Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

İki ülkede iki alışveriş (16)

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Uzun zamandan beri onlarca ülke ile yaptığımız fiyat kıyaslamalarında öyle bir noktaya geldik ki; artık döviz bazında da bizden pahalı ülke bulmak hayli zorlaştı. Önceki yıllarda alışveriş için ülkemize gelen yakın komşularımız arasında da artık eski şöhretimiz kalmadı.

Romanya ve Macaristan’dan sonra bu yazımızda da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bulunan tarihi Central Hall ile ülkemizdeki Carrefour fiyatlarını karşılaştırdık. Listenin birinci sütununda Central Hall fiyatlarını leva olarak, ikinci sütunda bu fiyatları güncel kurdan (1 leva= 19,33 TL) TL olarak göreceğiz. Üçüncü sütunda ise Carrefour fiyatları yer alacaktır. Sofya fiyatlarını YouTube kanalından aktaran Enes Yankaya’ya da emekleri için teşekkürler…

Önce kıyaslamamızı zorlaştıran bazı hususları belirteyim.

  • Listede görüleceği üzere arada bizim aleyhimize büyük fiyat farkı vardır. Kaldı ki kıyaslamaya dahil etmediğim pahalı alkollü içecek fiyatları (viski, rakı, votka) komşuda bizim fiyatların ortalama yarısı seviyesinde olmasına rağmen listede yer vermedim. Yoksa aradaki farkın daha da açılması kaçınılmaz olurdu. Ülkemizde üretilen Tekirdağ rakısı bile bizim raflarda yüzde 47 daha pahalıdır.
  • Bulgaristan’da çarşı, pazar, market fiyatlarında istikrar vardır ve tezgahtan tezgaha fazla oynama yoktur. Bizde ise benzer satış noktaları arasında bire bir aynı markalı ürünlerde bile fiyat farkı yüzde 50-60 oranlarına ulaşabiliyor.
  • Satın alma gücünü kıyaslamak üzere ele alınacak en sağlam veri asgari ücretli çalışan geliridir. Ancak bizim ülkemizde asgari ücretli çalışan oranı yüzde 57 olmasına karşılık Bulgaristan’da sadece yüzde 14’dür. Dolayısıyla bizim tarafta ortalama ücret haline gelen gelir ile diğer taraftaki küçük bir çalışan grubunun gelirini karşılaştırmış olacağız. Bunu da kenara not edelim.

Şimdi de ilişikteki liste üzerinden kıyaslamalara başlayalım…

  • 33 kalemlik listemizde sanal alışverişin Bulgaristan tarafındaki tutarı 122,15 leva, karşılığı ise 2.360,95 TL iken; Türkiye tarafındaki tutarı 3.411,70 TL’dir.
  • Alışverişin yapıldığı tarihte 1 Bulgar levası 19,33 TL karşılığıdır. 1 Euro1,95 Bulgar leva karşılığıdır. 1 Euro 37,98 TL karşılığıdır.
  • Ülkemizde asgari ücret 17.002 TL iken Bulgaristan’da 933 Leva’dır ve bu ücret 18.035 TL karşılığıdır. Her iki ücretin güncel kurdan karşılığı ise Türkiye’de 448 Euro, Bulgaristan’da 475 Euro dur. Ancak küçük bir istisna dışında Bulgaristan’da aylık ortalama net ücret 1.662 Leva olup, karşılığı 843 Euro dur. Bunu kullanmayacağız ama yine de aklımızda tutmalıyız…
  • Asgari ücretli bir Bulgar vatandaşı aylık geliri ile bu alışverişi 1 ay içinde 8 defa tekrarlayabilirken, aynı alışverişi Türk vatandaşı 5 defa yapabilmektedir. Başka bir ifade ile Bulgar tüketici bu alışverişi gelirinin yüzde 13’ü ile yapabilirken, aynı alışverişi bizim tüketicimiz gelirinin yüzde 20’si ile yapabilmektedir.
  • Listede görüleceği üzere döviz bazında bizde daha pahalı olan ürün sayısı hayli fazladır (22 adet). En ilginç tarafı; komşudaki ithal muz fiyatının yüzde 158 fazlası bizim yerli muza aittir. Dana eti fiyatı da bizde yüzde 180 daha yüksektir. Ancak hâlâ bazı spekülatörler fiyat artışı çığırtkanlığı yapmaktalar.
  • Su yüzde 100, yerli ürünümüz bira yüzde 60, ayçiçeği yağı yüzde 49 döviz bazında bizde daha pahalıdır.
  • Eğer her iki tarafın gelir ve fiyat düzeyleri benzerlik gösterseydi bizdeki alışverişin toplamı 3.411,70 TL yerine 2.237 TL olmalıydı. Veya 3.411,70 TL’lik alışverişi yapan vatandaşımızın asgari ücreti 25.929 TL’yi bulmalıydı.

Sonuç olarak; bu olumsuz tablo son yıllarda oluşmuştur. Kişi başına milli gelir 2002 yılında Türkiye’de 3.688 dolar iken Bulgaristan’da 2.093 dolar idi. 2023 yılına geldiğimizde ise kişi başı milli gelir Türkiye’de 13.109 dolara, Bulgaristan’da 16.087 dolara ulaşmıştır. (Kaynak: Euronews- Ekonomim)

Böylece son 21 yılda Türkiye’de gelir 3,5 kat artarken, Bulgaristan’da 7,6 kat artmıştır.

Hep büyüme ile övünürüz ya; işte her iki ülke vatandaşına da yansıyan büyüme rakamları yukardadır. Komşunun 2023 yılı işsizlik oranı yüzde 4,3 ile enflasyonu da yüzde 4,7 seviyesiyle fark yaratmaktadır. Yirmi yıl öncesine kadar hiçbir şekilde kıyaslanmayı kabul etmediğimiz Bulgaristan ile aramızdaki son durum budur. AB’ye katıldıkları 2007 tarihinden itibaren (Romanya ile birlikte) kaderleri değişmiştir. Bizde ise refah seviyesi tartışmalı konudur.

En yüksek gelire sahip ilk yüzde 20’lik dilimin (17-18 milyon) yaşantısına bakarak; “işte pahalı telefon kuyrukları, dolu olan lokantalar, kafeler; demek ki durum anlatıldığı gibi değil” sonucu çıkaranlar esas tabloyu gözden kaçırıyorlar. Zira bizim nüfusumuz 85 milyon ile sınırlı olmadığından kişi başı milli gelir hesabında ince ayar gerekiyor. Sığınmacıların ürettikleri mal ve hizmetleri toplam milli gelire dahil edeceksiniz ama kendilerini nüfusa dahil etmeyeceksiniz. Bu hesap gerçeği yansıtır mı?

“Efendim uluslararası hesaplar da böyle yapılıyor.” Olabilir, yüzde yarım sığınmacı barındıran bir ülkede hesaplar fazla etkilenmez. Oysa bizim gibi nüfusunun en az yüzde 10’u oranında geçici sığınmacıya sahip bir ülkede kişi başı milli gelir rakamı çok değişebilir. Örneğin asgari 8,5 milyon geçici sığınmacıyı da ilave edersek ülkemizde yaklaşık 94 milyon insan yaşadığını varsayabiliriz. Bu durumda da kişi başı milli gelirimiz 11.904 dolara iner.

Kaldı ki Almanya “240 bin göçmenin ekonomiyi olumsuz etkilediğinden” bahsederken, bizim misafirperverliğimizin maliyetini ölçmek zor olmasa gerek…

 

Kaynak:

  • 2023 yıl sonu nüfusumuz 85.372.377 kişidir (TÜİK).
  • 2023 yılı GSYH 1 trilyon 119 milyar dolardır (AA).
  • 2023 yılı kişi başı GSYH 13.109 dolardır (TÜİK).
  • Göç İdaresi Başkanlığı’na göre ülkemizde 4.449.333 yasal kalış hakkı olan yabancı bulunmaktadır. En az 4 milyon da her gün kaçak yollardan ülkeye girmeye devam eden veya yasal kalış hakkı bulunmayan Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve diğer Asyalı düzensiz göçmenlerin varlığı için asgari ölçüdür.
Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Nobel getiren özverili çalışma

Ercüment Tunçalp

Bir Türk vatandaşının Nobel Ödülü almasını milletçe kutluyoruz ama bunu bir seri sportif başarının sonucu gibi algılamazsak iyi olur. Ekonomisi sorunlu bir ülkenin iktisatçısı bu ödülü almışsa; hangi çalışmalarla hedefe ulaştığına iyi bakmak gerekir. Öyle ya eğer Acemoğlu bu günkü ekonomi yönetimi ile aynı fikirleri paylaşsaydı, uygulamada başarısız olmuş bir sisteme ait önerilere bu ödül verilebilir miydi?

Elbette hayır…

Peki Daron Acemoğlu hangi çalışması ile bu ödülü kazanmış oldu?

Her ne kadar Nobel getiren çalışmanın etiketi, “Kurumların nasıl oluştuğu ve refah üzerindeki etkileri” olsa da aynı ekibin (bir kişi eksiği ile) 11 yıl önce kaleme aldığı “Ulusların Düşüşü” isimli kitapta da bu konu işlenmişti.

Dolayısıyla daha öncesi de olduğundan, uzun bir maratonun sonunda gelen bu ödülün, emek ve özveri dolu bir çalışma süreci geçirdiğini söyleyebiliriz.

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü açıklamasında; “Ödül sahipleri bir ülkenin refahı için toplumsal kurumların önemini ortaya koydular. Hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu ve halkı sömüren kurumların bulunduğu toplumlarda büyüme ya da daha iyiye doğru değişim gerçekleşemez. Ödül sahiplerinin araştırmaları bunun nedenini anlamamıza yardımcı oluyor” deniyor.

Daron Acemoğlu’nun bu ödülü eninde sonunda alacağını biliyorduk. “Ulusların Düşüşü” kitabını yıllar önce (Türkçe ilk baskı 2017) satır satır okumuş, notlar almıştık. Zira ülkemiz adına ders çıkartılacak birçok küresel örnek vardı kitapta. Peki esas okuması gerekenler (direksiyonda olanlar) buradan dersler çıkartmış veya az da olsa iyileşme sağlamışlar mıdır?

Hayır!

İşte bunun için bizler Daron Acemoğlu’nu alkışlarken, dışardan ülkemize bakanlar da bizi alkışlıyor (!) olabilirler. Bu bakımdan neyi alkışladığımızı iyi bilelim. Kitapta ülkeler gruplara ayrılarak hangilerinin neden fakir kaldıkları, hangilerinin de neden zenginleştikleri anlatılıyor. Bizim hangi tarafta yer aldığımızı anlamak da okuyucuya kalıyor.

Kitaptan kısa bir alıntı (s. 357) ile devam ediyoruz…

“Bugün uluslar neden başarısız oluyorlar?” sorusunun cevabı; “Çünkü böyle ulusların sömürücü kurumları insanların tasarruf, yatırım ve yenilik için ihtiyaç duydukları teşvikleri sağlamıyorlar. Sömürücü siyasal kurumlar sömürüden çıkar sağlayanların gücünü pekiştirerek bu ekonomik kurumlara destek sağlıyorlar.” Bir yerlerden tanıdık geliyor mu?

Şimdi de Acemoğlu’nun kendi ülkesine dair düşüncelerine bakalım:

  • “Türkiye ekonomisinin şu anki durumuyla sonuç getiren politikalar geliştirmek için kadroya gerek var. Bu kadro şu anda yok.”
  • “Türkiye’nin problemleri çok daha yapısal, bir tek enflasyonu azaltarak çözülecek şeyler değil. Bu yapısal problemlere (yolsuzluk, verimsizlik, teknolojiye yeterince yatırım yapılamaması, eğitim durumu, kurumların kötüleşmesi) çözüm getirmediğimiz sürece aslında ekonominin potansiyelinin çok altında kalacağız.”
  • Türk demokrasisi de şu anda iyi bir durumda değil. Eğer uluslararası araştırma gruplarının sheet score’larına bakarsanız hepsi Türkiye’deki demokrasinin özellikle son on sene içinde geriye gittiğini, zayıfladığını gösteriyorlar.”
  • Yargı kurumlarında bağımsızlık yok, parlamento çok zayıfladı, Cumhurbaşkanlığı sistemi merkezileşme getirdi.” (Kaynak; euronews)
  • Bu kadar insanın göçü çöküşe yol açar. Türkiye bunun eşiğinde.”
  • “Önemli olan reel faiz. Eksi reel faiz hangi yatırımcıya güven versin?” (Kaynak: T24)

Farklı zaman ve mekanda söyledikleriyle de devam edelim;

Medyayı ele geçirip, yanlış bilgilerle demokrasiye karşı cephe açan yönetim tarzı devre dışı kalmalıdır. Büyüme olsa bile halka refah getiremiyorsa kıymeti yoktur. Üretkenlik sorunu (elindeki kaynakları üretken kullanamamak) halledilmelidir. Geleceği doğru düşünüp, hazırlıklar buna göre planlanmalıdır. Çalışanın yanında durmayan demokrasi ölür. Okullarda evrensel değişimi yakalayan eğitim verilmelidir.”

Bu topraklarda doğmuş olan Daron Acemoğlu, ülkesini seven ve o ülkenin her zaman gelişmesi önündeki engelleri bıkmadan usanmadan söyleyen başarılı bir iktisatçımızdır. Dünyanın yararlandığı bu kişiden, kendi ülkesine olan ilgisini mesleki görüşü dışında siyasi açıdan değerlendirmek zorlama olur. Bir an önce faydalanmak ve hangi görüşleriyle ödüle layık bulunduğunu bilmek yönetim kademelerinde bulunanlar için hayati öneme sahiptir.

Yapılan çalışmalar, her topluma göre eksikliği duyulan yapısal reformların önceliğine işaret etmektedir. Buna bir türlü yanaşmayan yönetimlerin diğer icraatlarına sıra gelmeyeceği de çıkarılması gereken en önemli sonuçtur. Ve de en kısa özet; ‘sağlam kurumlar inşa edemeyen ülkelerde refah artmaz’ veya ‘pasta büyürken iyi paylaşılamıyorsa kalkınma da olmaz, refah da gelmez’ şeklinde okunmalıdır.

Sonuç olarak; Nobel’i paylaştığı Simon Johnson ve James A. Robinson beraberliği de gösteriyor ki, çalışmalar küresel genişliktedir. Yani uzun araştırmalar sonunda gelen ödülün hangi önerilere verildiği gelişmekte olan bütün ülkeleri ilgilendiriyor. Bizim için hedef ise şimdilik tren kaçtığına göre bunu okuyup sindirecek seviyede öğrenciler yetiştirmek olmalıdır.

Kadın öğretmenin giyim kuşamını eğitim programına almak yerine, çağdaş ve kaliteli eğitim planlayarak ilk aşamada beyin göçüne engel olmak gerekir.

Yoksa o göç daha çok batı ülkelerine yönelir, kişisel gelişim orada sağlanır, meyvesini başkaları yer; kazanılan ödüllere sevinmek de bize düşer…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Gıda hileleri ve sosyal medya geyikleri

Ercüment Tunçalp

Önce en bilinen tarafından başlayalım. Ülkemizde taklit ve tağşiş konusuna çok kolay cüret edilmesi hiç yeni değildir. Enflasyonun patlaması ile cesaretin rekor seviyeye ulaşması ise 3-4 senelik mevzudur.

1 Mart 2022 tarihinden itibaren ara verilen ifşa mekanizmasının çalıştırılması konusunda, bizim kadar bıktırıcı sayıda yazı kaleme alan başka bir kaynak yoktur. Büyük para cezalarının caydırıcı olamayacağını, hatta fiyat artışlarına sebep olacağını; tek caydırıcı cezanın ise markayı vitrine koyan kamuoyu açıklaması olduğunu söyledik. Ve 2 Ekim 2024 tarihinde açıklanan ilk listelerde gördük ki; bu duyuruların kalıcı olarak iptal edildiğini zanneden hilekarlar bir hayli coşmuş. Artan cesaret bilhassa bal, sızma zeytinyağı, kaşar peynir ve tereyağı çeşitlerinde zaten sahte olduğunu bildiğimiz (fiyatlarına ve görsel özelliklerine bakarak) birçok ürünü listelerde karşımıza çıkartmıştır. Elbette halk sağlığı açısından bu gelişmeyi sevinçle karşıladık. Ancak sosyal medyada o kadar aslı astarı olmayan görüşle karşılaştık ki; bu haftaki yazıyı iptal ederek yerine yeni bir yazı kaleme almak şart oldu.

Bal, zeytinyağı, tereyağı konuları tartışılamayacak kadar net olduğundan, üzerinde fazla konuşulmadı. Ancak et ürünleri daha çok bilgi eksikliğinden kaynaklanan şekilde kafa karışıklığına sebep oldu ve isteyenin istediği şekilde kullanacağı hale geldi. Şimdi hatalı bulduğum görüşleri aydınlatmaya çalışacağım…

  • “Domuz eti pahalı, hile yapan neden bu eti kullansın?” deniyor.

Pahalı olan et çiftliklerde yetiştirilen hayvanlara aittir. Burada kullanılması ihtimal dahilinde olan ise yaban domuzudur. Ülkemizin her yerinde ormanlık, çalılık ve bataklık bölgelerde çok sayıda bulunur. Hatta Bodrum’da, İstanbul Sarıyer’de, İzmir’de yerleşim yerlerinin yakınlarında gezindiklerini gösteren birçok görüntü vardır. Yani yaban domuzu eti bedavadır, sadece avcılık maliyeti vardır.

  • “Bazı analiz raporlarında %0,1 oranı var. Bir işletme hile yapacaksa binde bir için yapar mı?” diyerek kesin teşhis konuluyor!

Bu oran ürünlerde tespit edilmiş olan domuz eti oranı değildir. Analiz yönteminin hassasiyet derecesidir. Yani bu yöntemle köfte veya döner karışımı içinde binde bir kadar az domuz eti olsa bile bulunabileceğine işaret eder. Ünlü bir ekonomist ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi’ oluyor ve diyor ki; “Bir işletme salak mı da binde bir oranında domuz eti kullansın?”

Bir kişi uzmanlığı dışındaki bir konuda; lakırdı etmeden önce araştırma ve empati gereği duymazsa, diğer doğru söyledikleri de sorgulanır hale gelebilir.

  • Köftesinden domuz eti çıkan bir başka yemek şirketinin kendi hesabından duyurduğu savunmasına da bakalım mı?

“Bizim ne kadar bayrağını seven, istihdam konusunda hassas, devlete vergisini veren, ailemizin dini, dünyevi, uhrevi hassasiyetini tüm halkımızın bildiği kanaatindeyiz.” Tamam da tağşiş tespiti ile alakasını çözemedim!

  • “Efendim tanınmış marka sahipleri markasını bu şekilde tehlikeye atar mı?” görüşü ise yaşanan süreci dikkate almadığı için geçersizdir. Oysa ülkemizde böyle örneklerden o kadar bol var ki, markalarını tehlikeye attıklarını düşünmüyorlar. Çünkü; yetersiz para cezası kimsenin umurunda olmayıp, uzun süre ara verilen duyurular ise cesaret artırıcı olmuştur. Geçmişte olduğu gibi en son 31 aylık ara ile de “bize bir şey olmaz” inancı hile sayısını artırmıştır.
  • “Analiz sonuçları neden 10 gün sonra çıkıyor? Normal prosedürde olumsuz analiz sonuçları hızlı bir şekilde ilgili zincirin şubesine bildirilmeliydi” eleştirisi var. Teknik olarak en hızlı şekli budur. Yıllar önce bu sonuçlar daha da geç çıkardı. Teknolojik gelişmeye rağmen süreç ancak bu kadar kısalabiliyor. Ancak şubeleri ile merkezi arasında iletişim sıkıntısı yaşayan işletmelerin bünyesinde bu süreler bile problem yaratabilir.
  • “Bize şahit numune bırakmadılar” şikayeti ise oldukça şaşırtıcıdır. Gıda kontrolörlerine biraz ayıp olur. Şahit numuneyi mühürleyerek muhatabına teslim etmek görev tanımının ilk şartıdır. Yıllarca kendi sorumluluk alanından binlerce numune vermiş bir kişi olarak söylüyorum; bir kere bile bu aşamanın aksadığına tanık olmadım. İlgili şube iyi muhafaza edememiş, konulduğu yer unutulmuş veya kaybedilmiş olabilir. Çok rastlanan olaydır!

Sonuç olarak; yurt içinde ve yurt dışında yapılan kontrollerde bulunan rekor seviyedeki tağşişe sosyal medyada bir de arka pencere açma gayreti görüyorum.

Neredeyse bu sonuçları işletmelerin dışından bir gizli el organize ediyor. Ne yazık ki bu durum ülkedeki bölünmüşlüğün gıda hilelerine yansıyan yüzüdür. Duracağı yeri siyasi görüşe göre tanzim edenlere ve işi sulandırmaya çalışanlara “afiyet olsun” demekten başka söylenecek söz yoktur.

Biz ise bugüne kadar Tarım ve Orman Bakanlığı’na yönelttiğimiz eleştirilere ara vermiyoruz ve hâlâ diyoruz ki; 31 aydır neleri yediğimizi ve hangi sağlık risklerini üstlendiğimizi bilmiyoruz. Bunu nasıl telafi edebileceğiz?

Ancak zararın neresinden dönülürse kârdır diye düşünürsek; ifşa mekanizmasının sürekliliğini desteklemek zorundayız.

Listede adı geçen firmaları hiç ayırmayalım; zira şimdiye kadar suçunu kabul edene rastlamadık. Hata yaptığını bile söyleyerek özür dileyen de olmadı.

Daha fenası, şimdiye kadar işletmesine arının ürettiği bal girmeyen sözde bal firması da kendisine kumpas yapıldığından bahsedebildi.

Sosyal medyada dolaşan “bir işletmeye çökme organizasyonu” iddiaları ise bizim konumuz olamaz. Büyük ihtimalle mahkeme, ilgili işletmenin muhatap olduğu tehdit suçu tarihi ile numune alma tarihi arasında geçen 4 yıla bakarak, hangi sabırlı sabotajcının marifeti olduğunu çözebilir. Numune alınan iki farklı şubenin (Çankaya- Etimesgut), iki ayrı tarihte (15-02-2024 / 29-02-2024) ziyaret edileceğinin önceden tahmin edilmesi ve yine iki ayrı ürüne (köfte ve döner) birden domuz eti karıştırılması, piyango biletinin 6 haneli rakamına en büyük ikramiyenin isabet etmesi kadar düşük ihtimaldir. Eğer başarılmışsa, belki de ilerde tez konusu olarak ele alınması mümkün olabilir!

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Tağşiş yapan firmaların keyfi kaçtı!

Ercüment Tunçalp

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yıllardır açıkladığı taklit tağşiş listelerine 1 Mart 2022 tarihinden itibaren bilmediğimiz sebeplerle ara verilmişti. Hilekârlar tam 31 ay mutlu bir hayat sürdüler. Bu süre içinde defalarca bu uygulamaya neden ara verildiğini sordum durdum. Nihayet 2 Ekim 2024 tarihinde uygulama tekrar devreye girince gördük ki; bu hilekârların cesareti pik yapmış.

Sadece tağşişli ürünü üretenlerin mi?

Hayır, yine gördük ki; ucuz ürün satmak uğruna bazı sorumsuz perakendeciler de kendi kalite kontrol prosedürlerini çalıştırmadıkları gibi bir de bile bile (çünkü hileli ürün fiyattan da anlaşılır) raflarda bu ürünlere yer vermişler. Bu bakımdan uygulamanın yeniden devreye girme zamanlaması çok isabetlidir.

Elbette bu gelişmeyle birilerinin rahatı bozulacaktı. Dürüst firmaların er geç haksız rekabetten olumsuz etkilenmeleri de son bulacaktı. Bu yola girilmiştir. Tüketici sağlığı çok büyük risk altındaydı ve hâlâ da tehlike geçmiş değildir ama hiç olmazsa bilgilenme imkanı artanlar biraz daha rahat korunacaklardır.

Peki huylu huyundan vazgeçer mi?

Listelerde daha önce gördüğümüz birçok firmanın çarpık üretim anlayışı maalesef sürüyor ve hâlâ raflarda yer almayı da başarıyorlar.

Tağşişli bir baharat markası; yıllar önce “O ürünler sadece yurt dışına gönderilmişti” diye açıklama yaparken, bugün yine onlarca ürünüyle ve aynı kabahatlerle listelerde yer almıştır. Tağşişli ürünü rafında bulunduran bazı rahat perakendeciler ise “Tağşişli ürünlerin parti numarası şuydu, bizdeki ise bu” gibi anlamsız ve geçersiz savunmalarını sürdürmekteler.

Şimdi buradan soruyorum; hile yapmayı alışkanlık haline getiren bir girişimci zamana veya müşteriye göre değişik tavır sergiler mi?

Devlet kontrolündeki bir kooperatif marketin; hem de kendi markasını taşıyan sızma zeytinyağı içine düşük kalite yağlar karışabiliyor.

İstanbul’un meşhur bir börekçisinin birçok şubesinde (Kağıthane, Şişli, Beşiktaş, Beyoğlu, Sarıyer ve her yerde) ayrı ayrı yapılan denetimlerde dana kıyma içeriğinde sakatat ve kanatlı eti bulunabiliyor.

Büyük bir perakendecinin yüksek kâr marjına rağmen, dana kıyma içine deri dokusu karıştırmaya tenezzül edebilmesi de şaşırtıyor.

Ankara’da, önünde sıra beklenen meşhur köftecinin (adı açıklandı) pişmemiş köftesinden alınan numunede tek tırnaklı eti (at veya eşek eti) tespit ediliyor.

‘Gıda Dedektifi’ hesabının sahibi Musa Özsoy, yine Ankara’da bulunan bir başka tanınmış lokanta zincirinin iki ayrı şubesinden ve iki farklı zamanda alınan dana eti ürünleri numunelerinde domuz eti tespit edildiğini, elindeki devletin belgelerinden açıkladı. Şirketin, tağşiş listesinde yer almasına rağmen açıklamayı engellemek üzere mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı aldığını, bunun için de şimdilik marka adını açıklayamayacağını belirtti. Yakında bu markanın gecikmeli de olsa açıklanacağından herkes emin olabilir. Ege’de önemli kapasiteye sahip bir işletmeden çıkan zeytinyağında 44 farklı partide tağşiş tespit edilmiş bulunuyor. Buna rağmen ülkenin en büyük e ticaret siteleri bu tip ürünlerin satışına devam edebiliyorlar.

Bir başka tağşişli sözde sızma zeytinyağı markasına eklenen “organik” açıklaması var. Oysa ürün konvansiyonel bile değil. Organik üretim sağlıklı beslenmenin pahalı bir yoludur. Bu ürüne düşük kaliteli yağ karıştırmak ise iki defa aldatmaktır. Yine “organik” etiketi ile satılan bir dondurmada bitkisel yağ çıkmış bulunuyor. Girişimci normal dondurmayı bile üretmekten aciz olmasına rağmen, üstüne bir de organik sertifikası alabilmiş. Bir adım ötesi de sertifika kuruluşunun yetkisine son vermek ve cezalandırmak olmalıdır.

Dünyada güvenilir bir kulvar olan organik (ekolojik- biyolojik) üretimin ülkemizde henüz sağlam zemine oturmadığı da bu vesile ile anlaşılmaktadır.

Bir indirim marketinin birinci sorumluluğu sağlıklı ürün satmaktır, ucuz ürün satmak değil. Uyarılara rağmen aylarca tağşişli olduğu belli olan bir balın satışına devam etseler de sonunda hilenin belgesi ortaya çıkmıştır.

Başka bir indirim marketi de geçmişten ders almak yerine kendi özel markası olan sözde sızma zeytinyağına düşük kalitede yağ karıştırılmasını ısrarla hoş görmektedir. Bakanlık listesinde hileyi görmesine rağmen satışı sürdürmesi ise pişkinliğin derecesini gösteriyor. Oysa yapılacak olan hamle üretici ile olan ilişkiyi hemen sonlandırmak ve tazminat davası sürecini başlatmak olmalıydı.

Reklam kampanyaları ile tezgahlara girmeyi başarmış olan bir Kayseri markasının dana sucuk ürününde baş eti ve sakatat tespit edilmiştir. Dana sucukta bu karışımı yapanın, pastırmada ve diğer et ürünlerinde sağlam üretim yapması beklenemez. Artık bunun kurum kültürü haline geldiğini tüketici de perakendeci de anlamalı ve böyle markalardan uzak durmalıdırlar.

Sonuç olarak; bunu alışkanlık haline getirenlerin ticari ünvan ve marka değiştirerek üretimi sürdürebilmelerinin de önü mutlaka kesilmelidir. Tüketiciye düşen sorumluluk ise Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı guvenilirgida.tarimorman.gov.tr sitesinden güncel yayınlanacak olan hileli ürünleri öğrenerek bunları hayatlarından çıkartmak olmalıdır.

Marka yerine geçen birlik, vakıf ve kooperatif gibi kavramlar kalitenin kesin garantisi olamaz. Zira ancak bu işletmelerde, yönetici liyakati ve niyeti üretimin kalitesine yön verebilir. Listelerde oldukça fazla tanınmış marka da yer almaktadır. Ve yine görüleceği üzere tüketiciden özür dileyen tek firma yoktur. Güya kendilerine iftira atılmaktadır ve yasal haklarını kullanacaklardır. Yani çok sık duyduğumuz inkar söylemleri devrededir. Oysa teknolojinin bugün geldiği seviye ile hata payı neredeyse sıfıra yakındır. İnşallah bu güncel duyurular devam edebilir. Zira hilekârların yer aldığı grup o kadar kalabalık ki: bu uygulamayı sekteye uğratmak üzere her imkanı kullanacaklardır. Dolayısıyla aksama ihtimali olduğundan, bu konudaki endişemi buraya not etmeden geçemeyeceğim. Ancak buna rağmen tüketicinin yaşadığı ekonomik zorluklardan faydalanmak isteyen bu çürümüş zihniyet; eninde sonunda toplumun kararlı mücadelesine yenik düşecektir.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER