Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Yönetici sahaya inmezse…

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Perakende sektöründe hem başarı öyküleri hem de basit hatalar şirketlerin geleceğine yön vermeyi sürdürüyor.

Bu mesleğin birinci şartı özeleştiridir. Yani önce aynaya bakarak kendi mağazanızdaki eksikleri gidermelisiniz. Satış noktasının genel temizliği, düzeni ilk bakılması gereken hususlardır. Merkez depodan gelen malın kabulü, müşteri trafiğinin en yoğun yaşandığı gün ortasında yapılamaz mesela…

Tabelaya “gurme” sıfatını ekleyerek; bir taraftan paralı müşteriyi davet edip, diğer taraftan bazı koridorları ‘girilemez’ hale getiremezsiniz…

Peki bunlar kimin kontrolünde olmalı?

Sırasıyla, önce mağaza müdürü, bölge müdürü, satıştan sorumlu genel müdür yardımcısı ve en son da genel müdür. Ve hatta bazı büyük zincirlerde patrona da sıra gelmiş durumda ama neden harekete geçmediklerini şimdilik bilemiyorum!

Peki yöneticilerin uğramadığı bir markette bu düzen sağlanabilir mi?

Asla!

Yakın arkadaşım, kardeşim, efsane perakende yöneticisi rahmetli Nezih Çevik, her kademedeki görevinde mesaisinin yarısını sahada geçirdiği için bütün ekibi de hazır kıta gibi çalışırdı. Sevildiği kadar da çekinilen bir yapıya sahipti. İş ile arkadaşlığı ayırır, önemli hatalarda acımasızlığı ile tanınırdı. Görevini yapan çalışanın sırtını güvenle dayayacağı bir kaya gibiydi. İşi sulandıranın, devamlı saate bakıp zaman dolduranın, arazi olanın veya talimatlara göre değil de kendi kafasına göre iş yapanın da korkulu rüyasıydı.

Bunun neticesinde; şimdi olduğu gibi müşterinin önüne kolileri yığmak şöyle dursun, mağaza içinde dolaşım rahatlığını sağlayacak şekilde, teşhirler için bile kullanılması yasak olan boş alanlar bırakılırdı. Hatta Almanya’da, bizi misafir eden yabancı bir markete orta teşhirlerde değişiklik önerisi yapmıştı. Hem uyguladılar hem de 15 günün sonunda olumlu sonuç aldıklarını ve kendisine teşekkür borçlu olduklarını ifade etmişlerdi.

Yanlış gördüğü durumlarda, rakip durumundaki satış alanlarına da karışırdı. Transfer olduğumuz ikinci şirkette iken, yetiştiğimiz ilk şirketteki hataların düzeltilmesini de arzu ederdi. Eski mesai arkadaşlarımız da hiç itiraz etmeden istediği değişiklikleri yaparlardı. Zira hemen rakamlara olumlu yansıyacağını bilirlerdi. Rekabetten çekinmemesinin ve işine aşık olmasının getirdiği bir özgüvendi bu…

Şimdi olduğu gibi boş raflar, temizlik yapılmadığı için rafa yapışan reçeller, kristalleşmiş çam balları (çam balı kristalleşmez), rekabet fiyatları izlenmediği için yüzde 25 pahalı kalan meyve sebze çeşitleri, erik büyüklüğünde elmalar kolay rastlanır kusurlar değildi. Mağazada alışveriş torbası bitmez, onun yerine müşteriye sanal marketin gömlek poşeti tarzındaki çantalı türü verilmezdi!

Mağazalarda gerçekleşen bu iş disiplininin sebebi; her an bir yetkilinin (çoğu zaman da üst yöneticinin) kapıdan gireceği ve de sadece çay kahve içmeye gelmeyeceğiydi!

Çevik, Migros’ta başladığı iş hayatının devamında, sırasıyla Gima, Tansaş ve TÜVTÜRK şirketlerinde Genel Müdür olarak görevler üstlenmişti.

Perakendecilik sadece satış departmanına bırakılacak sadelikte bir iş değildir. Yukardan aşağıya aynı zincirin halkaları kategori yönetimi için de geçerlidir.

Onların da bir ayağı mağazada olmak zorundadır. “Ben ürünü satın alırım, şubelere gönderirim, sonra da işim biter” anlayışı ürün portföyünü sahada sahipsiz bırakır. Kampanyadaki ürüne sipariş vermeyeni, verilen siparişi şubeye göndermeyen depo sorumlusunu bulup çıkartmak başka türlü mümkün olamaz. Bugün olduğu gibi ürün-etiket eşleşmesi gündemden kalkar, tarihi geçmiş ürünlerin ayıbı ancak eve götüren tüketicinin denetimi ile ortaya çıkar.

Bu coğrafyada yedi yılda 412 şubesini kapatan perakendeci vardır. Bu da titiz bir ön araştırma için sahaya inilmediğini gösterir. Her gelen yeni mağaza teklifinin acilen kabul gördüğüne (!) işarettir.

Normal şartlarda mağaza kapatmak bu kadar kolay olabilir mi?

En basit süreçte; teklif olarak gelen her yeni şube için bütün departman yöneticilerinin yerinde yapacakları incelemeleri rapora bağlamaları, olumlu veya olumsuz görüşleri ile açılış kararına yön vermeleri beklenir.

İş yapmadığı için kapatılma kararı verilen her şube için de arşivden sorumlularının bulunup çıkarılmaları gerekir. Hata payının bir üst sınırı olmalıdır. Sınırı aşanların görevde kalması söz konusu bile olamaz.

Tedarikçiler içinde de sahaya inen yönetici tipine en uygun kişi olarak 43 yıllık değerli dostum Ahmet Pura’yı örnek gösterebilirim. Kendisini tanıyanların önemli kısmı şık giyimli salon adamı tarafını görürlerdi. Mağaza ziyaretlerinde Nezih Çevik ile çok benzeşen tarafları vardı. Tanzim teşhir elemanlarını Türkiye’de ilk organize eden ve disiplinli şekilde yöneten kişidir kendisi. Konu çok hassas olduğundan ve tedarikçi-perakendeci ilişkisini olumsuz etkileme riski bulunduğundan, satış noktalarını bizzat denetlerdi.

Bayileri ile ilişkilerini anlatmak için ayrı bir sayfa açmak gerekir. Orada da sahadaki Ahmet Pura gider, Anadolu’nun değişik yerlerinden yıllık toplantılara gelen iş ortaklarının frekansına uygun başka bir lider ortaya çıkardı. Yani 24 saat içinde asık yüzünü de çiftetelli döktürürken değişen güler yüzünü de görmek mümkündü. Modern pazarlamanın ustasıdır. Bu yıl meslekte 50. yılını kutlayacak olan Pura, Unilever’de başladığı iş hayatının devamında, sırasıyla Komili, Hacı Şakir Pazarlama A.Ş.,  Colgate Palmolive şirketlerinde Genel Müdür olarak görevler üstlenmişti. Şimdi ise kendi şirketindeki görevi yanında, sayamayacağım kadar fazla ek meşgalesi vardır. Kendisine sağlıklı ömürler diliyorum.

Sonuç olarak; perakendeci veya tedarikçi şirket yöneticisi, kendi dükkanını yönetiyor gibi titiz davranmak ve mesaiye sınır koymadan çalışmak zorundadır.

Alaylı deneyimin kıymetini ve işe tüccarca bakışın üst seviyesini yukardaki iki değerli örnekle açıklamaya çalıştım. Benzer özellikleri taşıyan rahmetli dostum Şefik İşeri’yi ise başka bir yazıda anlatacağım. O da satışın ilk basamağından başladığı iş hayatına Eczacıbaşı Girişim Pazarlama A.Ş. Genel Müdürü olarak noktayı koymuştu. O mevkiye de emekleyerek sahadan gelmişti.

Üçü de bu sektörde işleri hep götürü usulde yürüttüler. Görev bitmeden de mesaiyi hiç bitirmediler.

Devamını Oku
2 Yorum

2 Yorum

  1. Avatar

    Mehmet Şimşek

    13 Nisan 2023 saat: 11:13

    Ah Ercüment Bey im ahhh.Keske bu söylediklerinizi beğendik te yapsaydı da 13 yılım boşa gitmeseydi.
    Hayırlı günler.işin rasgelsin.

  2. Ercüment Tunçalp

    Ercüment Tunçalp

    13 Nisan 2023 saat: 12:32

    Sayın Şimşek yorumunuz için teşekkürler. Rahmetli Mehmet Beğendik çok yakın dostumdu. Burada yazdıklarımın çoğunu sık sık beraber olduğumuzda kendisine aktarırdım. Ancak bu mükemmel insanın küçük bir eksiği vardı. Sizi dikkatle dinler ama yine kendi bildiğini yapardı. Nurlar içinde yatsın…

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Tağşiş yapan firmaların keyfi kaçtı!

Ercüment Tunçalp

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yıllardır açıkladığı taklit tağşiş listelerine 1 Mart 2022 tarihinden itibaren bilmediğimiz sebeplerle ara verilmişti. Hilekârlar tam 31 ay mutlu bir hayat sürdüler. Bu süre içinde defalarca bu uygulamaya neden ara verildiğini sordum durdum. Nihayet 2 Ekim 2024 tarihinde uygulama tekrar devreye girince gördük ki; bu hilekârların cesareti pik yapmış.

Sadece tağşişli ürünü üretenlerin mi?

Hayır, yine gördük ki; ucuz ürün satmak uğruna bazı sorumsuz perakendeciler de kendi kalite kontrol prosedürlerini çalıştırmadıkları gibi bir de bile bile (çünkü hileli ürün fiyattan da anlaşılır) raflarda bu ürünlere yer vermişler. Bu bakımdan uygulamanın yeniden devreye girme zamanlaması çok isabetlidir.

Elbette bu gelişmeyle birilerinin rahatı bozulacaktı. Dürüst firmaların er geç haksız rekabetten olumsuz etkilenmeleri de son bulacaktı. Bu yola girilmiştir. Tüketici sağlığı çok büyük risk altındaydı ve hâlâ da tehlike geçmiş değildir ama hiç olmazsa bilgilenme imkanı artanlar biraz daha rahat korunacaklardır.

Peki huylu huyundan vazgeçer mi?

Listelerde daha önce gördüğümüz birçok firmanın çarpık üretim anlayışı maalesef sürüyor ve hâlâ raflarda yer almayı da başarıyorlar.

Tağşişli bir baharat markası; yıllar önce “O ürünler sadece yurt dışına gönderilmişti” diye açıklama yaparken, bugün yine onlarca ürünüyle ve aynı kabahatlerle listelerde yer almıştır. Tağşişli ürünü rafında bulunduran bazı rahat perakendeciler ise “Tağşişli ürünlerin parti numarası şuydu, bizdeki ise bu” gibi anlamsız ve geçersiz savunmalarını sürdürmekteler.

Şimdi buradan soruyorum; hile yapmayı alışkanlık haline getiren bir girişimci zamana veya müşteriye göre değişik tavır sergiler mi?

Devlet kontrolündeki bir kooperatif marketin; hem de kendi markasını taşıyan sızma zeytinyağı içine düşük kalite yağlar karışabiliyor.

İstanbul’un meşhur bir börekçisinin birçok şubesinde (Kağıthane, Şişli, Beşiktaş, Beyoğlu, Sarıyer ve her yerde) ayrı ayrı yapılan denetimlerde dana kıyma içeriğinde sakatat ve kanatlı eti bulunabiliyor.

Büyük bir perakendecinin yüksek kâr marjına rağmen, dana kıyma içine deri dokusu karıştırmaya tenezzül edebilmesi de şaşırtıyor.

Ankara’da, önünde sıra beklenen meşhur köftecinin (adı açıklandı) pişmemiş köftesinden alınan numunede tek tırnaklı eti (at veya eşek eti) tespit ediliyor.

‘Gıda Dedektifi’ hesabının sahibi Musa Özsoy, yine Ankara’da bulunan bir başka tanınmış lokanta zincirinin iki ayrı şubesinden ve iki farklı zamanda alınan dana eti ürünleri numunelerinde domuz eti tespit edildiğini, elindeki devletin belgelerinden açıkladı. Şirketin, tağşiş listesinde yer almasına rağmen açıklamayı engellemek üzere mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı aldığını, bunun için de şimdilik marka adını açıklayamayacağını belirtti. Yakında bu markanın gecikmeli de olsa açıklanacağından herkes emin olabilir. Ege’de önemli kapasiteye sahip bir işletmeden çıkan zeytinyağında 44 farklı partide tağşiş tespit edilmiş bulunuyor. Buna rağmen ülkenin en büyük e ticaret siteleri bu tip ürünlerin satışına devam edebiliyorlar.

Bir başka tağşişli sözde sızma zeytinyağı markasına eklenen “organik” açıklaması var. Oysa ürün konvansiyonel bile değil. Organik üretim sağlıklı beslenmenin pahalı bir yoludur. Bu ürüne düşük kaliteli yağ karıştırmak ise iki defa aldatmaktır. Yine “organik” etiketi ile satılan bir dondurmada bitkisel yağ çıkmış bulunuyor. Girişimci normal dondurmayı bile üretmekten aciz olmasına rağmen, üstüne bir de organik sertifikası alabilmiş. Bir adım ötesi de sertifika kuruluşunun yetkisine son vermek ve cezalandırmak olmalıdır.

Dünyada güvenilir bir kulvar olan organik (ekolojik- biyolojik) üretimin ülkemizde henüz sağlam zemine oturmadığı da bu vesile ile anlaşılmaktadır.

Bir indirim marketinin birinci sorumluluğu sağlıklı ürün satmaktır, ucuz ürün satmak değil. Uyarılara rağmen aylarca tağşişli olduğu belli olan bir balın satışına devam etseler de sonunda hilenin belgesi ortaya çıkmıştır.

Başka bir indirim marketi de geçmişten ders almak yerine kendi özel markası olan sözde sızma zeytinyağına düşük kalitede yağ karıştırılmasını ısrarla hoş görmektedir. Bakanlık listesinde hileyi görmesine rağmen satışı sürdürmesi ise pişkinliğin derecesini gösteriyor. Oysa yapılacak olan hamle üretici ile olan ilişkiyi hemen sonlandırmak ve tazminat davası sürecini başlatmak olmalıydı.

Reklam kampanyaları ile tezgahlara girmeyi başarmış olan bir Kayseri markasının dana sucuk ürününde baş eti ve sakatat tespit edilmiştir. Dana sucukta bu karışımı yapanın, pastırmada ve diğer et ürünlerinde sağlam üretim yapması beklenemez. Artık bunun kurum kültürü haline geldiğini tüketici de perakendeci de anlamalı ve böyle markalardan uzak durmalıdırlar.

Sonuç olarak; bunu alışkanlık haline getirenlerin ticari ünvan ve marka değiştirerek üretimi sürdürebilmelerinin de önü mutlaka kesilmelidir. Tüketiciye düşen sorumluluk ise Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı guvenilirgida.tarimorman.gov.tr sitesinden güncel yayınlanacak olan hileli ürünleri öğrenerek bunları hayatlarından çıkartmak olmalıdır.

Marka yerine geçen birlik, vakıf ve kooperatif gibi kavramlar kalitenin kesin garantisi olamaz. Zira ancak bu işletmelerde, yönetici liyakati ve niyeti üretimin kalitesine yön verebilir. Listelerde oldukça fazla tanınmış marka da yer almaktadır. Ve yine görüleceği üzere tüketiciden özür dileyen tek firma yoktur. Güya kendilerine iftira atılmaktadır ve yasal haklarını kullanacaklardır. Yani çok sık duyduğumuz inkar söylemleri devrededir. Oysa teknolojinin bugün geldiği seviye ile hata payı neredeyse sıfıra yakındır. İnşallah bu güncel duyurular devam edebilir. Zira hilekârların yer aldığı grup o kadar kalabalık ki: bu uygulamayı sekteye uğratmak üzere her imkanı kullanacaklardır. Dolayısıyla aksama ihtimali olduğundan, bu konudaki endişemi buraya not etmeden geçemeyeceğim. Ancak buna rağmen tüketicinin yaşadığı ekonomik zorluklardan faydalanmak isteyen bu çürümüş zihniyet; eninde sonunda toplumun kararlı mücadelesine yenik düşecektir.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Rakamları farklı yorumlamak!

Ercüment Tunçalp

Fiyat kıyaslamalarına ağırlık verince sektörün içinden; tedarikçi, perakendeci veya çalışanlar arasından arayanım çok oluyor.

Geçenlerde önemli bir tedarikçi aradı, “süt ürünlerinde esas parayı perakendeci kazanıyor, yüzde 65 kâr koyuyorlar” dedi.

Ben de adı geçen perakendecinin süt ürünlerindeki brüt kâr marjının yüzde 39-40 civarında olduğunu öğrendim. Arada ne kadar fazla fark var değil mi?

Değil!

İki taraf da aynı kazançtan bahsederek doğruyu söylüyorlar ama farklı ifade ediyorlar…

Tedarikçi, fatura ettiği fiyatın üzerine yüzde 65 kâr ilave edildiğinden bahsediyor. Şöyle ki;

Kâr oranı, ürün veya hizmetlerin satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın alış fiyatına oranıdır. Bahse konu olan budur. Yani perakendecinin 100 TL’ye aldığı bir ürünü tüketiciye 165 TL’ye satması durumunda formül;

Kâr oranı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Alış fiyatı]x100 şeklindedir.

Örneğimizdeki hesapla kâr oranı= [(165-100)/100]x100= %65 çıkar.

Perakendeci ise bütün dünyada hesaplandığı şekilde; kârını alış fiyatına değil satış fiyatına endeksliyor. Bu durumda da brüt kâr marjı; ürünün satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın satış fiyatına bölünüp, 100 ile çarpılması sonucunda bulunuyor.

Brüt kâr marjı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Satış fiyatı]x100 formülü ile…

Örneğimizdeki hesapla brüt kâr marjı= [(165-100)/165]x100= %39,4 çıkar.

Rakamlar TL üzerinden ve KDV hariçtir.

Yani iki taraf da doğru söylüyor ama piyasada ikisinden birisi yalancı durumuna düşebiliyor. Kâr marjının insaf boyutunu ise takdirlerinize sunuyorum.

İş planları yapılırken ilk dikkate alınacak veriler aylık ve yıllık enflasyon oranlarıdır. Bu hesabı ülkemizde resmi olarak TÜİK yapmaktadır. Bunun dışında İstanbul Ticaret Odası’nın ve ekonomistler tarafından oluşturulan ENAG adlı grubun benzer hesapları yapıp aynı tarihlerde yayımladıkları da bilinen bir durumdur. Ancak bu üç kurum tarafından çıkartılan oranlar yan yana konduğunda arada çok büyük farklar oluştuğu görülmektedir. ENAG yıllık enflasyon oranları her zaman 1 kat daha fazla çıkmaktadır. Hadi onu kenara ayıralım, TÜİK’in Ağustos ayı TÜFE artış oranı yıllık bazda yüzde 51,97 iken, İTO Ağustos ayı ücretliler geçinme endeksi yüzde 61,57 çıkmıştır. Aradaki farkın yüzde 18,5 olması normal değildir. Zira enflasyon sepetlerinde hep birbirine benzer ürün ve hizmetlerin yer alması ve yine benzer ağırlıklara göre işlem görmesi istatistiki açıdan mecburiyettir. Dolayısıyla çıkacak sonuçlar farklı da olsa asla birbirinden bu kadar uzak düşen veriler olarak karşımıza çıkamaz. Burada aynı dilden konuşmamızı engelleyen sebepleri bilmiyor ve merakımızı gideremiyoruz. Çünkü TÜİK, 409 ürünün aylık fiyat değişimlerini gösteren ve enflasyon sepeti olarak bilinen “madde sepeti ve ortalama madde fiyatları” tablosunu Haziran 2022’den beri açıklamıyor.

Bu durumda gerek perakendecilerin gerekse tedarikçilerin kendi enflasyon oranlarını çıkartmaları ve iş planlarını da buna göre yapmaları kendi menfaatlerinedir. Yoksa yapılan hesapların şaşması söz konusudur.

Merkez Bankası Başkanı, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 36’dan yüzde 38’e çıkartmıştı. Bu tahminin tutması hemen hemen imkansızdır. Böylece reel faiz her türlü hesapta eksidir. Evet reel faiz hesabı beklenen enflasyona göre yapılır ama hayali enflasyona göre yapılamaz…

Politika faizi yüzde 50, mevduat faizi yüzde 47 olursa, yıl sonunda da enflasyon yüzde 55 çıkarsa reel faiz yine eksidir. Buradan da faiz indirimi kararı çıkamaz.

Çıkarsa, kur ve enflasyon tekrar tırmanışa geçer ve başladığımız yere döneriz.

“Müjde enflasyon düşüyor.” Bu şablon haberle de isteniyor ki; vatandaş bunu “fiyatlar düşüyor” şeklinde okusun. Oysa düşen sadece fiyat artış hızıdır!

Örneğin; asgari ücretlinin 12 ay sabit kalan 17.002 TL’lik aylık geliri ile hayat kolaylaşıyor mu? Hayır.

Gelir sabit kalırken fiyatlar da sabit kalıyor mu? Hayır.

Peki ne oluyor? Gelir sabit kalırken 1 yıl içinde 1000 liralık mal ve hizmet 2000 liraya tırmanmıyor, 1500 liraya kadar çıkıyor. Yani vatandaşın çektiği sıkıntı artmaya devam ediyor.

Bu sebeple de “en kötüsü geride kaldı” sözü boşlukta kalıyor.

  • Eğer hâlâ enflasyon oranımızla en yüksek birkaç ülke arasında yer alıyorsak,
  • Aylık enflasyonunuz hâlâ onlarca ülkenin yıllık enflasyonu seviyesinde ise,
  • Hâlâ gelir dağılımı bozulmaya devam ediyorsa,
  • Hâlâ ekonomide fiyat istikrarı sağlanamıyorsa,
  • Emanet sıcak paranın eninde sonunda evine dönecek olması hâlâ bizi tedirgin ediyorsa, en kötüsü geride kalmış sayılamaz.
  • Kaldı ki, bahse konu olan sadece enflasyonun baz etkisi ile inişe geçmesi ise halkımız bunun da sürdürülebilir olduğuna inanmıyor ki…

Hane halkının yıllık tahminini son dört aydır yüzde 71-73 bandında tutması da (Kaynak TCMB) en kötünün geride bırakılmadığının en etkili ifadesidir.

“Tüketici güveni Eylül’de arttı” haberinin ifade tarzı da temelden yanlıştır. Zira olmayan güven artamaz. Tüketici Güven Endeksi’nde sınır değer 100’dür. Bu sınırın altındaki her değer güvensizliği ifade eder. Haberin doğru şekli, “Tüketici Güven Endeksi Ağustos’ta 76,4 iken, Eylül’de 78,2’ye yükselmiştir” olmalıdır. Zira artan endekstir, güven değildir. Büyük tirajlı gazetelerin bile çoğunda bu özensiz ifade yer almaktadır. Endeks 98 bile olsa tüketici güveni söz konusu olamaz. Olsa olsa güvensizlik azalmış sayılabilir.

Sonuç olarak; matematik ve istatistik gerçeklik, her türlü kişisel görüşün önünde geldiği gibi yanlış yorumlanmaya da açık değildir. Öyle yapılsa bile her seferinde “yanlış hesap Bağdat’tan döner.”

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

İki ülkede iki alışveriş (16)

Ercüment Tunçalp

Uzun zamandan beri onlarca ülke ile yaptığımız fiyat kıyaslamalarında öyle bir noktaya geldik ki; artık döviz bazında da bizden pahalı ülke bulmak hayli zorlaştı. Önceki yıllarda alışveriş için ülkemize gelen yakın komşularımız arasında da artık eski şöhretimiz kalmadı.

Romanya ve Macaristan’dan sonra bu yazımızda da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bulunan tarihi Central Hall ile ülkemizdeki Carrefour fiyatlarını karşılaştırdık. Listenin birinci sütununda Central Hall fiyatlarını leva olarak, ikinci sütunda bu fiyatları güncel kurdan (1 leva= 19,33 TL) TL olarak göreceğiz. Üçüncü sütunda ise Carrefour fiyatları yer alacaktır. Sofya fiyatlarını YouTube kanalından aktaran Enes Yankaya’ya da emekleri için teşekkürler…

Önce kıyaslamamızı zorlaştıran bazı hususları belirteyim.

  • Listede görüleceği üzere arada bizim aleyhimize büyük fiyat farkı vardır. Kaldı ki kıyaslamaya dahil etmediğim pahalı alkollü içecek fiyatları (viski, rakı, votka) komşuda bizim fiyatların ortalama yarısı seviyesinde olmasına rağmen listede yer vermedim. Yoksa aradaki farkın daha da açılması kaçınılmaz olurdu. Ülkemizde üretilen Tekirdağ rakısı bile bizim raflarda yüzde 47 daha pahalıdır.
  • Bulgaristan’da çarşı, pazar, market fiyatlarında istikrar vardır ve tezgahtan tezgaha fazla oynama yoktur. Bizde ise benzer satış noktaları arasında bire bir aynı markalı ürünlerde bile fiyat farkı yüzde 50-60 oranlarına ulaşabiliyor.
  • Satın alma gücünü kıyaslamak üzere ele alınacak en sağlam veri asgari ücretli çalışan geliridir. Ancak bizim ülkemizde asgari ücretli çalışan oranı yüzde 57 olmasına karşılık Bulgaristan’da sadece yüzde 14’dür. Dolayısıyla bizim tarafta ortalama ücret haline gelen gelir ile diğer taraftaki küçük bir çalışan grubunun gelirini karşılaştırmış olacağız. Bunu da kenara not edelim.

Şimdi de ilişikteki liste üzerinden kıyaslamalara başlayalım…

  • 33 kalemlik listemizde sanal alışverişin Bulgaristan tarafındaki tutarı 122,15 leva, karşılığı ise 2.360,95 TL iken; Türkiye tarafındaki tutarı 3.411,70 TL’dir.
  • Alışverişin yapıldığı tarihte 1 Bulgar levası 19,33 TL karşılığıdır. 1 Euro1,95 Bulgar leva karşılığıdır. 1 Euro 37,98 TL karşılığıdır.
  • Ülkemizde asgari ücret 17.002 TL iken Bulgaristan’da 933 Leva’dır ve bu ücret 18.035 TL karşılığıdır. Her iki ücretin güncel kurdan karşılığı ise Türkiye’de 448 Euro, Bulgaristan’da 475 Euro dur. Ancak küçük bir istisna dışında Bulgaristan’da aylık ortalama net ücret 1.662 Leva olup, karşılığı 843 Euro dur. Bunu kullanmayacağız ama yine de aklımızda tutmalıyız…
  • Asgari ücretli bir Bulgar vatandaşı aylık geliri ile bu alışverişi 1 ay içinde 8 defa tekrarlayabilirken, aynı alışverişi Türk vatandaşı 5 defa yapabilmektedir. Başka bir ifade ile Bulgar tüketici bu alışverişi gelirinin yüzde 13’ü ile yapabilirken, aynı alışverişi bizim tüketicimiz gelirinin yüzde 20’si ile yapabilmektedir.
  • Listede görüleceği üzere döviz bazında bizde daha pahalı olan ürün sayısı hayli fazladır (22 adet). En ilginç tarafı; komşudaki ithal muz fiyatının yüzde 158 fazlası bizim yerli muza aittir. Dana eti fiyatı da bizde yüzde 180 daha yüksektir. Ancak hâlâ bazı spekülatörler fiyat artışı çığırtkanlığı yapmaktalar.
  • Su yüzde 100, yerli ürünümüz bira yüzde 60, ayçiçeği yağı yüzde 49 döviz bazında bizde daha pahalıdır.
  • Eğer her iki tarafın gelir ve fiyat düzeyleri benzerlik gösterseydi bizdeki alışverişin toplamı 3.411,70 TL yerine 2.237 TL olmalıydı. Veya 3.411,70 TL’lik alışverişi yapan vatandaşımızın asgari ücreti 25.929 TL’yi bulmalıydı.

Sonuç olarak; bu olumsuz tablo son yıllarda oluşmuştur. Kişi başına milli gelir 2002 yılında Türkiye’de 3.688 dolar iken Bulgaristan’da 2.093 dolar idi. 2023 yılına geldiğimizde ise kişi başı milli gelir Türkiye’de 13.109 dolara, Bulgaristan’da 16.087 dolara ulaşmıştır. (Kaynak: Euronews- Ekonomim)

Böylece son 21 yılda Türkiye’de gelir 3,5 kat artarken, Bulgaristan’da 7,6 kat artmıştır.

Hep büyüme ile övünürüz ya; işte her iki ülke vatandaşına da yansıyan büyüme rakamları yukardadır. Komşunun 2023 yılı işsizlik oranı yüzde 4,3 ile enflasyonu da yüzde 4,7 seviyesiyle fark yaratmaktadır. Yirmi yıl öncesine kadar hiçbir şekilde kıyaslanmayı kabul etmediğimiz Bulgaristan ile aramızdaki son durum budur. AB’ye katıldıkları 2007 tarihinden itibaren (Romanya ile birlikte) kaderleri değişmiştir. Bizde ise refah seviyesi tartışmalı konudur.

En yüksek gelire sahip ilk yüzde 20’lik dilimin (17-18 milyon) yaşantısına bakarak; “işte pahalı telefon kuyrukları, dolu olan lokantalar, kafeler; demek ki durum anlatıldığı gibi değil” sonucu çıkaranlar esas tabloyu gözden kaçırıyorlar. Zira bizim nüfusumuz 85 milyon ile sınırlı olmadığından kişi başı milli gelir hesabında ince ayar gerekiyor. Sığınmacıların ürettikleri mal ve hizmetleri toplam milli gelire dahil edeceksiniz ama kendilerini nüfusa dahil etmeyeceksiniz. Bu hesap gerçeği yansıtır mı?

“Efendim uluslararası hesaplar da böyle yapılıyor.” Olabilir, yüzde yarım sığınmacı barındıran bir ülkede hesaplar fazla etkilenmez. Oysa bizim gibi nüfusunun en az yüzde 10’u oranında geçici sığınmacıya sahip bir ülkede kişi başı milli gelir rakamı çok değişebilir. Örneğin asgari 8,5 milyon geçici sığınmacıyı da ilave edersek ülkemizde yaklaşık 94 milyon insan yaşadığını varsayabiliriz. Bu durumda da kişi başı milli gelirimiz 11.904 dolara iner.

Kaldı ki Almanya “240 bin göçmenin ekonomiyi olumsuz etkilediğinden” bahsederken, bizim misafirperverliğimizin maliyetini ölçmek zor olmasa gerek…

 

Kaynak:

  • 2023 yıl sonu nüfusumuz 85.372.377 kişidir (TÜİK).
  • 2023 yılı GSYH 1 trilyon 119 milyar dolardır (AA).
  • 2023 yılı kişi başı GSYH 13.109 dolardır (TÜİK).
  • Göç İdaresi Başkanlığı’na göre ülkemizde 4.449.333 yasal kalış hakkı olan yabancı bulunmaktadır. En az 4 milyon da her gün kaçak yollardan ülkeye girmeye devam eden veya yasal kalış hakkı bulunmayan Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve diğer Asyalı düzensiz göçmenlerin varlığı için asgari ölçüdür.
Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER