Sosyal Medya Hesaplarımız

Rauf Arditti

Uluslararası perakendecilikte gelişmelerin yurt içine yansımaları

Rauf Arditti
Abone Ol:

Wal-Mart’ın Türkiye pazarına girmeye niyeti var mı? Avrupa’da yalnız İngiltere’de Asda ile tutunan ABD’li şirket eğer Türkiye’de fırsat olarak görülebilecek ve satın almaya uygun bir zincir varsa denemeyi düşünebilir. Bu olasılık birkaç yıl önce pek düşük iken bugün için daha yüksek olduğu anlaşılıyor. En yakın adayın Migros olduğunu söylemeye gerek yok!

Retail Türkiye’nin İç Anadolu Perakendecilik Konferansında verdiğim sunumu, bu yazımda sizlerle paylaşmak isterim.

Yurt dışında şiddetle devam etmekte olan krizin etkilediği perakendecilik sektöründeki önemli aktörler hangi stratejik kararlara varacaklardır? Bu gelişmelerin yurtiçi perakendeciliğe etkisi ne olacaktır? Bu konuları tartışmaya açalım.

1) Wal- Mart – 408 milyar dolar cirosuyla dünyanın en büyük perakendecisi yılda 15 milyar dolar’a yakın kar ediyor. Bu kadar para ile her yıl Migros boyunda bir-iki zincir satın alabilir. Fakat almıyor! Dikkatli davranmaya mecbur, yaptığı hatalardan sonra. 1997’de büyük ümitlerle girdiği Almanya’dan 2006 yılında 1 milyar $ zarar ederek çıkmak zorunda kaldı.

Aynı şekilde Kore’de de satın aldığı mağazaları yerel bir zincire devrederek 2006’da ayrılma kararı aldı. Bu kadar başarılı bir perakendecinin bu iki ülkede hüsrana uğramasının nedenleri olarak yerel alışveriş kültürüne adapte olamaması gösteriliyor. Demek para gücü ve fiyatlar yetmiyormuş yeni bir pazarda yer etmeye…

Wal-Mart’ın Türkiye pazarına girmeye niyeti var mı? Avrupa’da yalnız İngiltere’de Asda ile tutunan ABD’li şirket eğer Türkiye’de fırsat olarak görülebilecek ve satın almaya uygun bir zincir varsa denemeyi düşünebilir. Bu olasılık birkaç yıl önce pek düşük iken bugün için daha yüksek olduğu anlaşılıyor. En yakın adayın Migros olduğunu söylemeye gerek yok!

2) BC Partners ve Migros – 2008 yılında, büyük krizin başlamasından birkaç ay önce BC Partners (Londra), Turkven ve DeA Capital (İtalya) bir konsorsiyum halinde Migros’u 3 milyar dolar’a satın aldılar (önce % 50.8’ini, daha sonra halka açık diğer hisseleri).

1986’da kurulan ve çok karlı operasyonlara imza atan BC Partners private equity (özel sermaye) fonu satın aldığı işleri genelde 5 – 7 yılda elden çıkarıyor. Bu dönem zarfında portföyünde bulunan ve yönetimini devraldığı şirketlerin karlarını yükseltmekle ünlü. Uydu (Intelsat) veya sanayi (Picard) firmalarının dışında Migros, fonun sahip olduğu tek perakende şirketi.

3,8 milyar $ cirosuyla Türkiye’nin önde gelen perakendecisi iddialı bir yatırım programı uygulamaya devam ediyor. Pazar payının büyüklüğü, ülke çapında yaygınlığı, format sepeti ve Türk tüketicisinin 50 yıldır kazandırdığı güven sayesinde Wal-Mart’ın dikkatini herhalde çekmiştir.

3) Carrefour – Dünyanın ikinci en büyük perakendecisi (120 milyar dolar ciro) son yıllarda beklenen performansı gösteremedi. Stratejik hissedarlarından Bernard Arnault (Fransa) ve Colony Capital (ABD) zamanında 55 euro’ya aldıkları paylardan bugün itibariyle (32 euro) kağıt üzerinde zarar etmiş görünüyorlar. Bu yüzden 2008’de CEO’luğa İsveç asıllı (Nestle’den) Lars Oloffson’u getirdiler ve hedeflerini açıkladılar:

•            Yılda 500 milyon euro tasarruf edilecek,

•            Gayrimenkuller satılacak ve hisse değeri yükseltilecek,

•            1’nci ve 2’nci olunmayan pazarlardan çıkılacak.

Sabancı Holding ile ortak olduğu CarrefourSA (2009 cirosu – 1,6 milyar dolar) ise yukarıdaki esaslara uygun davranarak 2008 yılında Merter arsalarını sattılar ve 405 milyon TL kar yazdılar. Hiper ve süper perakendeciliğinin 2nci oyuncusu oldukları için de Türkiye’yi bırakmaları pek olası değil. Kaldı ki Sabancı bu sektöre özel önem atfediyor ve 2010’da Teknosa dahil perakende cirolarının 5 milyar TL’ye çıkmasını öngörüyorlar.

Acaba Sabancı % 40 olan payını arttırır mı? Teknosa’yı da gruba katar mı? Bu olasılık durumunda Fransızlar ne isterler?

4) BİM – Türk indirim mağazacılığının yüz akı ve kar rekortmeni. Satış cirosu 3,6 milyar dolar ile Migros’un hemen ardından geliyor. Karları her yıl katlanarak arttı ve 2009 yılında 213 milyonu buldu. 3000’e yaklaşmakta olan mağaza sayısı ile karının 2010’da 250 milyon TL’yi aşması bekleniyor.

5) Metro / Real – Dünyanın 3’ncü perakende grubunun (2009 cirosu 95 milyar dolar) Cash & Carry ayağı (Metro) bir hayli başarılı. Toplam cironun % 18’ini (16 milyar dolar) gerçekleştiren Real mağazaları ise toplam grup karının (2.6 milyar dolar) yalnız % 2,6’sını yapıyor. Demek toptancı üstü modeli kadar başarılı değil! Türkiye’de Real marketlerinin elden çıkarılacağı uzun yıllardan beri konuşuluyor fakat sonuç yok. Real yatırımlarının yavaşladığı belli oluyor. Tesco/Kipa alıcı olur mu?

6) Tesco – Uluslarararası perakende sektörünün 4’ncü büyüğü (94 milyar dolar ciro), Türkiye ayağı Kipa’yı 2003 yılında satın aldıktan sonra iddialı bir yatırım programıyla özellikle Ege ve Marmara bölgesinde büyüyerek 2009’da 1.2 milyar dolar ciroya erişti. Fakat yıllardır hep zarar ediyor. Nitekim 2008 krizinin en ağır vurduğu Ekim ayında Türkiye’de mağaza açmaları askıya aldı ve ancak 2010 başından itibaren yeniden hızlandı.

Bu koşullarda kritik ağırlığın altında kalan Kipa Tesco perakende sıralamada 5’nciliğe razı olur mu? Çek Cumhuriyeti ve Taiwan’da Carrefour’la mağaza değiş tokuşu gerçekleştiren ve icabında girdiği pazardan çıkmayı göze alabilen Tesco Türkiye’de ne yapacak? Bu konumda fazla kalamaz. Stratejik bir karar alma gereği var.

Diğer taraftan Tesco’nun İngiltere’de pazar payı: % 30.8. Bu düzeyden yukarı daha fazla büyüyemeyeceği için ve yüksek karlılık (2009 – 5 milyar dolar) gücüyle uluslararası pazarlara daha fazla yükleniyor. Çin’de yatırım programı 2016’ya kadar 80 alışveriş merkezi açmayı öngörüyor. Buralarda 800,000 m2’ye bedel Tesco hipermarketleri olacak. Neredeyse İngiltere’den sonraki en önemli hamle!

ABD’de de Fresh & Easy ortaboy market formatıyla kendine yer edinmeye çalışıyor. Geçen yıl 250 milyon dolar’lık zarara rağmen yatırımlara devam etmeye kararlı.

Türkiye’den ise gitmeye mi niyetli? Yoksa bir başka zinciri satın alarak ilk 3’e girmeyi mi düşünür?

7) Kiler – Yerellerin en büyüğü 840 milyon TL (0,6 milyar dolar) cirosuyla Türkiye sıralamasında 6’ncı. Zaman zaman daha küçük zincirleri satın alarak (Ankara Canerler) inorganik büyüme gerçekleştiren Kiler kardeşler son birkaç yılda dikkatlerini daha fazla Sapphire (ülkenin ve İstanbul’un en yüksek binası) üzerinde yoğunlaştırdılar.

Gayrimenkul geliştirme alanında yüksek karlılık görürlerse perakende işlerini satmaya da karar verebilirler. Yeter ki istedikleri fiyatı veren çıksın. O güne kadar mağaza yatırımlarına, daha yavaş da olsa, devam ederler.

Tüm yukarıda soruların cevaplarını 2010 yılı içerisinde göremeyebiliriz. Fakat düşen enflasyon ve yükselen rekabet (dünya ve Türkiye’de) büyük perakende gruplarını stratejik kararları daha hızlı almaya yöneltecektir.

Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Mayıs 2010 – 15. sayısında yayınlanmıştır.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Rauf Arditti

Komplo teorilerine inananlar ile dolandırıcılık kurbanları aynı grupta

Rauf Arditti

Yazar:

Eskilerden iki dolandırıcılık örneği:

  • Batı Afrika’nın küçük ülkelerinden Sierra Leone’den bir mesaj gelir: “1000 adet elektronik teraziye acilen ihtiyacımız var. Hemen gönderebilir misiniz? ABD bankası üzerine keşide edilmiş çekle ödemeye hazırız”. 5 milyonu bulmayan nüfusu (o tarihlerde) ve gelişmemiş perakendeciliği ile bir defada 75 milyonluk Türkiye’den daha fazla elektronik terazi isteği şüpheye yol açar. “Numune olarak 10 adet gönderelim, çeki önceden görelim” deriz. Çek gelir: Bir Kuzey Karolina bankası tarafından hazırlanmış görünümü veren kabartma imzalı gerçek banka çeki! Türkiye’de Bankamıza ibraz eder ve “bu çek karşılığında hesabımıza, bize rücu edilmeden, ödeme yapar mısınız?” diye yazarız. Bankadan güvence alarak terazileri ihraç eder ve çeki bankaya veririz. Tutar hesabımızdadır. 2 ay sonra çekin karşılıksız olduğu New York’daki clearing banka tarafından haber verilir, Bankamız bizden iade edilmesini istediğinde, kendilerinin verdiği teminat bizi kurtarır.

Çeki hazırlayan taraflar, Türkiye – New York — Kuzey Karolina arasındaki çek yolculuğunun yavaş olmasından yararlanarak yüzlerce Türk firmasını dolandırır. Çoğu önceden bankalarından teminat almadıklarından meblağı iade etmeye mecbur olurlar.

  • İngiltere’de saygın başlıklı, Ortaçağ antetli, itibarlı isimli bir firmadan mektup gelir: “Papalık ile çok sıkı ilişkilere sahip olan ortaklarımız sayesinde onların fonlarından 10 milyon USD kredi vermeye hazırız.” Papalığın parası sizde ne arar? “Gizli olduğundan normal bankalar yerine bizi tercih ettiler” diye yanıt gelir. İlişki kurulduğunda, bir süre sonra “Almanya’daki şu hesaba $ 50,000 yatırdığınızda hemen para hesabınıza geçecektir.” 50.000’i, bir 40.000 daha, bir de 15.000 $ takip eder. Dolandırıldığınızı fark ettiğinizde paralar gitmiş, iş bitmiştir.

Bu klasik finansal numaralar ‘80 ve ‘90’larda çok revaçtaydı. Yüzlerce firma dolandırıldı, bazıları Avrupa’da veya Afrika’nın ücra köşelerinde haftalarca kalıp sorumluları bulmaya çalıştılar. Hepsi nafile!

Bugünün ‘meslek erbabı’ saf kişisel yatırımcıları tercih ediyorlar, herhalde iş insanları artık tecrübe kazandıklarından veya kamu bankalarından daha kolay (!) kredi bulduklarından.

Tosuncuk, Thodex… Neden bu işler yurt dışına göre Türkiye’de daha yaygın? Yalnız finansal okuryazarlığımızın daha düşük olmasından mı kaynaklanıyor?

Komplo teorilerini kabul etmeye daha yatkın bir halkımız var. Baştakiler 70 yıllık müttefik ve TSK’in yüksek oranda envanterini sağlayan Amerika’yı “başdüşman” ilan ederken, TL’in düşmesinin nedeni olarak Londra’da “faiz lobisini” gösterirken sade vatandaşın da “demek bizim bilmediğimiz birşeyler var” demesi normal.

Bilmediklerini ona gösterecek, öğretecek birileri çıkarsa, özellikle de dost ve akrabaları kısa bir süre içinde oradan para kazandılarsa fazla araştırmaya gerek yoktur. Bağımsız sorgulamaya ulus olarak pek alışık olmadığımızdan hatta bu düşünce tarzı resmen caydırıldığından, ötesi özgüven eksikliğimizden sürü misali takip etmeye hazırız.

Dolandırıcılık ifşa edildiğinde dahi “Ya dayak yememiş, ya sayı bilmiyor” misali rakamların sorgulanması zayıf. “2 milyar dolar” ile kaçtığı iddia edilen kişi bu paraları nereye saklayacak? 100 dolarlık kupürler olsa toplam 1250 m3’den 14 kamyon dolusu nakit eder. Bugün herhangi bir bankaya 1000 $ nakit ile gittiğinizde seksen soru soruyorlar “kaynağı nedir?”diye.

200 milyon $ (1,6 milyar TL) deselerdi daha makul idi. Anaparası o kadar olmalı, kripto ile 10 kez yükselmiş halinden bahsediyorlar, herhalde.

Skandali yazan muhabirler dahi “komplo teorilerine” kurban gitmişler sanki…


Bu yazı son açıklanan “kaybolan para 100 milyon dolardır” haberinden önce kaleme alınmıştır.

Devamını Oku

Rauf Arditti

Türkler yurtdışında düşman mı sayılır, dost mu?

Rauf Arditti

Yazar:

Son yıllarda ve özellikle son aylarda giderek Türkiye ve Türklerin yurtdışında dostunun olmadığı, genelde düşmanca davranıldığı ve bu topraklarda yaşayanlara uluslararası çapta olumsuz bakıldığı bizlere aşılanmaktadır.

Doğru mu, öyle ise ne kadar doğru?

Değerlendirmelerim 50 yıllık seyahat deneyimlerime, Batı’da ve Uzak Doğu’da kişisel temaslarıma, iş dünyasından tanıklıklarıma ve ömrüm boyunca Türkiye (ve Osmanlı) üzerine okuduğum yüzlerce kitap ve onbinlerce makalenin bende bıraktığı izlenimleri içerir.

İtalya’da ‘’Mama, li Turchi!’’ (Anne, Türkler geliyor!) Osmanlı donanmasının Güney İtalya’da 16 ve 17. yüzyıllarda işgal ettiği kentlerde yapılan katliamlara atıfta bulunan ve çocukları korkutan bir deyimdi. Fakat Cumhuriyet ile birlikte İtalya’nın Türkiye’yi bir nevi ‘’Akdeniz kardeşliği’’ kapsamında görmesi, önemli sanayi yatırımları (Fiat vb), Türkçe’de İtalyanca’dan kaynaklanan sözcüklerin çokluğu (sigorta, kambiyo, …) ve bir turizm ülkesi olarak benimsemesi, iki halk arasındaki dostluk ilişkilerinin gücünü saptamıştır. OLUMLU.

Fransızların Türklere bakışı tarih boyunca olumludan, son yıllarda giderek olumsuzluğa doğru yol almaktadır. 1525’de Kanuni ile 1. François arasındaki mektup teatisi, 19. YY’de Kırım’da Osmanlı askerleri ile Fransızlar’ın ortak savaşlarına varmış, Sevr Anlaşması ile ilişkiler bozulmakla birlikte Cumhuriyet ile yeniden canlanmış ve NATO bünyesinde müttefik olmuşlardır. Tanzimat reformlarının ve Atatürk devrimlerinin büyük çapta Fransa’dan ilham alması, Türkiye’de 1950’lere kadar en önemli yabancı bilgi ve yasa kaynaklarının Fransızca olması ve ülkede en önemli otomotiv ve perakende yatırımlarının Paris’den yönlendirilmesi ilişkilerin sıcaklığına kanıttır. Yalnız Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini Sarkozy’nin engellemesi, Macron’un Fransa’da yaşayan Müslümanların laik sistemi sıkıca benimsemeleri gereğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylanmaması ve Akdeniz’de rekabet iki ülkeyi birbirlerinden soğutmuştur. Fransa’nın Türkiye’de yeni yatırımlar için iştahı yoktur. ÇEKİMSER.

Almanya, uzun süre Osmanlı ile müttefik olmasının ötesinde Hitler yasalarına göre dahi Türklerin ‘’untermenschen’’ (alt ırk) addedilmemeleri Alman toplumunun bakışını özetler. 1960’larda Gastarbaiter döneminde Anadolu’dan göçedenlerin Balkanlar’a kıyasla tercih edilmeleri, çalışkanlıkları ve mütevazi yaşamları, Türkiye’de hayat kuran Almanlar iki ülke arasındaki dostluğu bugünlere taşımış ve Avrupa’da bize en yakın ulus ünvanını almıştır. BioNTech kurucuları Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in Liyakat Nişanı’nı hak etmeleri de sempati hanesine yazılmalıdır. OLUMLU’yu korumaya çalışıyorlar.

İngiltere, Filistin ve Çanakkale dışında Türkler’le genelde karşı karşıya gelmemiş, aksine tarih boyunca Osmanlı’yı desteklemiş ve yakınlarda Kore’de ve Afganistan’da omuz omuza savaşanlar olarak Türkiye’ye Avrupa’da en yakın duranlar arasındadır. Göç edenlerin genelde meslek sahibi olmaları, Londra’nın finans merkezi olarak İstanbul ile ilişkileri, Boris’in Türk ecdadı iki ülkenin dostluğunu pekiştirmiştir. Uzaktan OLUMLU.

A.B.D. Türk diasporasının en eğitimli, en girişimci kesimini yansıtır. İki silahlı kuvvet arasındaki sıkı işbirliği ve Kore Savaşı, Amerikan üniversitelerinden yetişenlerin Türkiye iş dünyası ve siyasetteki güçleri, Ortadoğu’da zaman zaman beliren aykırılıklara rağmen ittifaklarını tamamen zedelememiştir. Yalnız Amerikalılar’ın Türkiye’ye genelde olumlu bakışı, Türklerin aynı olumluğu onlara göstermesine imkan vermemiş ve ABD’nin Türk kamuoyunda, Ankara’nın da dürtmesiyle, “faili meçhul”ler kategorisinde yer almasına yol açmıştır. HALKINA OLUMLU, hükümete olumsuz.

Ruslar, Türkiye’ye hislerle değil, maddiyatla bakarlar. Domates ve güneş varsa ne ala, yoksa tarihsel hasımlık yakın dönemde kendini işlemsel süreçlere terk etmiştir. Anti-roket sistemi ve doğal gaz verelim fakat finans desteği istemeyin bizden. Türklerin kuzey komşularına muhabbet düzeyleri oralara göndermedikleri üniversite çağındaki gençlerinden bellidir. ÇEKİMSER.

Arap ülkeleri, hala affetmediler Atatürk’ü; Hilafet’in ilgasından dolayı. Çöldeki rüzgar gibi sık sık dost/düşman olma halleri devam eder. Türkler pek sevmezler Arapları ama ‘Ne yapalım, para onlarda idare etmeliyiz’ derler. Araplar’ın Türkiye’ye bakışları da hala Osmanlı hükümranlığının etkilerini taşır. OLUMSUZca.

İsrail, Türkiye için önemli ülkedir ama diploması olarak değil de iç siyasette koz bakımından. İsrailliler Müslüman alemde kendilerine en yakın buldukları Türklerden AKP yüzünden son yıllarda soğudular fakat ticaret hararetini koruyor. Tel Aviv’de “Turko” sözcüğüne muhakkak gülümseme ile onay verilir, tüm sıkıntılara rağmen. OLUMLUYDU, şimdi ÇEKİMSER.

Japonya ve Kore, kahramanlık ve tarihsel güç olarak bakar Türkiye’ye. Ufuklarında pek Türk yoktur ama bilinç altında olumsuzluk yatmaz. ÇEKİMSER.

Kısaca Türkiye ve Türklerin düşmanları az, dostları fazladır. Ülkeyi ziyarete gelenlerin büyük çoğunluğu üzerinde olumlu iz kalır, konukseverlik ve sofranın paylaşılması bakımından. Çoğu da üzülüyor bu kadar zenginlik içeren bir ülkenin neden bu kadar fakirlik yarattığına.

Devamını Oku

Rauf Arditti

Boğaziçi’nin kabusu, Türkiye’yi tökezletir

Rauf Arditti

Yazar:

Ben bir ‘’Boğaziçi’’liyim. 1969’da makine mühendisi olarak Robert Kolej Yüksek Okulu’ndan (Boğaziçi Üniversitesi’nin üzerine bina edildiği 160 yıllık temel) mezun oldum. Bitirdiğimde ömrümün yarısından fazlasını (13 yıl – İngilizce hazırlık, ortaokul, lise, yüksek okul) orada geçirmiş, eğitim görmüş, arkadaşlar edinmiş, yetenek kazanmış, dünya görüşüm şekillenmişti.

Okulumuzda veri enjeksiyonu yoktu. Öğrenirdik ama ezberlemezdik. Daha ortaokul ve lise yıllarında dahi hocalarımız (özellikle matematik, fizik ve kimya) sınavlara kitaplarla girmemize ve açıp bakmamıza izin verirlerdi. İmtihanlar formül hatırlamaya değil, soruları öğrendiklerimizle çözmeye yönelikti. Sanki bilgiye kolayca ulaşılabilen internetin geleceği 1960’larda öngörülmüştü.

Okulumuzda sosyal etkinliklere, meraklara ve spora neredeyse dersler kadar önem verilirdi. Yalnız ‘hafız’ lakabıyla bilinen kuru bilgili kişi yetiştirme yerine, daha çaplı karakter geliştirme, dostluklar kurma, çevremizi geniş açıdan değerlendirme gibi yetiler ön plandaydı.

Okulumuzda eğitmenler (Amerikalı veya Türk) ile öğrenciler arasında korku ve mesafe yerine birbirimizden öğrenme ve saygılı arkadaşlık kurulması amaçlanırdı. Bizden daha deneyimlilerden, dünyayı gezmiş olanlardan ve sonuçta daha bilgili olanlardan dersler dışında da yararlanıyor ve ufkumuzu açıyorduk.

Tüm bu ortam ve gelişme sürecinde İngilizce’ye bihakkın hakim olmuş, yanında ikinci (Fransızca veya Almanca) bir dilde de meramımızı anlatacak düzeye gelmiştik.

Varsa, farklılıklarımızın yoksulluk ve düşmanlığa değil, zenginlik ve dostluğa yol açtığını da keşfetmiştik, yıllar içerisinde.

Bu güzide okulun geleceği tehdit altında. Yukarıdan atamaların dahi karşılıklı anlayış ve kabul görmesi gerektiği bu hassas dönemde Boğaziçi’nin başına getirilen rektörü üniversite bünyesi, öğrencileri, öğretim üyeleri kabul etmiyorlar. Boğaziçi şu anda ‘kabus’ görüyor. Bu tutum devam eder ve kurumun esas gücü olan özerkliği ve özgür ruhu yok olursa, yetenekli öğrenciler yabancı ülkelerin eğitim kurumlarına yönelir ve Türkiye’ye dönüş yapmamaları riski yükselir.

Boğaziçi neden ülkenin geleceği ve kalkınması için bu kadar önemli?

Türkiye’nin istihdam sağlaması ve halkının mutluluğu için yatırıma gereksinimi var, özellikle sanayi ve hizmetlerde inovatif olanlara. Bu yatırımlar 3 kaynaktan gelebilir:

  • Yerli özel sektör,
  • Uluslararası özel sektör,
  • Devlet.

Kamunun finans imkanları başka ihtiyaçlara cevap verdiğinden, yerli sermayenin de kısıtlı durumundan dolayı göre ülke, gelecek onyıllarında uluslararası sermayeye giderek daha fazla çağrı yapacaktır.

Uluslararası sermaye güven arar. Boğaziçi mezunları geçmiş yıllarda Avrupa, Amerika ve Asyalı’nın düşünce tarzına ve teknolojisine uyumları ile tanındıkları gibi yatırımları iyi yönetecek kadrolar da oluşturdular. Onları yetiştiren üniversitelerine haklı itibar kazandırdılar.

Dünyayı tanımak, dostluklar kurmak ve yabancı yatırımcıları harekete geçirmek ‘’yerli ve milli olmamak’’ değildir. Aksine Türkiye’yi sevmek, yüceltmek ve zenginleştirmektir.

Bu kurumun yetiştirdiği bir yurttaş olarak ben de uluslararası sermayeyi Türkiye’yi tanımaya ve yatırıma çaba harcadım. 1980’lerde Japonlarla birlikte elektronik terazi (Digi) kavramını tüm ülkeye yaydım. 1990’larda gıda perakendeciliğine yönelik sanayi yatırımlarını özellikle Fransa’dan sağlamada katalizör görevi gördüm.

En gurur duyduğum proje şimdiki Carrefour’un ilk nüvelerinden Continent grubunu ülkede yatırım yapmaya ikna etmekti. Perakendecilikte birçok yerli elemanın yetişmesine ve bugün önemli görevlere gelmelerine vesile oldumsa ne mutlu bana…

Kurulduğu 1863’den bu yana ve özellikle Cumhuriyet’le birlikte çalışkan ve vatansever kadrolar yetiştiren Boğaziçi’nin başarılı sistemine dokunmayın, yazık olur.

Yetişmemde, girişimci ruhumda ve varsa Türkçe’ye hakimiyetimde Robert Kolej’in ve Boğaziçi’nin hocalarının katkılarını saygıyla anıyorum.

Devamını Oku

Rauf Arditti

Rauf Arditti

POPÜLER