Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Arz ve talep kanunu istisnaları

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Son günlerde fiyat kontrollerinin artması ile “fiyatların serbest piyasa koşullarında kendiliğinden oluşması gerektiği” fikri fazla seslendirilmeye başladı. “Fiyatlar yüksek olduğu halde, satıcı bu fiyattan alıcı buluyorsa ve ‘alan razı-satan razı’ durumu varsa, iki tarafın arasında hiç kimsenin işi yoktur” söylemi, bu yazının yazılma nedenini oluşturuyor.

Talep, tüketicilerin (alıcıların) oluşturduğu piyasa gücü ile belirli bir zaman dilimi içinde almaya hazır oldukları mal miktarıdır.

Talep kanununa göre; bir malın fiyatı düştükçe, talep edilen miktar artar, bir malın fiyatı arttıkça, talep edilen miktar azalır. İlk bakışta görünen budur.

Ancak ekonomik anlamda talep, satın alma gücü ile desteklenmiş olmalıdır.

Çünkü tüketiciler (alıcılar) bir maldan ne kadar alabileceklerine sadece fiyata bakarak karar veremezler. Gelir dağılımının ve ortalama gelir düzeyinin önceliği vardır. Eğer tüketici geliri yeterli değilse; ekmek, su, bakliyat, et, süt, meyve sebze gibi insan hayatındaki temel ürünlere ulaşma çabaları serbest piyasanın insafına terkedilemez. İkame ve tamamlayıcı diğer malların fiyatları da bu konuya dahildir.

Arz, belirli bir zaman dilimi içinde üreticilerin belirli fiyattan satmaya hazır oldukları mal ve hizmetin miktarıdır.

Arz kanununa göre; bir malın fiyatı düştükçe, arz edilen miktar azalır, bir malın fiyatı arttıkça, arz edilen miktar artar.

Piyasa denge fiyatı; üreticinin üretmek istediği tüm ürünleri satabileceği ve alıcının da istediği tüm birimleri alabileceği fiyattır. Günümüzde bu arz ve talep dengesinin kolay oluşmadığı, ticaretin bütün taraflarının (üretici, perakendeci, tüketici) memnuniyetsizliğinden bellidir. En zor olan da arz ve talebin birlikte artmasıdır. Arzın artması fiyatı aşağıya, talebin artması yukarı doğru çeker. Arzdaki artışın etkisi talepteki artışın etkisinden büyükse fiyat düşer. Talepteki artışın etkisi daha büyükse fiyat artar. Etkiler eşitse fiyat değişmez.

Yalnız bu dengeyi bozan başka bir etki daha vardır. İthal ürünlerin ve ithal girdilerin maliyetine yön veren döviz fiyatları

Kur artışları ölçülü şekilde maliyetlere yansıtıldığında bile sıkıntı yaşanırken, oynak kur fırsatçılarının sadece yukarı yönlü kur hareketlerini değerlendirmeleri, aşağı yönlü kur hareketlerini ise yok saymaları esas sorunu teşkil etmektedir. Yüzde 40 ithal girdiyi yüzde 100’e göre hesaplara dahil etmek ise tatlının üzerine konulan kaymak gibidir. Küresel raf fiyatlarını izleyen herkes bu kronik hastalığı kolayca teşhis edebilir.

Talep yasası ile çelişen 2 görüşe yer vermek istiyorum. Zira istisnaların kaynağını ortaya koymak konunun daha rahat anlaşılmasını sağlayacaktır. Amerikalı ekonomist Thorstein Veblen; ürün satın alma motivasyonunun ve toplumdaki diğer insanlara gösteriş yapma davranışının üzerinde durmuştur. Veblen malları genellikle varlıklı bireyleri hedefler. Lüks otomobiller, özel tasarlanan mücevherler, pahalı saatler gibi. Burada geçerli olan şey zenginliğin reklamını yapmaktır. Veblen malları, fiyat arttıkça talebin arttığı mallardır ve doğal olarak da talep kanunu ile çelişmektedir.

Ancak bizi daha fazla ilgilendiren Giffen malları; düşük fiyatlı, lüks olmayan ürünler için kullanılan bir terimdir. İskoçyalı ekonomist Robert Giffen tarafından ortaya atılmıştır. Giffen ürünlere örnek vermek gerekirse; ekmek, meyve sebze, un, bakliyat, makarna, yumurta, süt ve süt ürünleri gibi temel gıda ürünlerini sayabiliriz.

19. yüzyılda Robert Giffen, İrlandalı maden işçilerinin tüketim davranışlarını inceleyerek çeşitli sonuçlara ulaşmıştır. O dönemde fakir işçi sınıfının önemli besin kaynaklarından biri patatesti. Patatesin fiyatı arttığında, ikame mal olarak tüketilebilecek başka mal bulunamadığı için talebi de artmaktaydı.

Bunun da talep kanununa ters olduğu gözüküyor değil mi?

Evet ama Giffen paradoksu için 3 koşul gereklidir;

  • İlgili mal, düşük değerde bir mal olmalıdır,
  • İlgili malın ikamesi zor olmalıdır,
  • İlgili mal, tüketicinin bütçesinde önemli bir yer tutmalıdır.

Veblen ve Giffen malları, standart arz ve talep kanunlarına aykırı olan mallardır. Özellikle Giffen ürünler her zaman devlet kontrolünde kalmalıdır.

Sırf muhalefet olsun diye, “fiyat sopa ile değil, üretimle düşer” şablonunu sık sık devreye sokmak çok gerçekçi değildir. Elbette üreticiyi örgütlemek, kooperatifleşmenin önünü açmak, ürün ekim planlamasını merkeze almak, girdileri dolar etkisinden kurtarmak öncelikli hedefler olmalıdır. Bizim de en fazla seslendirdiğimiz konu başlıkları bunlardır. Hatta birçok ülkede olduğu gibi temel gıda maddelerindeki KDV kaldırılmalıdır.

Ancak bu konular hallolunca Gıda Komitesine ihtiyaç kalmayacak mıdır?

Esas o zaman fiyat denetimlerine daha fazla ihtiyaç olacaktır. Özellikle de tüketicinin cebinde kalması gereken vergi indirimlerinin fırsatçıya kaymasını önlemek üzere…

Üç örnekle açıklamaya çalışayım:

Yerli muzumuz dolar bazında dünyanın en yüksek raf fiyatına sahiptir. Hem de ithalatçı ülkelerin fiyatlarıyla kıyaslandığında…

Ülkemizde yılda 550 bin ton muz üretimi yapılıyor. 200 bin ton da ithal ediliyor. Üstelik ithal muza uygulanan yüzde 145,8’lik ek vergi ile yerli üretici korunuyor. Peki bu pozisyon rekor fiyata muz yememizi engelleyebiliyor mu?

Zeytin üreticisiyiz ve zeytinyağı ihracatçısıyız. Marketlerdeki raf fiyatlarımız ithalatçı ülkelerle dolar bazında aynı seviyededir.

Yılda 225 bin ton zeytinyağı üretimimiz var. Dünya üretiminin yüzde 7’si…

Tüketim miktarımız 170 bin ton, dünya tüketiminin yüzde 5’i. Dünyada en çok üretim fazlası veren 4. ülkeyiz (İspanya, Tunus ve Yunanistan ile birlikte). Dolayısıyla 60 bin ton da ihracatımız var. Dünya ihracat payımız yüzde 6.

Örneğin Kanada ihtiyacının tamamını (47 bin ton) ithal ediyor. Peki nasıl oluyor da raf fiyatlarımız döviz bazında bu ülkeyle aynı olabiliyor?

Ayçiçeği yağını hem üretiyoruz (yüzde 65’ini) hem de ithal ediyoruz. Sadece ithal eden ülkenin (Kanada) raf fiyatının 1 sene boyunca değişmediğini geçen yazımda belirtmiştim. Bizdeki yıllık fiyat artış oranı TL bazında yüzde 85, Kanada doları bazında ise yüzde 42’dir. Şimdi bunun mantıklı bir izahı olabilir mi?

Sonuçta; üretim ile fiyat kontrolü birbirinin alternatifi değildir. İkisi birlikte gerçekleşmelidir. Bir piyasada stokçuluk, fırsatçılık ve aşırı kâr hırsı varsa, bunu üretim artışı ile yok edemezsiniz. Elbette bir ülkede nüfus hızlı artıyorsa en temel ürünlerin toplam talebinde de artış kaçınılmazdır. Talep yüksek diye fiyatların alıp başını gitmesi normal mi karşılanacaktır?

İşte kamu müdahalesi temel gıda kategorilerinde böyle devreye giriyor ve serbest piyasa işleyişine de hiç ters gelmiyor.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Enflasyon beklentileri aştı!

Ercüment Tunçalp

Doğru yapılan tahmin veya hedeflerde elbette küçük sapmalar normal sayılabilir Ancak aşırı sapmalar o tahminlerin inandırıcılığını ortadan kaldırır.

Örneğin, bu yıl sonuna dair OVP’de yer alan enflasyon tahminleri; bir sene önce %15,2’den başlayarak, yıl başında %24’e, Ağustos ayında %27’ye, geçen ay açıklanan son OVP’de ise %28,5’e revize edilmişti.

Daha sonra eylül verileri geldi. Aylık %3,23’lük enflasyon oranı ile de yıl sonunda yüzde 30’un aşılacağı neredeyse kesinleşti.

Şu sıralarda bütçelerini hazırlamakta olan iş dünyasının ve mevduat sahiplerinin 12 ay sonraki beklenen enflasyonu bilmeleri gerekiyor. Yukarda saydığım nedenlerden dolayı en sağlamı her şirketin kendi enflasyonunu dikkate almasıdır. Bu çoğu zaman resmi beklenen enflasyonun üzerinde olacaktır.

Peki küçük tasarruf sahibi ne yapabilir?

O da yaşadığı enflasyonu bildiğine göre ileriye dönük tahminini yapmalıdır.

Ben iş yaşamımda bütçe hazırlarken de şimdi kişisel planımı yaparken de hep kendi tahminlerimi esas aldım. Örneğin, benim tam 7 ay önceki (10 Mart 2025) yıl sonuna dair normal enflasyon tahminim %42 iken, resmi enflasyon tahminim ise %37 idi. Buradan görülebilir. Hâlâ aynı yerde duruyorum.

Neden 2 ayrı enflasyon tahmini yaptığıma gelince; benim enflasyonumla TÜİK enflasyonu arasında en az 5 puan oynuyor da onun için…

Ekonomi Gazetesi’nden Alaattin Aktaş arada sırada TÜİK’in açıklamadığı madde fiyatlarını kendi yöntemiyle buluyor ve duyuruyor. Eylül fiyatlarından bazıları; doktor muayenesi 52 TL, dana eti 566 TL, kuzu eti 687 TL, tavuk eti 101 TL, süt 38 TL, yumurta 5 TL, tereyağı 413 TL, margarin 118 TL’dir.

Bu fiyatların olduğu adresleri ben bulamıyorum. O zaman farklı enflasyon tahminime göre kendi tasarrufumun getirisini bulmalıyım.

Diyelim ki benim vadeli mevduatta param var. Orada devam mı etmeliyim, yoksa başka bir yatırım aracına mı yönelmeliyim?

Bunun için reel faiz hesabı yapmam ve vade sonunda paramın değer kaybına uğrayıp uğramayacağını görmem gerekir. Eğer hatalı bir tahmin yapmışsam, “kendim ettim, kendim buldum” der geçerim.

Bugün 12 ay sonrası için beklenen enflasyon tahminim %37’dir. Vadeli mevduatın nominal faizi de yüzde 39 olsun. Gelir vergisi stopajı %15 olduğuna göre önce net nominal faizi bulmamız gerekiyor.

Net nominal faiz= Nominal faiz – (Nominal faiz x stopaj oranı)

Buna göre;

Net nominal faiz= 0,39 – (0,39 x 0,15)= 0,3315 yani %33,15’dir.

Şimdi de reel faiz formülüne bunları yerleştirelim.

Reel faiz= [(1+ Net nominal faiz) / (1 + Beklenen enflasyon)] – 1

Buna göre de;

Reel faiz= [(1 + 0,3315) / (1 + 0,37)] – 1= – 0.02810 yani – %2.81’dir.

Neticede reel faiz eksidir.

Bazı iktisatçıların farklı yoldan gittiklerini ve faiz indirimine yol verecek şekilde “düşüşte olan yıllık enflasyon” ifadelerini şaşkınlık içinde izliyorum. Zira son aylarda düşen çıkan yok, yatay seyreden bir enflasyon görüyoruz. Bakalım mı?

Temmuz Ağustos

Eylül

TÜFE (yıllık % değişim)

%33,52 %32,95

%33,39

TÜFE (aylık % değişim)

%2,06

%2,04

%3,23

Son üç ayda düşüş nerede?

Evet enflasyonda düşüş yok ama faiz indirimi için gerekçe lazım. MB bu ayda faiz indirimine giderse o teknik gerekçeyi çok merak etmekteyim. Sürekli ifade ediyorum; faizin düşmesini isteyen kesimler bunun enflasyonu körükleyeceğini biliyorlar ama enflasyonla mücadele onları ilgilendirmiyor. Nitekim enflasyon düşmediği halde politika faizi 250 baz puan indirildi ve buna rağmen o çevrelerce yeterli görülmedi.

Peki buradan bu ayki toplantıda da (23 Ekim 2025) faiz indirimi kararı çıkabilir mi? En azından sabit kalması gerekir ama bugüne kadar gördüklerimizden sonra ‘olmaz’ da diyemeyiz. Yukarda son üç ay yatay seyreden enflasyonu gösterdim. Ve buna rağmen MB’nın Temmuz ayı toplantısında 300 baz puan, Eylül ayı toplantısında 250 baz puanlık indirim kararı alındığını gördük.

Arkasından; Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Enflasyonun ana eğilimi dezenflasyonun süreceğine işaret ediyor” şeklinde açıklama yaptı.

Ben de soruyorum; ‘hangi dezenflasyon?’ diye…

Dezenflasyon; fiyat artış hızının, yani enflasyon oranının zaman içinde azalması anlamına gelir. Böyle bir “azalma” görülmediğine göre doğru değerlendirme, “dezenflasyon sürecinin 3 aydır kesintiye uğradığı” şeklinde olabilirdi.

Sonuç olarak; iktisadi gerçeklik, MB’nın sadece bu ay değil 11 Aralık toplantısında da faizi sabit tutmasını gerektiriyor. Zira kalıcı düşüş eğilimi görülmeden yapılacak indirimler istikrarı bozar, dövize ve altına yöneliş artar. Sonra da enflasyon başını tekrar yukarı kaldırır.

Hal böyleyken; MB Başkanı Fatih Karahan bir panelde, “Altın talebi, enflasyonla mücadeleyi zayıflatıyor” demiş. Doğrudur ama o talebi artıran sebep nedir acaba? Enflasyon düşmediği halde politika faizinin düşmesi olmasın!

Ayrıca MB politika faizini indirse de bankalar mevduat faiz oranlarını buna paralel düşüremiyorlar. Dolayısıyla MB faiz indirimine devam ederse bu makas daha da açılır. Zira bankaların hedeflerini tutabilmeleri, mevduat sahibinin de %15-17,5 stopaj düştükten sonra reel getiriyi garanti etmesi gerekiyor.

Kaldı ki; tasarruf imkanı olmayanları da bu enflasyondan çok, üretim maliyetinden daha hızlı artan ‘yaşam maliyeti’ ilgilendiriyor. Zira bu da yoksulluğu artırıyor.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

En ucuz ürün nerede?

Ercüment Tunçalp

Ülkemizde etiket fiyatlarındaki büyük dalgalanmalara rağmen ulusal gıda perakendecilerinden yapılan büyük alışveriş tutarlarında yakınlık vardır.

Bu söylediğim çelişki gibi gelmesin; örneğin 1 Ekim 2025 tarihinde düzenlediğim ilişikteki listede görüleceği üzere; bir üründe bir market diğerinden çok ucuz olurken, bir başka üründe daha pahalı olabilmektedir. Bu söylediğim diğer 2 perakendeci için de geçerlidir.

İşte bunun için “bütün alışverişimi tek yerden yapayım” diyen bir tüketici, nereyi seçerse seçsin aşağı yukarı aynı tutarı öder. Ancak ihtiyaç duyduğu her ürünün en ucuz olduğu yeri bulup oradan alan tüketici ise bütçesinde %40’a yakın tasarruf sağlayabilir.

Biliyorum, elbette alışverişi bölmek ve her ürün için bunu yapmak biraz zordur. Ama en çok kullanılan 15-20 kalem ürün için bu araştırmayı yapmaya değer. Zira ülkemizin her tarafına ve özellikle de şehir içlerine kadar dağılmış bu zincirlerin arasında, bütün ürünleri en ucuz satan bir perakendeci yoktur.

Listede dikkati dağıtmamak için tabela adlarını vermedim, A-B-C olarak adlandırmakla yetindim. Şimdiye kadar yurt dışı ile kıyaslamalarda seçtiğim ve daha önceki yazılarımda adlarını açıkladığım perakendeciler ise geniş ürün portföyüne sahip olmaları nedeniyle tercih edildiler. Böylece ürün bulma kolaylığı ve sonuçta önemli tutar farkı olmaması, çalışmaları daha pratik hale getirdi.

Listede görüleceği üzere en dar ürün portföyüne sahip olan perakendecide bulunabilen tanınmış markalar ile ortak 26 ürünlük bir kıyaslama yaptım.

Neticede aynı fiyata sattıkları ürünler olduğu gibi yüksek veya düşük fiyata sattıkları ürünler de bulunmaktadır. Ancak alışveriş fişinin dibinde rakamsal benzerlik vardır. Yani toplu alışverişte en pahalıyla en ucuz arasında %9’dan fazla avantaj sağlanamadığı görülüyor. Ayrıca piyasada “en pahalı” zannedilen perakendeci ile “en ucuz” zannedilen perakendeci arasında da toplu alışverişin farkı yaklaşık %2’dir. Zira yanlış algı kurbanı olan ve büyük şubelere de sahip bulunan bu zincir 700-800 çeşit üründe sürekli olarak büyük indirimler uygulamakta ama demek ki bunu yeterince duyuramamaktadır.

Listede en pahalıya göre;

  • Komili sızma zeytinyağı A Markette % 43 daha ucuz,
  • Muz B Markette %18 daha ucuz,
  • Mandalina C Markette % 25 daha ucuz,
  • Golden elma A Markette % 21 daha ucuz,
  • Domates (pazar) B Markette % 24 daha ucuz,
  • Salkım domates C Markette % 33 daha ucuz,
  • Patates A Markette % 19 daha ucuz,
  • Kabuklu ceviz C Markette % 36 daha ucuz,
  • Nescafe classic kahve B Markette % 28 daha ucuz,
  • Knorr çorba C Markette % 25 daha ucuz,
  • Dr Oetker kakaolu puding C Markette % 20 daha ucuz,
  • Duru katı sabun C Markette % 19 daha ucuz,
  • Duru sıvı sabun A Markette % 24 daha ucuz çıkmıştır.
  • Yüksek kalite farkı olan mandalina, en düşük fiyata satılan satış noktasındaydı (C Markette). Alt kalite ve küçük kalibrajlı golden elma ise en düşük fiyatın bulunduğu satış noktasındaydı (A Markette). Kıyaslamada bu farkların da dikkate alınması doğru olur.

Görüleceği üzere A market 4 üründe en ucuz, B market 3 üründe en ucuz, C market 6 üründe en ucuz çıkmıştır. Nutella ambalajları arasında standart sağlanamadığı için kilograma çevrilen fiyatlar dikkate alınmıştır.

Listede hiç private label ürün (özel markalar) bulunmamaktadır. Zira güçlü ve tanınmış markalar ile özel markaların fiyatlarını kıyaslamak doğru değildir. Bu üç perakendecinin de oldukça fazla özel markası bulunduğundan, ilerde o kulvarda da kıyaslamalar yapabiliriz. Ancak gezerken gördüğüm; üç firmanın da özel marka fiyatlarında ilişik listedekinden daha fazla benzerlik bulunmasıdır.

Sonuç olarak; satış alanları arasında 8-9 kat fark olan perakendeciler arasında ortak ürün bulup karşılaştırmak kolay değildir. Zira aranan ürünler için 50.000 çeşit ile 1.000 çeşit ürün içinden yapılacak eşleştirmenin zorlukları vardır. Buna rağmen olabildiği kadar biz de bunu yapmaya çalıştık.

Zira tüketici zaten yüksek enflasyondan yılmıştır ve zaten euro-dolar bazında bile bizden daha pahalı ülke bulunmamaktadır.

İşte yukardaki sebeplerden dolayı yurt dışı kıyaslamalarda biraz daha ucuz perakendeciyi aramıyoruz, ortalama fiyatlarımızın ne durumda olduğuna bakıyoruz. Kaldı ki dolar ve euro bazında fark o kadar yüksek ki, ince hesaba bile gerek kalmıyor. Ayrıca arada bazı ürünlerde anlaşılamayan büyük fiyat farklarına rastladığımızda ise o çarpıklığı kategori bazında ortaya koyuyoruz.

Örneğin kırmızı et, ayçiçek yağı, muz bunların başında gelmektedir.

İnşallah dezenflasyon süreci iyi değerlendirilir de tek haneli enflasyon oranıyla istikrarlı fiyat yapısına dönülebilir. O zaman tüketiciyi aydınlatmaya gerek kalmaz, zira her şey daha görünür ve kolay takip edilebilir hale gelir.

Eğer bu listeye yerel marketleri de ilave edebilseydik daha düşük fiyatlara da rastlamak mümkün olabilecekti. Yani araştırmalarda o satış noktalarının da dikkate alınmasında yarar vardır.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Gini katsayısı ve gelir eşitsizliği

Ercüment Tunçalp

Gini Katsayısı veya Gini Endeksi bir nüfus içindeki eşitsizliğin istatistiksel ölçüsüdür. Gini Katsayısı 0 ile 1 veya Gini Endeksi %0 ile %100 arasında herhangi bir değer alabilir. Sıfır katsayısı, bir nüfus içinde gelir veya servetin tamamen eşit dağıldığını gösterir. Bir katsayısı ise bir nüfus içindeki tüm geliri tek kişinin aldığını, diğer fertlerin hiçbir şey kazanamadığını temsil eder.

Lorenz eğrisi ile nasıl hesaplandığına bakalım.

Gini katsayısı= A/(A+B)

Lorenz eğrisi, ekonomideki nüfusun gelir dağılımını görsel olarak ifade etmek için kullanılan grafiktir. Aşağıdaki grafik üzerinde görecek olursak; gelir tamamen eşit olarak dağıtıldığı takdirde Lorenz eğrisi 45 derecelik bir çizgi oluşturur. Bu mutlak eşitlik çizgisidir ve bu durumda Gini katsayısı 0 değerini alır. Gelir dağılımı eşit olmadığında, Lorenz eğrisi 45 derecelik değil, eğri bir çizgi oluşturur.

(Kaynak: Ekonomi Gazetesi)

Nüfus içinde gelirin ve servetin tek kişiye ait olmasının veya fertler arasında tamamen eşit dağılımının gerçekleşme ihtimali oldukça düşük olduğundan, hem %0 hem de %100 değerlerine ulaşmak neredeyse imkansızdır. Genellikle ülkeler %20 ile %70 arasındaki değerlerle sıralanırlar.

Dünya Bankası verilerine göre, Güney Afrika %63,0’lık Gini Endeksi ile en yüksek gelir eşitsizlik seviyesi sergilerken, Norveç %22,7’lik Gini Endeksi ile düşük bir eşitsizlik seviyesi sergiliyor.

Çoğunlukla dünyanın en yoksul bazı ülkelerinde küresel en yüksek Gini katsayıları görülürken, en düşük Gini katsayıları daha zengin Avrupa ülkelerinde izlenmektedir. Peki Gini endeksinin 50 olması ne ifade eder?

Yanıltmasın; endeksin orta noktası gibi görünse de esasında gelirin adil dağılmadığını gösterir. Zaten 2024 yılı itibariyle dünyada sadece 14 ülkenin Gini değeri 50 veya üzeridir. Bizimki de 50’ye yakındır (44,8). Örneğin, 20-30 arası eşitliğe yakın değer, gelir dağılımının adaletli olduğuna işarettir. Dünya Bankası ölçüsüyle; endeksin 40’ın üzerine çıkması ise yüksek eşitsizliğin ifadesidir.

Yani katsayının yükselmesi, toplumsal uyum ve adalet adına bir alarm vazifesi görür. Örneğin, bu uyarıyı takiben zengin ile fakirin aynı oranda ödediği dolaylı vergilere yüklenmek yerine; zenginlerden artan oranlı vergi alma kararı eşitsizliği azaltmayı hedefler. Ve de konuya ilgisiz kalınmadığını gösterir.

Araştırmalar, gelir eşitsizliği artışı ile suç oranları arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösteriyor. Gini katsayısının düşük olduğu ülkelerde insanlar birbirine daha fazla güvenir. Eşitsizliğin arttığı ülkelerde ise güven azalır, kutuplaşma artar. Dolayısıyla Gini endeksi ekonominin gücünü değil, gelir dağılımındaki adaletin derecesini gösterir. Örneğin, iki ülkeden biri çok yüksek, diğeri çok daha düşük GSYİH’ye sahip olsalar bile aynı Gini katsayısına da sahip (ideale yakın) olabilirler. GSYİH’si düşük olanın tek tesellisi; pasta küçük de olsa, paylaşımın adil olduğuna inanmasıdır.

TÜİK tarafından kullanılan diğer bir eşitsizlik ölçüsü de yüzde paylar göstergesi olup, nüfusun yüzde kaçının gelirin yüzde kaçını aldığını ve en zengin grubun en yoksul gruptan kaç kat fazla gelir elde ettiğini gösteren ölçüttür. Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere; TÜİK’in açıkladığı 2024 yılı gelir dağılımı istatistiğine göre en yüksek yüzde 20’lik gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay yüzde 48,1 olurken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun payı yüzde 6,3 oldu. Bu paylarda, son iki senede görülen küçük değişimlere bakmak yerine, 2019 yılından bu yana en düşük yüzde 20’lik pay hemen hemen aynı kalırken, en yüksek yüzde 20’lik payın 2 puana yakın arttığını iyi görmek gerekir.

Sonuç olarak; gelir dağılımı bir ülkede belirli bir dönemde üretim sonucu ortaya çıkan milli gelirin bölüşümünü ifade eder. Gelir eşitsizliğini bir ülkede istatistiksel veri olarak ortaya koymak ne kadar kolaysa, adil bir gelir dağılımını sağlamak da bir o kadar zordur. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, en önemli sosyoekonomik sorundur. Türkiye gelir dağılımında adaletin sağlanması konusunda maalesef istikrarlı bir iyileşme kaydedememiştir. Oysa bir toplumda fırsat eşitliğini gerçekleştirebilmek için gelir dağılımında adaletin önceliği olmalıdır. Örneğin bunun için de yukarda belirttiğim gibi gelir ve servet dikkate alınarak artan oranlı vergilerle dolaylı vergi payının düşürülmesi gerekir.

Mevcut durumda ise; bir tarafta gelirini reel olarak enflasyon kadar artıramayan ve tasarruf imkanı olmayan emekçiler, diğer tarafta fazla parasını yıllık en az %70 değer artışı sağlayan altına yatırarak servetini çoğaltanlar…

Bu şartlarda gelir dağılımındaki bozulma önlenebilir mi?

Ekonomist İnan Mutlu’nun, gelir eşitsizliği konusunda Avrupa ülkeleri arasındaki en yüksek değere sahip durumumuzu gösteren tablosu aşağıda görülebilir. Tekrar hatırlatmak da fayda var; Gini endeksi ne kadar yüksekse, eşitsizlik derecesi de o kadar yüksektir. Aynı zamanda bu durum yüksek gelire sahip olanların, toplam gelirden orantısız derecede büyük pay aldıklarını gösterir.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER