Connect with us

Hasan R. Ardıç

AVM’ler bitiyor mu?

Hasan Ardıç
Abone Ol:

Bu soruya ilk tepkimiz; “İnşallah hayır, bitmez, bitmesin” şeklinde olsa da, durum pek öyle değil galiba. Bu konuyu işleme gereği duyduğumuza göre içimize düşen bir kurt olsa gerek.

Özellikle İstanbul’da, ancak sadece İstanbul değil, İzmir ve Antalya’da da son zamanlarda çok sayıda AVM dolaştım. Durum pek parlak görünmedi gözüme.

İlk bakışta dikkat çeken büyükşehir AVM’leri genelde iki açıdan boş. Birinci ve en önemlisi müşteri sayısı çok azalmış, koca AVM’ler bomboş ve ikincisi de buna bağlı olarak AVM’lerde mağazalar da boş, yani kiralama yapılamamış, doluluk oranı dediğimiz % çok düşmüş…

AVM’lerin yiyecek-içecek bölümleri, iyi konumdaki cadde mağazaları, bazı önemli marka mağazalar, gıda ağırlıklı satış yapan süper/hiper marketler, az da olsa outlet mağazalarının bir kısmı dolu, ticaret var. Kâr var mı bilemiyorum.

Bu durumda demek ki alışveriş şu sıralarda caddelerde, yeme-içmede, büyük market ve mağazalarda yapılmakta…

Peki, neden böyle?

Ya da neden böyle oldu?

Veya ne oldu da AVM’ lerden kaçış başladı?

Aslında her soru bir diğerinin aynısı sayılabilir. Belki ufak nüanslar var…

Oysa…

Bir zamanlar, AVM’ler ne kadar çekici, ne kadar çok tercih edilen, hâttâ vazgeçilmez yerlerdi…

Çocuklar gündüz, öğrenciler okul sonrası/öncesi ya da okulu kırdıklarında, genç sevgililerin buluşmalarında, boş zamanlarda mutlaka ziyaret edilmesi şartmışçasına herkes AVM’lere gider, izinli askerler, aileler iş ve okul sonrası AVM’lerde buluşur, bir şeyler yer ve sinema ya da tiyatro ile günü ya da haftayı sonlandırırlardı.

AVM’lerde çeşitli etkinlikler yapılırdı, sergiler açılır, paneller düzenlenir, müzik dinletileri, değişik gösteriler düzenlenirdi…

1986 yılı sonbaharında Galleria’nın açılmasıyla ilk AVM insanımızın ilgi alanına girdi. Araç kuyrukları HHO’zu (Hava Harp Okulu) kadar uzanırdı. Oysaki Galleria otoparkı 2200 aracı kaldırabilecek büyüklükteydi. Müşteriler içeri yüzer yüzer kişilik gruplar halinde alınırdı. Koridorlarda sağ gidiş, sol da geliş yolu olarak kullanılırdı…

Rüya gibi değil mi? Ama gerçek…

Durum böyle olunca, Carousel, Capitol, Akmerkez ve diğer AVM’ler birbiri ardı sıra açıldılar. Özetle organize perakende, Kapalı Çarşı’yı birkaç yüzyıl sonra o kadar büyük bir hızla takip etti ki, sayılar; AVM sayıları, müşteri giriş rakamları, metrekareler, vd. havada uçuşmaya başladı.

Güzeldi, çünkü;

İnsanlar mutluydu,

Ticaret mükemmel ve çok tatminkârdı,

Her şey; mağazalar, yeme-içme, sinema-tiyatro vd., derli toplu ve aynı çatı altındaydı,

Otopark ve erişim sorunu yoktu,

Güvenlik ve temizlik özenle yapılıyordu,

Yazın serin, kışın da sıcaktı ortam,

Demek ki AVM’ler, o dönemde önemli bir ihtiyaca cevap veriyordu.

Şimdi vermiyor mu?

Bu soruya ilerde yanıt vereceğiz, daha anlatmak istediklerimiz var…

Ekonominin altın kurallarından biri olan arz talep dengesi üzerinde ince ayar maalesef yapılamadı…

Açılan her yeni AVM, bir öncekini taklit etti. Pek beğendiğim Amerikalı İktisatçı Paul A. Samuelson’ın ünlü sözünü burada kullanacağım. (Bkz Economics, Lipsey & Steiner)

“Taklit takdirin en samimi ifadesidir”

Tamam, çok doğru, taraflara onur verici bir durumun ifadesi de, hep ve daima taklit mi?

Değil elbette…

Ama bizde durum genellikle öyle oldu maalesef. Çok az sayıda AVM yenilikleri önce yaptı, büyük çoğunluk işlerin hep böyle gideceği iyimserliği ile farklılık yaratamadı…

Bana göre bugünkü fotoğrafın ilk nedeni bu olmalı…

Her şey sadece piyasalarda, zaman zaman perakende sektöründe iş hacminin daralmasını değil, aynı şekilde perakendecilerin AVM’lere girmek için listelere, sıraya girme çabalarını, ödedikleri bedelleri de unutmamak lâzım.

Yani; iyi olunca AVM’lerden, kötüye gidince piyasalardan değil…

Bu AVM tarafının alması gereken deneyimler bütününün özeti. Ders demiyorum, kimseye ders vermek gibi bir niyetim yok. Bunu eğitim kurumlarında yapıyoruz yeterince.

Ha, tabii bir de perakendeci yanı var bu işin. O da fiyata duyarlı, mutlaka indirimli ve promosyonlu satış yapılması koşulu. Ama bunu yaparken asansör sistemi dediğimiz önce zam sonra indirim değil, alışın bire yedi buçuk marjla satış fiyatına dönüştürülmesi hiç değil…

Bence iki taraftan da bakınca bu kadarı yeterli, bugünkü durumun izahı için…

Müşteri daima doğruyu buluyor, takip ediyor ve giderek tüketim bilinci düzeyini yükseltiyor. Buna sektörün zamanında, duyarlı ve doğru cevap vermesi sürdürülebilirliği sağlayacak, olmadığında sorunlar artacaktır.

İşi sadece döviz kuru, kiralar, ortak alan gideri, makroekonomik sorunlarla örtbas etmeye çalışmak doğru değil elbette…

Bizim sektörlerde; Marketler zinciri (Internationale Spar Centrale BV), AVM yönetimi (Carousel, Galleria), FMCG (Fast Moving Consumer Goods) içinde yer alan alkolsüz meşrubatlar (Pepsi Cola ve Tamek ürünleri) ve su (Sansu olarak yapılan ve Nestlé tarafınca satın alınan) işinde kırk yıllık bir deneyimle söylemek istiyorum; bizim işte matematik çok önemlidir.

Senelerdir, yönettiğim/katıldığım panellerde, TV programlarında, üniversitelerde yaptığım konuşmalarımda, daha da kalıcı (yazılı) olarak belirteyim başta Retail Türkiye Dergimiz olmak üzere basında, onlarca kez, fizibilite yapılması gereğini, bu fizibilitelerin de matematiğe dayanmasının şart olduğunu ısrarla belirttim.

Dinleyen olmadı, lafla çok takdir edildi de uygulamada hiç kullanılmadı…

Ülkemizde, ticaret serbesttir, kurallar olsa da onlar ticaretin yapılmasına engel değil, serbest rekabet düzeninde sürdürülmesini temine yöneliktir.

Ondört yıl genel müdür olarak yönettiğim, bundan daima onur duyduğum Galleria’dan 2019 Şubat sonu itibarıyla ayrıldım. Başta Galleria olmak üzere, tüm AVM’lerin çalışmalarına başarıyla devam etmesi, sektörün dara düşmeden işlerini ve iş hacmini büyütmesi dileklerimi bulunduğum her ortamda belirtiyorum. Dilerim öyle olsun…

Ama yazımın başında üzülerek de olsa belirttiğim gibi, görünen AVM’ciliğin öyle pekiyi gitmediği…

Elbette, aradan sıyrılan, bunu hak eden birkaç tane iyi AVM’miz var bizi umutlandıran ve memnun eden…

Uzun yıllardır kendi konusundaki gayretlerini takdirle izlediğim, TESK Başkanı Bendevi Palandöken bile AVM’lerin gidişatına şaşırıyor olsa gerektir diye düşünüyorum.

Palandöken Başkan, işinin gereği olarak, bulduğu her fırsatta, esnaf için taleplerde bulunur, perakende yasasının revizyonunu talep eder, AVM’lerle esnafın adil koşullarda rekabetini savunur vs…

Özetle TESK ile TESK projeleri konularında her zaman fikir birliğinde olamasak da onları, başkanın yazılarını saygıyla okuruz. Bu defa TESK bile bu kadarını hayal bile etmemiştir, istememiştir diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Sektördeki arkadaşlarım, derneklerimiz ve tüm üniteleriyle sektörün tamamı gidişatı tekrar düzenlemek, ama bu kez her bir birimin kazanacağı daha doğru, daha uygun ve kalıcı çözümleri bulacaklardır.

Herkes için başarılı bir çözümün uygulamaya alınmasında gecikilirse çok ciddi bir yatırımlar bütünü (AVM’ ler, AVM’ lerdeki mağazalar) büyük hasar alacaktır. Bunlar bir anlamda milli servet dediğimiz bedelin ta kendisidirler.

Bir başka önemli unsur da sektördeki insan kaynağı ve dolayısıyla istihdam hacmidir. AVM’ler biter ise ki hiç istemeyiz, bunca çalışanın yeniden istihdamı çok zor olacak, işsizlikle ilgili istatistik değerler katlanır olacaktır ki Allah korusun…

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Hasan R. Ardıç

Süper, hiper, zincir marketler

Hasan Ardıç

Bu yazının amacı; siyaset yapmak, dayanaksız eleştirmek, taraflı görüş bildirmek değildir. Yazı, uluslararası, çok uluslu bir zincir marketler sistemini Türkiye’ye getirmiş, kuruluşunu yapmış, işletmiş ve toplumdan olduğu kadar rakiplerden de takdir almış bir markanın Kurucu Genel Müdürlüğünü yapmış, deneyimli bir yönetici ve bir ekonomist olarak hazırladığım bir yazıdır.

Yazı, belki biraz uzun olabilir, ama konuya ilişkin detay da olsa eksik noktalar bırakmamak, gündemdeki tartışmalara işin doğrusunu iletmek, belki de iletilmeyenlerin yanlış yargılara yol açmasının önüne geçebilmek için hazırlanmıştır.

Özellikle büyük kent yaşamında insanların, ailelerin alışverişlerinde ilk tercihleri marketlerdir. Süper olsun, hiper olsun, zincir olsun, tanımı ne olursa olsun marketler büyük kent yaşamının; uzun çalışma saatleri, yoğun trafikteki saat kayıpları, araç park etme sıkıntısı çekmeden kolaylıkla eriştikleri, tüm ürün çeşitlerini bir arada bulabildikleri genelde geniş alanlı satış merkezleridir.

Bu tanım daha ziyade günlük ya da haftalık, belki daha da uzun süreli kullanımı düşünülen, gıda ağırlıklı marketler için geçerlidir.

Esasen bir-iki eklemeyle yapı marketleri, hattâ tüm market çeşitlerini yaptığım bu tanımlamayla ortaya koyabiliriz.

Sonuçta ana konu; marketlerdir.

Bugün, tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de market sayısı oldukça fazlalaştırılmış, gereksinimler doğrultusunda da genele yayılmıştır. Aynı AVM’lerde olduğu gibi market pazarında da kişi başına düşen market metrekaresi bir ölçüdür. Ülkemizde tarihsel gelişim içinde marketler, büyük kent merkezlerinden başlayarak, taşralara, diğer kent merkezlerine ve daha da detayda yerleşim birimine geniş alana göre yaygınlaşmıştır.

Bu durum zaten kaçınılmaz olan yaşamın gereklerinin oluşturduğu bir olgu, bir gerçektir. Bu durum ticarette bir yol açılımı gibi görülmüş, büyüklüğüne, satılan ürün yapısına ve çeşitliliğine ve diğer pazarlama etkinliklerine bakmaksızın irili ufaklı bakkal dükkânlarının bile bir kısmı tabelâ değişikliği yaparak “Falanca Süpermarket” olmayı tercih etmişlerdir.

Bu sahiplenmeye karşı çıkan; ezeli ve ebedi başkan Bendevi Palandöken ve kahraman bakkal süpermarkete karşı oyunuyla da gönülleri fetheden dostum Ferhan Şensoy oldu. Tabii bir de bazı bakkallar…

Hepsini saygıyla karşılıyorum. Daimi olarak konfederasyonuna üye olan meslek erbabının haklarını savunan, bu mücadelesini yıllardır sürdüren Bendevi Bey başta olmak üzere bakkalları, konuyu en esprili şekilde hicvedebilen rahmetli Ferhan Şensoy’u tabii ki içtenlikle kendi bakış açılarında takdirle anıyorum.

Şimdi işin bu tarafını bir kenara bırakalım ve sistemin işleyişini bilmeyenlere özet olarak sunalım. Yapılan çalışmaları, yaptığımız faaliyet sistemini en açık ve net şekliyle ortaya koyalım.

Marketlerin, daha küçük ölçekli işletmelere (Bakkal vb) göre yapabildikleri ya da avantajları;

  • Toplu satın alma yaptıkları için, bu alım avantajını fiyata yansıttıkları sürece, fiyat rekabetinde başarılı olurlar. Bu da marketlerin tercih nedenleri başında gelen ilk husustur.
  • Ürün alımındaki avantajlardan bir diğeri de kalite ve tazelik unsurlarıdır ki bu da önemli bir diğer husustur.
  • Yüksek devinim dolayısıyla, gıda ürünlerinde TESKT (Tavsiye edilen son kullanma tarihi) kullanım süreleri uzundur.
  • Ürün alımlarında mutlaka uzman kullanırlar. (Bu hususun bir garantisi var mı bilemiyorum ama en azından bu uygulamayı titiz bir şekilde yapardım.)
  • Sağlık kontrolü yapılmış personel ile çalışmak ve sair hijyen hususları ve bunların düzenli denetimi güvenli bir alışverişin diğer bir önemli koşuludur.
  • Marketler ekonomide yüksek istihdam hacmi artışına katkıda bulunurlar.
  • Kayıtlı ekonomi adını verdiğimiz sistemde; SGK güvencesi, vergi ödeme, sağlıklı çalışma ve satış ortamlarının varlığı (Derin dondurucular, depolama koşulları vs) tabii ki önemlidir.
  • Kredi kartı kullanımı ve KK firmalarının özel avantajları ve promosyonları tüketicinin diğer avantajları arasındadır.
  • Ürün tadımları, iade uygulamaları, hediye ürünler uygulamaları vardır.
  • Gerek sermaye yapısının gücü, gerekse yüksek cirolu satışlardan kaynaklanan promosyon yapma ya da özel indirimli ürün satış olanaklarının var olması en belirgin ön avantajlardır.
  • Büyük kentlerde otopark varlığı çok önemli sayılabilecek bir avantajdır.

Bu avantajların ya da bakkallık sistemine göre üstünlüklerin tamamı demesek de önemli bir kısmı, küçük-orta ölçekli sistemlerde yoktur.

Tekraren ve içtenlikle söylüyorum; Bakkallar lütfen alınganlık göstermesinler. Bu hususlar iktisat teorisindeki büyük sayılar kanunu kapsamında yer alan, belirtilen gerçeklerdir.

Şimdi son günlerin en fazla konuşulan konularından biri olan; zincir marketlerde fahiş fiyat uygulaması, bu konuda yapılan denetlemeler ve kesilen cezalar konusuna.

Türkiye’de de, bildiğim Batı ülkelerinde de zincir marketlerin kartel oluşturduklarına şahit olmadım. Böyle bir oluşumun gelecekte de olacağını sanmıyorum.

Özellikle başta zincir marketler olmak üzere market sisteminde, iktisadî büyüklük (Bilhassa net satış alanı; m2) alan ve sermaye yapıları ölçeğinde, ilâveten satış sirkülâsyonlarındaki ivme doğrultusunda alım ve satımlarına ilişkin başta politikalar ve stratejiler olmak üzere kendileri belirlerler.

Üretimden nihai tüketiciye kadar var olan oyuncuların sayısı ve kimlikleri belirlidir. Büyük ölçekli ticarette bu durum gayet net ve açıktır.

Zincir marketlerin büyüklükleri ve sayıları kartel oluşumuna uygun değildir, zaten bu hedeflenen bir unsur da değildir.

Nedeni gayet açık; marketler nihai tüketici ile muhataptırlar. Yapılabilecek en ufak bir hata, ciddi bir maliyetle geri döner ve piyasadaki varlık zedelenir. Çok riskli, hesaplanamayan riskte bir girişim yapmaya, yasal olarak da suçlu duruma düşmeye gerek yoktur.

Ayrıca Rekabet Kurulu takipleri ciddi bir yaptırım gücüdür.

Marketlerin fiyat yapılanmaları normal koşullarda, serbest piyasa kuralları çerçevesinde belirlenir. Ancak; marketin hedefi yüksek kâr marjı ile çalışarak müşteri kaybetmek değil, daha uygun bir kâr marjı ile çalışarak ürün devinimini hızlı tutarak rekabette yer almaktır. Bu tercih çok çok daha kazançlı sonuçlar verecektir.

Bu bakımdan “Fahiş” fiyat olasılığı bence düşüktür. Yapan var mıdır? Belki vardır, bilemem. Ama olmaması gereğini inanarak savunurum.

Zaten, serbest piyasa ekonomilerinde fahiş fiyat şeklinde bir tanımlama da bulunmamaktadır. Fiyat; serbest piyasa koşullarında, arz-talep dengesi neticesinde oluşur.

Ayrıca “Fahiş” nedir? Kime göre fahiş fiyat, nasıl ve hangi şartlarda belirlenir? Fahiş fiyat alt limiti nedir; nerede yani hangi fiyat düzeyinden itibaren fiyat fahiş olur? Birine göre fahiş olarak nitelenen bir fiyat başkasına göre münasip sayılabilir. Bunlar bence zor sorulardır. Akademik ölçüm kriterleri, standartları yoktur. Zincir marketlere yapılan bu savın, tekrar gözden geçirilmesinde fayda olduğu kanısındayım. Bunun tekrar gözden geçirilmesi piyasalarda daha olumlu karşılanacaktır.

Konuyu bir de enflasyon açısından değerlendirmek yerinde olacaktır. Zaten bu tür konular genelde yüksek enflasyon koşulları altındaki ekonomilerde gündemde yer alır. Burada yapılması en uygun ve doğru olan husus enflasyonla mücadelede ekonominin akademik kuralları dışına çıkmadan, bilimsel yaklaşımlarla çalışmaktır.

Gerek Türkiye’de, gerekse Avrupa ülkelerinde, çalıştığım ve yönettiğim sistemlerde hiçbir zaman, takım elbiseli fiyat denetçileri ile karşılaşmadık. Bir markette fiyatları, olsa olsa belediye zabıtası üniforması ve yetkisi taşıyanlar denetler ki bu da serbest piyasa koşullarında rastlanan bir uygulama değildir.

Esas denetim, market yönetimlerinin gizli müşteri vb yöntemlerle kendilerini denetlemeleridir ki market sistemlerinde bu tarz, başarıya ulaşmanın yollarından biri olarak kabul edilir.

An itibariyle geçmişte olduğu gibi, fiyatlamada konulmuş bir narh bulunmamaktadır. Bu nedenle fahiş fiyat belirlemesi ve maddi ceza yoluyla serbest piyasa koşullarına müdahale edilmesi uygun karşılanmamaktadır.

Son olarak konunun dilek ve temenniler bölümü diyelim, bu noktada görüşlerimizi net olarak ortaya koyalım;

Enflasyonun yüksek olması,

TÜFE ve ÜFE makasının giderek açılması,

TL’nin değer kaybının devamı,

Var olan enflasyonun esasen maliyet enflasyonu olması,

Nedeniyle maliyet yüksekliklerinin fiyatlara yansıtılma zorunluluğu, başta gıda fiyatları olmak üzere diğer tüm fiyatların yüksekliği üreticilerin de tüketicilerin de, özetle herkesin yaşamını zorlaştırmaktadır. Alım gücünün düşmesi ve işsizliğin artışı da durumun zorlaşmasında payı önemli olan diğer hususlardır.

Önemli hususlar olmasına rağmen artık bu noktada cari açık, sanayide kullanım kapasitesi, bütçe açıkları, enflasyon sayılarının defalarca revize edilmesi zorunluluklarının olması vb hususlarda bahsetmek konumuza çözüm getirmeyecektir. Ana konumuz, enflasyonla mücadele, zincir marketlerde uygulanan sistemleri piyasa koşullarında daha gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirmektir.


Not:
Hasan R. ARDIÇ, 1998 yılından beri market yöneticiliği yapmamaktadır.

Continue Reading

Hasan R. Ardıç

CoVid-19 bitince ekonomi ve sosyal yaşamı bekleyenler…

Hasan Ardıç

Var olan CoVid-19’un azalan bir grafik çizdiğini düşünelim, hâttâ yok olmaya çok yaklaştığını ve de bittiğini. Bu bitiş senaryosunu gösteren grafikteki azalışı bu derece ağır ağır yazmamın nedeni, azalış ve bitişin ülkelerde bu şekilde olacağındandır.

Ülke, devlet, siyasi görüş, iktidar, muhalefet, sektör, hiçbir ayrım yapmadan çok açık ve net ifade etmeliyim ki; virüsün gelişinde hazırlıklı olamadık, bari gidişinde biraz hazırlıklı olalım.

Peki neye, niçin ve nasıl hazırlıklı olalım…

CoVid-19 salgını bittiğinde ne bekliyoruz, buna bir bakalım.

Ekonomilerde, özellikle bizim tür, kırılgan ekonomilerde mutlaka bir durgunluk, bir anlamda halk tabiriyle bir bocalama olacak. Esasen kişisel görüşüm olarak söyleyeyim; ben bu durgunluğu uzun süredir maalesef bekliyordum.

“Ben demiştim…” gerçekten yakışan bir tavır olmasa da maalesef durum onu gösteriyor. Üstelik bunu bu virüsle falan ilgili olarak değil, ekonomimizdeki gelişmelere bakarak, dünya ekonomilerinin değişik zaman dilimlerinde karşılaştıkları durumlarla kıyaslamalar yaparak bu durgunluğu öngörmek çok da zor değildi.

Perakende sektöründeki önemli sürekli yayınlardan olan Retail Türkiye Dergisindeki yazılarıma bakıldığında özellikle yılsonu durum özetlerimde bu net olarak vardır. Yani bilinen diğer bir isimle “Stagnation”; durgunluk…

Tabii bir de başka bir ekonomik olgu var; enflasyon… “Inflation”.

Birincisi kesinlikle, ikincisi de genellikle ekonomilerde sorun olarak kabul edilen olgulardır.

Durgunluk tabii ki hiç sevilmeyen, istenmeyen, sorun olarak kabul edilen, giderilmesine çalışılan bir problemdir.

Enflasyon ise, genellikle sevilmeyen, ancak bazı ekonomilerde bazı segmentlerde bir süre için kabul edilebilir, ancak yine de mücadele edilerek en azından tek haneli sayılarda tutulmasında yarar olan bir başka olgudur.

Şimdi ikisini birleştirelim;

Stagnation’ın stag’ını alalım, inflation’ın da flation’ınını alalım ve şöyle bir birleşme yapalım: Stagflation, yani durgun altında enflasyon, ya da enflasyonist bir ekonomide durgunluk gibi de dilimizde ifade edelim.

İktisat Fakültesi’nde öğrenciyken, (yanılmıyorsam ilk yıllardaydı, yani muhtemelen 1977 yılında) bu kavramla karşılaştığımda çok ilgimi çekmişti. Bu konuyla ilgili özellikle yabancı literatürdeki kitapları ve bulabildiğim makaleleri okudum. Ve hep ekonomik anlamda da çekindim.

İlerleyen yıllarda iş gereği birçok yabancı ülkeye gittim, oralarda da çalıştım. Hiç unutamıyorum, 1990’ların sonu idi, Ürdün’e, Amman’a gittim. Havalimanından şehir merkezine giden yolun kenarında, sağlı-sollu her iki tarafta da insanlar semaverlerde çay yapıyorlardı. Bunu önce bir dinlenme şekli, ya da tradisyonel bir kültür ögesi sanmıştım, ama değilmiş. Ülkede hem yüksek enflasyon hem de aşırı ekonomik durgunluk vardı. Marketler boştu, halk sadece sokaklarda yürüyordu, herhangi bir faaliyet de yoktu.

CoVid-19 bitince kuvvetle muhtemel karşılaşacağımız ilk temel sorun durgunluk, enflasyon ve özetle enflasyon altında durgunluk olacak düşüncesindeyim.

Bunu takip eden diğer ve bağlantılı sorun da tabii ki likiditedeki tükenmişlik olarak karşımıza çıkacaktır. Bu durumda iki seçenekli, ama her ikisi de bir diğerinden olumsuz neticeleri olan; emisyon hacmini arttırmak, yani para basmak, ya da uluslararası kredi kuruluşlarından (IMF gibi) borç almak çözümleridir.

Bunlar esasen çözüm olmasalar da anlık, geçici palyatif çözümlerdir. Birincisi (para basmak yoluyla piyasalardaki emisyon hacmini artırmak) enflasyona neden olacak, dış kaynaklı kredi bulmak da ekonomide bir çok kısıtlamayı önlemler paketi halinde karşımızda bulmamıza neden olacaktır.

Birçok meslektaşım bu konuları günlerdir yazıyorlar, dile getiriyorlar. Şimdilik kısa vadede görünen bu. Tabii bu görünen hususların arkasında çalışacak başkaca hususlar da var; işsizlik sorunu başta olmak üzere ekonomi kuralları içinde olan birçok sorun.

Ana başlıklar halinde kısaca yer verelim; faizler, mevduat faizleri, politika faizi, yatırım kredi faizleri, bankalar arası günlük repo faizleri gibi her biri, bir diğerini belirleyen faizler, ayrıca TCMB faizlerini belirleme, FED faiz oranlarının belirlenmesi, ECB faizleri gibi…

Ücretler, ücret artışlarının belirlenmesi, asgari ücret seviyesinin revize edilmesi, ek ücret ödemeleri, emekli aylıkları gibi konular…

TL’nin diğer para birimlerine göre, uluslararası piyasalarda işlem göreceği parite değerleri, çapraz kurlar, petrol ve altın ounce fiyatlarının etkileşimi…

Tabii ki bunların hepsi sorun değil, ama uygulama başarılarınıza göre her biri, ya da birlikte tamamı ekonomik konular olmakla beraber, aslında ekonomide her gün karşılaşmamıza rağmen, özellikle CoVid-19 bitimi sonrasında bir anda ve toplu olarak çözümlemeye çalışacağımız ekonomik sorunlar bütünü olarak masaya gelecektir.

Ekonomi, esasen okuması, çalışması, çok keyifli ama bir o kadar da zor bir disiplin… Gerçek hayattan ve politikadan da soyutlanması olanaksız bir disiplin…

İşin siyasetine hiç girmemeye çalışarak, bunu işi siyaset yapmak olan uzmanlara bırakmak, günlük hayatın içindeki ekonomik (İktisadî) konuları tekrar topluca, ana hatlarıyla sıralamak gerekirse, aşağıdaki dizin ortaya çıkacaktır.

CoVid-19 bittikten sonra ekonomideki beklentiler;

  • Durgunluk,
  • Enflasyon,
  • Stagflation.
  • Piyasaların acil nakit ihtiyaçları,
  • Likidite sağlanması için dövize natık dış kredi kullanılması,
  • Emisyon hacminin artırılması, para basılması.
  • Faizlerin artması,
  • Döviz kurlarında artışlar yani TL’nin değer kaybı,
  • İç piyasalarda fiyat artışları, ürün bulunmasında zorluklar,
  • Ağır tasarruf önlemlerinin alınması.

Ben burada karamsarlık yapmaya çalışmıyorum, tanıyanlar bilirler aslında gerçekten iyimser olan veya son zamanlara kadar iyimser olmaya çalışan bir ekonomistim, ama tablo bu…

Bu tablodaki tüm hususlarla mutlaka karşılaşacak mıyız? Aslında her biri diğerini etkilediğinden, cevabım; genellikle karşılaşılır şeklinde olacaktır.

Ne yapılabilir sorusunun öyle komprime bir yanıtı yok… Zaten bu, bir anda da olacak bir çalışma bütünü değil…

İşte bunun için; hazırlanmak gereği ve hâttâ şartı var demekte ısrar ediyorum. Bu iş; yarın olsun da bakarız paketi kapsamında değil çünkü…

Öncelikle üretim şart. Tabii bunu burada söylemek kolay geliyor ama aslında o kadar kolay değil tabii… Zamana ve ciddi revizyon çalışmalarına gereksinim var. Keza döviz kazandırıcı faaliyetler; ihracat ve turizm başta olmak üzere… Tarım ve sanayide kullanım kapasitesinin artırılmasına çok ciddi ihtiyacımız var. Bu da tarım politikalarımızın yeniden belirlenmesi gereği gibi çok kapsamlı bir iş…

Esasen, bildiğiniz gibi o kadar çok şey var ki yapılması gereken, herkesin; kişi ve kurum olarak işi çok zor…

CoVid-19 bittiğinde sosyal hayatta karşılaşılacaklar;

  • Özellikle gıda ve temizlik malzemelerinde azalan, belki de o zaman için erimiş olan stokların yenilenmesi zorunluluğu,
  • İşten çıkarmalar, az da olsa birikimlerin harcanması neticesinde fertlerin nakit ihtiyaçları,
  • Kredi borcu olanların ertelenen kredi bakiyelerinin tahsiline başlanmasının getireceği maddi zorluklar,
  • Eğitim gibi önemli unsurların, her ne kadar uzaktan eğitimle çözülmeye çalışılmasına rağmen, sınavlar gibi zorunlukların kısa sürede yapılmasının zorlukları,
  • Durdurulan üretim merkezlerinin yeniden çalışır duruma getirilmesi mecburiyetleri,
  • Ve her şekilde oluşan hasarın; maddi, manevi, giderilme çalışmaları…

Bütün bunları yapmak; beraberce, çözüm odaklı, kısa vadeli çözümlere doğru değil ki gereğinde kısa vadeli çözüm de çözüm olabilir, ama doğrusu kalıcı kurumsal çözümlere gitmek için çalışmaktan, çok çalışmaktan geçiyor…

Tabii bu arada çoğumuzun henüz değinmediği turizm konumuz var ki gün geçtikçe, her geçen gün değil saat, zarar hanemize yazıyor. Yazdı bile desek daha doğru…

İç ve dış turizmde turizmcilerin kullandığı isimlendirmelerle; incoming, outgoing ve ingoing rezervasyonlarının herhalde tamamı iptal olmuştur. İş için yapılanlar da azaltılmış ya da elektronik iletişimle çözümlenmeye çalışılmaktadır diye düşünüyorum.

Otellerimizin doluluk oranlarının çok düştüğü yakın geçmişte, geçtiğimiz hafta içinde TV haberlerinde %5’lere kadar düştüğünü içim sızlayarak izledim.

Mart sonunda sezona nasıl hazırlanılabilinir, bunu yapabilecek maddi güç nasıl bütçeleşebilir, hangi öngörüler doğrultusunda sezon açılış tarihi belirlenebilir gibi onlarca soru var.

Uluslararası turizmde özellikle belirsizlikler çok bu yıl. İç turizm belki bir şekilde, muhtemelen Ramazan sonrası hareketlenecektir. Evlenme, düğün rezervasyonları da erteleniyor, bu da ayrı bir segment, ayrı bir alt sektör.

Özetle; hepimizin, her ulusun, herkesin ilk dileği CoVid-19 felâketinin bitmesi, tabii ki anında bitsin istiyoruz hepimiz. Ama unutmayalım ki işimiz CoVid-19 bitince de diğer konularda zor.

Sağlık her şeyden önce gelir, kabul… Ekonomi de hemen arkasından…

Continue Reading

Hasan R. Ardıç

Corona Virus, CoVid-19

Hasan Ardıç

Oldukça uzun zamandır bizi, hepimizi, tüm dünyayı ciddi meşgûl ediyor, üzüyor, endişesi yerini korkuya bıraktı, devam ediyor. Öncelikle hepimiz; Sağlık Bakanlığı’nın, Bilim Kurulu’nun tavsiyelerine, getirdikleri kısıtlamalara ve tüm kurallara uymakla yükümlüyüz.

İnsanlık için,

Ülkemiz için,

Büyüklerimiz için,

Ailelerimiz için,

Kendimiz için,

Ve lütfen artık şu pek bilinen “Bana bir şey olmaz!”ı artık bir kenara bırakarak.

Şimdi bir önerim var:

CoVid-19 ile ilgili; sosyal medyadaki, ulusal TV kanallarındaki, yazılı ve görsel basındaki, ayaküstü sohbetlerdeki bilimden uzak, hurafelere dayanan, mışlı bilgi kirliliklerini, paranoyaları ve de komplo teorilerini artık bir kenara bırakalım.

İlgilenmeyelim bunlarla.

Bizi tıp biliminin doğruları ve devletimizin aldığı resmi kararlara uymak ilgilendirsin sadece. Yine de siz bilirsiniz.

Ne siz ne yapacağınızı bana soruyorsunuz, ne de ben size ne yapmanız gerektiğini söyleyecek kadar kendimi kontrol edemez durumdayım.

Ne isterseniz, tabii ki onu yaparsınız.

Ben yine de önerime devam edeyim.

Sözlerim, evde oturabilenlere.

Çalışmak için evden çıkmak olanları saygıyla karşılıyorum tabii.

Bir kısmımız mademki evdeyiz, o zaman bir şeyler yapabiliriz.

  • Hani hep, “Ah bir vaktim olsa da, evde şunu, şunu yapardım…”lar var ya işte tam onları yapmanın zamanı.
  • Birçok öneri olabilir bu kapsamda;
  • Evdeki ertelenmiş onarımları yapabilirsiniz,
  • Hâttâ bir kısım badana-boya işleri de yapabileceklerinizden,
  • Varsa arabanızla evin bahçesinde olmak kaydıyla ilgilenebilirsiniz; ufak-tefek bakımlar, pastra-cilâ gibi meselâ,
  • Zaman fakirliğinden beklettiğiniz kitaplarınızı çıkarıp onları okuyabilirsiniz,
  • Yeteneğiniz varsa resim yapabilirsiniz,
  • Ya da şiir yazabilirsiniz,
  • Veya enstürman çalabilirsiniz,
  • Yemek de yapabilirsiniz,
  • Karikatür de çizebilirsiniz,
  • Gazeteleri de okuyabilirsiniz,
  • Bilgisayar kullanma konusunda kendinizi geliştirebilirsiniz,
  • Filmler izleyebilirsiniz,
  • Konserler izleyebilirsiniz,
  • Netflix var, Youtube var, birçok kanal daha var tabii izlenebilir,
  • Buralarda müze ziyaret edebilirsiniz,
  • Hobilerinize zaman ayırabilirsiniz,
  • vs., vs.,

Ama ne olur;

Falanca şu tarihte, ya da bilmem kaç yılında CoVid-19’u söylemiş, yaaa

Demeyin ne olur. Bunu eğer söylendiği hafta içinde okuduysanız, izlediyseniz, daha da meraklanarak Google’dan ve diğer ilgili mecralardan araştırıp bilgi edindiyseniz; tamam. Yok, bu günün sosyal medya iletisi ise, bırakın.

Yakınlarınızı, dostlarınızı arayın, onlarla görüntülü kısa da olsa sohbetler yapın bunun için bedava birçok uygulama var. Whatsapp mesajları gönderin ama CoVid-19 şeyleri değil, gerçek ilgi konularınızda olsun o mesajlar… Sesini duymak istediklerinizi telefonla arayın, konuşun onlarla… Hele yaşça sizden büyük olanları ihmâl etmeyin.

Lütfen;

  • Kurallara uyun,
  • Bugünlerde imkânınız varsa evden çıkmayın,
  • Sağlığınıza ve özellikle tıbbi hijyen kurallarına çok dikkat edin,
  • Telâş yapmayın, panik asla yapmayın,
  • Devletin resmi kurallarına mutlaka uyun,
  • “Bana birşey olmaz!” demeyin; olur, hem de öyle bir olur ki,
  • Bütün bunları kendiniz için değil, herkes için yapın lütfen…

Lütfen;

  • Sadece sağlık çalışanlarını değil, başta sağlık çalışanları olmak üzere emeği geçenleri takdir edin, saygı gösterin ve de yardımcı olun,
  • Benzer şekilde temizlik çalışanlarını, market çalışanlarını ve diğer sokağa çıkarak risk alan, bize hizmet sunan herkesi saygıyla takdir edelim, onlara yardımcı olalım,
  • Asla bencil olmayalım, lütfen.

Öyle veya böyle tüm dünyadaki herkesin bir şekilde başına gelen bu CoVid-19, bir şekilde bitecek, bitirilecek.

Amaç yakalanmayı geciktirmek, fark etmek ve gidermek.

Atlatılacak.

Bugün olamasa bile yarın, ya da yakında.

Ama mutlaka.

Sabır, mücadele, kurallara uyum, yardımlaşma…

Continue Reading

Hasan Ardıç

Hasan Ardıç

POPÜLER