Sosyal Medya Hesaplarımız

Ömer Faruk Hansu

Torba Kanunu’nun getirdikleri

Ömer Faruk Hansu
Abone Ol:

Uzun süredir gündemde olan ve sonunda mecliste kabul edilen kamuoyunda Torba Yasa olarak bilinen “6111 Sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” 25.02.2011 tarihli ve mükerrer 27857 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

25.02.2011 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Torba Yasa ile birlikte milyonlara kişiyi ilgilendiren düzenlemeler yapılmıştır. Yasa kapsamının en önemli noktalarında biri ise hangi vergi ve borçların yapılandırılma kapsamında olduğu ve bu yapılandırmanın ne şekilde olacağıdır. Bu sebeple öncelikle kısaca söz konusu yapılandırmanın hangi borçlar için geçerli olacağını belirtmek istiyorum.

İlgili yasaya göre, 31 Aralık 2010 tarihine kadar ödenmemiş vergiler ile bunlara bağlı vergi cezaları, gecikme faizleri, gecikme zamları, idari para cezaları, gümrük vergileri; belediyelerin beyannamelere ilişkin vergileri, 2010’da tahakkuk eden vergiler, ödenmemiş ücret, su kullanım, büyükşehir belediyelerinin su ve atık su bedeli alacakları yeniden yapılandırma kapsamında olacaktır.

Alacaklar, TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak yeniden hesaplanacak. Borcun ödenmesi halinde, vergi cezalarından ve buna bağlı gecikme zamlarının tahsilinden vazgeçilecektir.

Belediyelerin su kullanım alacakları ile su ve kanalizasyon idarelerinin su ve atık su bedeli alacakları da TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak yeniden hesaplanacak. Borcun ödenmesi durumunda faizleri de silinecektir.

Ancak yukarıda belirtmiş olduğumuz yapılandırmanın geçerli olması bazı koşullara bağlanmıştır.

Şöyle ki; uygulamadan yararlanmak isteyenlerin söz konusu borçlarla ilgili olarak dava açmamaları, açılmış davalardan vazgeçmeleri ve kanun yollarına başvurmamaları gerekecektir.

İlgili yasa kapsamında düzenlenmiş olan bir diğer diğer değişiklik ise; Gelir ve Kurumlar Vergisi mükelleflerinin, yıllık beyannamelerinde vergiye esas alınan matrahlarını, yasanın Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihi izleyen ikinci ayın sonuna kadar; 2006 yılı için yüzde 30, 2007 için yüzde 25, 2008 için yüzde 20 ve 2009 için yüzde 15 oranlarından az olmamak üzere artırdıkları takdirde, bu yıllar için yıllık Gelir ve Kurumlar Vergisi incelemesine tabi tutulmayacak ve bu yıllara ilişkin olarak daha sonra tarhiyat  yapılmayacaktır.

KDV mükellefleri ise 2006 için yüzde 3, 2007 için yüzde 2,5, 2008 için yüzde 2 ve 2009 için yüzde 1,5 oranına göre belirlenecek KDV’yi, vergi artırımı olarak beyan etmeleri halinde bu alanda vergi incelemesi ve tarhiyata tabi tutulmayacaklardır.

Son olarak borçların nasıl yapılandırılacağından söz etmek istiyorum. İlgili yasaya göre düzenlemeden yararlanmak isteyen borçlular; yasanın Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihi izleyen ikinci ayın sonuna kadar ilgili idarelere başvuraraktır. Ödemeler ikişer aylık dönemler halinde, azami 18 eşit taksitte ödenebilecektir.

İl özel idareleri, belediyeler ve bunlara bağlı kuruluşlar, borçlarını ikişer aylık dönemler halinde 36 eşit taksitte; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Türkiye Futbol Federasyonu ve spor kulüpleri ise ikişer aylık dönemler halinde 42 eşit taksitte ödeyebilecek.

Ödemeler kredi kartıyla da yapılabilecek. Ancak, bunun için Maliye Bakanlığı ve SGK’ya bağlı tahsil dairelerine yapılacak ödemelerin ilgili kanuna göre uygun görülmesi gerekecek.

Sosyal güvenlik prim alacakları yapılandırmaları devam edenler hariç; düzenleme kapsamına giren alacakların, ilgili kanunlar uyarınca tecil edilip de tecil şartlarına uygun ödenmekte olanlarından, kalan taksit tutarları için, borçlular talep etmeleri halinde düzenlemeden yararlanabilecektir.

Perakende sektöründe faaliyet gösteren ve son dönemlerde yaşanan küresel kriz nedeniyle kamu ödemeleri ile ilgili olumsuzluklar yaşamış birçok firma bulunmaktadır. Bahsedilen bu olumsuzluklar karşısında önemli fırsatlar ve avantajlar sağlayan yasanın titiz bir şekilde değerlendirilerek gerekli yasal başvuruların yapılması oldukça önem arz etmektedir.

Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Şubat 2011 – 24. sayısında yayınlanmıştır.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ömer Faruk Hansu

Yeni Türk Ticaret Kanunu

Ömer Faruk Hansu

TBMM Genel Kurulunda, Türk Ticaret Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı 14.01.2011 tarihinde kabul edilerek yasalaşmıştır. 01.07.2012 tarihinde uygulamaya konulması kararlaştırılan Yeni Türk Ticaret Kanunumuzla ilgili öncelikle şunu belirtmek  gerekir ki kurumsallaşma, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri üzerine kurulu olan yeni Türk Ticaret Kanunu toplumun tüm paydaşlarının bilgiye erişebilirliği ve çıkarlarının korunmasını sağlayacaktır.

Kısa bir süre önce yasalaşan Türk Ticaret Kanunumuzun genel olarak değerlendirilmesinde ilk dikkatimizi çeken yönü, sade ve anlaşılır Türkçe ile kaleme alınmış olmasıdır. Bu özelliği ile kurumsal yönetim ilkeleri esas alınarak hazırlandığı ifade edilen tasarı, herkes tarafından kolay anlaşılır dili ile kurumsal yönetimin temel aktörleri için avantaj teşkil etmektedir.

Yeni Türk Ticaret Kanunumuzla getirilen diğer bir yenilik  ise  tek kişinin  anonim ve limited şirket kurmasına  imkan tanımasıdır. Bu en göze çarpan değişiklik olarak öne çıkıyor. Çünkü daha önceki düzenlemeye göre limited şirket kurabilmek için en az 2, anonim şirket kurabilmek için ise en az 5 ortağın bir araya gelmesi gerekiyordu.

Bununla birlikte yapılan diğer bir değişiklik ise şirketlerde şeffaflaşmayı sağlayacak olan bağımsız dış denetimdir. Bu dış denetim sayesinde tüm ticari işletmelerin mali denetimi dış denetçiler tarafından gerçekleştirilecek ve şirketlerin ölçeğine göre, bağımsız denetim kuruluşu, SMMM ve YMM tarafından denetlenecektir.

Yeni Ticaret Kanunu’nda denetçi görüşünün önemli bir işlevi bulunduğu görülmektedir. Denetim sonucu, denetçi olumlu veya olumsuz görüş, şartlı görüş verebilir ya da görüş vermekten kaçınabilir. Denetçi görüşü, genel kurul kararlarını ve yönetim kurulunun görevde kalıp kalmayacağını etkileyici niteliktedir. Olumsuz denetçi görüşü sonucunda yönetim kurulunun istifa etmesi gerekecektir. Denetçinin belirli süre sonunda rotasyona tabi olduğu, denetçinin vergi danışmanlığı hariç başka hizmet sunamayacağı da şirketlerde mali denetiminin şeffaflaşacağının en önemli kanıtlarından biridir.  Ayrıca  yabancıların Türkiye’de yatırım yaparken en çok zorlandıkları nokta, Türkiye’deki finansal raporlama sisteminin Avrupa ve Amerika’dan farklı olmasıydı. Yabancı muhasebeciler bile Türk şirketlerinin finansal raporlarını anlayamıyorlardı. Finansal raporlama sistemi de, Avrupa ve ABD’dekiyle aynı olacak. Bu hususta  yabancıların Türkiye’de yatırım yapma talebini artıracaktır.

Şirketlerde şeffaflığı getirecek diğer bir düzenleme ise şirketlerin internet sitesi kurması zorunluluğudur. Şirketlerin internet sitesi kurma zorunluluğu ile şirketlerin kamuoyunu aydınlatması sağlanacaktır. İnternet ortamında yönetim kurulu toplantısı yapılabilecek olması ve bu sayede kararlar alınabilmesi de en önemli değişikliklerden biri olarak yeni Türk Ticaret Kanunumuzda yerini almıştır.

Yeni Türk Ticaret Kanunu ile yurt dışından gelecek yabancı yatırımcıların da  önü açılacaktır. Türkiye’ye yatırım yapmak isteyip çeşitli mevzuat zorluklarından dolayı yatırımlarını başka ülkelere kaydırma düşüncesinde olan yatırımcılar da rotalarını tekrar Türkiye’ye çevirecektir. Tek kişi ile şirket oluşturmak, şirketlerin internet sitesi kurması zorunluluğu, internet ortamında yönetim kurulu toplantısı yapılabilmesi ve Türkiye’de yatırım yapan yabancı şirketin, elde ettiği gelirin vergisini Türkiye’de ödedikten sonra geliri aktarırken yeniden vergi ödemeyecek olması   yürüyen iş hayatında yeni bir soluk, yeni bir heyecan oluşturacaktır.

Son olarak haksız rekabete ilişkin düzenlemeye değinmek istiyorum. Haksız rekabetin önlenmesini de düzenleyen tasarı, tüketicilerin korunmasına ilişkin düzenlemeler getirmiştir.

Ticari işletmesi, malları, iş ürünleri, faaliyeti, fiyatları, stokları, satış kampanyalarının biçimi ve iş ilişkileri hakkında, ‘gerçek dışı veya yanıltıcı’ açıklamalarda bulunmak suç sayılacak, malların, iş ürünlerinin veya faaliyetlerinin özellikleri, miktarı, kullanım amaçları, yararları veya tehlikeleri gizlenerek, müşteri yanıltılamayacaktır. Sadece açıklamalar değil, malın biçimi, paketlenme tarzı, etiketteki takdim gibi görsel algılamalar da yanıltıcı olmayacaktır. Böylece hem tüketici korunacak hem de taklit ürün satımı engellenecektir.

Bu husus tüketicilerin hakkını koruduğu kadar yabancı yatırımcıyı ve şirketlerin haklarını da  koruyacaktır.

Ticari hayatımıza yeni gelişen küresel şartlara göre yön verecek yeni Türk Ticaret Kanunu uyarınca tacir olan gerçek ve tüzel kişilerin kanunun yürürlük süresi olan Temmuz 2012’den evvel gerekli hazırlıkları yapması ve yeni gelişen duruma göre en avantajlı pozisyonu alması gereklidir.

Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Ocak 2011 – 23. sayısında yayınlanmıştır

Devamını Oku

Ömer Faruk Hansu

Türkiye’de hukuki bakımdan “Ürün Güvenliği”

Ömer Faruk Hansu

Türkiye’de üreticiler tarafından imal edilen ve tüketicilerle buluşturulmak üzere perakende sektörü aracılığıyla piyasaya arz edilen ürünlerin insan sağlığına, çevre, can ile mal güvenliğine herhangi bir zarar vermemesi esası göz önünde bulundurularak son yıllarda özellikle AB Direktifleri de nazara alınarak yasal düzenlemeler yürürlüğe girmekte veya buna dair yasal düzenleme hazırlıkları yapılmaktadır. Tüketiciye güvenli ürünlerin arz edilmesini temin eden tüm bu yasal çalışmaların yanında hali hazırda yürürlükte olan mevzuat bakımından da güvenli ürün konusunu işleyen doğrudan veya dolaylı yasal düzenlemeler bulunmaktadır.

Türkiye’de ürün güvenliği ve bundan kaynaklı zararların hukuki sonuçlarını dolaylı olarak konu alan özel anlamdaki ilk yasal düzenleme 23 Şubat 1995 tarihinde yürürlüğe giren 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’dur. Bu kanun ile tüketicilere arz edilen mal ve hizmet tanımları yapılmış ve tanımlanan bu mal ve hizmetlerin kamu yararına uygun olarak tüketicilerin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu özellikte olması gerektiği düzenlenmiştir. Bu yasal düzenlemenin yürürlüğe girmesi akabinde Avrupa Birliği’nin ürün güvenliğiyle ilgili Direktifleri doğrultusunda ülkemizde ürün güvenliğiyle ilgili bir çok yasal ve idari düzenleme tesis edilmiş ve yürürlüğe girmiştir.
Bu bağlamda da ürün güvenliği konusunu doğrudan ana konu olarak işleyen ve ürün güvenliğine bağlı hukuki sonuçları düzenleyen 11.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4703 Sayılı “Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması Ve Uygulanmasına Dair Kanun” mevcuttur. Bu Kanunun amacı; ürünlerin piyasaya arzı, uygunluk değerlendirmesi, piyasa gözetimi ve denetimi ile bunlarla ilgili olarak yapılacak bildirimlere ilişkin usul ve esasları belirlemektir. Yine bu Kanun; ürünlerin piyasaya arz koşullarını, üretici ve dağıtıcıların yükümlülüklerini, uygunluk değerlendirme kuruluşlarını, onaylanmış kuruluşları, piyasa gözetimi ve denetimini, ürünün piyasaya arzının yasaklanmasını, toplatılmasını, bertarafını ve bunlarla ilgili olarak yapılacak bildirimleri kapsamaktadır. Bu kanunda; Güvenli ürün, Kullanım süresi içinde, normal kullanım koşullarında risk taşımayan veya kabul edilebilir ölçülerde risk taşıyan ve temel gerekler bakımından azamî ölçüde koruma sağlayan ürün olarak tanımlanmıştır. Yine aynı kanun içerisinde; temel gerekler, Ürünün; insan sağlığı, can ve mal güvenliği, hayvan ve bitki yaşam ve sağlığı, çevre ve tüketicinin korunması açısından sahip olması gereken asgarî güvenlik koşulları olarak tanımlanmıştır. Türkiye’de ürün güvenliği konusunu doğrudan düzenleyen 4703 sayılı yasada; Üretici: Bir ürünü üreten, imal eden, ıslah eden veya ürüne adını, ticarî markasını veya ayırt edici işaretini koymak suretiyle kendini üretici olarak tanıtan gerçek veya tüzel kişiyi; üreticinin Türkiye dışında olması halinde, üretici tarafından yetkilendirilen temsilciyi ve/veya ithalatçıyı; ayrıca, ürünün tedarik zincirinde yer alan ve faaliyetleri ürünün güvenliğine ilişkin özelliklerini etkileyen gerçek veya tüzel kişi olarak tarif edilmiştir. Bunun yanında aynı kanunda; Dağıtıcı: Ürünün tedarik zincirinde yer alan ve faaliyetleri ürünün güvenliğine ilişkin özelliklerini etkilemeyen gerçek veya tüzel kişi olarak tanımlanmıştır. Bu yasal düzenleme sonrasında ülkemizde ilk olarak [4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun haricinde] Güvenli Ürün tanımlaması yapılmış ve tüketiciye arzı sağlayan perakende sektörü içinde yer alan aktörler olan üretici, dağıtıcının güvenli ürünle olan ilişkisini ve sorumluluklarını düzenlemiştir.
4703 Sayılı “Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması Ve Uygulanmasına Dair Kanun”nun 5. Maddesinde; “Üretici, piyasaya sadece güvenli ürünleri arz etmek zorundadır.” Hükmüne yer verilmiş bir diğer yandan aynı madde içinde de “Dağıtıcı, sahip olduğu bilgiler çerçevesinde, güvenli olmadığını bildiği ürünleri piyasaya arz edemez. Dağıtıcı, faaliyetleri çerçevesinde, ürünlerin taşıdığı riskler ve bu risklerden korunmak için alınması gereken önlemler hakkında ilgililere bilgi verir. Üreticinin tespit edilemediği durumlarda, yetkili kuruluşça belirlenecek süre içinde üreticinin veya malı tedarik ettiği kişinin kimliğini bildirmeyen dağıtıcı, üretici olarak kabul edilir.” Hükmüne yer vererek perakende sektöründe yer alan ve gerek ülkemizde imal edilen ve gerekse ithal edilen ürünleri piyasaya arz eden imalatçı ve dağıtıcıların güvenli ürünle ilgili yükümlülükleri tespit edilmiştir. Türkiye’de ürün güvenliğinin sağlanmasını temine yönelik düzenleme olan 4703 sayılı yasada piyasanın denetim ve gözetimine ilişkin kurallara da yer verilmiş bunun yanı sırada bu yasaya aykırı davranan üretici ve dağıtıcılara 2.289,00 TL’ndan 71.540,00 TL’sına kadar idari para cezası verileceği ve güvenli olmayan ürünlerinde toplatılacağı ve bertaraf edileceği kural altına alınmıştır. Türkiye’de güvenli olmayan ürünü tüketicilere arz eden veya buna aracılık eden kişi veya kuruluşların tüketicilerin bundan zarar görmesi hasebiyle yukarıda yer verilen 4703 sayılı yasadan kaynaklanan sorumlulukları bulunduğu gibi ayrıca Borçlar Kanununda düzenlenen “Haksız Fiil”den dolayı tazminat sorumluluğu ve Türk Ceza kanununda “Kasten Müessir Fiil/Yaralama” ve “Genel Güvenliğin Kasten Tehlikeye Atma” suçunun unsurlarının da oluşması durumunda cezai sorumlulukları bulunmaktadır. Bu sebeple bir sonraki yazımızda perakende sektöründe güvenli olmayan ürünleri piyasaya arz eden üretici ve dağıtıcıların tazminat ve cezai sorumluluklarına değineceğiz.

Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Aralık 2010 – 22. sayısında yayınlanmıştır

Devamını Oku

Ömer Faruk Hansu

Kamu özel ortaklıkları ve üst hakkı

Ömer Faruk Hansu

Türkiye’de kamu finansman kaynaklarının yetersiz kalması nedeniyle 1980’li yıllardan bu yana gerçekleştirilen özelleştirme politikaları sonucunda kamu sektörü ile ulusal ve uluslararası özel sektör arasındaki işbirliği günümüze kadar artarak devam etmiştir. Gelişmiş ülkelerin çoğunda; kamu hizmetleri, klasik yöntem yerine özel sektörle gerçekleştirilen işbirlikleri ile görülmektedir. Türkiye’de de Yap-İşlet-Devret yöntemiyle özel sektörle kurulan işbirliği son yıllarda gelişmekte olan ülkelerdeki yöntemler takip edilerek daha üst seviyelere çıkarılmaya çalışılmakta ancak mevcut hukuki altyapının eksik olması nedeniyle bu işbirliği istenilen düzeye bir türlü erişememektedir.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de perakende sektörünün buluşma noktası artık Alışveriş Merkezleri veya buna benzer konseptler olup bu yapıların inşa edilmesi esnasında girişimciler açısından arazi yatırımı oldukça önemli bir yer tutmaktadır.

Türkiye’de gerek hazine ve gerekse kamu kuruluşlarına ait yüksek miktarda arazi bulunmakta ve kamu mülkiyetindeki arazilerin yaklaşık % 22’lik bir kısmı ekonomiye kamu özel sektör işbirliği ile kazandırılabilecek özelliklere sahiptir. Bugüne kadar kamu özel sektör işbirliği modeli ile gerçekleştirilen ve hukuki danışmanlık hizmeti verdiğimiz bir çok AVM yatırım projesinde yaşanan  sıkıntıların en önemlisi kamuya ait arazinin kullanım hakkını özel sektör aktörüne bahşeden üst hakkı noktasında yaşanmaktadır.

Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenen; üst hakkı, başkasına ait bir arsanın altında veya üstünde inşaat yapmak veya mevcut inşaatı yerinde tutmak hakkını veren bir irtifak hakkıdır. Bu hak ile özel sektör aktörü kamu arazisine yatırım yapmayı (AVM vb.) ve bunun karşılığında inşa ettiği yatırımı tespit edilen süreyle işletme hakkını elde etmektedir.

Kamu özel ortaklığı projelerinde özel sektör tarafına bahşedilen bu hakkın yatırım öncesi finansman kaynağı olarak kullanılmasının önünde önemli engeller bulunmaktadır. Bu nedenle özellikle uluslararası özel sektör girişimicileri kamu arazileri kullanılmak suretiyle deklare edilen kamu özel sektör işbirliği projelerine rağbet göstermemektedir. Özel sektör aktörüne bahşedilen üst hakkı; bağımsız ve sürekli (daimi ve müstakil) nitelik taşımıyorsa yani, 30 yıldan az süreli ise veya 30 yıl ve daha uzun süreli olmakla beraber üst hakkının tesisi sırasında üçüncü kişilere devredilemeyeceğine, mirasçılara intikal etmeyeceğine, üzerinde ayni hak tesis edilemeyeceğine veya bu tür tasarrufların izin alınmak suretiyle yapılabileceğine dair kısıtlamalar getirilmişse üst hakkı müstakil nitelikte sayılamayacağından bu hak irtifak hakları sütununa aksi durumda da ayrı bir kütük sayfasına tescili mümkündür.

Türkiye’de yürürlükte olan yasal mevzuat kamu özel ortaklığı projelerinde bahsettiğimiz üzere adi/basit üst hakkı ile bağımsız ve müstakil üst hakkı ayrımını sağlamış ancak Avrupa Birliği uyum programlarında da öngörülen “kamu kesiminin küçülmesi” ve “kamu özel sektör işbirliğinin etkin bir ortaklık esasına dayalı olarak yapılanması” prensiplerini karşılamaktan uzaktır.

Kamu özel sektör işbirliklerinde kullanılan üst hakkının ekonomik ve sosyal bir işlevi bulunmaktadır. Bu işlevler bakımından üst hakkı inşaat için gerekli sermayeye sahip olmakla birlikte arsayı satın almaya mali kaynak bulamayan veya böyle bir kaynağa sahip olsa bile bunu arsa bedeline çeşitli nedenlerle ayırmak istemeyen özel sektör girişimcisi kendisine bahşedilen üst hakkını kredi ve finansman kuruluşlarına teminat göstermek suretiyle inşaat içinde finansman kaynağı veya finansör bulmak istemektedir. Üst hakkının finansöre teminat gösterilme şekli ise ancak finansör tarafından üzerine ayni bir hakkın tesisi (ipotek vb.) ile mümkün olmaktadır. Ancak ülkemizde yürürlükte bulunan mevzuatta üst hakkı süresinin 30 yılın altında kalması durumunda tapuda ayrı bir kütük sayfası açılarak tesisi mümkün olmadığından bahsedilen bu sürenin altında kalan üst hakları üzerine ipotek tesis edilememekte bunun sonucu olarak da finansörler veya uluslararası girişimciler kamu arazileriyle ilgili özel sektörle gerçekleştirilmek istenen işbirliği projelerine iştirak etmemektedirler.

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde bulunan “Büyük Mağaza ve AVM Yasa Taslağı” ile  “Türk Ticaret Kanunu Taslak”ın da AVM yatırımlarının kamu arazilerinde gerçekleştirilmesinin sağlanması ve bu sektörde küresel sermayenin ilgisinin üst düzeylere çıkarılması bakımından üst hakları gelişen ülkelerde ki gibi gerçek ve olması gereken ekonomik ve sosyal işlevselliği sağlayacak şekilde ve süresine bakılmaksızın tapuda ayrı bir kütük sayfasına tesis edilerek üzerine finansörler tarafından ayni hak (ipotek vb.) tescil edilebilecek şekilde düzenlenebilir. Bu vesileyle de Anadolu’da kamu kurumları olan belediyeler atıl durumdaki bir çok taşınmazını bu şekilde değerlendirerek küçük perakendeci işletmelerin ortak bir noktadan tüketiciye kaliteli ve ekonomik bakımdan daha ucuz ürün arzını gerçekleştirilmeleri sağlanabilir.

Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Kasım 2010 – 21. sayısında yayınlanmıştır

Devamını Oku

Ömer Faruk Hansu

Ömer Faruk Hansu

POPÜLER