Sosyal Medya Hesaplarımız

İbrahim Pekbay

Sigarasız günlere yolculuk…

İbrahim Pekbay
Abone Ol:

Adı proje veya kampanya… Her ne olursa olsun, etkin sonuçlar almanın yollarından biri de topluca hareket edebilme yeteneğini gösterme ve bunda da başarılı olmaktır.

Yıl 1967…

Sigara ile ilk tanıştığım yıl…

O günden bu yana “Anamın ak dumanı” gibi içtim ve içmeye de devam ediyorum. İşin ilginç tarafı, benim by-pas operasyonu geçirmiş biri olarak da içmemem gerekiyor. Üstelik yakın zamanda bir de “Boru” taktırdım…

Oysa bana “İçme” diyenlere, her seferinde eften-püften bir cevap verdim.

Evet… Biliyorum verdiğim cevapların hep eften-püften olduğunu. Hatta “Siz hayatınızda hiç yüz yaşına varmış inek gördünüz mü” diyerek de sözüm ona şaka yapıyor ve onun altında da kendime göre haklılık payı çıkarmaya çalışıyorum.

Hatta “Ben istesem” diye başlıyor “Her an sigarayı bırakırım” diyerek galiba kendimi avutuyorum… Yok, “Galiba” fazla oldu, avutuyorum demek gerek doğrudan…

Şimdi “Bizim çocuklar” bir hareket başlatmışlar, adını da “Sigarasız Beğendik” koymuşlar…

Yani… Gelecek günlerin “Dumansız” olması için “Beğendik’te sigarasız günlere yolculuk” başlatmışlar…

Geldiler, anlattılar…

Yine ilk tepkim “Ben istesem her an sigarayı bırakırım” oldu…

Ancak bir gerçek var, o yolculuğa çıkmanın birinci şartı, trenden bir bilet almaktan geçiyor.

Şimdi bilet alacağım, ama “Benim bilet yataklı olur mu” diye soracağım, hani arada bir uzanır mıyım gibisinden. Umuyorum ki bu “Tren de” yataklı vagon yoktur.

Uzun yıllardan beri “Dumanlı havalarda” gezen biri olarak ben, bu hareketi çok sevdim doğrusu…

Şimdi Demet ile Elif’ten bir bilet istiyorum…

Benim bilet öncelikle “Yataklı” olsun, hem de “Yaşlı” tarifesinden…

Yok mu?…

Eh… Ne yapalım, o zaman “Pencere kenarı” olsun bari de dışarı seyredeyim… Ama ben bu “Tren’e” mutlaka bineceğim, bilesiniz…

İnsanlara bir şeyi ”Zorla” yaptırmak mümkün değil. Bir liderin peşinde yapılmayacak, yaptırılamayacak şeyleri başarmak ise mümkün…

İşte o “Lider” ekibine “Ben de varım” demiş, geçmiş lokomotifteki koltuğuna oturmuş… Kara trenin isli-dumanlı havasından, çevre dostu motorlu tren ile ilerlemeye atılan adım aslında…

Bizler bindik bir trene, ama kıyamet değil gittiğimiz yer, mutlu ve dumansız bir dünyaya doğru, daha çok yaşamak ve hayattan ve bulunduğumuz yerden daha çok zevk almak için…

Tren hazır… Lokomotif çalışıyor…

Şimdi “Kırmızı şapkalı” memurun düdüğünü bekliyoruz… Yerimiz de var isteyen herkes için…

Buyurun, gelecekler varsa, yürekten katılacaklar, yerimiz oldukça bol…

Ama “Yataklı vagon” yok, bilesiniz… Tüm yerler koltuk…

Benim koltuk ise pencere kenarından…

Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Kasım 2009 – 9. sayısında yayınlanmıştır.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

İbrahim Pekbay

Ben yaptım oldu sonucu mu?

İbrahim Pekbay

Hemen hemen bütün ilim dalları, uzun zaman içindeki deneyimlerin, adeta imbikten geçirilerek ortaya çıkan sonuç ile inşa edilirken, güçlendirici harç olarak da matematik ilmini harç olarak kullanırlar.

Ekonomi bilim dalı da, tarihin derinliklerinden gelen deneyimler sonucu oluşturulan bilim dalıdır.

Bilimsel kuralların değişebilmesi için, uzun araştırmalar, deneyler sonucunda ait olduğu ilim içinde, topluma faydalı sonuçları oraya konularak, ilim çevrelerine kabul ettirilmesi ve aynı zamanda toplumun da kabul etmesi gerektirilmesi zorundadır.

Hiç bir bilim dalında, “Ben yaptım oldu” ya da “Ben yapıyorsam doğrudur” anlayışı içinde iş göremezsiniz, doğru da olmaz.

XXX

Birçok kez yazdığım gibi, ülke ekonomisinin, üretim artırılıp, nakit akışını ekonomi içinde döndürülmeye başlanmadıkça, ekonominin düze çıkması da olacak iş değildir.

Diğer yandan, ihracatın artması ve ithalatın da beraberinde düşürülmesi gerekir. Yüksek döviz kuru ile yapılacak ithalat, fiyatlara enflasyon olarak yansıyacaktır. Diğer yandan seçim döneminde şirinlik muskası gibi dağıtılan paraların, hazineye getirdiği yük, ayrıca enflasyonu tetikleyecektir…

Bu enflasyonist ortamda ücretlere yapılacak zamlar da maliyet rakamlarını yukarı çekeceğinden, istenmeyen enflasyonu aşağı çekmek için çare değildir.

XXX

Bir başka konu, üretime katkı sağlayacak olan kiralık paranın kira bedelinin yüksek olması da enflasyonu tetikler.

Esas olan, kuralları hiçe sayarak “Ben bilirim” mantığı ile yola çıkmak, toplumun tümüne zarar vermekten başka hiçbir işe yaramaz.

Bugün geldiğimiz nokta da zaten ekonomide budur.

XXX

Her ne amaçla ve yerde olursa olsun yönetmek, önce imbikten geçmiş ve matematik harcı ile güçlendirilmiş uygulamalar ile başlamalı, ayrıca “Yönetme” aşamasına gelince de “Danışarak yapmak gerekir” kuralına uymak gerekir.

Ne kadar deneyimli olursanız olun, dinlemeden, bilgi sahibi olmadan yapacağınız uygulama, bir de bakmışınız ki yanlış olmuş, geri tepmiştir.

İşte o noktada geriye dönerek düzeltme yapmak, hem zaman israfıdır hem de geride telafisi oldukça zor kayıpları oluşturur ve toplumu da mutsuzluğa iteler.

XXX

Son haberlere göre, 2024 yılında harç, vergi ve trafik cezalarında %5o den fazla zam yapılıyor… İşte yine ekonomiyi etkileyecek bir karar.

XXX

Roche Faucauld şöyle der… “Bilgisizliğin üç kötü biçimi vardır: Gerekeni bilmemek, kötü bilmek, bilinmemesi gerekeni bilmek.”

A’râf Suresi, 199. Ayet: “Rasûlüm! Sen yine de af yolunu tut, iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir.”

Ne yazık ki cehaletin pençesine bilmediğimiz, bilmek istemediğimiz, ya da anlamamakta ısrarcı olmamızın toplumu getirdiği nokta da budur.

Devamını Oku

İbrahim Pekbay

Pilav yerken dişinize taş değdi mi hiç?

İbrahim Pekbay

Yeni nesil bilmez ama, biz biliriz.

Analarımız, pirinç pilavı yapacağı zaman, pirinci bir tepsiye döker, eğer tek başına ise, oturur içindeki taşları bulup ayıklamaya çalışır.

Eğer evinde kayınvalidesi varsa, tepsiyi önüne koyar, ondan taşları ayıklamasını ister. Kadıncağız, yakın gözlüğünü gözüne takar ve mümkün olduğu kadar ayıklar taşları. Ancak son kontrolü yine gelini yapar, bir daha şöyle bir gözden geçirir.

Pirincin içinde her zaman fark edilecek renkte taş olmaz. Beyaz taş da olur. İşte o beyaz taşı görmemiş, görememiş iseniz ve o taş ev ahalisinin birinin dişine denk gelirseeee…

Gerçi bilime dayalı yüksek teknoloji sayesinde yapılan makinalar, pirincin içindeki taşın rengi ne olursa olsun, sensörlerin önünden geçerken, üfürmek suretiyle taşı pirincin içinden dışarı atar.

Dişi kırılır ve eğer diş, protez, yani takma diş ise, kesin kırılır. Bu da yeni bir masraf kapısıdır, yeniden düzeltmek için dişleri, bir tedavi sürecinin geçmesi gerekir.

XXX

Ekonomi de işte aynen böyledir, hassastır, kırılgandır, dikkat etmek gerekir…

Tıkır tıkır içleyen ekonomi çarkının orta yerine dışarıdan yabancı bir şeyi, sert bir parça parça atarsınız, işleyen dişlilerin dişlerinden bazıları kırılır, ya dönen ekonomi çarkı yavaşlar ya da dönemez olur.

XXX

Şimdi düşünelim bakalım…

Ülkemizde yaşadığımız ve dönmekte olan ekonomi çarklarının orta yerine nasıl ve ne şekilde dişlileri kıracak, yavaşlatacak veya durdurmaya kadar vardıracak yabancı bir şey atıldı ve kim veya kimler attı?

Gönül istiyor ki, toplum bunu yapanı görsün, bilsin ve tanısın, sonuçta da aklını kullansın.

Sorunun esas kaynağını doğru bulup, kendi ekonomisini kendisi düzlüğe çıkarsın.

XXX

Birlikte yaşadığımız toplum, bunu becerebilecek, aklını kullanıp sorunu çözebilecek yapıda mı?

Ne yazık ki hayır…

Öncelikle sorunun nereden geldiğinin farkında değil. Az da olsa sorunu çözebilecek bilgiye sahip değil.

Körü körüne atasözlerine uyum gösteriyorlar…

“Saldım çayıra, Mevla kayıra” gibi örneğin…

Eğer toplumun büyük bölümü böyle davranıyorsa, bilenler bilmeyenlere anlatmakta sorun yaşıyorsa…

Evet, o pirincin içindeki beyaz taş, hepimizin dişine takılacak ve dişlerimizi bir gün kullanılamayacak derecede kıracağız…

Ne yazık ki gerçek bu…

Devamını Oku

İbrahim Pekbay

Bozulan ekonomiye reçete…

İbrahim Pekbay

Son yıllarda bilim dışı uygulamalar nedeniyle dibe vuran Türkiye’nin ekonomik yapısının, 14 Mayıs 2023 gününde yapılacak seçimde değişmesi beklenen yeni iktidar tarafından nasıl düze çıkartılacağı hemen her ortamda tartışılmaktadır.

Vatandaş, yaşanan ağır enflasyon karşısında her geçen gün daha da yoksullaşmaktadır. Bu durum da elbette sürdürülebilir bir durum değildir.

Çözümü var mı?

(Ben, üretimin sanayi tarafını pek bilmem ancak, genel prensipler itibarıyla üretimde de geçerli olan kurallar vardır ve ben bu kurallar içinde anlatmaya çalışacağım.)

Elbette var, kısa zamanda olmayabilir ama var.

Amasız, fakatsız, lâkinsiz “Üretime” yönelmektir. Elbette yapılacak üretimin de başıboş olmaması, bilim ışığı altında yapılması zorunludur. Aksi takdirde fayda yerine hem üreticiye hem de tüketiciye zarar verecek boyutlara ulaşabilir.

Üretimin doğru ve verimli yapılabilmesi için olmazsa olmaz birinci kural, devlete karşı güven duyulmasıdır. Diğer bir anlatımla, kendisine yönetmesi için belli süreliğine yetki verilen iktidarlara güvenirken, devletin devamlılığı esasının da gözden kaçırılmaması gerekir.

Bu ne demek?

Birincisi; toplum, öncelikle hukukun üstünlüğü ilkesi içinde işleyen bir yargının var olduğunu bilmeli.

İkincisi; her yıl revize edilebilirliği olan beş yıllık üretim planlamaları yapılmalı. Hangi üretici, nerede ne kadar hangi ürünün üretecek, bu önceden bilinmeli. Dahası, kaça mal edeceğini ve makul kar payı ile kaça satacağını da bilmeli.

Başta da belirttiğim gibi ben tarımsal üretim boyutunda düşündüklerimi ifade etmek istiyorum.

Öncelikle, bilinmeyen bir nedenle kapatılan “Devlet Planlama Teşkilatı” yeniden kurulmalıdır. Ve bu teşkilat uzman, liyakatli elemanları eliyle, tarım ve hayvancılığın her aşamasında üretimin nasıl yapılacağı, ürün çeşitliliği ve bölgeler ile belirlenmeli, üretici buna göre yönlendirilmelidir.

Üretim aşamasında devlet desteklemelerine önem verilmeli, ancak verilecek desteklerin yerinde kullanılıp kullanılmadığı, yani üretim için kullanılıp kullanılmadığı da denetlenmelidir.

Bu noktada, üretim girdilerinin öncelikle yerli olmasına özen gösterilmelidir.

Üreticinin ürettiği ürünleri alacak kurumların, yani tarım satış kooperatiflerinin verimli şekilde çalışacağı şekilde yeniden ayağa kaldırılmalıdır.

Kooperatifi olmayan üreticiye, kooperatif kurması için destek verilmeli, yol gösterilmelidir.

Et ve Balık Kurumu, Toprak Mahsulleri Ofisi, le Rize’de Çaykur, Giresun’da Fiskobirlik, Samsun’da Karadeniz Birlik, Edirne’de Trakya Birlik, Bursa’da Marmara Birlik, İzmir’de Tariş, Antalya’da Antbirlik, Mersin’de Yerfisko Birlik ve Bal Kooperatifi, Adana’da Çukobirlik ve Gaziantep’de Güneydoğu Birlik yeniden ve etkili şekilde işler hale getirilirken, gerekli olan diğer üretim alanlarında da aynı şekilde kooperatifleşme sağlanmalıdır.

Tarımsal üreticiler için yeteri kadar ziraat mühendisi, hayvan üreticileri için yine yeteri kadar veteriner hekim, teknisyen tahsisi edilmeli, üretim, onları denetiminde, sonuçları raporlanabilir şekilde yapılmalıdır.

Üretimi planladık, peki bundan sonra ne olacak?

Elbette üretimden elde edilecek ürünlerin tüketiciye ulaştırılması, ihracatın yapılabilir olması gerekir ki, üretimin faydaları görülebilsin.

Tüketiciye ulaşmasında, yukarıda da belirttiğim gibi kooperatiflerin işlevleri çok önemlidir.

İhracatta ise yine devlet desteği olmazsa olmazdır.

Şimdi şu noktaya dikkat edelim…

Üretici, ürettiği üründen kazanacağı makul kar payının bir bölümü ile üretimde yenileşmeye ve geliştirmeye aktarırken, kalanı da elbette birikim, geleceğin sermayesi olarak bir kenara koyacaktır.

Böylelikle üreticinin kazancı, bir şekilde ekonomide geri dönüşüm içine girecek, her sektör bu geri dönüşümden fayda sağlarken, kendi kazancını da aynı şekilde ekonominin içine sokacaktır.

Böylelikle ekonomide nakit akışı sağlanmış, toplumun tüm katmanları, gelişim içindeki kazançtan kendilerine de bir pay çıkarmış olacaktır.

Ekonomi bilim içindeki diğer unsurların da birleşmesi ile ülken parası değer kazanırken, eşit ve hakça kazanç ile toplum refaha kavuşacaktır.

XXX

Değerli okurlarım…

Ben, “Ekonomist” unvanlı birisi değilim.

Ancak 57 yıllık çalışma hayatım içinde bana öğretilen ve benim de öğrendiğim ekonominin kurallarının, basitçe böyle olmasının daha gerçekçi olacağını söylemektedir.

Bu konuda beni yetiştirenlerin isimlerini tek tek vermek isterim ama kendilerinden izin almadım. Ancak en baştaki kurumun adını verebilirim.

Rahmetli Hüseyin Cahit Aral Ekibi ile o ekibin içinde başlamış olmamdır.

XXX

Diğer yandan üretimden sonra dağıtım ve satış, üretimin ayrılmaz bir parçasıdır.

Elbette bunun da bilinçli, programlı doğru yapılması da zorunludur.

Bu konu ise, üretim kadar önemli ve ayrı bir yazı konusudur.

Belki daha sonra yazabilirim.

Devamını Oku

İbrahim Pekbay

İbrahim Pekbay

POPÜLER