bir gününü Trakya’da geçirmesi gereken satış sorumlusunun, seyahat için sürekli cuma gününü seçmesi dikkat çekiciydi. Ve araştırma sonucu Edirne Çarşıda köfteci dükkanı açtığı anlaşıldı. Bir diğer çift çanta olayıydı. Böylece birinci çanta maaş aldığı şirket için dört gün, ikinci çanta girişimci olduğu iş için üç gün kullanılıyordu.
Bu yaşanmış olaylar iş hayatımızda saha denetimlerinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Üstelik bu kadar titiz bir yöneticinin gözetiminde bile firenin sıfıra indirilemediğini gördükten sonra…
Parasını yönetemeyen bayilere çok kızardı. Önem verdiği ilk eğitim konusu, “Nakit akış yönetimi” olurdu. Zira aksaması durumunda kendi satış şirketine de zararı dokunurdu. Nakdini yönetemeyen kişi ve kuruluşların ödeme zorluğuna düşeceklerini ve çoğu zaman da batacaklarını bir simülasyon eşliğinde kafasında canlandırırdı. Böylece beklemek yerine tedbirini alırdı.
Ödeme vadesini tek taraflı esneten perakendecilere de kızardı (vade farkını tahsil etse bile). Kızmakla kalmaz, finansal kaybın telafisini de ticari olarak dengelemeyi ihmal etmezdi. Bunun adil olmadığını tüccar kafalı hiç kimse iddia edemez. Vadeyi uzatarak bunun yanına kâr kalacağını düşünen perakendecinin boş hayal kurduğu bilinse de bunların sayısının da az olmadığını söyleyebiliriz.
Perakendecilerin satış kapasiteleri üzerinde aldıkları ürünleri raflarından müşteriye satmak yerine arka kapıdan toptancı çarşılarına satmalarına da karşıydı. Birçok üretici firma tarafından bütçe tutturma baskısı ile teşvik gören bu uygulamanın kayıt dışı işlemlere ve ayakçılar üzerinden haksız rekabete sebep olduğunu savunurdu. Yani sektörün sağlığını ve kamu menfaatini de gözetirdi.
Sonuç olarak; daha fazlasını yazarak, kıyaslamalar sonucunda ümitsizlik yaratmak da istemem. Onun için Şefiğin bir sözü ile bitiriyorum; “Şirketlerin, vaktini sahada geçiren, sahayı sürekli koklayabilen satıcılara ve üst düzey satış yöneticilerine ihtiyacı vardır.”
8 Mayıs 2015 tarihinde kaybettiğimiz Şefik İşeri’yi, ölüm yıldönümüne yakın gerçek yönleriyle bir nebze de olsa aktarabildiysek ne mutlu bizlere…
Nurlar içinde yat güzel kardeşim…
Ercüment Tunçalp
Enflasyon tahmini üzerine…
Şirket bütçeleri hazırlanırken, alt yapı oluşturmak açısından departmanlar bazında da ekonomik göstergelere ait doğru tahminlere ihtiyaç vardır.
Belki akla gelebilir; “Devlet kurumlarının uzman kadroları tarafından yapılan hazır tahminlerden faydalanmak varken, şirket kadrolarını bununla meşgul etmek ne kadar doğru olur?” diye…
- Resmi kurumlar siyasetin etki alanında görev yaptıklarından, örneğin enflasyonu en alt sınırdan seslendirmek zorundadırlar. İşte bunun için senelerdir gördüğümüz şekilde yıllık enflasyon tahminleri, gerçekleşen oranların yanına bile yaklaşamamaktadır.
- Kasım ayında TCMB Başkanı Fatih Karahan, yılın son enflasyon raporunu açıklamış, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 38’den yüzde 44’e çıkardığını duyurmuştu. Yani neticeyi görmeye sadece 1,5 ay kala yüzde 15 yukarı yönlü revize gerekmişti. Ve bekledikleri sonucu TÜİK’de duymuş oldu…
2025 tahmini yüzde 14’ten yüzde 21’e, 2026 tahmini yüzde 9’dan yüzde 12’ye çıkmıştı. Elbette bundan sonra da yukarı doğru revizelerin süreceği anlaşılıyordu. Daha önce de 2026 yılı için tek haneli enflasyon hedeflendiğini duyduğum an; bunun 2030’a kadar mümkün olamayacağını yazmıştım. Nitekim o da daha şimdiden revize edilmiş oldu…
- Bizim gördüğümüzü değerli bürokratların görememesi söz konusu olamaz. Aradaki fark seslendirme ve resmi raporlara yansıtma zorluğudur. FED Başkanı Powell ile Trump’ın atışmalarını izleyince, tam bağımsız merkez bankasının nasıl bir şey olduğu kafalarda kolay canlanıyor. Darısı bizim de başımıza…
- Enflasyon tahmini; bütün parametreleri yan yana getirdikten ve geçmişte yaşananlardan da faydalandıktan sonra en az hata ile ortaya konabilir.
45 yıldır bu tahminleri yapan bir kişi olarak, 2024 yıl sonuna ait yıllık enflasyon tahminimi tam 9 ay önce (19 Mart 2024) açıklayarak fiilen göstermek istedim.
Ve İTO yıl sonu İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi’ni yüzde 55,27 olarak açıkladığında, benim yüzde 55’lik tahminimin sıfır hata ile tuttuğu anlaşıldı. Arşivimizden izlenebilir…
- Denebilir ki; “TÜİK’in açıkladığı oran yüzde 44,38’dir.” Bu orana sadece ben değil, birçok iktisatçının tereddütle yaklaştığı, hatta açıklanmayan madde fiyatı sepet listesi sebebiyle sorgulanamadığı da daha önce yazılarıma konu olmuştu.
- 2024 yılı TÜFE aylık değişimlerine (%) baktığımızda; Ocak 6.70 / Şubat 4.53 / Mart 3.16 / Nisan 3.18 / Mayıs 3.37 / Haziran 1.64 / Temmuz 3.23 / Ağustos 2.47 / Eylül 2.97 / Ekim 2.88 / Kasım 2.24 / Aralık 1.03 şeklinde ilginç bir diziliş olduğunu görüyoruz. En düşük oranlar Haziran ve Aralık aylarında gerçekleşmiş olup, bu aylar memur ve emekli maaş artışlarına esas teşkil eden son aylardır. Kaldı ki; İTO Haziran aylık değişimi %3.42 (%109 fazlası), Aralık aylık değişimi %1.74 (%69 fazlası) oranlarıyla TÜFE’den büyük farklarla ayrışmıştır. Elbette TÜFE ile İTO Endeksi ağırlıklarında fark vardır. Çünkü İTO Endeksi, sokaktaki vatandaşın zorunlu harcamalarındaki değişimi ölçer. Örneğin bu sepette otomobil ve pahalı lüks mal yok. TÜFE ise toplam harcamaların değişimini veriyor. Dolayısıyla arada 1-2 puan fark olsa da daha fazlası istatistiksel gerçekliğe uymaz. Örneğin bir süpermarket ortalama 10 bin çeşit ürün satar ama cironun yüzde 70’ini en fazla satılan ilk 500 ürün ile cironun yüzde 90’ını ise ilk 2000 ürün ile yapar. Yani bir bütün içinde ağırlıkları en fazla olan küçük bir mal ve hizmet grubu yüzde yüze yakın doğru fikir verir. Bu bakımdan resmi enflasyonun içinde bilemediğimiz ve ölçemediğimiz bir tutarsızlık vardır.
Ancak yaşadığımız enflasyonu tahmin etmek hiç zor değildir.
- Zira dikkate aldığım en önemli husus, hükümetin her zaman büyümeyi tercih edecek olmasıdır. Bu da enflasyonla mücadeleyi zayıflatır. Zira TCMB’nın sıkı para politikasına paralel sıkılaştırmaların zaman zaman gevşetileceğini ve maliye politikalarıyla desteklenemeyeceğini önceden bilirsiniz. Kamu harcamalarında tasarrufa gidilemeyeceği de öngörülemeyen bir şey değildir.
- Ayrıca aşağıda belirteceğim şartların eksikliği de tahmin yapan için önemli bir kılavuzdur. Bir de o tahmini birilerine beğendirmek zorunda olmamak da kişiye avantaj sağlar.
Sonuç olarak; TCMB, 2006 yılından itibaren ‘Enflasyon Hedeflemesi Rejimi’ni uygulamaya koymuştur. Enflasyon hedeflemesi, Merkez Bankası’nın nihai hedefi olan fiyat istikrarını sağlamada önemli bir para politikası uygulamasıdır.
Ancak enflasyon hedefleme rejiminin önkoşulları vardır…
- Tam bağımsız bir Merkez Bankası ilk koşuldur.
- Güçlü ve istikrarlı bir maliye politikası ile mali saydamlık ikinci koşuldur.
- Para ve sermaye piyasalarının gelişmiş olması şarttır.
- Enflasyon oranının makul bir seviyede olması (azami yüzde 15) ihtiyaçtır.
Yukardaki 4 koşuldan hangisinin bizde geçerli olduğunu takdirlerinize sunuyorum. Merkez Bankası’nın uzun yıllardır orta vadeli yüzde 5’lik enflasyon hedefi kenarda durur. Aylar geçmeye başladıkça yapılan tahminlerin hedeften uzaklaştığını izleriz. Bu bizim artık alıştığımız bir durumdur. Yıl sonuna doğru revize edilen tahminlerde isabet kaydedilmesinin bir anlamı yoktur. Zira artık maçın sonuna gelinmiştir ve skor hemen hemen belli olmuştur.
MB’nın bir yıl önceden yaptığı tahminlerdeki isabet derecesi ise düşük olduğunda, bunların fiyatlama kararlarında kullanılması netice vermez ve beklentilerin yönetilmesini güçleştirir. Ayrıca güvenilirlik problemi yaratır…
Nitekim uygulamada gelişmekte olan ülkelerin zorlanmaları da yukarda belirttiğim önemli farklardan kaynaklanmaktadır.
Bir başka gerçekler dizisi de teknolojik atılımda ve yapısal reformlarda gecikerek, üretimi artıramayarak, verimliliği anlatamayarak kaybedilen zamanla düşük seviyeli enflasyon hedeflenemeyeceğidir. Hedeflendiği durumda da sonuca ulaşılamayacağıdır…
Bir stratejiye doğru yerden başlamak esastır. Bu rejimi enflasyon tek haneli iken uygulamak daha kolaydır. Bizdeki gibi yüzde 80’lerden başlayıp, yüzde 45-50 seviyelerine gelindiğinde de şenlik ortamı yaratarak güvenilirliği sağlamak o kadar kolay değildir.
Ercüment Tunçalp
Et spekülatörleri yine iş başında!
Elbette kırmızı et sektörünün tamamına aynı gözle bakmıyorum. Sorumluluk sahibi sektör temsilcileri gerçeği açıklıyorlar zaten. Ortalığı yangın yerine çevirenler; tüketici için önemli günleri ve ücret zamları sonrasını felaket tellallığı yaparak değerlendiren ve bundan çıkar sağlayan çevrelerdir. Bunu fırsat olarak değerlendirmek isteyen bazı muhalif medya kuruluşları da bu sesleri kendi kanallarından duyurmayı kullanışlı bulmaktalar. Dayandıkları neden; “tarım ve hayvancılık politikasındaki sorunlar ve eksikler…”
Doğru olabilir ama gidilen yol yanlıştır!
Çünkü;
- Dolar bazında zaten dünyanın en pahalı karkas ve perakende kırmızı et fiyatlarına biz sahibiz. Buna rağmen bu tükenmeyen hırs sahiplerinin fırsatları değerlendirirken ulaştıkları neticeleri de rakamlarla sık sık açıklıyorum.
- “Bazı maliyetler dolar bazında” dendiği için; ben bütün maliyetlerin dolar bazında olduğunu varsayıyorum (yem, ilaç ve aşı, işçilik, kira, enerji, vergi, sigorta, malzeme, nakliye, haberleşme giderleri, yani hepsi). Ve bu şartlarda dahi şişirilmiş maliyetlerin bir türlü doyuma ulaştıramadığı çevreleri izliyoruz.
- Zira dünyanın her yerinden fiyatlar alıyoruz ve yurt dışında yaşayan dostlarımız da bize market fiyatlarını yağdırıyorlar zaten…
- En son bir arkadaşım Londra’da aldığı kaliteli bir kıymanın TL karşılığını (405 TL) söyledi ve aynı gün Türkiye’deki bir zincirin 450 TL’lik fiyatını yüksek bulduğunu belirtti. Oysa aynı gün ben köftelik kıymayı kilogramı 600 TL’ den almıştım. Yani aradaki fark öyle az buz değildi, yüzde 50’ye yakındı…
- Biraz da Almanya’dan örnek vereyim; Kuzu pirzola Almanya’da 16,99 Euro, bizde 24,50 Euro (900 TL), dana kıyma Almanya’da 8,99 Euro, bizde 15,50 Euro (570 TL), dana kuşbaşı Almanya’da 11,50 Euro, bizde 18,10 Euro (665 TL) karşılığıdır. Görüldüğü gibi Euro bazında da yüzde 50-70 oranlarında daha pahalıyız. Ancak daha fazlası da var. 740 liraya dana kıyma satan perakendecilerimizi izliyoruz. Bu fahiş kârın derecesini ölçmek hiç zor değildir. Karkas fiyatından hareketle, ortalama parça payları esas alınarak, kemik ve parçalama firesi de düşülerek yapılacak kalkülasyon ile brüt kâr marjını bulmak çok kolaydır. Çıkan yüzde 30 brüt kâr marjının anlamı, maliyet fiyatı üzerine yüzde 43 kâr ilavesi demektir. Dünyada ne böyle bir kâr ne de 20 dolar veya euro seviyelerinde dana kıyma fiyatı yoktur. İşte bunun için ülkemizde yüksek enflasyonun mutlu ettiği bir grup bulunmaktadır.
- Buna rağmen bu fırsatçıların en çok kullandıkları şablon söz; “Süt fiyatlarının yetersiz kalmasından dolayı süt inekleri kesime gönderiliyor. Bu durum, uzun vadede hayvan sayısında azalmaya yol açarak et arzını olumsuz etkiler” oluyor. İyi de; kesime gönderilen hayvanlar kısa vadede et arzını artırmaz mı? Fiyatların düştüğü sahneyi biz neden hiçbir zaman göremiyoruz? Alışmışlar, “tüketiciye ne söylesek inandırıyoruz” sonucuna güveniyorlar.
- Kaldı ki yukardaki “Arz yetersiz” söylemi her devreye girdiğinde, devletin istatistiklerini ortaya koyarak önemli bir eksiklik olmadığını da gösteriyorum.
- Başka bir şablon söz; “Yem fiyatlarındaki artış, kur artışına bağlı olarak maliyetlerimizi artırıyor” oluyor. Bunun tuhaflığını da yukarda açıklamıştım.
- Başka bir şablon söz; “İthalat olmazsa et fiyatları bir gecede iki katına çıkar” oluyor. Bunu söyleyenler aynı zamanda ithalata da karşılar. Yani ne demek isteniyor? Yukarda fiyatlarımızın döviz bazında asgari yüzde 50 fazla olduğunu belirttim. Bu muhteremlere yetmiyor, fazlalık yüzde 100’e ulaşsın istiyorlar!
- Devletin verdiği desteği de yetersiz buluyorlar. Elbette çiftçiye verilen destek batı ülkelerin seviyesinde değildir. Örneğin nüfusa göre tarımda kişi başı yapılan destekleme miktarı Almanya’da yaklaşık 77 dolar iken, ülkemizde 28 dolar…
Doğrudur, destek 2,75 katıdır. Peki kişi başı tüketim miktarı nedir?
Sadece kırmızı ette Almanya kişi başı tüketimi yaklaşık 79 kg iken, Türkiye kişi başı tüketimi 24 kilogramdır (2022). Yani tüketim miktarı da 3,3 katıdır.
Birini söyleyip diğerini pas geçince elma ile armut kıyaslaması olmuyor mu?
Bunlarla da yetinmiyoruz ve sektör paydaşlarına kulak veriyoruz.
Türkiye Kırmızı Et Üreticileri Merkez Birliği Başkanı Bülent Tunç, yılbaşından sonra kırmızı et fiyatlarında ani bir artış olacağına dair çıkan söylentilere karşı açıklamalarda bulundu (Karar).
Bu tür söylentilerin genellikle Ramazan ayı, Kurban Bayramı ve yılbaşı dönemlerinde ortaya çıktığını belirten Tunç, “fırsatçılara fırsat vermemek için ciddi çalışmalar yürütülüyor. Yılbaşından sonra kırmızı et fiyatlarında ani ve aşırı bir artış olması için hiçbir sebep yok” dedi. Tunç, bu söylentileri çıkaranların sadece kendi çıkarlarını düşündüklerini belirterek üreticileri uyardı ve fırsatçılara karşı dikkatli olunması gerektiğini ifade etti. Tunç, kırmızı ette fiyat artışını isteyen kişilerin, paket et ithalatını gündeme getirmeyi amaçladığını kaydetti. ‘Kırmızı et fiyatlarında ani artış olacak’ diyenler umduklarını bulamayacaklar diyen Tunç, üreticilere ‘biraz daha bekleyelim, daha çok kazanalım’ şeklinde düşünenlerin, fırsatçılara katkı sağlamış olacağını ve uzun vadede zarar edeceklerini belirtti.
İstanbul Perakendeci Kasaplar Esnaf Odası Başkanı Aydın Tüfekçi, kırmızı et fiyatlarında ani bir artış beklemediklerini söyledi. Tüfekçi, şu an kuzu etinde mevsimsel darlık yaşandığını ancak bu durumun geçici olduğunu belirtti. “Et ve Süt Kurumu (ESK), daha fazla kesim yapmak üzere hazırlıklarını tamamladı. ESK 15 Ocak’a kadar 15 bin büyükbaş hayvan kesimi yapmayı planlıyor. Kesimden elde edilen etler, piyasa fiyatlarını regüle etmek amacıyla uygun fiyatlarla marketler, kasaplar ve et sanayicilerine ulaştırılacak” dedi.
Sonuç olarak; kırmızı et, çocuklarımızın zihinsel ve fiziksel gelişimi açısından en temel ihtiyaç olmasına rağmen, fırsatçılar bu yolu tıkayarak, satın alma gücü düşen halkımızın bu ihtiyacı için dolaylı da olsa taklit tağşiş yolunu da açmaktadırlar. Nitekim yine aynı kaynaklardan bilinçli olarak; “Avrupa’da yılbaşı tatili yüzünden ESK’nın yurt dışından et arzını devam ettiremeyeceği” söylentileri yayıldı. Ve ESK açıklama yapmak zorunda kaldı; “Piyasaya et arzımız devam etmektedir” diye. İşte fırsatçı enflasyonu dediğim budur. Altını doldurmaya devam edeceğiz…
Ercüment Tunçalp
Market enflasyonu üzerine…
Yıllardır dünyanın her yerindeki marketlerden alınan fiyatlarla, ülkemizdeki market fiyatlarını kıyaslıyoruz. Bununla yetinmiyoruz, o ülkelerden seçilmiş marketlerin 1-2 sene ara ile yapılmış alışveriş listelerini de karşılaştırıyoruz. Ve görüyoruz ki; eğer o ülkelerde gıda enflasyonunda bir gerileme açıklanıyorsa, bunun neticesini aynen o alışveriş fişlerinden de izleyebiliyoruz.
Ülkemize gelince; Ekonomi gazetesinin Özder Şeyda Uyanık haberinde, bize özel durumu da öğreniyoruz…
İlişikte görüleceği üzere 10 sene önceye ait ülkemizdeki bir marketin alışveriş fişi yayımlanıyor. 2014 yılı Haziran ayına ait fişin tutarı 62,23 TL iken, 2024 yılı Kasım ayında aynı marketteki aynı alışverişin tutarı ise 1.017,49 TL’dir. Yine ilişikteki kıyaslamalı listede görüleceği üzere 10 sene sonraki ikinci alışveriş tutarının yüzde 1535 arttığı anlaşılıyor. İşte gerçek market enflasyonu budur…
Habere göre; “TÜİK, TÜFE verilerinin detaylarında yer alan harcama gruplarındaki endeks değerlerinde ‘gıda ve alkolsüz içecekler’ kaleminde aynı dönemde yüzde 1282 oranında artış saptamışken, TCMB’nin ‘herkes için ekonomi’ sayfasındaki enflasyon hesaplayıcıda aynı tarihlerde yapılan hesaplamadaki değişim genel TÜFE’ye dayanarak yüzde 973,62 idi.”
Görüleceği üzere fiili market alışveriş tutarındaki artış, TÜİK’in aynı gruptaki artışının yüzde 20 fazlasıdır…
Önceki yazılarımı takip edenler bu farkı tahmin ettiğimi, hatta aşağı yukarı aynı oranlarda fazla çıkan İTO İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi verilerini daha anlamlı bulduğumu bilirler. Bunun için de her sene başında perakendecilerin hesaplarını resmi enflasyona göre değil kendi enflasyon sonuçlarına göre yapmaları gerektiğini, yoksa bütün iş planlarının sapma göstereceğini ve olumsuz etkileneceklerini hatırlatıyorum. Zaten piyasada da hakim olan görüş “enflasyonun daha yüksek hissedildiği” yönünde değil mi?
En son söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim; ne coğrafi kapsam ne fiyat derleme yöntemi ne de ürün sepeti ve ağırlıkları bu kadar büyük farkların haklı gerekçesi sayılamaz. Bir ülkede elbette her kurumun, her gelir grubunun, hatta her kişinin enflasyonu değişik çıkar. Çünkü tercih edilen mal ve hizmetlerin ağırlıkları farklıdır. Ancak sonuçta bir ülkede ürün bazında ulaşılan ortalama ağırlıklar istatistiki veridir ve bu da o toplumun en önemli gerçeklerinden biridir. İşte bunun için 2 sonucun yüzde 5’ten fazla ayrı düşmesinin matematiksel bir izahı yoktur. Dolayısıyla önce şeffaf ve gerçek veriler üzerinden gereken tedbirlerin alınması, sonra da halkın temel gıda ürünleri fiyatlarındaki fırsatçı girişimlerden korunması gerekir. Bazı çevrelerin savunduğu üzere, “Devlet fiyat oluşumuna karışmasın ve serbest piyasa koşulları işlesin” görüşü, dünya genelinde de sınırsız serbestlik olarak anlaşılmıyor. Dolayısıyla kamu denetimi tamamen devre dışı kalamaz. Devlet, tekellerin (piyasaya tek firmanın hakim olması) veya oligopollerin (birden fazla büyük şirketin hakimiyeti) piyasaya egemen olmasının önüne geçer. Rekabet hukukunu oluşturan devlet, haksız rekabete yol açan, kuralları ihlal eden, yıkıcı rekabete sebep olan faaliyetleri de elbette cezalandırır. Zira devletin bu düzenleyici rolü olmazsa orada zaten serbest piyasa ekonomisi sağlıklı işleyemez.
Sonuç olarak; tarım alanları azaldıkça ve nüfus arttıkça fiyat artışları durmayacaktır. Kaldı ki bu açıdan bakılınca; gelişmiş ülkeler 500 sığınmacıyı bile kabul etmek için kırk dereden su getirirlerken, bizim 8 milyon sığınmacıya gösterdiğimiz hoşgörünün elbette imkanlarımızı azaltan sonuçları olacaktır. Öyle ya; enflasyon dediğimiz şey genellikle toplam talebin toplam arzdan fazla olmasıyla (talep enflasyonu) ortaya çıkmıyor mu? Bunun en acıtan sonuçlarını gıda kategorisinde, özellikle de market enflasyonu şeklinde görmüyor muyuz? O zaman yediğimiz ekmek ancak kendimize yeterken, bir de aile fertlerimizin yüzde 10’u kadar da misafir ağırlarken zorlanacağımızı da görmeliyiz.
Sığınmacılar, sağlık, eğitim, barınma şartlarındaki avantajları ve kayıt dışı çalışmaları nedeniyle ekonomiye sürekli yük bindiriyor, vatandaşlarımız açısından da yıpratıcı haksız rekabet yaratıyor. Bunu da kabul etmek zorundayız.
Sürekli düşen tüketici satın alma gücü ile de dünyadan ayrışmış bulunuyoruz. Ülkemizde ortalama ücret haline gelen asgari ücret yüzde 30 artışla 22.104 TL olarak kesinleşti. TÜİK’in muhtemel 2024 yıl sonu enflasyonu bile yüzde 47 civarında tahmin edilirken ve esasında bunun da değil, 2024 yıllık ortalama enflasyonu olan yüzde 60 oranının dikkate alınması gerekirken; bugüne kadar hiç tutmamış olan yeni yılın beklenen enflasyonunu ölçü almak, çalışanın ücret artışını olması gerekenin yarısına düşürmüştür.
TCMB, faizi de 250 baz puan düşürünce; ücretler ve faiz konusunda işverenlerin arzusu gerçekleşmiştir. Böylece çalışan maliyeti istedikleri sınırlar içinde kalmış, kredi maliyetini düşürecek ortam oluşmuştur. Ancak enflasyon ana eğiliminde yeterli düşüş gerçekleşmeden alınan erken faiz kararı dezenflasyon sürecine zarar verecektir. Bu durumda da sabit gelirli dışında şikayetçi bir kesim olmayacaktır. Zira enflasyon şartlarının getirdiği avantajları terk etmek istemeyen bir grubun varlığı da önemli bir gerçektir.
Kaldı ki, yeniden değerleme oranı ile (%43,93) vergi, ceza ve harçlarda artış yapıp, sermaye sahiplerine de varlıklarını yüzde 44 oranında değerleme imkanı vermek; emeğin yeniden değerleme oranını ise yüzde 30’da bırakmak anlaşılır gibi değildir. Dolayısıyla bırakınız refah payını, son bir yılda kaybedilen satın alma gücü kısmen bile yerine konamamıştır. Ve böylece emeklilerin şartları da az çok belli olmuştur. Kamuda tasarruf sağlanmadan, yapısal sorunlar çözülmeden; sadece işçi ve memur ücretlerini açlık sınırında tutarak enflasyonla mücadeleden sonuç alınamayacağını bir kere daha göreceğiz. Yılın ilk haftasından itibaren yoğun fiyat artışlarının başlaması sürpriz sayılmamalı. Şu anda Aralık ayı bitmek üzere olup, zamlı maaşların ilk ele geçeceği tarih Şubat ayıdır. O zamana kadar bu artışın en az dörtte biri erimiş olacaktır. 2025 yılı bu bakımdan sabit gelirli için en zor yıl olacaktır. Umutla başlayabileceğimiz daha sonraki yıllara sağlıkla ulaşmak dileğiyle…
-
Firmalardan6 ay önce
HADİ, bankacılığı değiştirmeye geldi
-
Firmalardan5 ay önce
Propay Ödeme Teknolojileri’nden Ar-Ge’ye dev yatırım
-
Açılışlar5 ay önce
Lee ve Wrangler, sürdürülebilir odaklı ilk mağazası Cevahir AVM’de
-
Genel Haberler5 ay önce
Markalar tek ses olup hükümetten beklentilerini dile getirdiler