İbrahim Pekbay
‘Ticaret’ ve ‘Siyaset’ ilişkileri…
Büyüklerimiz bizlere ‘ticaret’ konusunda ‘öğüt’ verirken “Ticaret ile siyaset bir arada olmaz” diye kestirip atarlardı. Peki, durum böyle mi, ya da böyle mi olmalı? İşi ‘Ticaret’ olan ‘Siyaset’ ile uğraşmamalı mı? O, ‘işine’ mi bakmalı?
Oysa…
Gerçek hayatta hiç de öyle değil. Belki ‘ufaklar’ ‘işlerine’ bakıyorlar, ama ‘baba’ tacirler, iş adamları boylarına kadar ‘siyasetin’ içindeler. Günlük siyasi gelişmelerin içinde değiller belki… Ne var ki hemen her şeyin içinde veya altındalar…
Ticaret dünyasının ‘sivil toplum örgütleri’ olarak çalışma yapanlar, siyasetin içinde değiller mi? İktidarın icraatları üzerinde fikir yürütürken ‘siyaset’ yapıyor olmuyorlar mı?
Aslına bakarsanız ‘ticaret ile siyaset bir arada olmaz’ düşüncesi, ‘icraatın içinden’ baktığınızda gerçek gelmiyor. Tacir de bu ülkenin insanı ve bu düzenin içinde yaşıyorsa, bir ucu mutlaka ‘siyasetin’ içinde, hatta olmak durumunda.
Olaya ‘… hatta olmak durumunda …’ penceresinden bakarak düşüncelerimi ifade etmeye çalışacağım… İnsanlar, hayata geldiklerine yani doğduklarına göre, en ‘doğal’ hakları da ‘yaşamak’ değil mi? O halde ‘yaşamak’ için ‘ekonomi’ denilen oluşumun gereği var. Çünkü insanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme biçimleri zorunludur ve bu faaliyetlerden doğan ilişkilerin bütününe de ‘ekonomi’ denildiğine göre, bunun da bir düzeni olmalı.
Üreten ile tüketen arasındaki köprüyü oluşturan tacir, aynı zamanda düzenin de iyi işlemesinden sorumlu olmalı. ‘işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış’ın adına da ‘siyaset’ diyorsak, demek oluyor ki tacir, bu manada ‘siyaset’in öncelikle ve özellikle ‘ekonomik boyutunun’ içinde olmak zorundadır.
Elbette ‘siyaset’e girince, sadece ‘ekonomik’ boyutunda kalamazsınız…
Çünkü ‘siyaset’ sadece ‘ekonomi’den oluşmamaktadır. Daha doğru bir ifade ile siyasetin en temel işlevi ‘ekonomi’dir, ama diğer boyutları da olmazsa olmazlardandır.
Leblebiden nem kapan, en ufak yelden zatürree olan, kaldırım taşlarının oynaklığından bile ayağı burkulan ekonominin yönetilmesi çok da kolay bir iş değil.
Baktığımız zaman ‘Türkiye Ekonomisi’ bugüne kadar birdenbire ortaya çıkan olaylardan dolayı sıkıntılar çekmiştir. Havada uçan bir kitapçık bile Türkiye ekonomisinin allak bullak olmasına yetmiş de artmıştır bile.
Toplumun temel gereksinimlerini doğru biçimde yerine getirebilmek, doğru hazırlanmış ve bir o kadar da doğru ve uygulanabilir ekonomi siyasetinin oluşturulmasından geçmektedir. Bunun için en deneyimli topluluk da hiç kuşkusuz ‘tacir’ topluluğudur.
Ne yazık ki…
‘Ekonomi siyaseti’nin oluşturulduğu fotoğrafa baktığımızda, bu topluluğu göremiyoruz.
Ya da…
‘Tacir’ topluluğu, yazımın başında da belirttiğim gibi ‘ticaret ile siyaset bir arada olmaz’ mantığı içinde bu fotoğrafın içinde ‘etkin’ olarak yer almamaktadır.
Ya genel siyasetten kendi için bir beklenti içinde, ya da ‘etki’ gösterebilecek gücü taşımadığına inanmaktadır. Çoğunlukla da ‘korku’ onları geri tutmaktadır. Ya ‘ekonominin sivil toplum kuruluşları’ mı?
Onların hemen hepsi, ne yazık ki işin ‘ekonomik gösteri sanatı’ boyutunda bulunmaktadır.
Ne zaman ‘tacir’ en etkin ve ‘doğru’ bir şekilde ‘siyaset’in içinde rol alırsa, inanıyorum ki sorunlar kısa zamanda çözülecektir.
Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Ağustos 2009 – 6. sayısında yayınlanmıştır.
İbrahim Pekbay
Sudan ucuz mu, su mu ucuz?
Türk Telekom “İnternet fiyatları sudan ucuz” demiş…
Necip Celal Andel’in bir şiiri aklıma geldi, şöyle der şiirde…
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.
Bir an acı duyar insan, belki sevmişse biraz eğer…
Anlar ki geçenlerin rüyaymış hepsi meğer…
Ruy’a olsa bile, o günlerin hayali cihan değer…
Necip Cemal Andel dedim ya, hakkında kısa bilgi vermek isterim.
Andel, 1908 yılında İstanbul’da doğmuştur. Türk kemancı ve bestecidir. İlk Türk tango müziği bestecilerindendir. 1928’de bestelediği Mazi adlı tango, Türkiye’de çok sesli müziğin halk tarafından benimsenmiş ilk örneği olan Türk tango müziğinin başlangıcı kabul edilir. Sanatçı, 29 Kasım 1957 tarihinde yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir.
XXX
Gelelim konumuza…
Sudan da ucuz internet varmış, öyle buyurmuşlar.
Eski zaman içinde ne internet vardı ne cep telefonu ne de buna ödenecek aylık ücret, yani bu masraf kapısı yoktu.
“Geçmiş zaman olur ki, hayâli cihana değer” iken.
O zamanda zaten su da henüz ambalaja girmemişti. Alırdın bardağı eline, yanaşırdın mutfaktaki musluğun başına, olmadı kuyudan çektiğin su henüz “Aşırmanın” içinde vardır, doldurur içerdin.
Daha da öncesi, güğümleri alırdın eline, iki güğüm, giderdin mahallenin “Matra Çesmesi’nin” başına, doldurup gelir, ihtiyaçları oradan karşılardın.
Sonra çıktı bu ambalajlı sular…
Çünkü insanlar, evlerdeki musluklardan akan sulara güvenmedikleri gibi, ilaç konulduğu için kokuyordu. Ve toplum da hemen kabullendi ambalajlı suyu…
İlk 0,5 litrelik su, sanırım 50 kuruş idi.
İlk aldığımız 19 litrelik damacana suyun fiyatı ise, 7 lira civarında.
Bunlar, kaynak suları, nerede varsa başına dolum tesisi kuruluyor, ambalajlanıyor ve satışa sunuluyor. Bu sularda önemli olan, içindeki faydalı mineral maddeler ile PH derecesinin ne kadar yüksek olduğudur. Çünkü fiyat belirleyici kalite, bu değerlerden gelmektedir…
İşte belirlenen kaliteye göre, bir damacana su, 100 ila 140 lira civarında satılmaktadır bugün.
Şimdi gelelim İnternet fiyatına…
İnternet aboneliğinin bir aylık “Yeni” fiyatı hiç de düşük değil.
Bir ev düşünün, ayda sadece içmek için kullanılan, 5 damacana olsa, en düşük fiyatı ile 500 lira eder. Peki, sınırsız, hızlı, kaliteli internet fiyatı ne kadar?
Fiyat şöyle: bir defa 15 taahhütlü, ilk 5 ayı 599 lira, sonraki 10 ayı ise, 1.080 lira…
Yani ne demek oluyor bu hesap ile internetin aylık gideri 919 lira…
Hani sudan ucuz idi?
Efendiler…
Sizin yüksek yüksek maaşlar ile hesaba aklınız ermeyebilir, masrafları karşılamakta güçlük çekmediğiniz için sizi yormaya bilir de.
Ama dar gelirli, emekli, işçi, memur, yakın bir gelecekte ne internet kullanabilecek kalitelisinden ne de cep telefonu.
Çünkü bu masrafların altından da kalkılamaz oldu.
Dahası, de ki kullandık, kestik diğer temel ihtiyaçlarından, çağın gerisinde kalmayalım dedik, bunların üzerinden ödediğimiz dolaylı vergiler ile devlet ayakta duruyor desem biraz mübalağa olur mu?
Belki olur, olsun, o kadar da bizden olsun…
İbrahim Pekbay
Yumurtanın 30’lu kolisi 105 lira…
Protein ihtiyacımız var…
Doğru beslenme için şart besinlerden biri. Ve elbette bu besinleri bilip, bulup tüketmek zorundayız. Ancak, ulaşabiliyor muyuz, ulaşabiliyor isek ne kadarına ulaşıyoruz? İşte bugünün ekonomik koşulları içinde bütün mesele “Ulaşmak” ki irdeleyelim şimdi.
En iyi ve kaliteli protein anne sütü ve yumurtada bulunur. Anamızı bulabilsek fedakârdır, belki sütünden verir de onu bulamayınca, sırada “Yumurta” var.
Ayrıca miktarı bakımından kırmızı et, tavuk ve hindi eti, deniz ürünleri ve balık, süt, bezelye, , mercimek, keten tohumu, badem, fındık, soya, peynir, kabak çekirdeği gibi besinler protein zenginidir. En iyi ve kaliteli protein anne sütü ve yumurtada bulunmaktadır. Ayrıca miktarı bakımından kırmızı et, tavuk ve hindi eti, deniz ürünleri ve balık, süt, bezelye, chia (Sarayda bulunur)tohumu, mercimek, keten tohumu, badem, fındık, soya, peynir, kabak çekirdeği gibi besinler protein zenginidir.
Düşündüm, düşünebildiğim kadar ve sordum kendi kendime, yumurta dışında hangi protein zengini ürüne rahatça ve cücük kadar emekli maaşımla sahip olup da vücudumun ihtiyacı olan proteini mideye indirebilirim diye…
Aklıma şöyle bir fikir geldi…
Eve chia tohumu stoku mu yapsam acaba? Fiyatı kaç kuruş acaba?
Araştırdım, sanki alabilecekmişim gibi, mübarek ürün her derde deva yani.
Güney Amerika, Guatemala ve Güney Meksika’ya özgü, nane ailesinden çiçekli bir bitki türüdür. Kan kolesterolünü düzenlemesi, bağırsak fonksiyonlarını koruması, kabızlığı önlemesi, uzun süre tokluk hissi vererek zayıflamaya yardımcı olması, kalsiyum ihtiyacını karşılaması chia tohumunun faydalarındandır. Chia tohumu; salataya, pudinge, mısır gevreğine, yoğurda ilave edilerek tüketilebilir. Fiyatına gelince, kilosu ortalama 500 kâğıt civarında…
Moiz’in hasta yatağında, reçetenin tutarını öğrenince dediği gibi…
“Ört de öleyim” deyip yorganı kafasına çekmiş ya hani! İşte öyle bir şey yani…
Sonra baktım Yumurta…
Tertemiz abi, alacaksın bir paket, koyacaksın eve, her gün sabah bir adetten fazla olmamak kaydı ile fazlası israf olur, kafadan mı istersin, rafadan mı istersin, o orta pişmişe ne diyorlardı, kayısı kıvamında, ondan mı istersin, üzerine biraz tuz, biraz kırmızı pul biber, biraz da karabiber…
Kolisi 105 lira üç harfli marketlerden birinde. Tanesi eder 3 buçuk lira. Koy üstüne pul biber, tuz ve karabiber ekleme maliyetini, etsin sana hadi 3 lira 75 kuruş. Çarp 30 ile adam başı 112 lira 50 kuruş. Onu da çarp 4 kişilik aile için, etti mi sana aylık gideri 4 yüz 50 lira…
Ekmek…
Günde adam başı yarım ekmek saysak, iki ekmek, 20 lira. Ayda 6 yüz lira eder. Koy üstüne yumurtanın aylık maliyetini, al sana bin 60 lira…
Vücudun Protein ihtiyacını karşılamak için aylık masraf, 4 kişilik aile için bu kadar. Karın doyurmak için değil, diğer zorunlu masrafları da ekleyince üzerine, eh işte ayın belki de 10 gününü doyamasak da “Doyuyormuş gibi “ yaparak geçirebiliriz. Ancak bir tehlike var her gün yumurta yemenin, her ne kadar “Yemek gerek” diyorlarsa da…
Bir gün sabah uyanırken gıdaklayarak uyanmaya başlamış olmayasınız?
He… He… Gülün siz.
Akıllanmazsanız, gıdaklayacak günleriniz de yakın, şunun şurasında ne kaldı?
Ekonomi yönetmenlerinin “Çekiyoruz, motooor” diye filim çektikleri ortamda, ancak seyredersiniz de yumurta yiyerek bir gün gıdaklama aşamasına geçersiniz. Aklınızın bir köşesinde olsun. Yumurtanın 30’lu kolisi 105 lira, aklınızda bulunsun…
Yanlış hatırlamıyorsam, 2002 yılında yumurtanın tanesi yanlış olmasın ama kuruşlar seviyesindeydi…
Seksenli yıllara gitmiyorum daha…
XXX
Değerli okurlar…
Şu çok önemli ki, yumurta üretimi, başka üretimlere benzemez.
Fiyatı, her hafta bir borsada belirlenir ve o fiyattan alıcı bulur, satılır.
Fiyat bazen maliyetin altında olur, zarar eder ama satılır yine de, bazen maliyetinin üzerinde olur, kâr eder, ancak sonuca baktığınızda bir öncekinin zararını ancak kapatır. Yılsonunda, bugün için eğer başa baş veya biraz üzerinde kazanç elde edilebilirse, öpülür ve başa konulur. Ne var ki yaşadığımız bu süreçte, iflas eden yumurta üreticileri de var, diğer tüm sektörlerde olduğu gibi.
İbrahim Pekbay
Ben yaptım oldu sonucu mu?
Hemen hemen bütün ilim dalları, uzun zaman içindeki deneyimlerin, adeta imbikten geçirilerek ortaya çıkan sonuç ile inşa edilirken, güçlendirici harç olarak da matematik ilmini harç olarak kullanırlar.
Ekonomi bilim dalı da, tarihin derinliklerinden gelen deneyimler sonucu oluşturulan bilim dalıdır.
Bilimsel kuralların değişebilmesi için, uzun araştırmalar, deneyler sonucunda ait olduğu ilim içinde, topluma faydalı sonuçları oraya konularak, ilim çevrelerine kabul ettirilmesi ve aynı zamanda toplumun da kabul etmesi gerektirilmesi zorundadır.
Hiç bir bilim dalında, “Ben yaptım oldu” ya da “Ben yapıyorsam doğrudur” anlayışı içinde iş göremezsiniz, doğru da olmaz.
XXX
Birçok kez yazdığım gibi, ülke ekonomisinin, üretim artırılıp, nakit akışını ekonomi içinde döndürülmeye başlanmadıkça, ekonominin düze çıkması da olacak iş değildir.
Diğer yandan, ihracatın artması ve ithalatın da beraberinde düşürülmesi gerekir. Yüksek döviz kuru ile yapılacak ithalat, fiyatlara enflasyon olarak yansıyacaktır. Diğer yandan seçim döneminde şirinlik muskası gibi dağıtılan paraların, hazineye getirdiği yük, ayrıca enflasyonu tetikleyecektir…
Bu enflasyonist ortamda ücretlere yapılacak zamlar da maliyet rakamlarını yukarı çekeceğinden, istenmeyen enflasyonu aşağı çekmek için çare değildir.
XXX
Bir başka konu, üretime katkı sağlayacak olan kiralık paranın kira bedelinin yüksek olması da enflasyonu tetikler.
Esas olan, kuralları hiçe sayarak “Ben bilirim” mantığı ile yola çıkmak, toplumun tümüne zarar vermekten başka hiçbir işe yaramaz.
Bugün geldiğimiz nokta da zaten ekonomide budur.
XXX
Her ne amaçla ve yerde olursa olsun yönetmek, önce imbikten geçmiş ve matematik harcı ile güçlendirilmiş uygulamalar ile başlamalı, ayrıca “Yönetme” aşamasına gelince de “Danışarak yapmak gerekir” kuralına uymak gerekir.
Ne kadar deneyimli olursanız olun, dinlemeden, bilgi sahibi olmadan yapacağınız uygulama, bir de bakmışınız ki yanlış olmuş, geri tepmiştir.
İşte o noktada geriye dönerek düzeltme yapmak, hem zaman israfıdır hem de geride telafisi oldukça zor kayıpları oluşturur ve toplumu da mutsuzluğa iteler.
XXX
Son haberlere göre, 2024 yılında harç, vergi ve trafik cezalarında %5o den fazla zam yapılıyor… İşte yine ekonomiyi etkileyecek bir karar.
XXX
Roche Faucauld şöyle der… “Bilgisizliğin üç kötü biçimi vardır: Gerekeni bilmemek, kötü bilmek, bilinmemesi gerekeni bilmek.”
A’râf Suresi, 199. Ayet: “Rasûlüm! Sen yine de af yolunu tut, iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir.”
Ne yazık ki cehaletin pençesine bilmediğimiz, bilmek istemediğimiz, ya da anlamamakta ısrarcı olmamızın toplumu getirdiği nokta da budur.