Röportaj
Perakendede görüntü tanıma teknolojisinin geleceği

Hoş geldiniz Ertuğrul Bey, günümüz dijitalleşme çağının bir gereği olarak perakende raf operasyonlarının da dijitalleşmesi için sağladığınız görüntü tanıma servisleriniz büyük ilgi çekiyor, sizden bu konuda bilgi almak isteriz.
Hoş bulduk, memnuniyetle. AILET olarak ABD merkezli bir şirket olmamıza rağmen bulunduğumuz coğrafyada da yerel ofislerimizle pek çok perakendeci ve paketlenmiş tüketici ürün üreticilerine hizmet veriyoruz. Sağladığımız yapay zeka altyapılı tam otomatik görüntü tanıma altyapımızı, perakende saha operasyonunun içerdiği tüm KPI’ların, rafın fotoğrafının çekilmesi sonrası anlık olarak dijitalleştirilmesi dolayısıyla bu dijital hale getirdiğimiz analog raf görüntülerinin istenen tüm olası KPI’lar olarak mobil mağaza veya saha ekibinin erişimine herhangi bir mobil cihaz üzerinde sunulması amacıyla kullanmamız olarak özetleyebilirim. Daha pratik bir anlatımla, bir rafın herhangi bir mobil cihazla fotoğrafını çektiğiniz anda mobil uygulamamız kullanıcıya anında, hangi ürünlerin rafta kaçar adet bulunduğunu, hangilerinin eksik olduğunu, hangi ürünün fiyatının ne olduğunu, hangi ürünün rafta yanlış sırada veya yanlış rafta durduğunu anında listeler. Bu anlık bilgi tabii ki mobil kullanıcıya o anda rafı düzeltici eylemlerin bileşimi bir görev olarak atanacağı gibi saha satış ekibi için otomatik sipariş listesi oluşturma amacıyla da kullanılır.
Gerçekten çok ilginç. Peki birkaç örnek projeden bahsedebilir misiniz?
Hizmet verdiğimiz pek çok global perakende ürünleri üreticisi var hemen hemen tüm kategorilerde pazar liderliğine ilerliyoruz. Tabii bunun diğer tarafında perakende zincirlerinden de son zamanlarda yüksek talep almaya başladık. Örneğin daha yeni başladığımız bir yerel projede 1.000 mağazadan oluşan bir zincir için tüm raf kategorilerinde, ki bu toplam 20.000 SKU’ya ulaşıyor, anlık planogram kontrolü servisi vermeye başladık.
Tebrikler, teknolojinin gittiği yön hakkında neler planlıyorsunuz?
Ailet olarak kurulduğumuz günden beri teknolojinin belirleyicisi olmuş bir firmayız. Bu da bize aslında gururun yanında büyük sorumluluk da yüklüyor. Bütün projelerimizde, hazır görüntü tanıma servislerinin kurulması dışında gelen, kendine has diyebileceğimiz talepleri de gerçekleştiriyoruz, tabii bu da bize hem esneklik hem de yönelim konusunda ışık tutuyor. Yine son zamanlarda Ortadoğu’da 2 farklı ülkede “crowdsourcing” tanımına giren projede görüntü tanıma sağlayıcısı olduk. Birinde organize olan geleneksel kanal noktalarında dükkan sahiplerine çektirilen fotoğraflarla anlaşmalı üreticiler için anlık ürün bulunurluğu ve fiyat bilgileri sağlanıyor, aynı zamanda dükkan sahibi raflarda veya soğuk dolaplarda eksik olan ürünlerden anında oluşturulan sipariş listesini mobil uygulamada onaylayarak, merkezde sipariş oluşturuyor. Diğeri daha da ilginç, kurulan bir ajansla, raf denetimi (audit) için anlaşmalı üretici firmalar, aynı taksi çağırma uygulaması benzeri istedikleri satış noktası için denetim talebi yaratıyor, bu talepler kayıtlı ferdi kişiler tarafından talep oluşturulan noktaya yakınlıklarına göre onaylanıp, o noktada o çağrıyı kabul eden kişiye denetim çekimi yaptırılıyor böylece üretici firma o satış noktasındaki tüm raf bilgilerine, o noktaya bir çalışanını göndermeden anlık erişmiş oluyor, bu çekimi yapan kişiye de denetim çekiminin normlara uygun olması şartıyla görev başı sabit ücret hesabına yatırılıyor.
Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz, size çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Rica ederim benim için bir zevkti. Okurlarınız www.ailet.com web sitemizden daha detaylı bilgi alabilirler, tabii bu konuda daha çok söylenecek söz var, sizden de ricamız bu süreçte size gelen konuyla ilgili bilgi taleplerinin yoğunluğuna göre bir sonraki söyleşimizde en çok merak edilen konuya daha çok zaman ayırmak isteriz.
Röportaj
Ekonomik stabilitenin de tekrar oluşması halinde Türkiye yatırımlar için hedef ülke olabilir

“AVM’lerin gelir-gider dengesinin yatırımcılar aleyhine sürekli bozulduğu bir noktada, mevcut yatırımların değer kazanması, yeni yatırımların yapılması ve dolayısıyla perakendenin de büyümeye devam etmesi mümkün olamayacaktır.
Bu sebeple, AVM yatırımcıları olarak bizim beklentimiz, sektör paydaşlarının ve kamu otoritelerinin büyük resmi görerek tüm tarafların çıkarlarını optimum düzeyde ve uzun vadede koruyacak şekilde kararlar almaları ve böylece sektörün önünü açmalarıdır.”

Nuri Şapkacı kimdir? 1965 Malatya doğumlu olan Nuri Şapkacı, ECE Türkiye’de Genel Müdür ve CFO olarak görev yapıyor. Yönetim alanında 25 yılı aşkın tecrübesi ile başarılı bir kariyere sahip olan Şapkacı iş hayatına KPMG’de denetçi olarak başlamış olup ECE Türkiye’ye katılmadan önce Teknoser, Yapı Kredi Finansal Kiralama, Teknoloji Holding, ITE Group PLC ve Pegasus Havayolları’nda üst düzey yönetici olarak çalıştı. Nuri Şapkacı, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği lisansını tamamladıktan sonra San Francisco’daki Golden Gate Üniversitesi’nden Finans alanında MBA derecesi aldı. 2011 yılından bu yana AYD’de Başkan Yardımcılığı görevini sürdürmekte olan Nuri Şapkacı, 2023-2025 döneminde AYD Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapacak.
50 milyar dolar yatırım hacmine sahip ve içinde yer alan markalarla birlikte önemli bir ekosistem meydana getiren AVM’ler, kelebek etkisiyle birçok sektörde 2,1 milyon kişiye istihdam sağlıyor. Türk markalarının yurt dışına açılımlarını destekleyerek, katma değer oluşturan sektörün STK’sı olan Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği’nin (AYD) yeni başkanı Nuri Şapkacı, “AVM sektörünün tüm paydaşlarıyla kazan-kazan ilkesi doğrultusunda sürdürülebilir büyümesi için çalışacağız” diyerek göreve başladıktan sonra ilk röportajını Retail Türkiye’ye verdi.
Türkiye’deki mevcut ve inşaatı devam eden, planlanan AVM’leri değerlendirir misiniz?
Ülkemizde yaklaşık 14 milyon metrekare kiralanabilir alanda 444 alışveriş merkezi faaliyet göstermektedir. 2023 yılında açılması planlanan AVM sayısı ise 11’dir.
AYD’nin Akademetre Research ile ortaklaşa oluşturduğu AVM Endeksi verilerine göre, alışveriş merkezlerinde metrekare cirosu, 2022 yılında 2021 yılına göre nominal değerde (enflasyondan arındırılmamış) yüzde 133,8 artış göstermiştir. Enflasyondan arındırılmış performansa baktığımızda ise AVM metrekare verimliliğinin yaklaşık %70 artış oranı ile enflasyonun üzerinde bir yükseliş ortaya koyduğunu görüyoruz. 2010 yılı bazına göre (2010=100) 2019 yılında 299 olan endeks, 2020’de 258, 2021’de 405 ve 2022 yılında 947 puana ulaşmıştır.
Ziyaretçi sayıları açısından henüz 2019 pandemi dönemi öncesi giriş sayılarına ulaşılamamış olsa da 2022’nin bir toparlanma dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Ziyaretçi sayılarının 2019 yılına göre yüzde 12,5 oranında daha düşük seyrettiği tabloda, ciro gelişimini göz önünde bulundurduğumuzda ziyaretçilerin daha fazla alışveriş odaklı davranış sergilediklerini görüyoruz. Ciro artışında daha önce de belirtmiş olduğum gibi enflasyon etkisi de olmakla birlikte, turistlerin yaptığı harcamaların da olumlu etkisiyle sepet büyüklüğünün arttığını net bir şekilde gözlemliyoruz.
AVM sektörüne yönelik Avrupa ile Türkiye verilerini karşılaştırarak sektörün geleceği ile ilgili beklentilerinizi anlatır mısınız?
Türkiye’de İstanbul, Ankara, Antalya gibi illerde ve özellikle bazı bölgelerde sektörün doyuma ulaştığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte ülkemizde hala AVM olmayan 14 ile ek olarak şehirlerin gelişmesi ve kentsel dönüşüm ile birlikte yeni AVM arzına ihtiyaç olan bölgeler de var. AVM arzını, 1000 kişiye düşen brüt kiralanabilir alan (GLA) ile ölçüyoruz. Türkiye’de bu rakam 165 metrekare iken 1000 kişiye düşen GLA, Doğu Avrupa’da 190 metrekare, Batı Avrupa’da 275 metrekare ve Avrupa genelinde de ortalama 250 metrekaredir. Bu pencereden baktığımızda ülkemizin hala ciddi bir potansiyel barındırdığını söylemek mümkün. AVM yatırımları için en önemli kriterler nüfus yoğunluğu, satın alma gücü ve nüfusun yaş, meslek, satın alma davranışları gibi diğer sosyo-ekonomik özellikleridir. Türkiye, dinamik yapısı itibari ile satın alma odaklı genç bir nüfusa sahip. Avrupa’daki görece daha yaşlı nüfusa, sosyal yapının özelliklerine ve satın alma davranışlarına baktığımızda ekonomik stabilitenin tekrar oluşması halinde ülkemiz, yerli ve yabancı yeni ticari gayrimenkul yatırımları için hedef ülkeler arasında yerini kolaylıkla alacaktır. Bununla birlikte 2000’li yılların başında gelişmeye başlayan AVM sektöründe, alışveriş merkezlerinin günün gerekliliklerine uygun şekilde yenilenmesi de bugünden başlayarak büyük önem arz etmektedir. AVM sektörü, eskiyen yapılara, değişen müşteri talep ve ihtiyaçlarına, perakende sektöründeki hızlı gelişime, pandemi ile birlikte ivme kazanan dijitalleşmeye ve tüm dünyada en önemli gündem maddelerinden biri olan sürdürülebilirlik kriterlerine ancak dönüşerek cevap verebilir. Dolayısıyla sektörün sürdürülebilir başarısı için yeni AVM yatırımlarından ziyade mevcut alışveriş merkezlerine yapılacak yatırımlar önümüzdeki yıllarda önceliğimiz olmalıdır. Bunun yanı sıra, alışveriş merkezleri artık sadece ürün ve hizmetlerin satıldığı yapılar olmaktan çıkıp birer sosyalleşme mekânı haline gelmiştir. Bu yapılara perakende harici fonksiyonların da dahil edilmesi, şartlar dahilinde açık ve kapalı alanların entegre edilmesi, açık alanları olan kafe ve restoranların, farklı eğlence opsiyonlarının, ortak çalışma alanlarının, spor, sağlık, kültür-sanat merkezlerinin müşterilere sunulması ve çağın gerekliliklerine uygun olarak dijital çözümlere yer verilmesi AVM’lerin çekim gücünü artıracaktır.
Enflasyona bağlı olarak Türk tüketicisinin harcamasının azalmasını ancak turist harcamalarıyla karşılanabiliyor olmasının sektör açısından olumlu/olumsuz ve riskli yönleri nelerdir?
Pandemi ve ardından gelen Rusya-Ukrayna Savaşı, tüm dünyada tedarik zincirinde kırılmalara, gıda ve enerji krizine sebep olmuş; tüm bu gelişmelerin birbirine geçen sonuçları ile enflasyonist bir ortamı da beraberinde getirmiştir. Ülkemiz, kendi dinamiklerinin de etkisiyle bu global ekonomik krizden büyük oranda etkilenmiş durumda. Tüm toplum için geçerli olmak üzere satın alma gücünün düştüğünü biliyoruz. Bu elbette Türk tüketicisinin harcama motivasyonunu etkileyen bir durum. Bununla birlikte, pandemi döneminde ertelenen bazı harcamaların ve fiyatların daha da yükseleceği endişesi ile de bazı satın almaların yapıldığını da gözlemliyoruz. Artık eskisine nazaran fiyat-performans oranını gözeten çok daha bilinçli bir tüketici profili olduğu da bir gerçek. Kısaca Türk tüketicisinin satın alma davranışlarının değiştiğini, bazı zorunlu olmayan harcamaların eskisine oranla azaldığını, bununla birlikte sağlık, spor, elektronik gibi harcamalarda ise artışlar olduğunu görüyoruz. Yani hem kategori bazında hem de dönemsel olarak değişkenlik gösteren bir satın alma davranışı söz konusu.
Bu noktada, Rusya, Orta Doğu ve Avrupa’dan gelen turistlerin yaptığı harcamalar, ciroların gelişimini olumlu yönde etkiliyor. Türkiye, üç tarafı denizlerle kaplı konumu, sahip olduğu tarihi ve kültürel miras ve doğal güzellikleri ile bir turizm ülkesi. Özellikle İstanbul ve Antalya dünyada en çok turist çeken şehirler arasında yer alıyor. Alışveriş merkezlerimizin de dünya standartlarında hizmet vererek gelir sağlıyor olması bizler için mutluluk verici. Bu potansiyeli daha da yukarılara taşımak ve genele yaymak hedeflerimiz arasında olmalı. Turizm gelirlerinin artması ve ülkeye döviz girdisi olması, turizmin gelişmesine, bu sektörde istihdamın artmasına, alışverişe ve dolayısıyla ülke ekonomisine de her anlamda katkı sağlayacaktır. Elbette amacımız, tüm alışverişi turizm harcamalarına bağlamak değil. Umuyorum ki önümüzdeki dönemde oluşacak stabilite ile ekonomide de rahatlama yaşanır. Daha önce de zaman zaman ekonomik dalgalanmalar ve kriz dönemlerinin ardından da toparlanma ile yükseliş dönemleri yaşadık. Geleceğe de umutla bakıyoruz. Perakende çok dinamik bir sektör. Biz de alışveriş merkezleri olarak bu dinamizme eşlik edip mevcut kaynaklarımızı doğru kullanarak elimizden gelen katkıyı sağlamaya elbette devam edeceğiz.

“444 AVM’nin olduğu Türkiye’de bin kişiye düşen brüt kiralanabilir alan 165 metrekare iken Doğu Avrupa’da 190 metrekare, Batı Avrupa’da 275 metrekare ve Avrupa genelinde de ortalama 250 metrekaredir.”
“Küresel uygulamaların Türkiye’ye uyarlanması, sadece AVM yatırımlarının değil otel, ofis, rezidans ve lojistik gibi diğer ticari gayrimenkul yatırımlarının da gündeme alınmasına olanak sağlayacaktır.”
Son yıllarda tüm sektörlerde olduğu gibi AVM sektöründe de uluslararası/ulusal yatırımların durma noktasına gelmesinin genel ve özel/sektörel nedenleri sizce nelerdir?
Daha önce de bahsettiğim gibi son yıllardaki gelişmeler sonucunda oluşan enerji krizi, artan enflasyon, yüksek maliyetler ve finansman zorluğu sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da gayrimenkul yatırımlarının yavaşlamasına sebep oldu. Bununla birlikte Türkiye’de AVM yatırımlarının yavaşlamasında başka etkenler de rol oynamaktadır: Bildiğiniz gibi, 2018 yılında çıkan kanunla birlikte, alışveriş merkezleri döviz ve dövize endeksli kira bedeli tahsil edememekte; bununla birlikte döviz cinsinden kredi borçları ise devam etmektedir. Özellikle pandemi ve sonrasındaki gelişmelerle birlikte gelen kurdaki yükseliş, AVM’lerin gelir-gider dengesini büyük ölçekte ve olumsuz yönde etkilemektedir. Bunun da ötesinde sözleşme serbestisinin ortadan kalkması, hem kredi borçlarını döviz olarak ödeyen AVM yatırımcılarını zora sokmakta hem de yatırım kararı verirken yapılan fizibiliteleri tamamen etkileyerek yeni yatırımların hayata geçirilmesini de engellemektedir. Aynı şekilde artan enerji maliyetleri, perakendeciler kadar yatırımcıların da yükünü artırmıştır. İşletme giderleri, yüzde 40-50 oranında yatırımcılar tarafından sübvanse edilmektedir. Tüm bu gelişmeler yatırımcıları zorlamakta, yatırım ortamına olan güveni de hem yerli hem de yabancı yatırımcı açısından zedelemektedir. Bu nedenle gerek yerli gerekse yabancı AVM yatırımcısının iştahı maalesef azalmıştır. Yabancı yatırımcı oranı son 5 yılda 28%’den 20%’ye gerilemiştir. Bugün yaklaşık 2,1 milyon kişiye dolaylı yoldan istihdam sağlayan AVM ekosisteminde sürdürülebilirliğin sağlanması, regülasyonlarda stabilitenin sağlanması yerli ve yabancı yatırımcının önemle beklediği konulardır.
Bu nedenlerin ortadan kalkması için önerileriniz/beklentileriniz nelerdir?
Yatırımların tekrar canlanabilmesi için ekonomik stabilitenin yanı sıra kanun ve düzenlemelerde uluslararası standartların uygulanması büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş ülkelerin birçoğunda olduğu gibi ticari gayrimenkul kira rejiminin ülkemizde de düzenlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Borçlar Kanunu’nda ticari gayrimenkul kiralanmasına ilişkin yasa ve yönetmeliklerin düzenlenmesi sektörün önünü açacaktır. Basiretli tüccarlar arasındaki sözleşme serbestisinin sağlanması ve dövize endeksli kredi borçlarının kısmen TL’ye çevrilmesi de AVM’lerin sürdürülebilir geleceği ve yeni yatırımların hayata geçmesi açısından alınabilecek diğer önlemlerdir. Son dönemde gündeme gelen ortak gelirlerin düzenlenmesine ilişkin mevzuat değişikliğinde de AVM yatırımcıları aleyhine benzer sıkıntılar vardır. AVM’lerin gelir-gider dengesinin yatırımcılar aleyhine sürekli bozulduğu bir noktada, mevcut yatırımların değer kazanması, yeni yatırımların yapılması ve dolayısıyla perakendenin de büyümeye devam etmesi mümkün olamayacaktır. Bu sebeple, AVM yatırımcıları olarak bizim beklentimiz, sektör paydaşlarının ve kamu otoritelerinin büyük resmi görerek tüm tarafların çıkarlarını optimum düzeyde ve uzun vadede koruyacak şekilde kararlar almaları ve böylece sektörün önünü açmalarıdır. Küresel uygulamaların Türkiye’ye uyarlanması, sadece AVM yatırımlarının değil otel, ofis, rezidans ve lojistik gibi diğer ticari gayrimenkul yatırımlarının da gündeme alınmasına olanak sağlayacaktır. Biz de AYD olarak hem ulusal hem de uluslararası yatırımların hayata geçirilmesi amacıyla istikrarlı, şeffaf ve ön görülebilir bir yatırım ortamının tesis edilebilmesi için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Tüm dünyada yaşanan pandemi ve ülkemizde son aylarda yaşanan deprem/doğal afetlerin sektöre etkileri hakkında neler söylemek istersiniz?
AVM sektörü, pandemi dönemi ve sonrasında gelen süreçten en çok etkilenen sektörlerden biri olmuştur. Pandemi esnasında AVM’lerin kapalı olduğu dönemler yaşanmış, AVM’ler hijyen açısından en güvenli yerlerden olmalarına rağmen ziyaretçilerin kapalı alanlarda bulunma endişeleri sebebiyle giriş sayıları ve cirolar düşmüş, kirasız dönemler yaşanmış ve sektör genelinde bu süreçte, yatırımcılar tarafından 11 milyar TL kira indirimi uygulanmıştır. Burada amacımız, tüm dünyayı etkisi altına alan bu olağanüstü süreçte sektör olarak tüm aktörlerimizle birlikte ayakta kalmaktı. Yani pandemi bize zor zamanlardan en az hasarla çıkabilmek için iletişimin ve empatinin ne kadar önemli olduğunu ve bütünün yararı için zaman zaman elimizi taşın altına koyup fedakârlık etmemiz gerektiğini bir kez daha yaşatarak hatırlattı. Bunun yanı sıra pandemi ile birlikte e-ticaretin ivme kazanması ve değişen müşteri alışkanlıkları iş yapış şekillerimizi de değiştirdi. Alışveriş merkezlerini artık sadece ürün ve hizmetlerin satın alınabildiği mekanlar olarak görmüyoruz. AVM’ler, şehirlerle bütünleşmiş sosyal alanlardır. Dolayısıyla sağlık, spor, kültür, ortak çalışma alanları gibi perakende harici fonksiyonları dahil ederek; eğlence, yeme-içme gibi sosyalleşme fonksiyonlarına daha fazla yer vererek; düzenlediğimiz etkinlikler ve sosyal sorumluluk projeleri ile bu kompleks yapıların çekim gücünü artırıyoruz. Yani işimizin kapsamı ve çehresi de değişti aslında.
Öte yandan tüm milletimizi derinden yaralayan deprem felaketi sonrasında da aslında AVM’lerin toplum için sosyal faydasına tanık olduk. Depremden etkilenen vatandaşlarımızın ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak tüm kurumlarımız ve milletimiz seferber oldu. Biz de depremin hemen ardından AFAD-AYD koordinasyonuyla bölgede 15 aşevi kurduk ve bu aşevlerinde günde 45 bin kişiye sıcak yemek ulaştırdık. Depremin ilk anlarından itibaren sadece bölgedeki değil, diğer illerdeki AVM’ler de vatandaşlarımız için seferber oldu. Kimisi yardım kimisi kan toplama merkezine dönüşürken bir kısmı da arama-kurtarma ekipleri oluşturarak bölgeye sevk etti. 160 AVM, AFAD ile koordineli olarak yardım toplama merkezi olarak hizmet verdi. Bölgede uygun olan AVM’ler gece barınma ihtiyacı için kapılarını açtı. AVM yatırımcıları tarafından bölgeye çok sayıda ihtiyaç malzemesi, vinç, ekskavatör, jeneratör, aydınlatma kulesi ve konteyner de iletildi. Ayrıca AYD bünyesinde deprem yaralarının uzun vadede sarılabilmesine yönelik çalışmalar yapmak üzere bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, önümüzdeki dönemde de devlet kurumları, STK’lar ve AYD’nin de temsil edildiği TAMPF ile birlikte projeler gerçekleştirecek.
Görüldüğü üzere AVM’ler, deprem yönetmeliklerine uygun olarak yapılmış genç yapı stoğu ile; geniş otoparkları ve/veya açık alanları ile afet durumlarında lojistik destek, barınma, depolama gibi ihtiyaçları giderebilir, koordinasyon merkezi görevini üstlenebilirler.
Deprem bize ne öğretti derseniz, standartlara ve kurallara uymanın ne kadar önemli olduğunu öğretti. Milletimizin zor günde dayanışma içinde birlik olabildiğini gösterdi. Elbette böyle büyük yıkımların ve travmaların bir daha hiç yaşanmamasını ümit ediyor ve tüm milletimize bir kez daha başsağlığı diliyorum.
Röportaj
“Gıda ile endüstriyel ürün kavramlarını birbirinden ayırmamız lazım”

17 ay aradan sonra Tarım ve Orman Bakanlığı’nın taklit veya tağşiş yapıldığı kesinleşen 371 firmaya ait 559 parti ürünü kamuoyuna açıklaması ile et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, sıvı yağlar, bal çeşitleri, takviye edici gıdalar ve çikolatalar başta olmak üzere tükettiğimiz birçok üründe tespit edilen uygunsuzluk sektörde büyük ses getirdi. 5 yılı aşkın süredir web sitesi ve sosyal medya hesaplarıyla ‘Ne Yediğinizi Biliyor Musunuz?’ diyerek dikkat çeken Musa Özsoy ile röportaj yaptık.
Gıda Dedektifi hesabı ne zaman, neden/nasıl oluştu; hesabın sosyal medya ve internet sayfası verileri/gücü hakkında bilgi verir misiniz?
Gıda Dedektifi hesabının kuruluş sürecini 2020 yılının Şubat ayında kaleme aldığım Ne Yediğinizi Biliyor Musunuz kitabında uzun uzun anlattım. Bilen biliyor aslında; ürik asit yüksekliğinin sebep olduğu bir cilt problemi yaşadığım süreçte araştırmalarım ve beni iyileştiren doktorumun katkısıyla ürik asit – beslenme ilişkisini irdelemiştim. Buradan çıkan çarpıcı bir sonuç üzerine de marketlerdeki ürün etiketlerini okumaya başladım. O çarpıcı sonuç daha önce varlığını pek bilmediğim ve bir şey alırken dikkat etmediğim glikoz-fruktoz şurubuydu. Aslında temel problem fruktoz şurubu içeren ürünlerdi. Bu farkındalığımı Ankara’dan İstanbul’a yaptığım bir tren yolculuğunda insanlara aktarmaya karar verdim. Hemen orada Gıda Dedektifi ismini buldum ve hesaplarımı oluşturarak trenden iner inmez ilk iş bir marketin yolunu tuttum. Her şey bu kadar doğal ve planlanmamış şekilde başladı. Bugün Instagram başta olmak üzere; Twitter, Facebook, Linkedin, Youtube ve Telegram gibi çok farklı platformlarda 1,5 milyonu aşkın kişiye hitap etmekteyim. Sosyal medya ve web sitesinde aylık gösterimlerimiz ise 10 milyonu aşmakta.
Gıda Dedektifi’nin gelir modeli/şekli nedir (sadece Ürün İncelemeleri ve Google bannarları mı)?
Dediğim gibi Gıda Dedektifi planlı bir şekilde başlayan bir proje değil. Tamamen kişisel olarak başlattığım ve aradan geçen 5 yılda da kişisel olarak yürütmeye devam ettiğim bir hesap bu. Ben 2017 yılının Mart ayında hesabı ilk açtığımda zaten uzun süredir serbest şehir plancısı olarak çalışıyordum. Yani maaşlı bir çalışan değildim, günlük çalışma planlarımı ve çalışma saatlerimi ben belirliyordum. O açıdan böyle bir hesabı yönetmek için de vaktim ya da esnekliğim vardı. O dönem işlerim de yoğundu, üzerimde birçok önemli şehir planlama işleri vardı. Paraya ya da ek bir gelir getirici işe ihtiyacım da yoktu. Zaten 3 yıl boyunca Gıda Dedektifi tek bir kuruş bile gelir elde etmeden yoluna devam etti. Gıda Dedektifi’ne baya baya yoğunlaşmıştım artık. Bir yandan da Denet- le hesabını açtım. O arada İTÜ Teknokent kapsamında bir start up projesi olan İTÜ Çekirdek’e kabul edildim. Bir yandan da İTÜ Çekirdek’de mobil uygulama geliştirme sürecine girdimde diğer yandan web sitesi açmaya çalışıyordum. İTÜ sağolsun bana AWS’den -dünyanın bir numaralı server sağlayıcısı- 10 bin dolar değerinde bir server hakkı hediye etti. İlk olarak gece gündüz 6 haftamı vererek geçmiş binlerce paylaşımı derleyip Gıda Dedektifi web sitesini yayına aldım. Sonunda artık şöyle bir şey oldu. Ben artık vaktimin tamamına yakınını Gıda Dedektifi’ne harcıyordum. Bu durumun tabi hem aile içinde hem de mesleki çevremde etkileri oldu. Düşünün karşınızda size bakmakla yükümlü bir kişi var işi gücü bırakmış hiçbir gelir elde etmediği bir işle bütün gün uğraşıyor. Arada ona tehditler geliyor, mahkemeler, davalar, telefonlar derken evdeki huzurunuz da bozuluyor. Bir gelir falan da elde etmiyordum. Onun dışında mesela bir plan işiyle ilgili belediye meclisinde görüşme yapacağım insanlar beni gıda dedektifi olarak tanımaya başladı. Bu durum belki birilerinin hoşuna gidebilir fakat mesleki olarak beni zora sokuyordu. Öyle böyle derken ben artık mesleğimden daha fazla bu işe zaman ayırdığımı kabullendim. Bu konuda da gelir modeli olarak neler yapılabileceğini düşünmeye başladım. Kesinlikle diğer hesaplar gibi gizli reklamlarla insanları kandırmak gibi bir derdim olamazdı, isteseydim onlar gibi yapıp bugün ben de çok zengin olurdum. Ama yapmadım, yüz kere aynı şeyi yaşasam yüz kere de yapmam. Fakat ben de hesabın çizgisine ve etik değerlerime uygun bir gelir modeli arayışına girdim.
Gıda Dedektifi Musa Özsoy’a göre “Firmaların saçma sapan isimlerle, görsellerle ve algılarla tüketiciyi sürekli ve bilinçli olarak kandırmaya çalışması ve ambalajlarda ürünlerle ilgili içerik, besin değerlerinin tüketiciye açık, net olarak beyan edilmemesi” sektörün temel sorunları.
Bugüne kadar ki yayınlarınızda kimlerle, hangi resmi-özel kurum/kuruluşlarla hangi iş birliklerini yaptınız; hangi destekleri aldınız?
İlk gelir modelim okul söyleşileri kapsamında başlattığımız bir sponsorluk ile oldu. Çoğunluğu devlet okulu olmak üzere İstanbul ve Ankara’da 40 farklı okula giderek o dönem sponsorlardan aldığım cüzi bir ücret karşılığında gelir elde edip, şahsi şirketim üzerinden tamamını faturalandırdım. Buna rağmen birçok davaya iftiraya maruz kaldım. Aynı dönemde bazı firmalar ürünlerini incelemek üzere bana talepte bulundular. İlk olarak Beeo firmasıyla anlaştık. Ürünlerini bağımsız gözle inceliyor, tek kelimesine dokundurmadan yayınlıyordum. Beeo sonrasında Züber, Altınkılıç, Yayla Bakliyat gibi birkaç firmadan daha talep geldi, hepsini gayet şeffaf bir şekilde özel inceleme ibaresini koyarak paylaşmaya başladım. Bu paylaşımlar ayda bir kez story olarak yapılıyor, talep eden takipçiler web sitesine girip ürün incelemesini okuyordu. Yani ortada reklam anlayışıyla yapılan bir şey yoktu. Instagram post paylaşımlarında bu özel incelemelere asla yer vermedim. Web sitesinde yaptığım duyurularla da insanlar bu incelemeleri firmaların talep ettiğini ve ücret ödediğini hep bildiler, hiçbir şey gizlemedik. Zaten genelde olumlu içerikler olduğu için firmaların tek isteği ürünleri benim gözümle inceleyip yayınlamamdı. Hiçbirinin bugüne kadar bir satış kaygısı, reklam talebi ya da cümlelerimi eğip bükme gibi bir düşüncesi olmadı. Şu anda da Gıda Dedektifi’nin özel incelemeler ve web sitesindeki google reklamları dışında – bir de son dönemde hepsiburada ile anlaştık tüketicinin kararı anketleri doğrultusunda olumlu oy alan ürünlerin listesini yayınlıyoruz – herhangi bir gelir modeli bulunmuyor.
Bu hesap üzerinden yaptığınız “Özel Araştırma, Gündem, Aman Dikkat!, Aslında Kaç Gram?, Dünya Turu, Gıda Güvenliği, Kim Üretiyor?, Ne Yemeliyiz?, Nereden Bu Enerji?” konuları/kategorilerinin içeriği ve varsa kısa oluşma hikayelerini anlatır mısınız?
İlk yıllarda yoğunlukla yaptığım etiketler aslında bunlar. Bazılarından ilk kez biz bahsetmiştik o dönemde. Mesela; Dünya Turu ismini koyduğumuz paylaşımlar aslında ürünlerin menşe ülkelerine dikkat çekiyordu. Şimdi bilinir oldu ama o dönem kimse aldığı çocuk mamasının ya da baharatın, mercimeğin menşe ülkesine bakmıyordu. Fakat baktığınızda birçoğu yurtdışından gelen ürünlerdi bunlar. Bugün Kanada’dan mercimek, Çin’den pirinç, Yunanistan’dan ekmek, Almanya’dan çocuk maması diye yaygın şekilde biliniyorsa bizim yayınlarla başlamıştır bu süreç. Bunun da başlangıcı işte bu ve benzeri etiketli instagram paylaşımlarıydı.
Mesele Kim Üretiyor başlığı altında da yine o dönem hiç bilinmeyen private label ürünlerden bahsettik. Fason üretim modeliyle üretilen fakat bilinen bir markayla çıkan ürünlerin aslında o markaya ait firma tarafından üretilmediğini anlatmaya çalıştık. Bu kapsamda özellikle market markalarının çok bilinen firmalarla çalıştığını, tüketicinin boşu boşuna yüksek rakamlar ödememesinin önüne geçtik. Sonrasında bazı firmalar fason üretimi merdiven altı üretim ile bir tuttuğumuz gibi hiçbir mesneti olmayan ithamlarda bulunup bizi birilerine hedef gösterdiler ama yıllardır yaptığımız şeyden ben gayet eminim.
Nereden Bu Enerji’de yine dünyada bilinen fakat Türkiye’de pek anlatılmayan bir farkındalık paylaşımıydı. Gıda Dedektifi ilk kurulduğu dönem çok yaygın olan, rağbet gören kalori hesapları vardı. Fakat hiçbiri kalorinin kaynağından bahsetmiyordu. Ben bilimsel temellere dayanarak bundan bahsetmeye başladım, bunu şimdi Youtube yayınlarımızla yaygınlaştıracağım. O dönemden gelen etiketlerden biri de buydu. Kısacası bu etiketlerde geçmiş yıllarda pek sözü edilmeyen bu ve benzeri farkındalıkların etiketleriydi.
Sizce Türkiye’de ki ambalajlı gıda üretimindeki temel sorunları maddeler halinde sıralar mısınız?
İlk olarak ambalajlı gıda ile endüstriyel ürün kavramlarını birbirinden ayırmamız lazım. Bir meyveyi ya da sebzeyi ambalaja koyduğunuzda bu bir ambalajlı gıda olur. Ya da peynir, tereyağı, yoğurt gibi ürünler ambalajlı olarak satılır zaten – aksini kabul etmek her şeyden önce hijyen kurallarına ve mevzuata da aykırı.
Fakat endüstriyel ürün dediğinizde içine katkı maddesi girmiş, adı üstünde endüstrinin eliyle yapılmış “gıda” değil, üründen bahsederiz. Bu kavramları da yıllardır oturtmaya çalışıyoruz. Çünkü birisi tv’de çıkıp ambalajlı ürün deyip herkesi korkutup kaçırıyor. Asıl korkup kaçmamız gereken ambalaj değil, ambalajın içinde katkı maddeleriyle üretilmiş ürünler var mı? Ona bakmalıyız. Bu kapsamda ilk olarak bu ayrımı yapmamız lazım. Temel sorunlardan biri bu. Diğeri de firmaların saçma sapan isimlerle, görsellerle ve algılarla tüketiciyi sürekli ve bilinçli olarak kandırmaya çalışması. Bu aynı zamanda benim hesaplarımda mücadele ettiğim temel konulardan biri. Diğeri ise ürünlerle ilgili içerik ve besin değerlerinin tüketiciye açık ve net olarak beyan edilmemesi. Bir ürününü paketini alıyorsunuz okumak ne mümkün! Okumaya kalksanız zamanınızı alıyor. Biz tabi bunları büyük puntolarla ve binlerce insana aktarınca birçok firma şikayet etti.
Bakın düne kadar ambalajlarında besin değerlerini paylaşmayan Türkiye’nin en büyük abur cubur firması bizi bugün mahkemeye vermiş durumdadır. Düne kadar paylaşmıyorlardı, bugün mevzuat gereği paylaşıyorlar. Bu sefer de Gıda Dedektifi bizimle ilgili tüm yayınlarını kaldırsın diye mahkemeye dava açıyorlar. Sorsanız bu insanlar inançlı, Allah, peygamber falan biliyorlar. Ama öyle iftiralara maruz kaldım ki daha önce de söyledim ama bunlarla benim hesabım Allah’a kaldı. Türk milleti adına karar mahkemeler nasıl sonuçlanır onu da göreceğiz fakat ben Türk milleti adına onların bu baskılarına boyun eğmeden, gerçekleri insanlara açıklamaktan asla korkmuyorum. Sıkıntılardan biri de bu, geçmişteki duruşuna güvenip bugün tüketiciyi resmen aldatan firmalar var. Bir şey de diyemiyorsunuz bunlara öyle güçlenmişler! Mesela bir firma var, o henüz dava açmadı. Yıllarca palm yağını hurma yağı diye yutturdular bu millete. Sorsanız onlar da inançlı! Ben onların samimiyetine inanmıyorum. Temel problemlerden biri de bu. Bu firmalar samimi değiller.

Gıda Dedektifi web sitesi ve sosyal medya hesaplarının yanında ‘Denetle’ hesabı 1,5 milyonu aşkın kişiye hitap etmekte.
Bu sorunların sorumluluğunu/sorumlularını tedarik zinciri içinde nedenleriyle nasıl sıralayabilirsiniz?
Sorunların en başında ne olursa olsun denetlemesi gereken resmi ve özel kurumlar geliyor. Başta bakanlıklar var. Bakın bir ülkede devlet koyduğu kuralları uyguladığı ölçüde güçlüdür! Diğer yandan bu kurallara tabi olanların da bu sıralamada yok ama ahlaki sorumluluğu da önemli. Samimiyet yok dedik ya, aslında bakarsanız temelinde ahlak da yok. İnanç da yok. Bunlar olsa zaten kurallara uyması gerekenler kurallara uyar, denetim mekanizmasını beklemez bile! Fakat ahlak, etik, samimiyet, inanç kavramlarının içi boş olup bir de denetim de olmayınca işte o zaman saldım çayıra moduna giriyoruz. Kimse kusura bakmasın ama benim yıllardır gördüğüm, bir tek gördüğüm değil kanıtlarıyla, örnekleriyle gösterdiğim şeyleri konuşuyoruz. Bu ikisinin dışında da üretici firmalar da bu sorunların tabii ki etkenlerindedir. Üretici firmalar ürettiği ürünü en iyi bilendir, değil mi? Yani ne ürettiğini üretenden daha iyi bilen olamaz. E onu bile bile siz çocuk bisküvisinde hala glikoz şurubu kullanabiliyorsanız, çocukları hiperaktiviteye sürükleyen renklendiricileri koyabiliyorsanız, şekeri basıp üstüne çizgi film figürleri koyup daha çok satış bekliyorsanız… Kusura bakmayın ben saygımı korumaya çalışıyorum ama bunlar saygı duyulacak şeyler değil. Geleceğimizi üç kuruş için satanlara ben saygı duymam.

Asıl mesleği şehir plancılğı olan ve ürik asit yüksekliği sebebiyle yaşadığı bir cilt probleminin nedenlerini araştırırken çıkan çarpıcı bir sonuç üzerine marketlerdeki ürün etiketlerini okumaya başlayan Musa Özsoy’un yayınlanmış iki kitabı bulunuyor.
Yayınlarınız üzerine kaç şikayet, dava/mahkeme açıldı nasıl sonuçlandı veya devam ediyor? Bu sorunu nasıl aşıyorsunuz?
Bugüne kadar suç duyuruları çok oldu neredeyse tamamından takipsizlik aldık. Bunların bazılar bireysel oldu bazıları da firmalar tarafından yapıldı. Bireysel yapılanlardan bir örnek vereyim. Bana bir gıda mühendisi şaklaban dedi. Ama artık kaçıncı olan olay bu! En sonunda avukatıma lütfen bununla ilgili gereğini yapın dedim. Bakın bu hakaret kısa sürede mahkemede cezasını buldu şimdi o şahıstan ben bir şey talep etmiyorum ama avukatım vekalet ücretini bile alamıyor biliyor musunuz? Benim param yok diyor şahıs, ailemle yaşıyorum kiradayım diyor. Bir tane markette kasiyer olarak çalışıyor ne oldu şimdi maaşına haciz konacak. Birilerinin gazına gelip bana hakaret edene kadar güzel kardeşim sen kendi haline yansana. Ailene, kendine, çevrene yazık değil mi? Ben bunlardan kesinlikle memnun değilim ama herkesin de bir şey söylerken dönüp aynaya bakması lazım.
Davalara gelirsek beni bugüne kadar dava eden sanırım 4 firma oldu. Birisi sucuk firmasıydı o davadan beraat ettim. Diğeri ise malum pekmezci bir firma var. Adını zikretmiyorum çünkü sizinle de uğraşmasınlar! Bir tv kanalı haber yaptı onları da dava ettiler! Yahu tv kanalını dava etmek nedir! Geçen bir takipçim atasözü paylaşmış it ürür kervan yürür diye onu da dava etmişler. Beraat etti tabi ki! Şimdi böyle gözünü karartmış bir firmayla karşı karşıyayız. Sanırım hakkımda 2-3 tane ceza, 2-3 tane de hukuk davası açtılar. Tamamı mesnetsiz. İftira niteliğinde bir dolu iddiaları var ve benim şehir plancısı olduğum, bu işleri yapmamın uygun olmadığı gibi saçma sapan dayanakları var. Aynı zamanda haksız rekabet gibi nereye çekseniz oraya gidecek maddeye dayanarak ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Diğeri de Türkiye’nin en büyük abur cubur firması. Gofretimizin sağlıksız olduğunu iddia ediyorlar diye mahkemeye beyan veriyorlar. Ben değil, Dünya Sağlık Örgütü ve Türk Gıda Kodeksi öyle diyor! Hepsinin bilimsel ve akademik altyapısını mahkemelere sunuyoruz. Bilirkişiler eğer üç beş kuruşa tamah etmez doğruyu yazarsa, hakimler de bir zahmet edip bu belge- lerimizi okursa gerçek hızla ortaya çıkar zaten. Diğer yandan da Ticaret Bakanlığı ile davalık olduk. Bana geçen sene bir idari ceza uyguladılar ona karşı ben de hakkımı arıyorum. O da işin acı tarafı.
Ben kimse sahip çıkmasa bunca emeğe millet sahip çıkıyor, devlet de herhalde arkamızda durur diyordum. Devlet beni en çok yaralayan kararlara imza attı. O kararlara imza atanları da bu iftiraları atanları da asla affetmeyeceğim, varsa zerre kadar hakkımı da helal etmeyeceğim. Ben hiçbir şeye üzülmüyorum da bunlarla uğraşırken 2 yılım heba oldu. Neyse ki şimdi artık bunlardan uzaklaşıp kafamı toplayıp kaldığım yerden insanlara faydalı olmaya devam edeceğim.
Sosyal medya hesabınızda ki bir paylaşımınızda ABD ve İngiltere’den oturum izni ve basın kartı kazandığınızı söyleyerek “Siz olsanız ne yapardınız?” dediniz; ne yapacaksınız?
Bir gün bir arkadaşım “Şu çalışmaları İngiltere’de yapsan ödül alırdın” demişti, gülmüştük. Sonra cidden başvuru yapsana sosyal medya çalışmaların dikkatlerini çekebilir dediler. Biz de başvurduk. Gıda Dedektifi ve Denetle ile yaptıklarımı sundum İngiltere’de sosyal medya alanında çalışma ve oturum hakkı aldım. Geçen ay bir de ABD’den yine sosyal medya çalışmalarım kapsamında yeni medya alanında basın kartı aldım. Ne yapardınız dedim evet, insanların duygularını ve düşüncelerini merak ettim. Farklı duygularla birçok benzer şey yazıldı. Bir süre İngiltere’de çalışmalarıma devam edeceğim, ailemle bir süre burada olacağım. İmza günü ve tv yayınları gibi durumlar oldukça geleceğim, tatillerde zaten oradayız. Bu süreçte İngiltere başta olmak üzere Avrupa’ya yönelik İngilizce içerikli çalışmalara başlamak istiyorum. Ayrıca İngiltere’de sosyal medya alanında çeşitli firmalara danışmanlık çalışmaları yapıyorum. Diğer yandan 2-3 yıla yayılmış şekilde bazı akademik planlarım var. Bunları hayata geçirip Türkiye’ye çok daha faydalı olacak şekilde dönmek istiyorum. Daha önce de yazmıştım, daha yeni başlıyoruz.
Gıda ile ilgili paylaşımlarla başlayan sosyal medya hesaplarınızda artık birçok farklı konuda da paylaşım yapıyorsunuz kendinizi bir gazeteci mi, blogger mı, influencer mı, fenomen mi, instagrammer mı, youtuber mı olarak görüyorsunuz?
Aslında temelde gıda dışında bir paylaşım yapmıyorum. Twitter’daki kişisel hesa- bımda bazen yazdıklarım yadırganıyor fakat şu atlanıyor. Orası benim kişisel hesabım ve Twitter’da ben 2009 yılından beri varım! Yani belki de birçok insan daha Twitter’da yokken ben orada yazıyordum, paylaşım yapıyordum. Fakat temelde tabi ki gıda hakkında paylaşacağım birçok şey varken farklı konulara girmeme gerek yok aslında.
Bir de maalesef bazı şeyleri tartışmak adına doğru bir zamanda değiliz. Siz ne kadar doğru düzgün bir şey söyleseniz de kalkıp size hadsizce cevap veren, umursamaz yorumlar yapan birileri çıkıyor. Bu minvalde ben kendimi her şeyden önce devletini, ülkesini seven, faydalı olmaya çalışan vatandaş olarak görüyorum. Asla bir influencer ya da fenomen olma gayretim olmadı, kişisel olarak bir beklentim de yok. Gazeteciyim demem doğru olmaz fakat ortada bir gazetecilik var mı derseniz birçok yayınımda bunun gereğini ortaya koyduğumu görürsünüz. Bunlardan en iyisi araştıran, yazan bir araştırmacı, yazar ya da belki blogger olabilir. Fakat dediğim gibi özünde araştıran, farkına varan ve fark ettiklerini insanlara duyurmaya çalışan biriyim.
Yönettiğim hesaplarda da kişisel fikirlerimi değil, olması gerekenleri ve mevzuatın gereklerini ortaya koymaya çalışıyorum. Böyle bir ihtiyacın hasıl olması, benim bu ihtiyaca karşılık veriyor olmam da ayrıca abesle iştigal. Ona pek değinmedik. Ama özünde insanların gıda dedektifi gibi bir hesaba ihtiyacı kalmadığı gün, benim de bu hesapları yönetmeme gerek kalmayacak. O gün geldiğinde ben de kapatıp gitmesini bileceğim. O güne kadar umarım ki insanlara faydalı olmaya devam ederim. Temel mesele bu, gerisi laf-ı güzaf.

Yaptığı yayınlar ve paylaşımlarla ülkemizde hakkında davalar açılan Gıda Dedektifi Musa Özsoy, şimdilerden ülkemizde yaptıklarını anlatan sunumuyla başvurup kazandığı sosyal medya alanında çalışma ve oturum hakkı ile İngiltere’de yaşıyor.
Musa Özsoy kimdir?
1983 yılında İstanbul doğumluyum. Bir diğer deyişle tam da şehirleşmenin göbeğinde, Türkiye’nin kontrolsüz büyüyen metropolünde doğmuşum. Bahçelievler’de önceleri oyunlar oynadığımız, civcivleri otlattığımız arsaların sonradan binalarla dolarak bizi boğduğu bir süreci bizzat yaşadım. Pal Sokağı Çocukları’nı okuduğumda benzer hislerin farklı coğrafyalarda, farklı insanlar üzerinde de yaşandığını fark ettim. Belki de bilinçaltım beni bu sürece hazırladı ama 2007 itibariyle ülkeme bir şehir plancısı olarak hizmet etmeye başladım. Hem şahsi hem mesleki olarak gördüm ki şehirleşme hepimizin hayatını topyekün etkilemiş. Türkiye’de kırsal nüfus dünyada benzerine az rastlanır şekilde düşerken, herkes şehirlere akın etmiş. Bugüne geldiğimizdeyse şehirleşmenin etkisiyle artık tarım, hayvancılık, kırsal yaşam gibi kavramların can çekiştiği, ortada sürdürülebilir bir politika da olmadığı için maalesef dışa bağımlı olduğumuz bir dönem yaşıyoruz. İşte tüm bunlardan bağımsız olarak bugün şehirlerde yaşayan bizler, endüstriyel olarak üretilen sayısız gıdayla, ürünle besleniyoruz. Aslında benim ortaya koyduğum paylaşımlarda geçmişteki şahsi gözlemlerimden mesleki edinimlerime, Türkiye’deki şehirleşme sürecinden dünyadaki endüstrileşme sürecine kadar birçok unsurun katkısı var.
Röportaj
İstanbul PERDER, sektörün sorunlarına ışık tutuyor

2006 yılında kurulan ve tam adıyla İstanbul Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Perakendeciler Derneği olarak faaliyet gösteren İstanbul PERDER, 37 kurucu üyesi ile birlikte haksız rekabetin gün geçtikçe arttığı ülkemizde yerli perakendeciler arasında birlik ve beraberliği sağlayarak kurumsallaşmalarına destek oluyor. İstanbul PERDER Başkanı Faruk Güzeldere ile hem derneği hem de sektörü konuştuk. Soruları masaya yatırdık. Ortaya keyifle okuyacağınız bir röportaj çıktı.
İstanbul PERDER hakkında kısa bir bilgi verir misiniz?
İstanbul Perakendeciler Derneği; Türkiye Perakendeciler Federasyonu’nun kurucu üye derneklerinden olup TPF çatısı altında faaliyet gösteren bir bölge derneğidir. İstanbul PERDER öncelikle; sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak tüketici haklarını, perakendecilik sektöründe çalışanların ve onların bağlı bulundukları işletmelerin haklarını ve en geniş manada milli ve manevi değerlere sahip çıkarak ülke çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi amaç edinen bir sivil toplum kuruluşudur. 2006 yılında kurulan ve tam adıyla İstanbul Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Perakendeciler Derneği olarak faaliyet gösteren İstanbul PERDER, 37 kurucu üyesi ile birlikte haksız rekabetin gün geçtikçe arttığı ülkemizde yerli perakendeciler arasında birlik ve beraberliği sağlayarak kurumsallaşmalarına destek olmaktadır. İstanbul PERDER bünyesinde; 30.900 personelin faaliyet gösterdiği 940.000 m2’lik satış alanına ve 1811 mağazaya sahip 37 üye yerel market zinciri bulunmaktadır.
Türkiye’deki yerel zincirlerin gücü ve yapısı hakkında bilgi verir misiniz?
Türkiye Perakendeciler Federasyonu olarak tamamı yerli sermayeli olan toplam 5 bin 500 yerel marketi temsil ediyoruz. Türkiye genelinde 14 bölgeye ayrılmış olan yerel perakendeci derneklerinin çatı örgütüyüz. 100 bini aşkın çalışma arkadaşımız, 2 milyon 500 bin metrekare alanımız ile gıda perakendesinde önemli bir güç teşkil ediyoruz. Yıllık cirosu yaklaşık 50 milyar TL’ye ulaşan yerel zincirler olarak sektörümüzdeki sorunlara çözümler üretmeye odaklanıyor, daha fazla istihdam alanı yaratarak tüketicilerimize ve ülke ekonomimize sağladığımız katma değeri artırmayı amaçlıyoruz.
“E-ticaret platformlarını kapsayan acil bir yasaya ihtiyaç vardır. Bu yıl pandeminin etkisi ile tüm e-ticaret sektöründe büyüme %65 oranlarını gördü. Bu rakamlar tüm perakende sektörünün gidiş yönünü tayin etmekle kalmayıp potansiyel büyüklüğü ve tüketici alışkanlıklarının bu yönde ne hızla evrildiğini göstermesi açısından oldukça önemli.”
Yerel zincirlerin Türkiye’deki sorunları, ihtiyaçları ve çözüm önerileriniz nelerdir?
Öncelikle yeni mağaza açılış kriterlerine yer verilen yönetmeliğe dikkat çekmek istiyorum. Yeni düzenlemelerin, ilgili yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, iş yeri açma ve çalışma ruhsatı bulunan zincir marketler hakkında uygulanmayacağı belirtiliyor. Geriye yönelik düzenlemenin engellemesinin, tüketiciler ve yerel perakendeciler adına olumsuz etkilerini azaltabilmek amacıyla yönetmelikteki değişikliklerin Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihten sonra kurulan işletmeleri de kapsaması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca, bir bölgede yeni market açılışına ilişkin 2000 ve üzeri olarak düzenlenen nüfus kriterinin yeniden gözden geçirilmesini ve 5000 üzeri nüfusun baz alınmasını talep ediyoruz.
Öte yandan, özel markalı (private label) ürünlerle ilgili, yerli üreticiye rekabet avantajı kazandırmak yerine sektördeki oligopol yapıları güçlendiren uygulamalara bir düzen getirilmesini bekliyoruz.
Ayrıca, piyasada alışılagelmiş gramaj ve fiyat ile satılan bilindik markalı ürünlerin aynı boyutlarda ve ambalajlarda düşük gramajlı olarak özel üretim ile oligopol yapıların reyonlarında yer alması da tüketicinin yanılmasına neden oluyor. Bu şekilde yapılan gizli fiyat artışının, tüketici nezdinde ürünün “indirimli” olduğu şeklinde algılanması, sektörde yaşanan bir diğer sorun olarak karşımıza çıkıyor. Üretici firmalar, özellikle oligopol yapıların baskısından kurtulmak için aynı marka ürünü farklı gramajlarla üreterek pazarda yer almaya çalışırken oligopol yapılar bu yöntemle ürünün maliyetini düşürmeye çalışıyor. Bu uygulamalarla ürün etiketinde sunulduğu iddia edilen tüketici faydası, ambalajın dış yapısında herhangi bir değişiklik olmadığından tüketicide gerçekliği olmayan bir indirim algısı oluşturuyor.
Marka algısı, gramajın önüne geçmek suretiyle aynı ürünün çok daha düşük fiyata satıldığı şeklinde oluşan yanlış engellemek adına yürürlükte olan Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulama Yönetmeliği yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, perakende satışa sunulan ürünlere standart gramaj uygulaması getirilmesini öncelikli çözüm önerisi olarak sunuyoruz. Bununla birlikte, bu tarz ürünlerin tüketici tarafından ilk bakışta anlaşılacak şekilde farklı bir ambalaj ile satışa sunulması da bir diğer seçenektir.
Pandemi süreci ile çok hızlı büyüyen, alışveriş alışkanlıklarımıza yeni bir form kazandıran e-ticaret sektörüne de değinmek isterim. Sektörümüz için oldukça önemli olan bu pazar yerlerinde gerçekleşen düzensiz ve sınırsız büyüme tekelleşme gibi önemli bir sorunu gündeme getirdi. Bu nedenle e-ticaret platformlarını kapsayan acil bir yasaya ihtiyaç vardır. Bu yıl pandeminin etkisi ile tüm e-ticaret sektöründe büyüme %65 oranlarını gördü. Bu rakamlar tüm perakende sektörünün gidiş yönünü tayin etmekle kalmayıp potansiyel büyüklüğü ve tüketici alışkanlıklarının bu yönde ne hızla evrildiğini göstermesi açısından oldukça önemli.
Bu sektör ile ilgili sorunlarımızın başlıcaları, E-Ticaret pazar yerlerinde indirim yapılacak ürünlerin platformlar tarafından tek taraflı olarak belirlenmesi, satıcı onayı olmadan teşvik ve promosyon uygulamasının yapılması yerel perakendecileri zora sokan uygulamalar olarak göze çarpıyor. Gider maliyetlerinin iyice arttığı dönemde, e-ticaret komisyon oranlarının yüksek olması ve pazaryerinden sipariş veren tüketicilere ürün teslim sürelerinin her geçen gün irrasyonel şekilde kısalması fiziki mağazacılıkta zorluk yaşanmasına neden oluyor. Karlılığı maksimize etmek üzere sınırları test edilen hız faktörü, siparişi zamanında teslim etmeye çalışan kuryelerin kaza riskinin artmasına neden oluyor. Tüm sorunları çözmek adına pazaryerlerinin rekabet kurallarına uyum sağlayacak şekilde yeni bir yasanın çıkarılmasını arzu ediyoruz.
Genelde Hızlı Tüketim Ürünleri pazarının, özelde gıda sektörünün bugünkü yapısını ve fiyat artışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetin açıkladığı KDV indiriminin fiyatlara/enflasyona etkisi olacak mı?
Daha önce olduğu gibi şimdi de perakendeciler, ürünlerin fiyatlarını belirleyen asıl unsur değillerdir. Bizler, üretim aşamasından başlayıp tüketiciye ulaşana kadar devam eden bir tedarik zincirinin son halkasıyız. Kar marjlarımız, dün olduğu gibi bugün de ürün fiyatlarında aynı paya sahip. Fiyatı belirleyen tek irade olmamakla birlikte, fiyat geçişlerini stoklarımız tükenene kadar raflara yansıtmamak için daima mücadele ediyoruz. Hükümet tarafından açıklanan KDV indirimi uygulaması, bizlerin uzun zamandır talepte bulunduğu bir konuydu. Talebin, bu dönemde sonuçlanması bizleri mutlu etti. Böylelikle %1 KDV ile almış olduğumuz ürünü %8 yerine yine %1 oranında bir KDV çıkışı ile tüketicilerimize sunarak fiyatlarımızda %7’lik bir indirim sağlayabilmiş olduk. Yerel perakendeciler olarak, tamamen geride bırakmayı ümit ettiğimiz pandemi sürecinin en başından bu yana, tüketicilerimize kolaylık sağlamak adına daima elimizi taşın altına koymaya gayret gösteriyoruz.
Perakende Kanunu’nda uzun süredir konuşulan fakat henüz bir yasa tasarı taslağı haline gelemeyen değişikliklerle ilgili beklentileriniz nelerdir?
Yerel perakendeciler olarak perakende yasa taslağımızı gerekli mercilere sunduk. Konuyla ilgili olarak birçok toplantı gerçekleştirdik. Yasa taslağımızın içinde KDV eşitleme sorunu da vardı. Gerekli merciler, bu sorunumuzu bir çözüme kavuşturdu. Ancak bununla birlikte çözümünü beklediğimiz birkaç husus daha var. Mağaza açılışları, gramaj farklılıkları, özel markalı ürünler ve e-ticaret ile ilgili sorunlar hakkında görüşmelerimiz halen devam ediyor. E-ticaretle ilgili, yetkili bakanlıklarımız çalışmalarını yapıyor. En kısa sürede bu konunun da sektörümüz ve tüketicilerimiz lehine çözümleneceğine inanıyoruz.

İstanbul PERDER Başkanı Faruk Güzeldere, fiyatı belirleyen tek irade olmamakla birlikte, fiyat geçişlerini stoklar tükenene kadar raflara yansıtmamak için daima mücadele ettiklerini söyledi.
Genelde gıda perakendeciliği özelde yerel zincirler 2021’yi nasıl geçirdi ve 2022 yılına nasıl başladılar?
Hepimizin bildiği gibi iki yıldır covid 19 hayatımızda. Pandemi sürecinde hiçbir sekteye uğramadan canla başla çalışmaya devam eden başta sağlık sektörü olmak üzere, tüketicisine hizmet eden sektörlerin başında gıda perakendesi gelmektedir. 2020 yılı ve 2021 yılının 2. Dönemine kadar pandemi kısıtlamasından dolayı tüketicilerimiz fiziki alışverişten çok, online alışverişe yöneldi. Pandeminin e ticaret digital pazarın büyümesine katkısı çok büyüktür. 2021 yılının ikinci çeyreğinde kısıtlamaların sona ermesiyle birlikte online ve offline mağazacılık birlikte büyütmeyi hedefledik. Pandemi sürecinde marketler ciro artışı yapıldı olarak görülse de 2021 yılının 2. yarısı itibariyle kurlardaki artışlardan kaynaklı birçok ürünlerin fiyat artışları yaşandı fakat miktarsal bir azalma gerçekleşti. Alışverişci sayısında düşüş gözlemlendi.
Perakende sektörü 2021 yılının 3’üncü çeyrekte nisan verilerine göre %9 büyüme var. Gıdada %23 artış, gıda dışında ise 2 puanlık küçülme söz konusudur. Bu minvalde yerel perakendede büyüme rakamları paralellik göstermektedir. Tüm bu veriler ve dünyada yaşanan siyasi (Ukrayna-Rusya), ekonomik gelişmeler, pandemi süreçleri, kur oynaklığı, yüksek enflasyon ortam göz önünde bulundurulduğunda 2022 senesi için yorum yapmak bu noktada maalesef oldukça güç. Makro ekonomik gelişmeler gerek ülke içerisinde gerek küresel bazda bir takım belirsizliklerle devam ediyor. Ancak şunu söylemek her zaman mümkün, tüketiciye en yoğun dokunan sektör olmamız sebebi ile genel bir iyileşme, toparlanma yaşanması halinde de en hızlı tepkiyi sektörümüzün vereceğini daha önceki tecrübelerimize dayanarak belirtmek isterim.
Faruk Güzeldere kimdir?
1977 yılında Bitlis’te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Bitlis’te, lise öğrenimimi ise İstanbul’da tamamladım. 1989 yılında perakende sektöründe ilk aile işletmemizi açtık. 1995 yılından bu yana da Gökkuşağı Market Gıda San. ve Tic. Ltd. şirketinde Yönetim Kurulu Üyeliği’ni sürdürüyorum. Hali hazırda İstanbul Perakendeciler Derneği Başkanlığı, MUSİAD Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye Perakendeciler Federasyonu Yönetim kurulu üyeliği ve TOBB Perakende meclis üyeliğim ile birlikte perakende alanında aktif şekilde çalışmalar yürüterek yerel perakendecilere katkı sağlamaya devam ediyoruz.