Sosyal Medya Hesaplarımız

İbrahim Pekbay

Nasıl anlatayım ki!…

İbrahim Pekbay
menmet begendik ibrahim pekbay
Abone Ol:

Seni anlatmak, belki de en son düşüncem olabilirdi. Olmadı, öne düştün, gittin, hem de zamansız.
Dediler ki “Mehmet Beğendik’i anlat…” Dedim ki “Nesini anlatayım, aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz, yaptıkları ortada…” Ama anlatayım, Mehmet Beğendik’in perakende sektöründe yaşadığı zulümlerden söz edeyim de belki perakendecilere ayna olur… Onun hayatında iki öncelik vardı, birincisi namuslu, ahlaklı olmak, ikincisi ise kaliteden ödün vermemek. Beğendik Mağazalarını kurma düşüncesi ortaya çıktığında, Türkiye’de adı bilinir üç marka vardı, Migros ki İstanbul lokalinde, Gima ve İzmir’de Tansaş… İzmir’de o dönem yeni olan bir de Pehlivanoğlu…
El ele verdik, tüm zincir mağazaları gezdik, ne kadar varsa istisnasız. Hep aksayan taraflarını kafasına yazdı. İyi olacağı zaten kendi kafasında oluşuyordu. Kasaptan et, manavdan sebze-meyve almanın olumsuzlukları yüzünden zaten girmiyor muydu mağazacılığa… Mağazacılık fikrin doğması zaten apayrı bir hikaye. Yarım kilo kıyma, onu mağazacı yapmıştı. Onun için önemli olan şey, müşteri, mağazaya girdiğinde nefes alacak, huzur içinde dolaşacak ve daha da önemlisi, kaliteli ürünü olabilecek en ucuz fiyata alırken, hizmette de kusur asla edilmeyecek.
İlk zaman itiraz ettik, “Senin bu istediklerinin hepsi maliyet unsuru, nasıl olacak” dediğimizde, cevaben “Kalite ve hizmet ön planda olacak, ardından da satın alma aşamasında özellikle ürünün değer fiyatına ama en uygun fiyatına bakacaksınız” demişti. Ayrıca dediği bir şey daha var; “Kendinizin evinize götürmeyeceği hiç bir ürünü, mağazalara sokmayacaksınız…”
Gün oldu, harman oldu, “Beğendik” marka ve ekol oldu. Zaten işin bu tarafı bile başlı başına bir başarıdır. Sadece Kayseri lokalinde iken bile, Türkiye markasıydı… Ankara Kocatepe mağazası ile birlikte yerelden ulusala geçerken, ilkelerinden zırnık taviz vermedi. Kalite, asla vazgeçemeyeceği şeydi…
Bakın, araya girip bir başka açıdan anlatayım… Şehirlerin çoğunda Kavak ağacı yetiştirilir ve baharda ağaçların uçuşan pamukçuklarını beğenmezdi. O nedenle Kayseri’ye kendi cebinden harcama yaparak 3 milyon civarında Çınar, Ihlamur ve Huş ağacı diktirmişti. Ağaç diktirmesi size bir şey anlatır mı bilmem. Onun ötesinde, kimsenin bilmediği ve bilmesini dahi istemediği hayırlarını ben bilirim…
Devam edersek anlatmaya… İşte kalite tutkusu, hizmet anlayışı, zaman içinde gelişen perakende sektörünün acımasız ve bilinçsizce gelişen rekabet sisteminden zarar gördü. Kalite ve hizmetten ödün vermek, onun için acıların en büyüğü idi ama yine ödün vermedi, sistemin o zulmüne ömür boyu karşı durdu. Açtığı mağazalar, Dünya çapında ödüller aldı. Başta et ve et ürünleri olmak üzere, şarküteri ile meyve-sebze reyonları özel ilgi alanıydı. Özellikle bu ürünlerin kalitesinden taviz, baştan sonuna kadar aklının ucundan bile geçmedi. Paketli standart ürünleri başka marketlerden alan müşteri, et ve et ürünlerinde Beğendik’den vazgeçmedi.
Diğer yandan… Mağazalar içinde unlu mamullerin, süt ürünlerinin göz önünde üretilmesi ve taze satışa sunulması, sektörde onun tarafında tabir yerinde ise icatlarından biriydi. Yine müşteri önünde hazırlanan yiyecek-içeceklerin sunulması da… Adına “Yaşam mağazası” dediği mağazalarda restoranlar, müşterinin yapılışını göreceği şekilde dizayn edilmişti.  
Bütün bu düşünce ve uygulamaların altında istediği tek şey vardı, müşteri güvenini tam olarak sağlamak. Hizmet kalitesini en üst seviyeye çıkarmak. Elbette bu da bedavadan olmuyor, rekabet ortamının dayanılmaz etkisi altında, rekabetçilerin anlamsız davranışlarının zulüm olduğu ortamda, Beğendik ve özellikle Mehmet Beğendik olarak hiç mi hiç taviz vermedi.
İşte Mehmet Beğendik, anlatılması gerekenin incir çekirdeğini dolduracak kadarı bunlar. Tamı tamına kırık yıl… Seni anlatmak için bir kırık yıl daha gerek aslında. Seni kaybettiğimiz gün, hakkında sosyal medyada paylaşım yaptım, 24 saat için 260 yorum ve 35 de paylaşım yapmışlar, bir kişi de olumsuz bir şey yazmadığı gibi, garip değil mi herkes sana “Baba” demiş… Eee… Sana “Baba” demişlerse vardır bir nedeni…
Son bir anı… Bir gün rahmetli annem, “Oğlum… Sen Mehmet Bey’e Abi diyorsun da Mehmet Bey senden 3-4 ay küçük” demişti. Ben de cevaben “Abi demek için yaşının büyük olması gerekmiyor ana, önder olması, lider olması Abi olmak için yeterli” dedim. İşte o nedenle seni “Abi” olarak bildim ve öyle de saydım… Ama dayanamıyorum, sana “Son bir söz”, onu da diyeyim bari… Beni bıraktın da gittin ya, ilk kez söyleyeceğim bu lafı…
Alacağın olsun senin…

Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Ocak 2018 – 107. sayısında yayınlanmıştır.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

İbrahim Pekbay

Bozulan ekonomiye reçete…

İbrahim Pekbay

Son yıllarda bilim dışı uygulamalar nedeniyle dibe vuran Türkiye’nin ekonomik yapısının, 14 Mayıs 2023 gününde yapılacak seçimde değişmesi beklenen yeni iktidar tarafından nasıl düze çıkartılacağı hemen her ortamda tartışılmaktadır.

Vatandaş, yaşanan ağır enflasyon karşısında her geçen gün daha da yoksullaşmaktadır. Bu durum da elbette sürdürülebilir bir durum değildir.

Çözümü var mı?

(Ben, üretimin sanayi tarafını pek bilmem ancak, genel prensipler itibarıyla üretimde de geçerli olan kurallar vardır ve ben bu kurallar içinde anlatmaya çalışacağım.)

Elbette var, kısa zamanda olmayabilir ama var.

Amasız, fakatsız, lâkinsiz “Üretime” yönelmektir. Elbette yapılacak üretimin de başıboş olmaması, bilim ışığı altında yapılması zorunludur. Aksi takdirde fayda yerine hem üreticiye hem de tüketiciye zarar verecek boyutlara ulaşabilir.

Üretimin doğru ve verimli yapılabilmesi için olmazsa olmaz birinci kural, devlete karşı güven duyulmasıdır. Diğer bir anlatımla, kendisine yönetmesi için belli süreliğine yetki verilen iktidarlara güvenirken, devletin devamlılığı esasının da gözden kaçırılmaması gerekir.

Bu ne demek?

Birincisi; toplum, öncelikle hukukun üstünlüğü ilkesi içinde işleyen bir yargının var olduğunu bilmeli.

İkincisi; her yıl revize edilebilirliği olan beş yıllık üretim planlamaları yapılmalı. Hangi üretici, nerede ne kadar hangi ürünün üretecek, bu önceden bilinmeli. Dahası, kaça mal edeceğini ve makul kar payı ile kaça satacağını da bilmeli.

Başta da belirttiğim gibi ben tarımsal üretim boyutunda düşündüklerimi ifade etmek istiyorum.

Öncelikle, bilinmeyen bir nedenle kapatılan “Devlet Planlama Teşkilatı” yeniden kurulmalıdır. Ve bu teşkilat uzman, liyakatli elemanları eliyle, tarım ve hayvancılığın her aşamasında üretimin nasıl yapılacağı, ürün çeşitliliği ve bölgeler ile belirlenmeli, üretici buna göre yönlendirilmelidir.

Üretim aşamasında devlet desteklemelerine önem verilmeli, ancak verilecek desteklerin yerinde kullanılıp kullanılmadığı, yani üretim için kullanılıp kullanılmadığı da denetlenmelidir.

Bu noktada, üretim girdilerinin öncelikle yerli olmasına özen gösterilmelidir.

Üreticinin ürettiği ürünleri alacak kurumların, yani tarım satış kooperatiflerinin verimli şekilde çalışacağı şekilde yeniden ayağa kaldırılmalıdır.

Kooperatifi olmayan üreticiye, kooperatif kurması için destek verilmeli, yol gösterilmelidir.

Et ve Balık Kurumu, Toprak Mahsulleri Ofisi, le Rize’de Çaykur, Giresun’da Fiskobirlik, Samsun’da Karadeniz Birlik, Edirne’de Trakya Birlik, Bursa’da Marmara Birlik, İzmir’de Tariş, Antalya’da Antbirlik, Mersin’de Yerfisko Birlik ve Bal Kooperatifi, Adana’da Çukobirlik ve Gaziantep’de Güneydoğu Birlik yeniden ve etkili şekilde işler hale getirilirken, gerekli olan diğer üretim alanlarında da aynı şekilde kooperatifleşme sağlanmalıdır.

Tarımsal üreticiler için yeteri kadar ziraat mühendisi, hayvan üreticileri için yine yeteri kadar veteriner hekim, teknisyen tahsisi edilmeli, üretim, onları denetiminde, sonuçları raporlanabilir şekilde yapılmalıdır.

Üretimi planladık, peki bundan sonra ne olacak?

Elbette üretimden elde edilecek ürünlerin tüketiciye ulaştırılması, ihracatın yapılabilir olması gerekir ki, üretimin faydaları görülebilsin.

Tüketiciye ulaşmasında, yukarıda da belirttiğim gibi kooperatiflerin işlevleri çok önemlidir.

İhracatta ise yine devlet desteği olmazsa olmazdır.

Şimdi şu noktaya dikkat edelim…

Üretici, ürettiği üründen kazanacağı makul kar payının bir bölümü ile üretimde yenileşmeye ve geliştirmeye aktarırken, kalanı da elbette birikim, geleceğin sermayesi olarak bir kenara koyacaktır.

Böylelikle üreticinin kazancı, bir şekilde ekonomide geri dönüşüm içine girecek, her sektör bu geri dönüşümden fayda sağlarken, kendi kazancını da aynı şekilde ekonominin içine sokacaktır.

Böylelikle ekonomide nakit akışı sağlanmış, toplumun tüm katmanları, gelişim içindeki kazançtan kendilerine de bir pay çıkarmış olacaktır.

Ekonomi bilim içindeki diğer unsurların da birleşmesi ile ülken parası değer kazanırken, eşit ve hakça kazanç ile toplum refaha kavuşacaktır.

XXX

Değerli okurlarım…

Ben, “Ekonomist” unvanlı birisi değilim.

Ancak 57 yıllık çalışma hayatım içinde bana öğretilen ve benim de öğrendiğim ekonominin kurallarının, basitçe böyle olmasının daha gerçekçi olacağını söylemektedir.

Bu konuda beni yetiştirenlerin isimlerini tek tek vermek isterim ama kendilerinden izin almadım. Ancak en baştaki kurumun adını verebilirim.

Rahmetli Hüseyin Cahit Aral Ekibi ile o ekibin içinde başlamış olmamdır.

XXX

Diğer yandan üretimden sonra dağıtım ve satış, üretimin ayrılmaz bir parçasıdır.

Elbette bunun da bilinçli, programlı doğru yapılması da zorunludur.

Bu konu ise, üretim kadar önemli ve ayrı bir yazı konusudur.

Belki daha sonra yazabilirim.

Devamını Oku

İbrahim Pekbay

Bugün bana bir şeyler mi oldu?

İbrahim Pekbay

Bu sabah (18 Ağustos 2022 Perşembe), her zaman olduğu gibi, 10 kişilik guruba mesaj gönderecektim.

Aklıma takıldı bir şarkısını sözleri.

“Ömrümüzün son demi, son baharıdır artık… Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık…”

Müzeyyen Senar’ın sesinden herkesle paylaştım.

Altına da not düştüm.

Bugün kahve ile değil, ömrümüzün kalan 25 yılında maziye bakarak keyfime baktım. Keyifleriniz bol ola.

Dedim.

 

xxx

 

Aradan çok bir zaman geçmedi, öğleden önce Üçge firmasından değerli kardeşimiz Esra hanım aradı.

Merak içinde telefona cevap verdim ama…

Duymasam mıydı, yoksa duyarsam n’olurdu?

“İbrahim Bey… Gökçin Bey ile aranızdaki özel ilişkiyi bildiğim için haber vermek istedim. Gökçin Bey’i dün akşam kaybettik.”

Dedi…

Bir anda kendimi kaybettiğimi biliyorum. N’oluyor gibisinden düşünmeye başladım. Daha kaç gün oldu, konuşmuştuk. Öyle pat diye olacak şey mi?

Ama oldu, olmuş…

 

xxx

 

Bundan tam 37 yıl önceydi.

Perakende sektörüne girecek, marketçiliğe başlayacaktık. İzmir’de rafları alacağımız yer olarak ismini ve adresini verdiler.

Gittik, mahalle arasında, labirent gibi bir yerde, üzerinde iş önlüğü ile genç birisi karşıladı bizi. Oturduk, derdimizi anlattık, anlaştık ve ayrıldık.

Buraya kadar her şey, olması gereken şey idi, oldu.

Kayseri’de 1986 yılında ilk mağazamızı açmak üzere çalışmalar sürerken, Gökçin Aras’da malzemelerini ve ekibini alarak gelmişti.

Gece gündüz demiyor, yoğun bir şekilde çalışıyorduk. O da ekibinin başında, iş kıyafeti üzerinde “Ben patronum arkadaş” demeden canla başla çalışıyordu.

Böyle başladık.

İlişkimiz yıllarca sürdü.

Kâh ticari, kâh ağabey-kardeş gibi.

Ama hiç kopmadık.

Dürüst.

Yenilikçi.

Adam gibi adam.

Özellikle çalışanlarına karşı.

Ama erken bir gidişi oldu, olmadı bu.

Daha diyeceğim çok, ama aklım gidiki yazamıyorum.

Allah’ın rahmeti üzerine olsun kardeşim, geride kalanlara sabırlar diliyorum.

 

xxx

 

Sabah aklıma takılan şarkı

Keşke olmasaydı.

Devamını Oku

İbrahim Pekbay

Dert çok da derman var mı?

İbrahim Pekbay

Bu sabah oldukça geç kalktım.

Hazırlık, sabah kahvaltısı ve ardından kahve keyfi ki böyle bir ortamda nasıl keyif olursa gari, derken yazı yazma vaktinin geçiyor gibi olduğunu görerek, bilgisayarımın başına doğru yürürken dilime dolanmaz mı bir türkü!

“Derdim çoktur hangisine yanayım

Yine tazelendi yürek yarası

Ben bu derde hande derman bulayım

Meğer dost elinden ola çaresi

Efendim efendim benim efendim

Benim bu derdime derman efendim”

Bazen bana böyle gelenler geliyor…

Neden geliyor? Çünkü dert çok, çözümü var, çözecek yok.

İki kere iki dört eder de bazen dört ettiğini bilmeyenler olursa ki var, matematik dediğimiz bilim dalı o noktada çöküyor ve çökünce de ülke olarak, millet olarak altında kalıyoruz.

Her konuda bilgi sahibi olmanın olanağı yok ama her konuda bilgi sahibi, ilim sahibi ile birlikte oturup konuşma ve ona göre karar verme olanağı her zaman vardır.

Ancak bunu uygulayabilmek için de en azından “Anlayış ve zekâ”, yani feraset sahibi olmak gerekiyor.

Ülke olarak bugün ekonomik olarak düştüğümüz duruma, sanırım 2’nci dünya savaşı sırasında, rahmetli İsmet Paşa’nın, Türkiye’yi savaşa sokmama kararlılığı sırasında çekilen yokluk günlerinde bile çekilmedi.

O günün koşullarında üretim vardı, ancak tüketimi mümkün olduğunca kısarak, olası ve istemediğimiz bir savaşa girmek zorunda kaldığımızda yetecek stokları oluşturmak zorunda olduğumuz günlerdi.

Bugün her şey var, ancak alım gücü denilen şey, yani yeterli gelire sahip değiliz.

İşte bu dengenin tekrar kurulması gerekir.

Bu ekonomik bir konu…

Diğer yandan, düzeltilmesi gereken bir konu daha var ki, günün koşulları içinde dengeli bir şekilde yapamazsanız, doğrudan ekonominize sekte vurabilir.

Oda hiç kuşku yok ki, bağımsız, bağlantısız, Atatürk ilkeleri ışığında dış politikanın yürütülmesi ile olacaktır.

Ancak kesin olan şu ki, üretmeden asla ekonomiyi düze çıkartmak mümkün değildir.

Şimdi soru şu…

Üretebiliyor muyuz, üretebiliyorsak kendimize en azından yetebiliyor muyuz, hatta ihraç ürünü haline üretimi getirebiliyor muyuz?

Ne yazık ki bu soruya bugün için “Evet” deme olanağımız yok.

Neden yok?

Bu soruyu sormak için biraz “Millet” olarak geç kalmış olsak da, aklımızı kullandığımızda cevabını verebileceğimizden en ufak bir kuşkum yok…

Bunu anlamak için de şu söze kulak vereceğiz her zaman…

“Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir.”

Bu sözü kimin söylediğini bilmiyor, hatırlamıyorsanız eğer, kendiniz hiç yormayın derim…

Devamını Oku

İbrahim Pekbay

İbrahim Pekbay

POPÜLER