Ercüment Tunçalp
İşsiz sayılmayan umutsuz işsizler!
İş aramadıkları için çalışmaya hazır olsalar da işsiz sayılmıyorlar. Oysa en kronik işsizler bunlar. İş aramaktan vazgeçmemişler, resmi iş başvurusu yapmaktan bıkmışlar. Her çaldıkları kapının duvar olduğunu görmüşler, olumlu cevap konusunda şanslarının azaldığına inanmışlar.
Resmi başvuruda bulunmuyorlar ama gayri resmi olarak eş, dost, ahbap yoluyla bir siyasiye, belediye meclis üyesine, üst düzey yöneticiye ulaşma gayretlerini sürdürüyorlar. Varlıklarını herkes biliyor ama sayıları kayıtlara yansımıyor.
Aziz Nesin’in ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ romanındaki bürokrasinin zorladığı Yaşar Yaşamaz karakteri 1 kişiydi. Bu umutsuz işsizlerin sayısı ise 4 milyonu aşıyor.
Yıllarca ‘iş sahibi olmanın zorluğunu’ babalarından dinlemişler, kendileri de yaşamışlar. Filmini, tiyatrosunu seyretmişler.
“Dayın olacak!” sözünü kafalarına yazmışlar.
Gelişmiş ülkelerde ise böyle olmadığını görmüşler. Dedeleri ve amcaları bile gidip oralarda iş güç sahibi olabilmiş.
Biz ne yapmışız?
İstatistik sistemimizi ‘AB standardı’ olarak tanımlamışız. İşe alma, iş bulma süreleri ve şartlarında en küçük bir benzerlik yokken işsiz sayısını hesaplama yöntemini onlara benzetmişiz. Buradan doğru sonuca ulaşamayacağımızı ise hep beraber görmüşüz.
TÜİK açıklamasına göre; 2019 Eylül ayında 4 milyon 566 bin kişi olan işsiz sayısı, 2020 Eylül ayında 4 milyon 16 bin kişiye düşmüş. Ve işsizlik oranı da aynı dönemde yüzde 13.8’den yüzde 12.7’ye inmiş.
Yani pandemiye, kapanan birçok işletmeye ve de nüfus artışına rağmen işsiz sayımız 550 bin kişi azalmış.
Peki inanılması hayli güç olan bu sonuca nasıl ulaşılmış?
15 yaş üstü çalışma çağındaki nüfusumuz 1 milyon 159 bin artmasına rağmen, iş gücü sayısı 33 milyon 6 bin kişiden 31 milyon 724 bin kişiye düşmüş.
Sebep, hayata küsen umutsuzlar…
Eylül 2019’da ‘iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar’ın sayısı 2 milyon 246 bin kişi iken, Eylül 2020’de bu sayı 4 milyon 136 bin kişiye yükselmiş.
Ve bu kadar büyük sayıdaki umutsuz grup ‘yok farzedilince’de, dikkate alınan iş gücü sayısı eksilmiş.
Şimdi doğru hesabı yapalım ve gerçek işsiz sayısını bulalım.
Kronik işsizleri (iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar), mevcut işsiz sayısına ekleyelim ve önce fiili işsiz sayısına ulaşalım.
Fiili işsiz sayısı = 4.136.000 + 4.016.000= 8.152.000
Aynı kronik işsizleri iş gücü sayısına da ilave edelim ve fiili iş gücü sayısını da bulalım.
Fiili iş gücü sayısı = 31.724.000+ 4.136.000= 35.860.000
Sonra da fiili işsizlik oranını bulalım.
Fiili işsizlik oranı = Fiili işsiz sayısı/Fiili iş gücü sayısı
Fiili işsizlik oranı = 8.152.000/35.860.000= %22.7
Bu oran tamamen TÜİK rakamlarına göre oluşan fiili işsizlik oranıdır.
Zira henüz bu oranın içinde, pandemi nedeniyle şu anda birçoğu ücretsiz izne çıkarılmış olan ve pratikte çalışmayan işsiz kişiler yoktur. Yani esasında fiili oran daha da yüksektir. Ancak sadece resmi rakamlara itibar ettiğim için bu kadarıyla yetinmiş bulunuyorum.
Şimdi de resmi hesaplama yöntemine yön veren esas değişikliğe bakalım.
TÜİK 2014’e kadar işsiz sayısını hesaplarken “son 3 ay” iş arayan vatandaşları baz alırken, bu tarihten itibaren “son 4 hafta” iş arayanları dikkate almıştır. Ve elbette yapılan değişikliğin kaynağı olarak da Eurostat (AB İstatistik Ofisi) gösterilmiştir.
Tekrar ediyorum; AB ile ne işe alma prosedürlerimiz, ne iş bulma sürelerimiz, ne de iş gücüne katılma ve işsizlik oranlarımız benzerlik göstermezken, istatistik yöntemlerin benzeşmesi doğru sonuca götürmüyor.
İş gücüne katılma oranı Türkiye’de yüzde 50.5 iken, AB ülkeleri ortalaması yüzde 68.5’dir. İngiltere’de yüzde 79.1, İsveç’te 72.8, Fransa’da yüzde 71.6, Hollanda’da yüzde 71.3, Norveç’te yüzde 70.9, Almanya’da yüzde 62.6’dır.
Yani bu ülkelerde iş arayanların çoğunlukla kayıtlara girdiği bellidir. Sistem bunu sağlamıştır.
Buna rağmen işsizlik oranları da bizden çok düşüktür.
Elimizde olan en son AB ülkeleri işsizlik oranları Haziran 2020 ayına aittir. Türkiye işsizlik oranı yüzde 13.4 iken, AB ortalaması yüzde 6.9 dur.
İngiltere’de yüzde 3.7, İsveç’te yüzde 9.8, Fransa’da yüzde 6.1, Hollanda’da yüzde 4.2, Norveç’te yüzde 5.2, Almanya’da yüzde 4.5 olarak gerçekleşmiştir.
(Kaynak: Eurostat)
Şimdi bu durumda, AB ülkelerindeki işsiz kesimlerin motivasyonu ile bizdeki seviyenin eşit olması mümkün müdür?
Devamlı iş başvurusu yapmak, bizim işsizler için pratikte o kadar kolay mıdır?
TÜİK’e göre; istihdam edilmeyenler arasında, iş aramak için son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan kişiler işsiz olarak kabul ediliyor.
Düşünebiliyor musunuz; yıllarca işsiz kalmış bir kişi her ay iş aradığını resmi kurumlara tekrar tekrar beyan edecek. Üç gün geç kalsa işsiz sayılmıyor.
Oysa AB vatandaşına göre bir başka önemli farkımız da işsiz kalınan sürenin uzunluğudur. Uzun süre iş arayan kişiler bir süre sonra iş bulma ümitlerini kaybetmekte ve yukardaki işlemlerden vazgeçerek iş gücü piyasasının dışında kalmaktalar. Zira işsiz kalma süresi uzadıkça, ekonomik sorunların yanında sosyal sorunlar da ön plana çıkmakta, işsizler üzerinde meydana gelen psikolojik kaygılar topluma olan güvenlerini de kaybetmelerine yol açmaktadır.
Bu ülke gerçeğinden hareketle; esas işsiz sayılmaları şart olan, iş ve meslek edindirme konusunda öncelik verilmesi gerekenler bu umutsuzlar olmalıdır.
Çünkü toplum menfaati de bunu gerektiriyor.
Ercüment Tunçalp
1000 TL’lik banknot için erken mi?
Dört ay önce “500 TL’lik banknot için çok geç” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Düşüyor denen enflasyon küçük değişikliklerle aynı şekilde varlığını sürdürdüğü için 1.000 TL’lik banknotun alım gücünü de oldukça düşürmüştür. Elbette enflasyon konusunda iyimser düşünceler vardır ama elimizdeki veriler iyileşmeyi desteklemiyor. Zira Mayıs ayında yüzde 1.53, Haziran ayında yüzde 1.37 çıkan aylık TÜFE, Temmuz ayında yüzde 2.06, Ağustos ayında yüzde 2.04 seviyelerini bulmuştur. Dünya üzerinde bizim aylık enflasyonumuzu, yıllık olarak bile yaşamayan birçok ülke vardır.
İşte bazı ülkelerin en taze yıllık enflasyon oranları: Almanya (% 2), Fransa (% 0.9), Kanada (%1.9), İtalya (%1.7), Belçika (%1.9), İsviçre (%0.2), Finlandiya (%0.2), Çin (%0.4), Tayland (%0.8), Ürdün (%1.7).
Tekrar ediyorum; bu 10 ülkenin enflasyon oranları aylık değil yıllıktır.
İşte gelinen bu noktada tedavüldeki en büyük banknotumuz (200 TL) 5 doları karşılayamaz haldedir. Oysa 1 Ocak 2009’da 200 TL piyasaya ilk çıktığında dolar 1,53 TL idi. Yani o zamanki en büyük banknotun karşılığı 130 dolardı. 1.000 TL bugün tedavüle çıksa bile 25 dolar karşılığı değildir. Yani bu banknot basılana kadar satın alma gücünün daha da yetersiz kalacağı açıktır.
5.000 TL’lik banknotun bile bu günden tasarlanması gerekir. Zira güncel değeri 121 dolar olmasına rağmen, analistlerin 2026 yıl sonu için 51.40’lık kur tahminlerine göre ancak 97 dolara denk gelecektir.
Tahminlerin sık sık değişmesinin de nedenleri vardır…
Son siyasi krizin getirdiği rezervlerdeki erime MB’nin elini zayıflatıyor. Uzun süre yatay seyreden kurların hareketlenmesi de enflasyona olumsuz katkı sağlıyor. Özellikle gıda fiyatlarındaki kronik sorunlar olan; yüksek enflasyonun imkan sağladığı fırsatçılık başta olmak üzere, lojistik maliyetler, ithalat bağımlılığı, tarımsal üretimde verimsizlik gibi nedenler en azından bu kategoride ümitli olmamızı engelliyor. Kaldı ki, 2025 yılı 2. çeyrekte Türkiye ekonomisi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4.8 büyürken, tarım sektörü aynı dönemde zirai don olayları nedeniyle yüzde 3.5 daralmıştır. Bunun en belirgin sonucu ileride enflasyonist etki yaratacak olmasıdır. Yani gıda fiyatlarındaki anormal artışları mevcut politikalarla kontrol altına almanın zorluğu da ortadadır. Bu haliyle de yüksek enflasyonun, temel ihtiyaç mallarında euro ve dolar bazında bizi en yüksek fiyatlara sahip ülke konumuna getirdiğini “İki ülkede iki alışveriş” yazı dizimizle sürekli aktarıyoruz.
Bu açıdan bakınca da görüyoruz ki; artık 1 kilogramına 1.000 TL’nin yetmediği ürünlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu ürünlerin listesini kategori bazında yazının sonuna ekliyorum. Fiyatların tamamı kg veya litre olarak ifade edilen birim fiyatlardır. Ve elbette 1 kg dışında kalan ambalaj fiyatları kg veya litreye çevrilmiştir.
Sonuç olarak; sakın bütün listenin aşağıdakilerle sınırlı olduğu anlaşılmasın. Birbirinin benzeri olan ürünleri ayrı ayrı belirtmek anlamlı olmadığından elemem gerekti. Aşağıdaki listede 135 adet ürün bulunmaktadır. Her kategorideki ürün sayısını en az 10 ile çarpmak gerekir. Zira değişik marka, değişik çeşit ve değişik gramajlı ambalajlar dikkate alındığında 1000 sayısının aşıldığını söylemek mümkündür. Detaya inmeseydim ben bile bu kadarını tahmin edemezdim. Düşünebiliyor musunuz; bir kilo ürün alıyorsunuz, 1.000 TL yetmediği için üzerini tamamlıyorsunuz. Dört adet 1.000 TL verdiğiniz durumda bile listede 1 kilogramına sahip olamayacağınız ürünler vardır. Neticede beyaz eşya almıyorsunuz, 1 kg gıda için bu parayı ödemek zorundasınız.
Fiyatlar sadece ulusal zincir marketlerden alınmıştır. Birçok ürün indirimli fiyatına rağmen 1.000 TL’nin üzerinde kalmıştır.
Lüks şarküteri, lüks manav, lüks kasap ve lüks kuruyemişçiden alınmış tek fiyat yoktur. Eğer öyle olsaydı hem fiyatlar daha da artar hem de liste genişlerdi.
Konumuz 1.000 TL’yi aşan ürünler olmasına rağmen, görüleceği gibi 2.000–3.000 ve hatta 4.000 TL’yi aşan ürünler de vardır. Dolayısıyla satın alma gücü her şeydir. Reel gelir azalırken sadece cüzdanın şişkin kalması ise yanıltıcıdır.
İşte 1000 TL’nin yetmediği o ürün çeşitleri ve fiyatları:
- Et ve et ürünleri: Kuzu sotelik et 1.130 TL, kuzu külbastı 1.180 TL, dana antrikot 1.400 TL, dana bonfile 1.800 TL, dana pirzola 1.080 TL, kasap sucuk 1.017 TL, dana kavurma 1.459 TL, antrikot pastırma 1.800 TL, fıstıklı salam 1.443 TL, parmak sucuk 1.549 TL, kangal sucuk 1.483 TL, blok kavurma 2.190 TL, organik dana sosis 1.732 TL, dana Frankfurter sosis 1.179 TL, çemeni sıyrılmış pastırma 3.269 TL, dana jambon 1.489 TL, macar salam 1.190 TL, hindi göğüs füme 1.590 TL, karabiberli rozbif 3.250 TL, kurutulmuş füme et 2.999 TL, antrikot füme et 3.350 TL, rozbif biberli füme et 2.509 TL, füme dana kaburga dilimli 2.985 TL, dana kontrafile füme 3.100 TL, dana kuru et 4.290 TL, isli kuru et 4.290 TL, uzun sosis 1.153 TL, dana sosis 1.490 TL, kokteyl sosis 1.162 TL.
- Deniz ürünleri: Levrek 1.247 TL, midye 1.245 TL, deniz ürünleri salatası 1.445 TL, Karadeniz somon füme 1.690 TL, somon dilim 1.072 TL, kalamar 1.100 TL, palamut lakerda 1.150 TL.
- Kuru yemiş ve kuru meyveler: Badem 1.209 TL, kabuklu Antep fıstık 1.071 TL, toz Antep fıstık 2.799 TL, karışık kuruyemiş 1.321 TL, kaju kavrulmuş 1.382 TL, fındık içi 1.110 TL, kuru kayısı 1.071 TL, gün kurusu kayısı 1.500 TL, mango kurusu 1.200 TL, dut kurusu 1.120 TL, ejder meyvesi kurusu 3.000 TL, gül kurusu 1.285 TL, organik domates kurusu 1.299 TL.
- Süt ürünleri (peynir, tereyağı): Eski kaşar peynir 1.050 TL, yarım yağlı parmesan peynir 1.045 TL, peynir tabağı 1.320 TL, cheddar peynir 1.897 TL, keçi peyniri 1.285 TL, gouda peynir 1.370 TL, Kars gravyeri 1.099 TL, yayık tereyağı 1.200 TL, keçi tereyağı 1.057 TL.
- Mezeler: Arnavut ciğeri 1.567 TL, kadınbudu köfte 1.370 TL, portakallı enginar türlüsü 1.479 TL, çerkez tavuğu 1.025 TL, içli köfte 1.115 TL, cevizli ıspanak kroket 1.185 TL.
- Çay ve kahveler: Bardak poşet çay 1.200 TL, Seylan çay 1.318 TL, demlik poşet çay 1.395 TL, yeşil çay 1.825 TL, ıhlamur 4.280 TL, klasik kahve 1.148 TL, gold kahve 2.599 TL, Starbucks Türk kahve 1.599 TL, kafeinsiz Türk kahve 1.399 TL, çekirdek kahve espresso 1.399 TL, öğütülmüş kahve 2.725 TL, filtre kahve 1.960 TL.
- Ballar: yayla çiçek balı 1.050 TL, Şemdinli balı 1.202 TL, lavanta balı 1.630 TL, Yüksekova balı 1.202 TL, Kayseri balı 1.202 TL, kekik balı 1.500 TL, kestane balı 1.540 TL, karakovan balı 1.530 TL.
- Reçeller: Organik kayısı reçeli 1.036 TL, çilek marmelatı 1.307 TL, şeker ilavesiz incir marmelatı 1.259 TL, kakaolu fındık kreması 1.110 TL, Dalfour böğürtlen reçeli 1.268 TL, Dalfour şeftali reçeli 1.091 TL.
- Çikolatalar: Ferrero çikolata 1.375 TL, Raffaello çikolata 1.003 TL, Lindt dolgulu çikolata 3.475 TL, Kinder çikolata 1.706 TL, Godiva bitter 1.922 TL, fındıklı sütlü çikolata 1.003 TL, kare bitter çikolata 1.582 TL, Antep fıstıklı sütlü çikolata 1.575 TL.
- Şekerlemeler: Çakıl taşı draje 1.700 TL, karışık lokum 1.700 TL, sakızlı lokum 1.717 TL, Antep fıstıklı lokum 1.920 TL, Antep fıstıklı- Hindistan cevizli lokum 2.480 TL, portakallı draje 1.900 TL.
- Unlu mamuller (kurabiye-kek- ekmek): Glutensiz kurabiye 1.100 TL, vegan kurabiye 1.550 TL, sade tuzlu kurabiye 1.135 TL, zerdaçallı kurabiye 1.550 TL, üzümlü-yulaflı kurabiye 1.134 TL, organik bademli kurabiye 1.772 TL, organik sade tereyağlı bisküvi 3.000 TL, tarçınlı havuçlu kek 1.030 TL, glutensiz esmer ekmek 1.859 TL, glutensiz mısır gevreği 1.455 TL, glutensiz badem unu 1.414 TL.
- Tatlı ve pastalar: fıstıklı baklava 1.400 TL, fıstıklı şöbiyet 1.830 TL, portakallı- bademli şekerpare 1.134 TL, havuç dilim baklava 1.770 TL, cevizli baklava 1.200 TL, cheesecake 1.400 TL, beyaz çikolatalı pasta 1.536 TL.
- Donuk ürünler: çikolatalı pasta 1.400 TL, cheesecoke 2.253 TL, jumbo karides 1.245 TL, dana Tekirdağ köfte 1.400 TL, halka kalamar 1.365 TL, sushi 1.157 TL, karides 1.100 TL.
- Konserveler: Zeytinyağlı ton balığı 1.390 TL, zeytinyağlı somon 1.981 TL, light ton balığı 1.150 TL.
- Alkollü içecek: Rakı 1.475 TL, orta kalite şaraplar 1.100 TL ve üstü…
Ercüment Tunçalp
İki ülkede iki alışveriş (21)

Bu sefer de Uzak Doğu’da, Tayland fiyatlarına bakacağız. YouTube üzerinden yayın yapan ‘Tayvan Adam’ın Tayland seyahatinde Bangkok’tan aktardığı yeni fiyatlarla, Phuket’e yerleşmiş olan Mert Akdaş’ın bildirdiği yeni fiyatları 9 Ağustos 2025 tarihinde ilişikteki listede birleştirdim. Elbette ülkemizin en büyük iki zincirinden topladığım fiyatları da bu listeye dahil ettim. Birinci sütunda Tayland fiyatlarını baht olarak, ikinci sütunda ise Tayland fiyatlarını güncel kurdan TL’ye çevirerek yansıttım. Son sütunda da ülkemizdeki etiket fiyatları yer aldı. Bu şekilde hem yerel para birimi olan baht üzerinden hem de dolar üzerinden bir kıyaslama yapmak mümkün oldu. Görüldüğü gibi artık her ülkenin parasını birim olarak ele almaktan vazgeçtim. Zira zaten dünyanın en pahalı yiyecek-içecek fiyatlarına sahip olduğumuzdan buradan yanıltıcı bir sonuç çıkmaz. Biz artık o aşamaları geçtiğimiz için gerçeğe daha yakın sonucu ancak bu şekilde görebiliriz.
- İlk defa iki ayrı Tayland alışverişini birleştirme nedenim, beslenme alışkanlığındaki farktan ve kıyaslanabilir ürün azlığından kaynaklanıyor. Örneğin bu ülkeye seyahatimde sadece deniz ürünleri yiyebildiğimi söylersem belki daha açıklayıcı olabilir. Tayland üretimi olan birçok tropikal ürünün karşılığı ülkemizde bulunmamaktadır. Bunun için ancak patates, soğan, domates, havuç, elma gibi çok temel ürünleri kıyaslayabildim.
- Tayland market ürünlerinin yüzde 80’i ithaldir. Raflarda değişik ülkelerin bayraklarından geçilmiyor. Hem de ABD, Avustralya, İtalya, Fransa ve Güney Kore gibi kaliteli ürün ihraç eden ülkeler tercih ediliyor.
Buna rağmen ABD’den ithal ettikleri kiraz bizdeki fiyatın yarısına satılıyor. Avustralya’dan ithal ettikleri en kaliteli dana et ürünleri fiyatları, bizdeki fiyatın yarısına bile ulaşamıyor.
- Sattığımız bire bir aynı olan küresel markalardaki fiyat farkımız da oldukça dikkat çekicidir. Yani yine biz pahalıyız.
- Türkiye alışverişinin fiş tutarı döviz bazında, Tayland tutarının yüzde 55 fazlasıdır. Alkollü içkileri kıyaslama dışında bıraktığımızda ise bu farkın oranı yüzde 51!dir. Bunun için ara toplam alarak her iki durumun da görülmesini sağladım.
- Araştırma anındaki güncel kur bilgileri; 1 ABD doları= 40,67 TL, 1 ABD doları= 32,33 baht, 1 baht= 1,26 TL olarak kıyaslamalarda kullanılmıştır.
- Bu sanal alışverişin Tayland tutarı 131 dolar karşılığıdır. Türkiye’de aynı alışverişe ödenecek toplam tutar da 202 dolardır.
- Tayland’da asgari ücret olarak günlük 400 baht, aylık 12.000 baht ödenmektedir. Bunun da karşılığı 371 dolardır. Türkiye’de ise asgari ücret aylık 22.104 TL olup, karşılığı 543 dolardır.
- Yani bizim asgari ücretlinin geliri yüzde 46 fazla iken, harcaması da yüzde 55 daha fazladır. Dolayısıyla sadece gelire bakamayız, o gelirin satın alma gücüne de bakmamız gerekir. Böyle bakınca da görüyoruz ki; gelirdeki fazlalığımızı genel fiyat seviyemizin yüksekliği alıp götürmektedir.
Neticede Tayland tüketicisi bu alışverişi gelirinin yüzde 35’i ile yaparken, Türk tüketici aynı alışverişi gelirinin yüzde 37’si ile yapabilmektedir.
- Bir başka yönden de bunun sağlamasını yapalım. Tayland’ın kişi başına düşen GSYİH’si 7.336 dolardır (2023). Bizim kişi başı gelirimizin hemen hemen yarısı kadar olmasına rağmen kira dahil düzenli yaşam giderleri ABD ile kıyaslandığında yüzde 55 daha düşüktür. Bu da Tayland halkının çok sık dışarda yemek yemesine ve sık sık hafta sonu gezilerine imkan sağlamaktadır. İşte bizim adımıza aynı olumsuzluk burada da izlenmektedir. Zira ABD ile kıyaslandığımızda temel ihtiyaç ürünlerinde dolar bazında biz daha pahalıyız.
- Daha üst gelir gruplarını dikkate aldığımızda, sadece market alışverişinde değil kiralarda da arada uçurum olduğu görülüyor.
Bahçe içindeki 3 oda 1 salon evin kirası ortalama 500 dolardır. Şehir merkezine yaklaştıkça 1.000 dolara kadar çıkıyor. Bizde bu rakamları en az 2 ile çarpsak bile bu fiyatlara kiralık ev bulmanın zorluğu ortadadır.
- Satılık konut fiyatlarına gelince; sıfır rezidence fiyatları 1+1 küçük daire 350.000 baht (1.701.000 TL), 1+1 balkonlu ve bütün eşyaları içinde (beyaz, kahverengi eşyalar, klima ve mobilya dahil) 2.000.000 baht (2.520.000 TL), aynı şartlarda daha büyük balkonlu ve daha geniş salonu olan 2+1 3.000.000 baht’a ( 3.780.000 TL) satılmaktadır. Buna yorum yapmaya gerek var mı?
- Tayland ile aramızdaki bir diğer olumsuz fark ‘düşük fiyat değişimleri’dir. Yıllık enflasyon oranlarının 2025 yılında yüzde 0,7, 2026 senesinde ise yüzde 0,9 seviyelerinde gerçekleşmesi bekleniyor. Bizim için bu oranları yakalamak aylık enflasyon için bile söz konusu değildir.
- Ayrıştığımız bir başka konu da 2025 yıl sonu işsizlik oranının yüzde 1 olacağı öngörüsüdür.
- Tayland dünyanın en büyük pirinç ihracatçılarından biridir. Şeker kamışı, tropikal meyveler ve deniz ürünleri üretiminde de öndeler. Otomotiv, elektronik ve petro kimya sektörlerinde de güçlüler.
- Toyota, Honda ve Nissan gibi önemli markalar bu ülkede üretim yapmaktalar.
- Hizmet sektörü ve turizm, Tayland ekonomisinin en büyük bileşenlerinden biridir.
- Tayland, doğal gaz ve petrol rezervlerine sahiptir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına da büyük yatırımlar yapılmaktadır.
Sonuç olarak; eğer reel geliriniz azaldığı için enflasyon düşüyor ama hayat pahalılığı artıyorsa, bundan daha olumsuz bir durum olamaz.
Gençler bu ülkelere daha fazla kazanç için değil daha ucuz hayat yaşamak için gidiyorlar. En azından kendi ülkelerinde mahrum kaldıkları satın alma gücünü bu ülkelerde korumayı hedefliyorlar. Haksızlar mı?
Ercüment Tunçalp
İşsiz sayılmayan işsizler!
Vatandaşın gözünde; işi olmayan her kişi “işsiz” sayılır değil mi?
Evet ama TÜİK bu şekilde tanımlamıyor. Kuruma göre, “15 yaşın üzerinde olmakla beraber herhangi bir biçimde istihdamda olmayan, son 4 hafta içinde aktif biçimde iş arayan ve gelecek 2 hafta içinde çalışmaya hazır kişi” işsiz sayılıyor. Peki aktif şekilde iş arandığı nasıl kanıtlanıyor?
Kişi işsiz olduğunu 4 haftada bir resmi kurumlara başvuru yaparak kayıt altına aldıramazsa istatistiklerde işsiz sayılmıyor!
Yani sadece iş arama davranışı göstermek yetmiyor, bunu sık sık kayda aldırmak da gerekiyor. Empati yapalım; eğer bir kişi adını kayda geçirerek iş bulacağına inanmıyorsa bu zahmete neden katlansın?
İstatistikler içinde bir sayı olarak yer almak için mi?
Elbette TÜİK bu tanımları yaparken Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) referanslarını baz alıyor. Ancak TÜİK’in esas aldığı resmi işsizlik (dar tanımlı) oranı küresel standartlara uygun hesaplansa da ülkeden ülkeye değişen yaşam şartları bakımından her yerde ve her zaman gerçeği yansıtmıyor. Zira gelişmiş ülkelerde işsiz kalma süresi bizdeki kadar uzun değildir. O ülkelerde 3 ay boyunca 3 defa iş başvurusu yapmak, yormaz ve bıktırmaz. Üstelik o başvuruya kısa zamanda olumlu dönüş olacağına güven tamdır. Bizde ise yıllarca işsiz kalanlar, yani iş bulmaktan umudunu kesenler bu motivasyon kaybıyla iş başvurusunda bulunmuyorlar ve bunun için de işsiz sayılmıyorlar.
Dolayısıyla bizim gerçeğimiz görülmek isteniyorsa; geniş tanımlı işsizlik (atıl iş gücü) oranına bakılmalı ve işsizlikte düşüş olup olmadığı o şekilde izlenmelidir.
TÜİK’in Haziran 2025 iş gücü verileri, dar tanımlı işsizlik (resmi olanı) oranını yüzde 8,6, geniş tanımlı işsizlik oranını ise yüzde 32,9 olarak yansıtıyor.
Aradaki makasın genişliğine bakar mısınız?
İşte 5 sene önce de ele aldığım bu konuyu tekrar güncelleme sebebim budur.
Zira 2020 Eylül ayında resmi işsizlik oranı yüzde 12,7 iken, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 22,7 imiş. 2025 Haziran ayına geldiğimizde ise; resmi işsizlik oranı yüzde 12,7’den yüzde 8,6’ya düşerken, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 22,7’den yüzde 32,9’a yükselmiş. Bu durumun yeterince anlaşılır olduğu söylenebilir mi?
Yani şaşırtıcı olan sadece dar ve geniş tanımlı işsizlik oranı arasındaki farkın 24,3 puana ulaşması değil, birisi düşerken diğerinin aşırı yükselmesidir.
Kaldı ki, ABD’de ve AB’de geniş tanımlı işsizlik oranı dar tanımlı işsizlik oranının ortalama 2 katı iken, bizimki 4 kata yaklaşmıştır. Bitmedi, Türkiye’de geniş tanımlı işsizlik oranı ABD ortalamasının 4 katı, AB ortalamasının 2,6 katı düzeyindedir. Oysa bu kadar büyük farka rağmen bu ülkelerle dar tanımlı işsizlik oranımız arasındaki fark daha azdır ve bu sebeple ilan edilen resmi işsizlik oranı anlaşılabilir değildir. Ortada tek gerçek vardır, o da her üç kişiden birinin işsiz olduğudur. Hem de TÜİK rakamlarıyla…
Ayrıca son yıllarda ekonomik veriler sürekli kötüye giderken, resmi işsizliğin birçok ay düşmüş gözükmesi de bundandır ve yanıltıcıdır. Dar kapsamlı olan bu resmi işsizlik tanımı nedeniyle işi olmayan milyonlarca insan işsiz olarak değerlendirilmemekte, bu da resmi işsizlik oranının yükselmesini önlemektedir.
Sonuç olarak; geniş tanımlı işsizlik hesaplaması 5 unsuru kapsamaktadır.
- Dar tanımlı (resmi) işsizler,
- İş bulma ümidini kaybeden işsizler,
- İş aramayan ama çalışmaya hazır olan işsizler,
- Mevsimlik çalışanlar,
- Zamana bağlı eksik çalışanlar.
Yukarda diğer ülkelerle şartlarımızın farklı olduğundan, bunun için de tıpa tıp aynı hesap yönteminin sağlıklı olmadığından bahsetmiştim.
İşte bunun için BM’nin uzman kuruluşu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) standartlarını uygulamak, dar tanımlı işsizlik oranını öne çıkartmayı gerektirmez. Zira TÜİK tarafından resmi işsiz sayısı 3 milyon kişi olarak açıklanırken, yine aynı kuruma göre geniş tanımlı işsiz sayısının 13,4 milyona ulaştığı bilgi notu birincisini anlamsız kılıyor!
Üstelik 11 sene önce bize hiç uymayan bir değişiklik daha devreye girmişti.
TÜİK 2014’e kadar işsiz sayısını hesaplarken, “son 3 ayda” iş arayan vatandaşları baz alırken, bu tarihten itibaren “son 4 hafta içinde” iş arayanları dikkate almaya başlamıştı. Ve elbette yapılan değişikliğin kaynağı olarak da yine Eurostat gösterilmişti.
Tekrar ediyorum; AB ile ne işe alma prosedürlerimiz ne iş bulma sürelerimiz ne de iş gücüne katılma ve işsizlik oranlarımız benzerlik göstermezken, o ülkelere göre düzenlenmiş istatistiki kuralların benzeşmesi bize yol gösterici olamaz. Oysa ekonomik ve siyasi kararlar için temel alınacak verilerin bizim gerçeklerimizle örtüşmesi hayati derecede önemlidir.
Kısaca ülkemizde 13,4 milyon işsiz vardır, oranı da yüzde 32,9’dur (TÜİK söylüyor). Çünkü; atıl iş gücü oranı (geniş tanımlı işsizlik), sadece dar tanımlı işsizleri değil, part time çalışanları, tam zamanlı iş arayanları (zamana bağlı eksik istihdam) ve iş aramayı bırakmış ama çalışmaya hazır potansiyel iş gücünü de kapsıyor. Bize özel bu durumu daha anlaşılır hale getirmek ve tablonun doğru okunmasına alt yapı oluşturmak, bütün sektörlerin geleceğini ve ekonomiyi yakından ilgilendiriyor. Zira aşırı iyimser verilerin öne çıkarılması, belki motivasyonu artırır ama bununla beraber yanıltıcı özelliği ile riskleri de artırır…