Ercüment Tunçalp
İki ülkede iki alışveriş (14)

Uzun zamandan beri küresel raf fiyatları ile bizim raf fiyatlarımızı kıyasladığımız yazı dizisine devam ediyoruz. İlişik listedeki kıyaslama bu gün geldiğimiz durumu göstermesi bakımından şimdiye kadarki kıyaslamaların en ilgincidir. Zira normalde ülkeler arasındaki fiyat karşılaştırmalarında para cinsi belirtilmez ve bütün gelirler ile fiyatlar birim olarak ifade edilir. Sebebi de gelir ve harcama arasındaki dengeyi veya dengesizliği daha gerçekçi şekilde görebilmek içindir. Elbette bugün de öyle yapacağız. Ancak durumun ciddiyetini göstermek açısından; dolar bazında geliri düşük olan tarafın, bir de üstüne dolar bazında aynı alışverişi daha pahalıya yapmak zorunda kaldığını da ortaya koyacağız.
Şimdiye kadar ki kıyaslamalarda dolar bazında pahalı çıkan ürünlerimiz vardı ama ilk defa ülkemize ait alışverişin toplamı da 34 dolar fazla çıkmıştır. Sebebi gayet açıktır. Son 2 yıldır dünyada gıda fiyatları gerilerken, bizde ortalama enflasyonun da üzerindeki artışların devam etmesi bu günkü noktaya getirmiştir. Bunun sebebi sadece enflasyon da değildir, kötü niyet barındıran yan tesirleri hakkındaki ayrıntılı düşüncelerimi de haftaya açıklayacağım.
Şimdi bu fiyat ve gelir kıyaslamasının detaylarına bakalım:
- Listenin oluşumu, “Amerika’da 1 günlük asgari ücretle neler alınır?” amacına dönük bir çalışmadır. (Kaynak: Deniz Meltem youtube kanalı)
- Alışverişin yeri; New Jersey sınırları içinde bir Wal Mart şubesidir.
- Yerel uygulanan saatlik asgari ücret 15,13 dolardır. Günlük 8 saat çalışma esasına göre 1 günlük gelir 8×15,13 = 121,04 dolardır. Görüleceği gibi oradaki alışveriş listesinin toplam tutarı da 120.26 dolardır.
- ABD’de haftalık 40 saat, aylık 160 saat normal çalışma süresi olduğuna göre; kıyaslamada 160×15,13= 2.420,08 dolar aylık geliri dikkate alacağız.
- Türkiye’de fiyatların alındığı perakendeci Carrefour olup, dolar kuru olarak 27 Mayıs 2024 tarihindeki 32,20 TL dikkate alınmıştır.
- Listede 1. sütun ABD fiyatlarını ($), 2. sütun Türkiye fiyatlarını (TL), 3. sütun ise Türkiye fiyatlarının dolar karşılığını göstermektedir.
- Türkiye’de asgari ücret 17.002 TL olup, 528 dolara denk gelmektedir. ABD vatandaşının 1 günlük asgari ücretle sahip olduğu sepete, bizim tüketicimiz 8 günlük asgari ücretle sahip olabiliyor.
- ABD’de 1 günlük asgari ücretle yapılan alışverişin tutarı 120,26 dolar iken, Türkiye’deki alışverişin tutarı 4.951 TL’dir ama aynı zamanda 154,01 dolar karşılığıdır. En büyük tuhaflıkta buradadır. Zira dolar bazında 4,5 kat gelire sahip olan ABD çalışanı, yine dolar bazında yüzde 22 eksik maliyetle alışverişini yapabilmektedir. SAGP’ye (Satın Alma Gücü Paritesi) göre gelirde Türkiye’yi ABD’ye yaklaştıranların kulaklar çınlasın!
- ABD vatandaşı bu alışverişi gelirinin yüzde 5’i ile yapabilirken, aynı alışverişi bizim tüketicimiz gelirinin yüzde 29’u ile yapabiliyor.
- Her iki ülke vatandaşının gelirini de harcamasını da bir birim üzerinden karşılaştırırsak; geliri 7 kat fazla çıkan ülkemiz vatandaşının harcaması da 41 kat fazla çıkıyor.
- Eğer her iki tarafın gelir ve fiyat düzeyleri benzerlik gösterseydi; bizdeki alışverişin tutarı 4.951 TL yerine sadece 850 TL çıkmalıydı. Veya 4.951 TL’lik alışverişi yapan vatandaşımızın asgari ücreti 17.002 TL yerine 99.614 TL olmalıydı.
- Emeklilerimizin yüzde 40’ını teşkil eden en düşük maaşlı 6 milyon insan ayda 10 bin lira gelir ile hayatlarını sürdürüyorlar. Karşılığı 310 dolardır. Bu emekli insanlar aynı alışverişi ayda 2 defa yapabilirler. ABD’de ise sembolik sayıda insanı kapsayan en düşük emekli maaşı 1.066,50 dolardır. Bu maaşı alan çok az sayıdaki emekli de aynı alışverişi ayda 9 defa yapabiliyor.
- Listede görüleceği üzere 26 üründen 20 adedi döviz bazında ülkemizde daha pahalıdır. Hem de bazı ürünler küçük farklarla değil, oldukça büyük farklarla…
Örneğin, dana kıyma bizde yüzde 65 daha yüksek fiyata satılmaktadır.
Muz fiyatımız döviz bazında ABD’nin tam 2 katıdır. Onların tamamen ithalatçı, bizim büyük oranda üretici olduğumuzu da unutmayalım.
Süt fiyatımız yüzde 58 daha yüksek seviyededir. Ete ve süte hâlâ zam talebi olanları da dikkatlerden kaçırmayalım.
Zeytin ve zeytinyağı ülkesiyiz ama zeytinyağı fiyatımız ABD raf fiyatından yüzde 56 daha yüksek seviyededir. O raftaki ürünün İtalya’dan ithal edildiğini hatırlatayım. Bakliyatta kaybettiğimiz kategorilerdendir. Nohut, kuru fasulye ve pirinçte de dolar bazında daha pahalıyız.
Sonuç olarak; hem Amerikalı kadar kazanamıyor hem de onun kadar ucuza alamıyoruz. Sonra da satın alma gücü paritesine göre gelir hesabı çıkarıyoruz!
İşte dünyanın en tartışmalı konularından birisi olan SAGP masalını boşa çıkartacak bu kıyaslamaları bu şekilde sürdürmeye kararlıyız. Küresel kurumların (Dünya Bankası, IMF gibi) gelişmekte olan ülkeleri uyutma projesinden bir an evvel vazgeçilmelidir. Yıllardır bu kurumlar satın alma gücünü, gelir seviyesini dikkate almadan, sadece fiyat seviyesi üzerinden hesaplattılar. Zira dolar ve euro bazlı ‘fiyat düzeyi endeksi’nde Türkiye en ucuz ülkeler arasında çıkıyordu. Şimdi o da sona erdiğine göre yeni bir hesaplama yöntemi bulmaları gerekecek!
En çok araştırma yaptığım ve en fazla yazdığım konuların başında gelen SAGP’nin ne kadar gerçeklerden uzak ve yanıltıcı olduğunu en son iki sene önce ayrıntılı şekilde açıklamıştım. Yukardaki tablo ile yan yana koyunca iyice geçersiz kaldığını görmüş olacağız.
Ercüment Tunçalp
En ucuz ürün nerede?
Ülkemizde etiket fiyatlarındaki büyük dalgalanmalara rağmen ulusal gıda perakendecilerinden yapılan büyük alışveriş tutarlarında yakınlık vardır.
Bu söylediğim çelişki gibi gelmesin; örneğin 1 Ekim 2025 tarihinde düzenlediğim ilişikteki listede görüleceği üzere; bir üründe bir market diğerinden çok ucuz olurken, bir başka üründe daha pahalı olabilmektedir. Bu söylediğim diğer 2 perakendeci için de geçerlidir.
İşte bunun için “bütün alışverişimi tek yerden yapayım” diyen bir tüketici, nereyi seçerse seçsin aşağı yukarı aynı tutarı öder. Ancak ihtiyaç duyduğu her ürünün en ucuz olduğu yeri bulup oradan alan tüketici ise bütçesinde %40’a yakın tasarruf sağlayabilir.
Biliyorum, elbette alışverişi bölmek ve her ürün için bunu yapmak biraz zordur. Ama en çok kullanılan 15-20 kalem ürün için bu araştırmayı yapmaya değer. Zira ülkemizin her tarafına ve özellikle de şehir içlerine kadar dağılmış bu zincirlerin arasında, bütün ürünleri en ucuz satan bir perakendeci yoktur.
Listede dikkati dağıtmamak için tabela adlarını vermedim, A-B-C olarak adlandırmakla yetindim. Şimdiye kadar yurt dışı ile kıyaslamalarda seçtiğim ve daha önceki yazılarımda adlarını açıkladığım perakendeciler ise geniş ürün portföyüne sahip olmaları nedeniyle tercih edildiler. Böylece ürün bulma kolaylığı ve sonuçta önemli tutar farkı olmaması, çalışmaları daha pratik hale getirdi.
Listede görüleceği üzere en dar ürün portföyüne sahip olan perakendecide bulunabilen tanınmış markalar ile ortak 26 ürünlük bir kıyaslama yaptım.
Neticede aynı fiyata sattıkları ürünler olduğu gibi yüksek veya düşük fiyata sattıkları ürünler de bulunmaktadır. Ancak alışveriş fişinin dibinde rakamsal benzerlik vardır. Yani toplu alışverişte en pahalıyla en ucuz arasında %9’dan fazla avantaj sağlanamadığı görülüyor. Ayrıca piyasada “en pahalı” zannedilen perakendeci ile “en ucuz” zannedilen perakendeci arasında da toplu alışverişin farkı yaklaşık %2’dir. Zira yanlış algı kurbanı olan ve büyük şubelere de sahip bulunan bu zincir 700-800 çeşit üründe sürekli olarak büyük indirimler uygulamakta ama demek ki bunu yeterince duyuramamaktadır.
Listede en pahalıya göre;
- Komili sızma zeytinyağı A Markette % 43 daha ucuz,
- Muz B Markette %18 daha ucuz,
- Mandalina C Markette % 25 daha ucuz,
- Golden elma A Markette % 21 daha ucuz,
- Domates (pazar) B Markette % 24 daha ucuz,
- Salkım domates C Markette % 33 daha ucuz,
- Patates A Markette % 19 daha ucuz,
- Kabuklu ceviz C Markette % 36 daha ucuz,
- Nescafe classic kahve B Markette % 28 daha ucuz,
- Knorr çorba C Markette % 25 daha ucuz,
- Dr Oetker kakaolu puding C Markette % 20 daha ucuz,
- Duru katı sabun C Markette % 19 daha ucuz,
- Duru sıvı sabun A Markette % 24 daha ucuz çıkmıştır.
- Yüksek kalite farkı olan mandalina, en düşük fiyata satılan satış noktasındaydı (C Markette). Alt kalite ve küçük kalibrajlı golden elma ise en düşük fiyatın bulunduğu satış noktasındaydı (A Markette). Kıyaslamada bu farkların da dikkate alınması doğru olur.
Görüleceği üzere A market 4 üründe en ucuz, B market 3 üründe en ucuz, C market 6 üründe en ucuz çıkmıştır. Nutella ambalajları arasında standart sağlanamadığı için kilograma çevrilen fiyatlar dikkate alınmıştır.
Listede hiç private label ürün (özel markalar) bulunmamaktadır. Zira güçlü ve tanınmış markalar ile özel markaların fiyatlarını kıyaslamak doğru değildir. Bu üç perakendecinin de oldukça fazla özel markası bulunduğundan, ilerde o kulvarda da kıyaslamalar yapabiliriz. Ancak gezerken gördüğüm; üç firmanın da özel marka fiyatlarında ilişik listedekinden daha fazla benzerlik bulunmasıdır.
Sonuç olarak; satış alanları arasında 8-9 kat fark olan perakendeciler arasında ortak ürün bulup karşılaştırmak kolay değildir. Zira aranan ürünler için 50.000 çeşit ile 1.000 çeşit ürün içinden yapılacak eşleştirmenin zorlukları vardır. Buna rağmen olabildiği kadar biz de bunu yapmaya çalıştık.
Zira tüketici zaten yüksek enflasyondan yılmıştır ve zaten euro-dolar bazında bile bizden daha pahalı ülke bulunmamaktadır.
İşte yukardaki sebeplerden dolayı yurt dışı kıyaslamalarda biraz daha ucuz perakendeciyi aramıyoruz, ortalama fiyatlarımızın ne durumda olduğuna bakıyoruz. Kaldı ki dolar ve euro bazında fark o kadar yüksek ki, ince hesaba bile gerek kalmıyor. Ayrıca arada bazı ürünlerde anlaşılamayan büyük fiyat farklarına rastladığımızda ise o çarpıklığı kategori bazında ortaya koyuyoruz.
Örneğin kırmızı et, ayçiçek yağı, muz bunların başında gelmektedir.
İnşallah dezenflasyon süreci iyi değerlendirilir de tek haneli enflasyon oranıyla istikrarlı fiyat yapısına dönülebilir. O zaman tüketiciyi aydınlatmaya gerek kalmaz, zira her şey daha görünür ve kolay takip edilebilir hale gelir.
Eğer bu listeye yerel marketleri de ilave edebilseydik daha düşük fiyatlara da rastlamak mümkün olabilecekti. Yani araştırmalarda o satış noktalarının da dikkate alınmasında yarar vardır.
Ercüment Tunçalp
Gini katsayısı ve gelir eşitsizliği
Gini Katsayısı veya Gini Endeksi bir nüfus içindeki eşitsizliğin istatistiksel ölçüsüdür. Gini Katsayısı 0 ile 1 veya Gini Endeksi %0 ile %100 arasında herhangi bir değer alabilir. Sıfır katsayısı, bir nüfus içinde gelir veya servetin tamamen eşit dağıldığını gösterir. Bir katsayısı ise bir nüfus içindeki tüm geliri tek kişinin aldığını, diğer fertlerin hiçbir şey kazanamadığını temsil eder.
Lorenz eğrisi ile nasıl hesaplandığına bakalım.
Gini katsayısı= A/(A+B)
Lorenz eğrisi, ekonomideki nüfusun gelir dağılımını görsel olarak ifade etmek için kullanılan grafiktir. Aşağıdaki grafik üzerinde görecek olursak; gelir tamamen eşit olarak dağıtıldığı takdirde Lorenz eğrisi 45 derecelik bir çizgi oluşturur. Bu mutlak eşitlik çizgisidir ve bu durumda Gini katsayısı 0 değerini alır. Gelir dağılımı eşit olmadığında, Lorenz eğrisi 45 derecelik değil, eğri bir çizgi oluşturur.
(Kaynak: Ekonomi Gazetesi)
Nüfus içinde gelirin ve servetin tek kişiye ait olmasının veya fertler arasında tamamen eşit dağılımının gerçekleşme ihtimali oldukça düşük olduğundan, hem %0 hem de %100 değerlerine ulaşmak neredeyse imkansızdır. Genellikle ülkeler %20 ile %70 arasındaki değerlerle sıralanırlar.
Dünya Bankası verilerine göre, Güney Afrika %63,0’lık Gini Endeksi ile en yüksek gelir eşitsizlik seviyesi sergilerken, Norveç %22,7’lik Gini Endeksi ile düşük bir eşitsizlik seviyesi sergiliyor.
Çoğunlukla dünyanın en yoksul bazı ülkelerinde küresel en yüksek Gini katsayıları görülürken, en düşük Gini katsayıları daha zengin Avrupa ülkelerinde izlenmektedir. Peki Gini endeksinin 50 olması ne ifade eder?
Yanıltmasın; endeksin orta noktası gibi görünse de esasında gelirin adil dağılmadığını gösterir. Zaten 2024 yılı itibariyle dünyada sadece 14 ülkenin Gini değeri 50 veya üzeridir. Bizimki de 50’ye yakındır (44,8). Örneğin, 20-30 arası eşitliğe yakın değer, gelir dağılımının adaletli olduğuna işarettir. Dünya Bankası ölçüsüyle; endeksin 40’ın üzerine çıkması ise yüksek eşitsizliğin ifadesidir.
Yani katsayının yükselmesi, toplumsal uyum ve adalet adına bir alarm vazifesi görür. Örneğin, bu uyarıyı takiben zengin ile fakirin aynı oranda ödediği dolaylı vergilere yüklenmek yerine; zenginlerden artan oranlı vergi alma kararı eşitsizliği azaltmayı hedefler. Ve de konuya ilgisiz kalınmadığını gösterir.
Araştırmalar, gelir eşitsizliği artışı ile suç oranları arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösteriyor. Gini katsayısının düşük olduğu ülkelerde insanlar birbirine daha fazla güvenir. Eşitsizliğin arttığı ülkelerde ise güven azalır, kutuplaşma artar. Dolayısıyla Gini endeksi ekonominin gücünü değil, gelir dağılımındaki adaletin derecesini gösterir. Örneğin, iki ülkeden biri çok yüksek, diğeri çok daha düşük GSYİH’ye sahip olsalar bile aynı Gini katsayısına da sahip (ideale yakın) olabilirler. GSYİH’si düşük olanın tek tesellisi; pasta küçük de olsa, paylaşımın adil olduğuna inanmasıdır.
TÜİK tarafından kullanılan diğer bir eşitsizlik ölçüsü de yüzde paylar göstergesi olup, nüfusun yüzde kaçının gelirin yüzde kaçını aldığını ve en zengin grubun en yoksul gruptan kaç kat fazla gelir elde ettiğini gösteren ölçüttür. Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere; TÜİK’in açıkladığı 2024 yılı gelir dağılımı istatistiğine göre en yüksek yüzde 20’lik gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay yüzde 48,1 olurken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun payı yüzde 6,3 oldu. Bu paylarda, son iki senede görülen küçük değişimlere bakmak yerine, 2019 yılından bu yana en düşük yüzde 20’lik pay hemen hemen aynı kalırken, en yüksek yüzde 20’lik payın 2 puana yakın arttığını iyi görmek gerekir.
Sonuç olarak; gelir dağılımı bir ülkede belirli bir dönemde üretim sonucu ortaya çıkan milli gelirin bölüşümünü ifade eder. Gelir eşitsizliğini bir ülkede istatistiksel veri olarak ortaya koymak ne kadar kolaysa, adil bir gelir dağılımını sağlamak da bir o kadar zordur. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, en önemli sosyoekonomik sorundur. Türkiye gelir dağılımında adaletin sağlanması konusunda maalesef istikrarlı bir iyileşme kaydedememiştir. Oysa bir toplumda fırsat eşitliğini gerçekleştirebilmek için gelir dağılımında adaletin önceliği olmalıdır. Örneğin bunun için de yukarda belirttiğim gibi gelir ve servet dikkate alınarak artan oranlı vergilerle dolaylı vergi payının düşürülmesi gerekir.
Mevcut durumda ise; bir tarafta gelirini reel olarak enflasyon kadar artıramayan ve tasarruf imkanı olmayan emekçiler, diğer tarafta fazla parasını yıllık en az %70 değer artışı sağlayan altına yatırarak servetini çoğaltanlar…
Bu şartlarda gelir dağılımındaki bozulma önlenebilir mi?
Ekonomist İnan Mutlu’nun, gelir eşitsizliği konusunda Avrupa ülkeleri arasındaki en yüksek değere sahip durumumuzu gösteren tablosu aşağıda görülebilir. Tekrar hatırlatmak da fayda var; Gini endeksi ne kadar yüksekse, eşitsizlik derecesi de o kadar yüksektir. Aynı zamanda bu durum yüksek gelire sahip olanların, toplam gelirden orantısız derecede büyük pay aldıklarını gösterir.
Ercüment Tunçalp
İki ülkede iki alışveriş (23)
Bugünkü durağımız İtalya. Perakende sektörünün tecrübeli yöneticilerinden Mustafa Kalkandelen’in diğer merakı da seyahat etmektir. Ben de bundan yararlanıyorum ve aldığım bilgileri sizlere aktarıyorum. Bu sefer Milano’da kaldığı kısıtlı sürede zaman ayırarak Lidl’dan aldığı fiyatları bize gönderdi. Kendisine tekrar teşekkür ediyorum.
Bende eş zamanlı olarak Carrefour’dan aldığım fiyatlarla listeyi tamamladım. İlişikteki bu listenin 1. sütununda İtalya fiyatlarını, 2. sütunda İtalya fiyatlarının TL karşılığını, 3. sütunda ise Türkiye fiyatlarını görmektesiniz. En alt satırda da Türkiye fiyatlarının euro karşılığını belirttim.
Fiyat derleme tarihi: 17 Eylül 2025 / Kur: 1 Euro= 48,95 TL
Euro bazında temel ihtiyaç maddelerinde gelişmiş ülkelerden bile pahalı olduğumuzu ve farkın her geçen gün daha da açıldığını iyi biliyoruz.
Listenin sonunda görüleceği üzere; İtalya alışverişi 121,62 euro tutarken, Türkiye alışverişi 160 euro tutmuştur. Veya İtalya’daki alışverişin karşılığı 5.953 TL çıkarken, Türkiye alışverişi 7.826 TL olmuştur. Neticede her iki şekilde de bakıldığında, Türkiye alışverişi yüzde 32 daha pahalı çıkmıştır.
- Euro bazında bile İtalya fiyatlarını ikiye katlayan fiyatlarımız vardır. Bunlardan muz, ayçiçek yağı, un ve bira kronik vakalardır.
- Dana kıymada euro bazında yüzde 30 pahalı olmamızın mantıklı bir açıklaması şimdiye kadar yapılamamıştır. Sektör içindeki fırsatçıların şişirme maliyetleri öne sürerek fiyat artışlarını teşvik etmeleri maalesef etkin olmaktadır. Dolayısıyla enflasyonla mücadele sadece devletten beklenemez, topyekün katılım gerektirir.
- Benzer durum sütte de vardır. Sürekli çiğ süte zam taleplerini yüzde 38 daha pahalı olmamız bile kesmemektedir. Elbette bunun süt ürünlerine de yansımasıyla euro bazında kaşar peynirde yüzde 43, tereyağında yüzde 24 yüksek kaldığımız görülmektedir. Bu tespitlerin hemen iki gün sonrasında, üreticideki çiğ süt fiyatına Ulusal Süt Konseyi (USK) tarafından yüzde 6,8 oranında artış yapılmıştır. 1 Ekim 2025’ten geçerli olmak üzere yeni fiyat 19,60 TL olmasına rağmen bir meslek örgütü hâlâ 21 TL’de ısrarını sürdürmektedir.
- Çiçek balı üreticisiyiz. Euro bazında yüzde 39 pahalıyız.
- Zeytin ülkesiyiz değil mi? Zeytinyağı konusunda dünyanın en fazla talep gören ülkesinden (İtalya) yüzde 37 pahalı olmamızın izahı var mı?
İtalya dünyanın ikinci en büyük zeytin ihracatçısıdır. Zira kalitede de en öndeler. Bizim ülkemiz de üretim miktarında önlerdedir ama dökme yağ ihracatına yasak getirilmesine rağmen içerde fiyatlar düşmüyor. Eğer üretici ülkelerde yaşanan iklim değişikliği zeytin rekoltesini düşürdüyse, bu olumsuzluk sadece bizim raflara mı yansıyor? İspanya, İtalya, Yunanistan bu tabiat olayından hiç etkilenmediler mi? Kakdı ki Yunanistan ’dan da pahalıyız.
- Unda da bahane aynıdır. “Tarımsal girdilerin ithalata bağımlı olduğu Türkiye’de kurlardaki artış ve kuraklık temel gıda fiyatlarını olumsuz etkiliyor” deniyor. İşte ilişik listedeki satış fiyatı da euroya endekslidir. Bütün maliyet euro ile olsa (ki mümkün değildir) geriye başka sebep kalıyor mu?
Şimdi de bu yüksek fiyatlarımızın tüketiciye etkilerine bakalım…
- İtalya brüt asgari ücreti 1.662 euro, net asgari ücreti 1.300 euro düzeyindedir. Üstelik İtalya’da devlet tarafından belirlenen net bir asgari ücret bulunmamaktadır. Tüm işverenler tarafından, çalışanın ve ailesinin geçimini sağlayacak bir ücret takdir edilmektedir. Sektörlere göre küçük değişiklikler gösterse de yukardaki en düşük ücret ortalamayı yansıtmaktadır.
- İtalya’da 1.300 euro olan net asgari ücretin karşılığı bizde 451 euro’dur (22.104 TL). İtalya tüketicisine göre; üçte bir gelire sahip olan ülkemiz tüketicisi alışverişe euro bazında yüzde 32 fazla ödemektedir. Bir İtalyan tüketici mevcut geliri ile bu alışverişi ayda 11 defa tekrarlayabilirken, bizim tüketicimiz aynı alışverişi ayda 3 defa yapabilmektedir.
- İtalya’da 2024 yılı kişi başı gelir 40.290 dolar iken, bizim 15.463 dolar olan kişi başı gelirimizi de yan yana koyarsak yine benzer bir resim çıktığını görebiliriz. Bunun üzerine bir de Avrupa’nın en yüksek gelir eşitsizliğine sahibiz ki; bu da önümüzdeki haftanın konusudur.
- Bu gerçekler apaçık ortada iken bazı yabancı kurumların (Dünya Bankası, IMF gibi) Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP) hesabı ile gelişmiş ülkelerin kişi başı gelirini düşürüp, bizim gibi ülkelerin gelirini ve satın alma gücünü artırmaları tam bir aldatmacadır. Nasıl bir aldatmaca olduğuna dair ayrıntılı yazılarımdan sonuncusu daha açıklayıcı olabilir.
Sonuç olarak; üretici, tedarikçi ve perakendeci arasındaki haksız kazanç paylaşımı bizi çok ilgilendirmiyor. Biz daha çok son tüketici fiyatlarıyla (yani tüketicinin cebinden çıkanla) ilgiliyiz. Eğer üreticiler, “kabahat bizde değil, fiyatlar bizden sonraki aşamalarda şişiyor” diyorlarsa bunun muhatabı da biz olamayız. Örneğin iddia edildiği gibi ülkemizdeki çiğ süt fiyatı Avrupa’dan ucuz olduğu halde, raflardaki süt ve süt ürünleri daha pahalı ise arızalı bir duruma işaret eder ama sektör içinde çözülmesi gerekir. Yani bu durum tüketiciyi hiç ilgilendirmez. Elbette bizi de…
Buna rağmen perakende kâr oranlarında eskiye göre artış olduğunu sık sık belirtiyoruz. Hadi yüzlerce örnekten birini daha vereyim. Geçen hafta ulusal bir perakendeciden 179,95 TL’ye sıvı sabun (Hacışakir 1,5 litre) aldım. Elektronik etikette indirimden önceki fiyatn 317,95 TL olduğu görülüyordu. Perakendeci indirimli fiyattan sattığında bile kâr ettiğine göre, aldığı fiyatı en az 2 ile çarparak raf fiyatı belirlediği çok açık bellidir. Nasıl mı?
En iyimser tahminle alış fiyatı 159 TL olsa (fiyatlar KDV’li), indirimli fiyata göre sadece %13 kâr ilavesi söz konusu olabilir. Peki ilk fiyata göre?
Burada %100 kâr ilavesi olduğunu matematik söylüyor. Ben de buna bakarak fiyatlandırmanın bozulduğunu rahatça söyleyebiliyorum. Daha fazlasına da rastlanan haksız kazancın (küresel uygulamaya göre), zincirin hangi halkalarında oluştuğunu tespit etmek ve çözmek tüketici için hayati derecede önemlidir.
Sessiz kalmak veya sadece maliyetleri ve yüksek enflasyonu öne sürmek dikkati dağıtmaktan başka bir işe yaramaz.
RALF ARDİTTİ
4 Haziran 2024 saat: 11:17
Fevkalade tahlil Ercüment Bey, her zamanki gibi…
Türkiye’de nispeten ucuz çıkan karides ve avokado da soru işaretleri taşıyor. Her ikisi de ithal ediliyor ve büyük olasılıkla WalMart’takiler daha iri veya kalitelidir.
SAGP konusunda çalışmalarınızı takdire şayan, uzun süreden beri bunun “kandırmaca” olduğuna dair hissiyatı berhava etmenizi iktisatçı dostlarınızla da paylaşıyor musunuz?
Ercüment Tunçalp
5 Haziran 2024 saat: 13:21
Sayın Arditti ilginiz için teşekkür ederim. Fiyat kıyaslamalarında ayrıntıya girecek olursak söylenecek çok söz var. Ülkemizde ‘kalite kontrol’ ikinci plana alınmıştır. İlgili Bakanlık bile hileli ürünleri açıklamaktan vazgeçmiştir. Birinci planda fiyat vardır ama artık o da geçerliliğini yitirmiştir. Kalite ve kalibraj sorunlarını önceki yazılarımda bulabilirsiniz.
Ancak yine de benzer kalitedekileri kıyaslamaya çalışıyorum. İktisatçı dostlarımla bilgileri paylaşıyorum, bazen de görsel ve yazılı medyada kullandıkları oluyor, bu da beni mutlu ediyor.
Saygılarımla…
Ertan
6 Haziran 2024 saat: 12:36
Sayın Hocam;
Yurt dışındaki normal süt, çocuk sütü, mama, peynir, et, meyve, sebze, soğuk çay ve daha sayamadığım nice çeşitlerin içerikleriyle bizdekilerin alakası da yok üstelik. İçerik kalitemiz yerlerde sürünüyor. Ayrıca bu sadece marketlerde satılan ürünlere özel bir durum da değil. Lokanta, pastane gibi yerlerdeki ürün kaliteleri için de geçerli. İnsanımız ne yazık ki bu fiyatlara rağmen 3. sınıf besleniyor.
Ercüment Tunçalp
6 Haziran 2024 saat: 15:03
Ertan bey söylediğiniz konuyu en son 1 ay önce “Gıda güvenliği ile gıda güvencesi ayrışıyor” başlıklı yazımda ayrıntıları ile yazdım. Okumanızı tavsiye ederim. Özeti, tüketicinin bir şekilde karnını doyuracak besine ulaşması(gıda güvencesi) yeterlidir, gıda güvenliği konusunda ise fazla gürültü yapılmamalıdır. Geldiğimiz nokta budur. Yani hem alım gücümüzü aşmayan fiyatla alalım hem de sağlıklı beslenelim diye bir seçenek yoktur. Cümleten geçmiş olsun…