İbrahim Bingül
Küresel ve bölgesel pazarlarda rekabet stratejisi
Rekabet; piyasa sisteminin işlerliği için bir zorunluluk olduğuna göre ulusal, bölgesel ve küresel pazarlarda faaliyet gösteren firmalar birbirleriyle rekabet etmek zorundadırlar. Birbirleriyle rekabet eden firmalar, kazançlarını gerçekleştirmek ve hedeflerine ulaşmak için sürekli olarak stratejiler geliştirmek zorunda kalmakta ve firmaların rekabet sürecindeki başarıları da, geliştirdikleri stratejilerinin etkinliği ve rasyonalitesine bağlı olmaktadır. Kâr marjı ve pazar payı nasıl arttırılabilir, sahip olunduğu müşteri kitlesi nasıl korunabilir gibi soruların cevapları hep stratejiktir. Bir başka deyişle, yarışı nasıl kazanabilirim sorusuna cevap vermek her zaman stratejik düşünmeyi gerektirmektedir.
Rekabet stratejisi geliştirmek; bir firmanın temelde nasıl rekabet edeceği, hedeflerinin neler olması gerektiği ve bu hedefleri gerçekleştirmek için hangi politikaların izlenmesi gerektiği konularında genel bir formül geliştirmek demektir. Başarılı rekabet stratejileri, firmaya stratejik açıdan önemli bir veya birkaç alanda rekabetçi yetenekler kazandırmayı ve bu yetenekleri birer rekabet avantajına dönüştürmeyi amaçlar. Bunun dışında, firmalar strateji geliştirirken kaynak potansiyellerini, güçlü ve zayıf yanlarını, sahip oldukları yeteneklerini, kurumsal kültür ve imajını, makro ekonomik, sosyal kültürel ve teknolojik çevresini, faaliyet gösterdiği sektörün rekabet yapısı ve kârlılık durumunu, önündeki fırsatlar ve tehditleri dikkate almak zorundadırlar. Firmaların strateji geliştirme sürecinde etkili olan bu unsurların mevcut durumu ve gelişim trendi ise yerel, ulusal ve küresel boyutlu, ekonomiden ekolojiye kadar değişen çeşitli parametrelere göre şekillenmektedir.
1980’li yıllarda başlayan küreselleşme süreci, 2000’li yıllara gelindiğinde hükümet politikalarından işletmelerin iş yönetimi anlayışına kadar makro ve mikro düzeyde birçok alanda etkisini göstermiş bulunmaktadır. Serbest ticaret önündeki engellerin kaldırılması, başta sermaye olmak üzere üretim faktörlerinin serbest dolaşımına izin verilmesi, piyasa ekonomisi ve demokrasinin yayılması, toplumların kültürel değerleri ve yaşam biçimlerinin birbirlerine benzemeye başlaması gibi, küreselleşmenin meydana getirdiği sonuçlar birçok açıdan işletmelerin iş ve rekabet ortamının değişmesine neden olmuştur. İnsanların yaşam biçimlerinin küreselleşmesi, ürün pazarlarının ve talebinin küreselleşmesine, ürün ve üretim faktörlerinin serbest dolaşımına izin verilmesi de rakiplerin ve rekabet ortamının küreselleşmesine yol açmaktadır. Ancak bu bütünleşme sürecinin önünde çeşitli engellerin olması ve bu engellerin etki yönü ve derecesinin sektörden sektöre farklılık göstermesi, farklı sektörlerin ve ürünlerin küreselleşme hız ve esnekliklerinin de farklı olmasına sebep olmaktadır. Başka bir deyişle, bazı sektörler ve ürünler daha hızlı bir şekilde küreselleşirken, bazıları için bu süreç daha yavaş işlemekte, rekabet ortamı, ürün pazarları ve rakipler yerel ve/veya bölgesel kalmaktadır.
Küresel rekabet ortamında ayakta kalabilmek ve yaşanan değişimlere uyum sağlayabilmek için firmalar, sürekli olarak stratejiler geliştiren, uyguladıkları stratejilerini gözden geçirip rakiplerin beklenen veya beklenmeyen tepkilerini ve rekabete ilişkin diğer gelişmeleri dikkate alarak stratejik re-engineering yapan, esnek organizasyon yapısına sahip, hızlı öğrenen kuruluşlar olmak zorundadırlar. Kaldı ki; stratejinin öneminin artmasının yanı sıra, strateji geliştirme paradigması da değişmiş, kurumun içine odaklı, işi rakiplerine göre daha iyi yapmayı ve müşterilerinin mevcut ihtiyaçlarını en iyi şekilde gidermeyi amaçlayan stratejilerin yerini; kurumun dışına, müşteriye odaklı, işi rakiplerine göre daha farklı yapmayı ve müşterinin mevcut ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamanın yanı sıra, onlara yeni ihtiyaçlar yaratmayı ve bu şekilde rekabet avantajı elde etmeyi amaçlayan stratejiler almış durumdadır.
Rekabet ortamının karmaşıklığı ve çok yönlülüğünde başarı elde etmek, etkin ve radikal stratejiler gerektirmektedir. Küresel ve bölgesel pazarlarda rekabet eden firmalar, firmaya özgü avantajlar oluışturarak; sadece o firmanın sahip olabileceği, rakip firmaların taklit etme, kıyaslama gibi yollardan elde etmeleri zor olan veya kısa dönemde imkansız olan özellikler ve yetenekler kazanarak rekabet edebilirler. Rekabet avantajına dönüşecek özel yeteneğin firmaya özgü olma derecesi ne kadar yüksek ise; diğer bir deyişle, rakiplerin bu yeteneklere sahip olmaları ne derece zor ise, stratejinin başarılı olma olasılığı da o kadar yüksektir.
Firmaya özgü avantajlar şu şekilde sınıflandırılabilir:
1. Mekan ve çevreye özgü avantajlar: Firmanın bulunduğu mekan ve sosyal, kültürel, ekonomik ve hukuki çevre önemli rekabet avantajları sağlayabilir. Katma değeri ve pazar potansiyeli yüksek, her yerde bulunmayan doğal gaz, petrol gibi zenginliklere sahip mekanlarda faaliyet gösteren firmalar mekana özgü avantajları, birer firmaya özgü avantaja dönüştürerek rekabet edebilirler. Benzer durum çay, fındık, tütün ve pamuk gibi her yerde yetişmeyen birçok tarım ürünü için de geçerlidir. Ayrıca, firmalar faaliyet gösterdikleri çevrenin sosyal, kültürel ve tarihî özelliklerini firmaya özgü birer avantaja dönüştürebilirler. Örnek olarak; İtalyan makarnası, Çin lokantaları, Türk dönercileri verilebilir. Turizm sektöründe faaliyet gösteren firmalar için, bulunduğu ülkenin doğal ve kültürel zenginlikleri birer firmaya özgü avantaj oluşturabilirler.
2. Girdiye özgü avantajlar: Firmanın kullandığı girdiler, rakiplerin sahip olamayacağı rekabet avantajı kazandırabilir. Yüksek kaliteli ve nadir bulunan hammadde kullanan firmalar bu durumu kendilerine özgü avantaja çevirebilirler. Örneğin; ham petrolü girdi olarak kullanan Suudi Arabistan’da plastik ve sarf malzemeleri üzerine üretim yapan bit firmada bu tür bir avantaj söz konusu olabilmektedir.
3. Üretim sürecine özgü avantajlar: Firmanın üretim sürecinde kullandığı teknoloji, know-how vb. teknik bilgiler rekabet avantajı sağlayabilirler. Bilginin en verimli üretim faktörü haline geldiği günümüz koşullarında, yeni bilgiler üreten ve bunları üretim süreçlerine uygulayan firmalar, rekabette kayda değer avantajlar elde edebilirler. Örneğin; Toyota’nın kendine has olan üretim süreci.
4. Ürüne özgü avantajlar: Firmanın ürettiği ürünler, rakiplerininkinden farklı ve sadece o firmanın ürünlerine özgü özelliklere sahip olabilirler. Ürüne özgü avantaja örnek olarak; kozmetik sektöründeki markalaşmış ürünler ve Coca-Cola’nın ürettiği içecekler verilebilir.
5. Müşteriye özgü (müşteri kaynaklı) avantajlar: Firmayı her zaman tercih eden belli ölçüde bağımlı müşterileri olabilir. Örneğin; tarihi veya başka nedenlerden dolayı firma, belli müşteri kitlesi için özel manevi değer taşıyorsa, bu müşteriler sadece o firmanın ürününü tüketmekte ve bu durum firmayı rakiplerine karşı rekabet üstü yapabilmektedir. Özellikle otomotiv ve beyaz eşya sektörlerinde uzun zamandır faaliyet gösteren ünlü ve köklü firmaların (Ford Motors, Daimler Chrysler, Bosch gibi) bu tür avantajlara sahip oldukları söylenebilir.
Firmaların, sahip oldukları yeteneklerini firmaya özgü avantajlara dönüştürebilmeleri için öncelikle, mevcut yetenek ve özelliklerini iyi bir şekilde analiz etmeleri gerekmektedir. Bu yoldan avantaj elde etmek isteyen firmaların yöneticilerinin, mevcut yetenekler üzerinde odaklanmaları ve şu sorulara yanıt aramaları gerekmektedir:
Benim mevcut yeteneklerim nelerdir?
Bulunduğum mekan, faaliyet gösterdiğim çevre, kullandığım girdiler ve teknolojik bilgilerin, ürettiğim ürünün ve hizmet ettiğim müşteri kitlesinin ne gibi özellikleri vardır?
Ben bu yeteneklerimi nasıl kullanıyorum ve bana özgü avantajlar sağlayacak şekilde nasıl kullanabilirim?
Rakiplerimin durumu nedir?
Bugünün dünyasında gerek iç gerekse dış piyasalarda rekabet eden Türk firmalarının, yukarıda genel hatlarıyla ortaya koyulan, firmaya özgü rekabet avantajlarının oluşturulmasında orta ve uzun vadeli sistematik stratejiler geliştirmeleri gereği kaçınılmazdır. Bu amaçla artık firmalarda ayrı-özel bir “rekabet stratejisi geliştirme birimi” oluşturulması gerekmektedir. Bu birimlerde, özel nitelikleri olan; çalışma ve başarıya motive olmuş, dinamik ve takım çalışmasına yatkın kişiler istihdam edilmeli, bunlar firmanın geleceğine yönelik rekabet stratejileri geliştirmelidir.
Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Mart 2011 – 25. sayısında yayınlanmıştır.
İbrahim Bingül
Etkin işyeri için insan faktörü
Rekabetin her şekliyle hayatımızda çok büyük önem taşıdığı bu dönemlerde işletmelerimizi nasıl daha etkin bir hale getirebiliriz? Burada etkinliği arttıracak olan en önemli faktör olan insan faktörünü nasıl daha etkin kullanabilirizi kısaca özetleyelim:
Etkin bir işyerinden bahsetmek için, bu işyeri tepe yöneticilerinin hedef ve stratejilerini net olarak ortaya koymuş olmaları gerekmektedir. Ne yapmak istediğini bilmeyen bir yönetim şoförü olmayan araba gibidir, her an kaza yapma riski yüksektir, kendi kendine istediği yere gider. Bir işyerinde yönetimin belirlediği stratejilerin ve ulaşılır hedeflerin, işyeri çalışanları ile paylaşılması etkin bir işyeri oluşturmanın ilk şartıdır.
Mutlaka çalışanların iş görevlerinin tanımlanmış olması gerekir. Bu tanımlar çalışana neyi nasıl yapacağını, neyi niçin yapmayacağını söylemelidir. Tabiiki çalışanlara bu tanımlamaları yaptıktan sonra, gerekli araç ve gereçlerle donanımlarınıda yapmalıyız. Unutmayalım ki arabamız ne kadar iyi olursa olsun yakıt koymadan çalıştıramayız. Çalışanlarımız bu donanımla birlikte kendi birikim ve yeteneklerini de ortaya koyarak etkinliği artıracaklardır.
Bir işletmenin özünü yansıtan temel ögelerden biri de çalışanların görüşlerine verilen değerdir. Çalışanların özgürce düşünüp konuşabildikleri, sözlerine değer verilen işletmelerde daha sağlıklı bir şirket kültürü oluşmaktadır.
Çalışanların yaptıkları doğru işler karşılığında takdir edilmeleri işletmeye güç katar. Bu insanın doğasında olan bir durumdur. Bize düşen işletme içersindeki rekabeti ve etkinliği arttırmak için doğru zamanda takdir edebilmektir. Bu şekilde çalışanlar maksimum seviyede verimli olurlar.
Çalışanların yaptıkları işlerle şirkete fayda sağladıklarını ve bu faydanın şirket için bir yarar sağladığını belirtmemiz gerekir. İşyerinde misyonun çalışanlara iyi anlatılmış olması sayesinde, işçilerde bu misyona uygun olarak kendilerini daha fazla gösterecek şekilde çalışırlar.
Etkin bir işyerinin en önemli faktörlerinden biri de çalışanları en sevdikleri ve yapmaktan zevk aldıkları konular üzerinde fokuslayarak çalıştırmaktır. Çalışana başarılı olabileceği sahada çalışma koşulu sağlamalıyız. Tabi bu konu ile ilentili olarak işe eleman alırken elemana iş değilde işe göre eleman kriterini göz önünde bulundurmak olmalıdır.
İşyerleri sonuçta bir takım ilişkiler neticesinde sonuca varılan mekanlardır. İnsanlar arasındaki ilişkilerin üst düzeyde olması, çalışanların her zaman kaliteli ve rekabetçi bir havayı solumaları, etkinlikte çok önemlidir. Atalarımız bile “Arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim” demişlerdir. İnsan iyi iş çıkartan bir işletmede içgüdüsel olarak kötü iş çıkartamaz, bu nedenle etkinlik için firma kültüründe iyi iş çıkartan bir yapı muhakkak kurulmalıdır.
Bir işletmede çalışanların eksik yönleri veya gelişimleri muhakkak düzenli periyotlarda yöneticiler tarafından alt kadrolarıyla paylaşılmalıdır. İnsanlar her zaman kendi yaptıklarının en doğrusu olduğunu düşünürler, zamanında müdahale edilmezse bu hareket biçimi onların yaşam tarzı olur, kanıksarlar. Çalışanların sistemli bir şekilde eksi ve artı yönlerinin konuşulması kendileriyle şirketin ilgilendiği izleniminide verdiği için çalışanın gururunu okşar, buda firmaya olan aidiyetine pozitif katkı sağlar.
Mutlaka çalışanların öğrenme eğilimlerini arttırıcı ortamlar oluşturmalıyız. İnsanlar öğrendikçe mutlu olurlar, yeni öğrendikleri her bir ayrıntıyıda şirketin gelişimi için kullanırlar.
2012 yılının herkesin hedeflerine ulaşmasında başarılı olduğu bir yıl olarak geçmesini temenni ederim…
Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Aralık 2011 – 34. sayısında yayınlanmıştır.
İbrahim Bingül
İyi bir yöneticinin özellikleri nelerdir?
İşletmelerde çalışan tüm kişiler belirli bir çalışma zamanı sonunda kademe olarak bir üst göreve geçme arzusu taşırlar. Her çalışanın iş hayatındaki en büyük arzularından bir tanesi maddi tatminin yanında, yönetilen değil de yöneten olarak manevi tatmin sağlayabilmesidir. İşte biz bu yöneten kişilere yönetici diyoruz. Genelde yöneticilik iş hayatında herkesin sahip olmayı arzu ettiği fakat gerekliliklerini genellikle yeterince yerine getiremediği bir mevkidir. Çalışan kişiye verilen her rütbe, makam, amirlik veya üst pozisyon; beraberinde taşıması gereken çok büyük sorumluluklar getirir. Yönetici bir orkestranın şefi gibidir, eserin en iyi şekilde seslendirilmesi yöneticinin eseri icra edecekleri mükemmel şekilde idare etmesi ile mümkündür.
Yöneticinin de bir insan olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır. Bu yüzden onlardan her zaman en mükemmeli beklememeliyiz. Günlük yaşantımızda herkesten birbirine göstermesi beklenilen saygı, sevgi, nezaket ve tevazu gibi erdemler yöneticiler için gerekli olan en elzem davranışlardır. Bunlara ilave olarak adil olmak yöneticiliğin en temel gereğidir. Adaletli olmayan bir yönetici er veya geç başarısızlıkla beraber yok olmaya mahkumdur.
Çalışma ortamının güven ve huzurlu olması yöneticilerin elemanlarından daha iyi verim almalarına yardımcı olur. Yönetilen kişiler ruhi durumları sakin olduğu müddetçe iş verimini daha da artırmak için azami gayret göstereceklerdir.
İyi bir yöneticinin ihtiyacı olan en önemli faktörlerden birisi de çok iyi bir yardımcı kişiye veya sağ kol dediğimiz kişiye olan ihtiyacıdır. Bir yönetici içinde bulunduğu ortamı ve işletmedeki konuları her zaman en iyi şekilde bilmesi gereken kişidir. Ancak teoride konuşulan bu konunun günümüzde pratiğe dönüşmesi mümkün olmayabiliyor. İşte bu eksik kalan noktalarda yöneticinin eğer iyi bir sağ kolu varsa çözüme ulaşmak kolaydır. Bu nedenle sağ kol dediğimiz kişiler konusunda uzman, araştırmacı, bilgi işlem teknolojilerini çok iyi bilen ve kullanan kişiler olmalıdır. Bu nedenle yönetici tüm personel seçiminde titiz olmalı mümkün olduğunca dürüst ve çalışkan eleman seçmeye gayret etmelidir.
Yukarıdaki yazdıklarımızın haricinde iyi bir yöneticinin bazı özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: Anadilini çok iyi bilmeli, konuşmalı ve yazabilmeli, en az bir yabancı dili çok iyi okuyabilmeli, yazabilmeli ve konuşabilmeli, güvenilir, karizmatik ve şeffaf olmalı, çalıştığı şirketteki tüm personelle iletişim içersinde olabilmeli, insanları küçümsememeli, bilgi işlem teknolojilerini çok iyi bilmeli, kullanmalı ve kullandırmalı, bilmediği konuları öğrenmede inanılmaz derecede azimli olmalı, kendisini yönetici pozisyonuna layık görenleri utandırmamalı, yerine getiremeyeceği sözleri vermemeli, verdiği sözleri mutlaka yerine getirmeli, karşısındakinin anlattığı konuyu erken anlamış olsa da sözünü bitirmesini beklemeli, uzmanı olmadığı konularda dinleyici rolü oynamalı, bütün elemanlarını, onları huzursuz etmeden kontrol etmeli, eksiklikleri yönlendirerek gidermeli, işyerinde beyin fırtınası seansları düzenlemeli, fikirlerine değer verdiği insanlarla karar aşamasında mutlaka fikir alışverişinde bulunmalı, dostlarını yönetici oldum diye unutmamalı, kendisine gelen mektup ve yazıları hemen cevaplamalı, bu ciddiyetin en önemli ifadelerindendir, Takdiri aleni, tenkit ve cezalandırmayı teke tek yapmalı, işyeri ile ilgili acı gerçekleri amirlerine mutlaka bildirmeli, gizlememeli, tarafsız olmalı, elemanlarına ilgi ve şefkat göstermeli, konuşurken ses tonunu yükseltmemeli, çevresindeki menfaatçi ve yalaka tabir edilen kişileri iyi tanımalı, analiz etmeli ve kendini onlardan mümkün olduğunca tecrit etmeli, karar mekanizmasında uzak durmalı, gereksiz tartışmalardan kaçınmalı, kendi yaptıklarını hiçbir zaman övmemeli, huzurlu ve mutlu bir aile yaşantısı olmalı, çocukları sevmeli, dış görünümüne dikkat etmeli, turistik değil, bilgi ve gözlem dolu seyahatler yapmalı, hak ettiği ücreti almalı, aldığı maaşı da hak etmelidir. iyi bir yönetici kendi yerine kendinden daha iyisini yetiştirebilen kişidir…
Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Kasım 2011 – 33. sayısında yayınlanmıştır.
İbrahim Bingül
Yeni kategori ürünlerin gerekliliği…
Türkiye perakende pazarı 1990’lı yıllarla birlikte çok hızlı ve köklü bir değişime uğradı. Uluslararası markaların perakende pazarına girmeleri, pazardaki niş oyuncuların varlığı ve dağıtım kanallarının çeşitlenmesinden dolayı perakende sektörü sürekli değişmektedir. Bu değişim neticesinde bakkalların yerini daha fazla çeşit satan ve tüketicinin tercihlerini daha fazla karşılayan modern ve organize perakendecilik pazara hakim olmaya başladı. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye perakende pazarında ulusal ve yerel zincirlerin payının sürekli arttığını görebilmekteyiz ve bu artışın daha da devam ederek pazarın gelişmiş ülkelerdeki 80-90’lar seviyelerine gelmesi tahminimizce önümüzdeki 5-10 sene içersinde gerçekleşecektir.
Perakende sektörünün tüketicilerin ihtiyaçlarına maksimum seviyede hizmet gösterebilmesinin faktörlerinden biri de pazara sürekli yeni ürünlerin girmesi ve raflarda yeni kategorilerin oluşması ile mümkün olabilecektir. Satış noktalarının bu tip ürünlere ihtiyaç duymalarının bir önemli nedeni de pazardaki rekabet ortamının sonucunda oluşan kar minimizasyonudur. Zaten çoğu perakende noktası bu karsızlıktan sıyrılabilmek amacıyla kendi markalarıyla üretim yaptırarak rafta daha esnek bir fiyat ve kar politikası izlemektedirler. Burada şirketlerin devamlılığı için esas olan tüketicinin aidiyetinin kazanılması ve her fırsatta tüketicinin satış noktasından vazgeçmemesini sağlamak bir bakımada gelen tüketiciye farklı ürünlerde ve markalarda hizmet vermekle başarılabilir. Burada da tüketiciyi anlamak ve iletişim kurabilme başarısını göstermek işin maharet isteyen kısmıdır. Bu da ileriyi görebilen ve tüketicilere sürekli yenilikler sunabilen üretim ve perakende noktalarının ortak çalışması ile mümkün olabilir. Tüketici her zaman yenilik görmek ister, her gün gittiği markette hep aynı ürünleri satın almak bir zaman sonra tüketim içgüdüsünü olumsuz etkiler. Bu durumda piyasaya yeni kategori ürünü nasıl çıkartabiliriz?
Günümüzde yeni bir ürünü piyasaya sokmak çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanabilmektedir. Bu yüzden yeni kategori ürünler uzun vadeli bir iş ve yatırım planı gerektirmektedir. Pazara sunacağımız yeni kategori ürünün satışlara pozitif etki yapabilecek bir yapıya sahip olmasını sağlamamız lazımdır. Bu da tüketicinin ihtiyaç algılamasına hitap etmekle ve farklılıkla olacaktır. Her üreticinin piyasaya verdiği ürünü farklılaştırıp yeni ürün olarak piyasaya sunmak bize sadece satış imkanı sağlar, marka bilincimize çok fazla katkıda bulunmaz, ancak tüketiciyi tahrik eden ve raftan satın almasını sağlayabilecek bir ürün geliştirip pazara sunmak bu ürünle birlikte markamızın pazarda daha kalıcı hale gelmesine, markalaşmamıza ve tüketici nezdinde vazgeçilmez konuma gelmemize sebep olabilir. Yeni kategorimizin perakende noktalarına katabileceği ilave katma değeri de nokta ile paylaşabilmek önemlidir. Kısaca bir örnek verirsek Türkiye’de eskiden her evde ekmek evin hanımları tarafından yapılırdı, daha sonra hepimiz fırından ekmek almaya başladık. Ancak giderek artan organik ve sağlıklı yaşam tarzına olan eğilim bir zaman önce tüketicinin kendi ekmeğini kendisinin ve istediği şekilde yapabilmesine olanak sağlayan ekmek yapma makinalarını tüketicinin beğenisine sunmuş olan üreticiler oldukça büyük satışlar yapmışlardır. Oysa düz mantıkla bakıldığında hiç kimse fırından daha zahmetsiz ekmek almak varken sabah uyanıp makinede ekmek pişirmek için ekmek pişirme makinesi almamalıydı. Oysa bu makineleri alarak kendi istedikleri kalite ve çeşitlilikte ekmek yaptılar. Yukarıdaki örnekle birleştirecek olursak sanayi toplumlarının getirisi olarak ortaya çıkan bir takım hastalıklar ve yaşam koşullarının oluşturduğu sıkıntılardan korunabilmek için 2000’li yıllarla birlikte daha sağlıklı ve organik olan ürünlere doğru bir yönelme hızlı şekilde olmuştur. Bu yönelme ve organik ürünlerdeki kategoriler sadece yediğimiz, içtiğimiz ürünler de değil tüm tüketim grubunda kendisini göstermektedir. Örneğin bugünlerde raflarda kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinde daha sağlıklı, kimyasal içermeyen, zeytinyağı içeren duş jelleri, sabunlar, şampuanlar daha fazla yer almakta ve talep görmektedir.
Sonuçta doğru ürünü bulabilmek zor olsada üreticilerin markalaşabilmesi, perakende noktalarının tüketiciyle olan bağının kuvvetlenmesi ve kar yapısını kuvvetlendirebilmesi için yeni kategorilerin ve yeni ürünlerin doğru zaman ve doğru strateji ile piyasaya sürülmesi bir zorunluluktur. Doğru konumlandırıldığında piyasaya yeni sürülen her ürünün piyasaya bir hareketlilik ve ilave ciro getirmesi kaçınılmazdır.
Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Ekim 2011 – 32. sayısında yayınlanmıştır.
