Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Faiz kararının enflasyona olası etkisi

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Evet, faiz onlarca maliyet kaleminden biridir. Artması durumunda kısmen fiyatları artırmaya katkısı (en fazla %2) vardır. Ancak bu durum bile sadece maliyet enflasyonu söz konusu olduğunda geçerlidir. Yani faiz enflasyonun sebebi olarak çok masum kalır. Zira maliyetlerin yüzde 98’i faizin dışındaki kalemlerdir. Kira, işçilik, kur farkı, enerji, nakliye, iletişim fiyatları gibi…

Talep enflasyonunda ise (talep arzdan fazlaysa) bu da geçerli değildir. Tersine faizi ilaç olarak kullanıp, dozunu da ihtiyaç kadar artırarak tüketimi azaltmak mümkündür. Zira mevduat faizleri de artacağından tüketici parasını bankada tutmayı tercih eder. Bu durumda da talep azalacağından fiyat baskısı hafifler ve enflasyon düşer. Yalnız burada gözden kaçmaması gereken ince bir nokta var; faiz durup dururken artmaz!

Enflasyon oranı düşük olan ülkenin faiz oranı da düşük olur. Ve maliyet unsuru olmaktan çıkar. En büyük yanılgı, zaman zaman ABD’deki eksi reel faizi örnek gösterip, Türkiye’deki eksi reel faizle karşılaştırmaktır. Yıllık yüzde 2,5 enflasyon yaşayan ve dolar gibi güçlü bir paraya sahip olan (euro da öyle) bu ülke eksi reel faiz uygulayabilir. Bizde ise aynı eksi reel faiz kur artışlarına ve devamında da enflasyona neden olur. Üstelik yastık altında kalan altın ve döviz de istirahatini sürdürür.

Bunun için vatandaş ile empati yapmak gerekir. Birikimi neden erisin?

Paranın kirası faizdir. Evinizi bedelsiz kiralar mısınız?

Anlamsız bir soru olduğuna göre; paranızı neden karşılıksız kullandırasınız?

Üstelik gayrimenkul enflasyona karşı kendini korurken, paranın korumasız kalmaması için enflasyon üzerinde bir getiri sağlaması gerekir.

Nitekim Eylül ayında hem yıllık enflasyon (%33,29) hem de aylık enflasyon (%3,23) önceki aya göre yüksek çıkmasına rağmen Ekim ayındaki 100 baz puanlık faiz indirimi hataydı. Eş zamanlı olarak söylenen “Dezenflasyon süreci devam ediyor” sözleri de bununla uyumlu değildi. Zira enflasyonda sürekli ve kalıcı düşüş sağlanamadığı sürece dezenflasyondan bahsedilemez. Aralık ayına geldiğimizde ise 150 baz puan daha düşürülerek politika faizi yüzde 38.00 olmuştur. Mevduat faizini de aynı oranda kabul edersek net nominal faiz de (gelir vergisinden sonra) yüzde 32.30’a gerilemiştir. Beklenen enflasyon ise yüzde 35.70’dir (reel sektör tahmini). Dolayısıyla yine eksi reel faiz koridoruna girilmiştir. Nitekim bankalar bu tehlikeyi görmekte ve mevduat faizini buna paralel olarak düşürmemekteler.

Esasında bu kadar uzatmaya gerek yoktu; çünkü yaşayarak edindiğimiz kötü tecrübelerden dersler çıkartmak yeterli olabilirdi. Örneğin 2022 yılı başından itibaren bir kısmı tek haneli yıllık enflasyona sahip olan 90 ülkenin merkez bankası faiz artışına giderken, biz en yüksek enflasyonla faiz indirimine gitmiştik. Sonra ne oldu? Enflasyon tekrar başını kaldırdı!

Sevdiğim bir Temel fıkrası var…

Temel otoyolda ters yöne girer. Bunu gören trafik polisi; sürücüleri uyarmak için radyodan anons yaptırır. Bu arada ters yolda ilerleyen Temel’de radyo dinlemektedir. Polis radyodan; Lütfen dikkat, ters yönde ilerleyen bir araç var!

Temel bağırır. Ne bir tanesi hepsi hepsi…

TÜİK kaynaklı gıda enflasyonunun Kasım ayında yüzde eksi 0,69 çıktığını izliyoruz. Alınan fiyatları görmeden (şeffaflık ilkesi), buna inanmak zordur. Zira İTO’nun aynı dönemde bulduğu gıda ve alkolsüz içecekler aylık enflasyonu yüzde 1,28 çıkmıştır. İstanbul enflasyonu ile Türkiye enflasyonu arasındaki bu büyük fark istatistiksel gerçekliğe aykırıdır ve izaha muhtaçtır.

Sonuç olarak; faiz, merkez bankalarının enflasyonu kontrol altında tutmak için kullandıkları bir para politikası aracıdır. Çoğunlukla ekonomiyi olumsuz etkileyen fiyat istikrarsızlıklarını gidermek için kullanılan silahtır. Ancak silahın ters tutulması durumunda da olacaklar bellidir.

Enflasyonu düşürmenin faiz yanında başka yolları da vardır:

  • Döviz kurlarını düşürmek,
  • Bunu gerçekleştirmek için de faizi doğru seviyede tutmak,
  • Böylece sıcak paranın gelmesini sağlamak,
  • İçerde tasarrufları artırmak,
  • Yastık altındaki birikimi ekonomiye kazandırmak,
  • Ekonomiye olan güveni yükseltmek üzere yapısal değişiklikleri gerçekleştirmek,
  • Üretimi artırmak,
  • Lüks tüketim mallarının ithalatını kısmak,
  • Ara malı ithalatından vazgeçip yurt içinde üretmek,
  • Kamu harcamalarında tasarruf sağlamak,
  • MB bağımsızlığı üzerindeki şüpheyi kaldırmak gerekir.

Bütün bunlardan sonra, iyi tahmin edilmiş bir beklenen enflasyon, net nominal faiz oranının altında kalmışsa, faiz oranları düşürülebilir. Dolayısıyla ortam müsait ise faiz indirimi yapmak doğrudur ama reel faizin eksiye düşmesi hali tasarrufların önündeki engeldir.

Efendim, “Enflasyon yüksek de olsa, biz faizi düşürürüz.”

O zaman da iktisat bilimi; “Düşür de ne olacağını birlikte görelim” diyor.

Bu kadar basit yani…

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Fiyatlamada davranış bozukluğu!

Ercüment Tunçalp

Uzun zamandır bu konunun üzerinde fazla durmam belki sevimli gelmeyebilir. Ancak aklımızla alay edenlerin bu oyunu sürdürmelerini engellemek gerekiyor.

Et spekülatörlerini öne alarak şimdiye kadar hem gıdada hem de gıda dışında birçok örnek verdim. Aralık ayı içindeki en taze olanı tekrar hatırlayalım.

Küresel bir markanın birebir aynı ürününün (500 ml duş jeli) piyasada 204,89 TL’ye satıldığı yer de var, normal fiyatı 99.90 TL duyurup, indirimli olarak 59,90 TL’den satan (9-22 Aralık inserti ile) satış noktası da var. Bu markanın aynı ambalajda, içlerinde fiyatı 300 TL’yi aşan daha onlarca çeşidi de bulunuyor. Amaç tüketicide kafa karışıklığı yaratmak olsa da bahsettiğim bu değildir, yan yana getirdiğim aynı iki ürün arasındaki farktır. Ben şimdiye kadar hiçbir gelişmiş ülkede, hiçbir üründe 3,5 kata varan fiyat farkına rastlamadım. Eminim markayı yönetenler de rastlamamışlardır. O zaman bize bu farkı izah etmeliler. Zira piyasa fiyat istikrarını korumak markanın sorumluluğundadır. Bunu sağlayamıyorsa, ya müşteriler arasında uyguladığı fiyat makası çok geniştir ya da bu istikrarın bozulmasına göz yummaktadır. Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın ortada ‘fiyatlamada davranış bozukluğu’ vardır.

Yukarda değişik yerlerden alınan şaşırtıcı fiyat farklılıklarını aktardım. Daha tuhaf örneği ise başka bir gıda perakendecisinden aktarıyorum. Tanınmış bir markanın 100 gramlık kavonoz kahve afişinde, normal fiyat olan 450 TL’nin üzeri çizilmiş ve indirimli fiyat olarak 175 TL duyuruluyor. Bu şekilde yüzde 61 indirim söz konusudur. Bunu da 10 liralık alışveriş şartına bağlamışlar. Yani şart filan yok. Gayri ciddi teklif olması bir yana, firma 175 TL’den satarken de kâr ettiğine göre kampanya bitiminde tüketicinin cebinden çıkacak yüzde 157 fazlasına talip olduğunu da göstermektedir. Kaldı ki aynı ürünün 519,50 TL’ye satıldığı yer de var. Burada ilk sorulacak soru ‘bu nasıl bir kâr marjıdır?’

Enflasyon düşse de daha önce küçük küçük ama sık yapılan fiyat artışlarından kalıcı fahiş fiyat sarmalına geçilmiştir. Hem de öyle ki, bir markette indirimde olan bir ürün diğer markette indirimsiz olarak aynı fiyata (bazen de daha ucuza) satılabiliyor. Bunun anlamı; birinci market indirim tutarı kadar fiyatı şişirmiştir.

Daha da tehlikelisi kırmızı et piyasasında yaşanmaktadır. Bir meslek kuruluşunun eski başkanını ana muhalefet partisi ‘Tarım ve Hayvancılık gölge Bakanı’ ilan etmiş. Belki de sürekli olarak hükümetin bu konudaki yanlış politikalarından bahsettiği için kullanışlı bulunmuş olabilir. Oysa yetersiz politikalar ne kadar gerçekse fiyat artışlarının teşvik edildiği de o kadar gerçektir. Dolayısıyla uzmanlığa saygı duysak da kişinin aynı zamanda yetiştirici ve meslek örgütü yöneticisi olduğu unutulmamalıdır. Keşke “Çiftliğimizden sofralarınıza” sloganı ile işletmesinde perakende olarak 1.000 liranın üzerinde fiyatla dana kıyma ve kuşbaşı satıldığı görülseydi. Aracılardan tedarik edenlerin bile bu fiyata satmadığını da kenara not edelim.

Demek ki aracıları kaldırıp, üreticiden direkt almak tüketiciye her zaman avantaj sağlamıyormuş!

Değerli iş adamı diyor ki; “Keşke Çanakkale köprüsü yerine Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde organik et üretimi için yatırım yapılsaydı.”

Hedefe bakar mısınız?

Tüketici o köprüden seyrek de olsa geçiyor, ancak etin normalini almakta zorlanan halkın, daha yüksek fiyatlı organik olanına ulaşabilme ihtimali var mı?

Cevabı da zaten kendisi veriyor; “yurt dışına satarız” diyor. Yani önemli olan ‘kim alabiliyorsa ona satmak.’  Bu vesileyle ilk kaynaktan halkçılığın tarifine bir kere daha baktım; “Bazı sınıf ve zümrelerin ekonomik ve siyasal imtiyazlarının kaldırılmasıdır, sahipsizlerin sahibi olmaktır, çözümleri halk için, halkla beraber bulmaktır” deniyor. Peki gördüğümüz bu mu?

Dünyanın her yerinden fiyat kıyaslamaları yapıyoruz. Kırmızı et konu olunca karkas fiyatlarını da takip ediyoruz. Hem karkas hem de perakende fiyatlarda 2 kata varan farklarla döviz bazında dünyanın en pahalı kırmızı etini biz satıyoruz. Buna rağmen de “fiyatlar sürekli artacak” müjdesi verenlere rastlıyoruz.

FAO’nun son raporuna göre; bizden sonraki en pahalı karkas et kilogram fiyatları İngiltere’de 7.45 euro, ABD’de 7.27 euro, AB’de 6.70 euro’dur. Bizde ise 11.15 euro’dur. Aradaki farka bakar mısınız?

Dolayısıyla yukarda bahsettiğim çevreler maliyeti sebep gösteriyorlar ama gerçek olmadığını rakamlarla ortaya koyuyoruz. Geçen yıla kadar hayvan sayımızdaki eksikliği bahane ediyorlardı, tersine hayvan sayısının arttığını ve bunun doğal sonucu olarak çiğ süt miktarının da eksilmediğini TÜİK verileri ile (Haziran 2025 itibariyle) ortaya koyduk.

Aynı çevrelerin bugün de zam bahaneleri ‘şap hastalığı’dır. Ancak o da geçince başka neden yaratmaları gerekecek, çünkü fiyatların geri vitesi yine çalışmayacaktır. Kaldı ki bu görüşe cevap yine başka bir meslek örgütünden gelmişti. Temmuz ayında Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği eski Genel Başkanı Nihat Çelik AA muhabirine yaptığı değerlendirmede; “Et fiyatlarının şap hastalığı nedeniyle artması söz konusu değildir. Ayrıca bu hastalığın insanlara bulaşması da söz konusu olmayıp, et ve süt tüketiminde iyice pişirmek kaydıyla herhangi bir risk bulunmadığını ve güvenle tüketilebileceğini söyleyebiliriz” demişti. Elbette bunun şap değil, fırsat zammı amaçlı olduğunu biliyorduk ama bir de yetkili bir ağızdan duymuş olduk.

Sonuç olarak; fiyatlamada davranış bozukluğu mutlaka tedavi edilmelidir. Yoksa alışkanlık haline gelip daha da genişleme ihtimali söz konusudur.

Üstelik öğrenmenin yaşı yok, kimin dar gelirli tüketicinin yanında olduğunu da bugüne kadar öğrenememişim. Yardımcı olanlara teşekkürü borç bilirim…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

İki ülkede iki alışveriş (26) – Polonya

Ercüment Tunçalp

Bu hafta Polonya’dayız. Bir değişiklik yaptık, Polonya’da en rekabetçi ve en güçlü iki zincir (Lidl ve Biedronka) ile değil Kaufland ile fiyat kıyaslaması yaptık. Netice fazla değişmedi. Fiyat farkımız diğer kıyaslama yaptığımız ülkelere göre biraz azaldı ama en pahalı olma özelliğimizi koruduk.

Ülke idari olarak ‘voyvodalık’ (eyalet) sistemiyle yönetiliyor ve toplam 16 voyvodalıktan oluşuyor. Polonya 1999’dan beri NATO ve 2004’ten beri AB üyesidir. Ayrıca Schengen Bölgesi’ne dahildir, bu da AB içinde serbest dolaşımı kolaylaştırıyor. İşte feraha ermeleri bu kadar yeni…

Oysa 1989’da Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra, Polonya alt-orta gelirli ülkeler arasında sürünüyordu ve enflasyon da yüzde 900’dü. Bugün ise Polonya ekonomik üretimi 1 trilyon doları aşan uluslardan oluşan trilyonerler kulübünün en yeni üyesidir. İyi eğitimli iş gücü ve 38 milyonluk geniş tüketici pazarı da başarısına katkı sağladı. (Forbes)

Buna rağmen Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden bu yana temelde ekonomide biraz gerileme söz konusudur. Zira Rusya’ya yaptığı ihracat azalmış, aynı ülkenin doğal gaz akışını kesmesi ile de enerji maliyetleri artmıştır. Polonya’ya yerleşen bir milyondan fazla Ukraynalı mülteci yük olmak yerine kaliteli iş gücüyle vergi akışına katkı sağlamışlardır. Bu da işin iyi tarafıdır.

Bizimle ilişkilerine gelince; Polonya’ya ihracatımızda 145.4 milyon dolarlık büyüklüğü ile 3. sırada taze ve kurutulmuş meyve yer almaktadır (Ticaret Bakanlığı). Fiyat farklarına bakarken bunun da dikkate alınması isabetli olur.

İşte böyle bir ülke ile fiyat kıyaslaması yaptık.

  • Bizdeki fiyatlar 8 Aralık 2025 tarihinde Carrefoursa’dan alınmıştır. Kaufland fiyatları ise 20 gün önce Barış Kabakulak çekimleri ile kurumsal siteden aktarılmıştır. Yıllık enflasyonu %2,4 olan bir ülkenin 20 günlük fiyat değişikliği yok denecek kadar azdır.
  • Listenin birinci sütununda Polonya fiyatları Zloty cinsinden, ikinci sütunda Polonya fiyatları TL’ye çevrilmiş şekilde, üçüncü sütunda da ülkemiz fiyatları yer almaktadır. Güncel kurdan, 1 Polonya Zloty = 11.72 TL’dir.
  • Alışveriş tutarları arasındaki kıyaslamada döviz bazında yüzde 13 pahalıyız. Listedeki 26 üründen 12’sinde biz, 14’ünde onlar daha ucuzdur.
  • Listede yer alan 10 meyve sebze ülkemizde üretilmesine rağmen, birçoğunu ithal eden Polonya ile arayı yine de kapatamamışız. Düşündürücüdür!
  • Elma ülkesi olmamıza rağmen 90 TL’nin altında fiyatımız yoktur. Narenciye ülkesi olmamıza rağmen, Polonya’nın ithal ettiği greyfurt ve portakal fiyatlarıyla neredeyse aynı seviyedeyiz. Muz yetiştiren bir ülke olarak, Polonya’nın ithal ettiği üründen daha düşük yerli muz fiyatımız yoktur.

Buğday ülkesi olarak baget ekmek fiyatımız 3 katıdır. Normal ekmek de öyle.

  • Küresel markalara bakacak olursak; kahvede yüzde 38, enerji içeceğinde yüzde 22 daha pahalıyız. Bu fiyat şişmesinin ithalatçıdan mı, yoksa perakendeciden mi kaynaklandığı izaha muhtaçtır.
  • Polonya nüfusu 2025 yılında 38 milyon, kişi başına düşen milli geliri ise 24.933 dolardır (2024). İşsizlik oranı sadece yüzde 2.9’dur.
  • Polonya net asgari ücreti 2025 yılında 3.510 zloty (41.137 TL) ve 830 euro karşılığıdır. Yanına elbette bizim 446 euro (22.104 ) olan net asgari ücretimizi de koymamız gerekiyor. Ancak fark bu kadar da değildir. Polonya’da asgari ücretli sayısı 5 milyon iken, bizim asgari ücretli sayımız 11,2 milyondur.

Bunun yanında 21 AB ülkesindeki asgari ücretli sayısı 12.8 milyondur (Eurostat ve DİSK). Yani ülkemizde asgari ücretin bir tık üzerinde ücret alanları da eklersek, bu konuda AB’yi geçeriz. Görüldüğü gibi diğer ülkelerin asgari ücretli sayısı sembolik düzeyde kalmaktadır ve kıyaslamayı yetersiz kılmaktadır.

  • Bu durumda bile bizim asgari ücretlimiz, geliri kendisinden yüzde 86 fazla olan Polonya vatandaşına göre aynı alışverişe döviz bazında yüzde 13 daha fazla ödemektedir.
  • Polonya vatandaşı bu alışverişi 1 ayda 12 defa tekrarlayabilirken, bizim vatandaşımız aynı alışverişi 1 ayda 5.5 defa tekrarlayabilmektedir.
  • Bu çalışmada dikkate aldığımız güncel kurlar; 1 Euro= 49.60 TL, 1 Zloty= 11.72 TL, 1 Euro= 4.23 Zloty şeklindedir.
  • Eğer her iki tarafın da gelir ve fiyat seviyeleri benzerlik gösterseydi, bizdeki alışverişin tutarı 3.935 TL yerine 1.872 TL olmalıydı. Veya 3.935 TL’lik alışverişi yapan vatandaşımızın geliri 47.220 TL olmalıydı.

Sonuç olarak; sorunumuzun sadece yüksek enflasyon olmadığını, bu ortamı avantaja çevirmek isteyenlerin de varlığını yıllardır seslendiriyorum. Fırsatçı enflasyonu üzerinde boşuna durmuyorum. Bugüne kadar çok fazla örnek verdim. Bu yazıyı da boş geçmeyelim…

Küresel bir markanın birebir aynı ürününün (500 ml duş jeli) piyasada 204,89 TL’ye satıldığı yer de var, normal fiyatı 99.90 TL duyurup, indirimli olarak 59,90 TL’den satan (9-22 Aralık inserti ile) satış noktası da var. Bu markanın aynı ambalajda, içlerinde fiyatı 300 TL’yi aşan daha onlarca çeşidi de bulunuyor. Amaç tüketicide kafa karışıklığı yaratmak olsa da; bahsettiğim bu değildir, yan yana getirdiğim aynı iki ürün arasındaki farktır. Ben şimdiye kadar hiçbir gelişmiş ülkede, hiçbir üründe 3.5 kata varan fiyat farkına rastlamadım. Eminim markayı yönetenler de rastlamamışlardır. O zaman bize bu farkı izah etmeliler. Zira piyasa fiyat istikrarını korumak markanın sorumluluğundadır. Bunu sağlayamıyorsa, ya müşteriler arasında uyguladığı fiyat makası çok geniştir ya da bu istikrarın bozulmasına göz yummaktadır. Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın ortada ‘fiyatlamada davranış bozukluğu’ vardır. Bu da ilk fırsatta ele alınması gereken ayrıntılı bir konusudur.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Orta direk yıkılırsa…

Ercüment Tunçalp

İlk defa Turgut Özal tarafından seçim sloganı olarak kullanılan ‘orta direk’ tabiri, esasında o güne kadar çadırı ayakta tutan güç merkezi olarak bilinirdi.

O tarihten itibaren de ekonomiyi ayakta tutan gücün orta sınıf olduğu kabul görmüştü. Bu ifade orta direği sağlam tutmanın önemine bir vurguydu…

Peki kimlerden oluşuyor bu orta direk?

Ücretli çalışan (üst kademe yöneticileri hariç), esnaf, küçük çiftçi, emekli olup belli bir düzeyde gelire sahip olan ve bugün için temel ihtiyaçlarını zorlansa da karşılayabilen kesimler…

En fazla korunması gereken alt gelir grubunu çok dile getirdik. Yani onların önceliği vardır. Ancak uzun süren ekonomik sıkıntılar ve pahalılıktan dolayı orta direk için de tehlike çanları çalıyor. Ve devamında da reel sektörün en önemli sorunu haline geleceği gözüküyor. Maalesef reel sektör ancak orta sınıf ile ayakta durabilir. Zira üst gelir grubu sayıca yetersiz kalır. Alt gelir grubu ise sadece barınma ve karın doyurma ile yetindiğinden reel sektöre ilaç olamaz.

Ülkemizde GSYH’nin paylaşımını yüzde 20’lik dilimlere ayırırsak; en yüksek gelire sahip yüzde 20’nin (5. dilim) ülke problemleri ve yüksek enflasyonla pek ilgileri yoktur. En düşük gelire sahip son iki dilimlik yüzde 20’nin ise (1. ve 2. dilim), geçim derdine düştüğü için motivasyonu zaten kaybolmuştur.

Konumuz 3. ve 4. yüzde 20’lik orta gelir grubudur ki; işte tamamen kaybedilmek üzere olan da bu gruptur. On sene öncesine kadar “Bir evim, bir arabam olsun; senelik izinde de güzel bir tatil yapayım” hayalini orta sınıf dışında kalanlar kurmazdı / kuramazdı. Bugün ise bunu gerçekleştirmek orta sınıf için de hayli zorlaşmıştır. Daha iyi anlaşılması için istatistiklere bakmak yeterlidir. Yukardaki tablo üzerinden yorumlayalım…

TÜİK’in açıkladığı gelir dağılımı istatistiklerine göre; en zengin yüzde 20’lik grubun gelirdeki payı 2014 yılında yüzde 46,5 iken, 2023 yılında yüzde 48,1’e yükselmiştir. Aynı dönemde en yoksul yüzde 20’nin payı yüzde 6,1’den yüzde 6,3’e gelerek hemen hemen aynı seviyede kalmıştır.

Konumuz olan ve orta sınıfı gösteren, gelir dilimlerinin tam ortasındaki üçüncü yüzde 20’nin aldığı pay ise son 10 yılda yüzde 15,2’den yüzde 14,6’ya; yine orta sınıfa ait dördüncü yüzde 20’nin payı da son 10 yılda yüzde 21,5’den yüzde 20,7’ye inmiştir. Ve orta direk böyle yıkılmıştır. Yani orta sınıftan eksilen 1.5 puan en yüksek gelir grubuna ilave olmuş, böylece aradaki fark son 10 yılda 9,8 puandan 12,8 puana çıkmıştır.

Bir başka gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan Gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında iyileşmeyi, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eder. Gini katsayımız 2014 yılında 0,379 iken, 2024 yılında 0,418’e yükselmiştir. Eurostat verilerine göre AB ortalaması 0,344’dür. Dünya Bankası ölçüsüyle; endeksin 0,40 üzerine çıkması yüksek eşitsizliğin ifadesidir. Dünya’da 0,50’den yüksek ülke sayısı oldukça azdır. Ülkemiz ise gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisidir. Dünya Bankası’nın sıralamasına göre de 195 ülke arasında gelir dağılımının en bozuk olduğu 25. ülke olmuşuz.

Şimdi de kişi başı milli gelir hesabına bakalım. Türkiye 1trilyon 340 milyar dolarlık GSYİH ile (2024), dünyanın en büyük 17. ekonomisidir. Ancak vatandaşı ilgilendiren kısmı; 15.325 dolar olan kişi başı gelirimizle tablodaki 67. sıramızdır. Üstelik bu rakamın içinde ekonomiye dahil olan ama nüfusa dahil edilmeyen sığınmacılar da yoktur. Buna rağmen diyelim ki 2025 sonunda kişi başı gelirimiz 18.000 dolar olsun; dört kişilik ailenin evine aylık 1.500X4= 6.000 dolar girdiği varsayımı ortalama hesaptır. Zira toplam milli gelir toplam nüfusa bölünüyor. Yani bebekler, eğitim çağındaki çocuklar ve gençler, çalışamayan engelliler ile ev hanımları da hesabın içindedir. Peki nüfusun yüzde 80’i için böyle bir gelir ihtimali var mı? Hayır.

O zaman halk fakirleşirken kişi başı gelirin 18.000 dolara çıkmasının (tahmin) anlamı; suni olarak kurun baskılanması ve enflasyonun serbest kalması ile halkın reel gelirinin azalmasıdır. İşte bu nedenle çoğunluk bununla ilgilenmiyor.

Sonuç olarak; bazılarının söylediği gibi bu sorun küresel değildir. Elbette bize benzeyen ülkeler vardır. Ancak ABD’de (gelir eşitsizliği olmasına rağmen) ve Avrupa’da orta direk kendisini muhafaza etmektedir. Dünyanın her yeriyle gelir ve fiyat düzeylerini karşılaştırıyoruz. Arşivimizde 25 ülke ile yaptığımız kıyaslamalar görülebilir. Vardığımız ortak sonuç, dolar ve euro bazında geliri bizden kat be kat fazla olan ülke vatandaşlarının, temel ihtiyaçlarını bizden çok daha ucuza getirdikleridir. Onların yıllık yaşadığı yüzde 2-3 enflasyonu bizim aylık olarak yaşadığımız bir başka gerçektir. Üstelik o ülkelerdeki orta sınıfın avantajı, sadece market arabalarını bizden daha ucuza doldurmaları da değildir. Kira öder gibi ev sahibi olmaları, aynı otomobilleri daha fazla gelir ile yarı fiyatına alabilmeleri, her türlü mobilya ve teknoloji ürünlerine bizden kolay ulaşabilmeleridir. Bu durumda; o ülkelerle en küçük bir benzerliğimiz var mı?

Bugün ülkemiz 2 sınıfa doğru yol almaktadır; zenginler ve yoksullar…

İşte esas sorun budur. Alım gücünün nasıl aşağı doğru gittiğini açlık ve yoksulluk sınırı istatistikleri göstermektedir. Gıda perakendecileri dışındaki diğer perakendecilerin durumu da bunu teyit etmektedir. Gelirin gerçek enflasyon kadar artırılmaması yanında; zengin ve yoksulun eşit oranda ödediği dolaylı vergilerin yüksekliği de orta ve alt gelir grubunu sürekli geri götürüyor.

Eğitimli iş gücü kendi ülkesinde gelecek göremediği için yurt dışına gidiyor. İşte bunun için reel sektör yeni bir dünyanın programını yapmak zorundadır. Zira orta sınıf ile birlikte orta ölçekli işletmeleri de zor günler bekliyor.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER