Ercüment Tunçalp
Market enflasyonunun farkı!
Nielsen’in yeni yayınladığı; hızlı tüketim ürünlerine ait yukardaki tabloda, Ekim ayı toplam enflasyonu yüzde 33.4 çıkmıştır. Oysa Ekim ayı TÜFE oranı yüzde 25.24 idi.
Tabloda görüleceği üzere süpermarket enflasyonunu yukarı çeken kategoriler; kağıt ürünleri, ev temizlik ürünleri ve kişisel bakım ürünleridir.
Yukardaki tabloda yer almayan sebze meyve yıllık enflasyonu ise bu oranın da üzerinde çıkmıştır. TÜİK verilerine göre Ekim ayında 23 kalemden oluşan sebze enflasyonu yüzde 37.49, 9 kalemden oluşan meyve enflasyonu da yüzde 33.81 çıkmıştır (Kaynak: THD- Tüketici Hakları Derneği).
Biz buna rağmen market enflasyonunu alt sınırdan, yıllık yüzde 33.4 kabul etsek bile ülke enflasyonuna göre +8 puan fark oluşmaktadır. Bunun sebebi de; TÜFE ürün sepeti ile gıda perakendecisinin ürün sepetinin farklı oluşudur. Elbette çakışan ürünler vardır ama onların da neticeye tesir eden ağırlıkları farklıdır.
Bu önemli bir ayrıntı olup, işimize yön vermede öncelik alması gereken bir husustur. Demek ki dikkate almamız gereken enflasyon oranı yüzde 33.4 dür.
Aksi yapılırsa (yani TÜFE dikkate alınırsa);
- Bu yılın gerçekleşen performansı, olduğundan iyi görünür ve yanıltıcı olur.
- Satış ve satınalma departmanlarının prim hesabı doğru sonuçlanmaz.
- Satış hasılatını gerçek enflasyondan arındıramayan işletme, giderlerinden de ne kadar tasarruf yapması gerektiğini ölçemez.
- Önümüzdeki yılın bütçesi yanlış varsayıma dayandırılır ve risklere açık olur.
- Tedarikçi ilişkilerinde, gerçekle ilgisi olmayan yapay performans artışları ödüllendirilir ve para kaybedilir.
Yıl sonundaki ücret ve dönem sonundaki kira artışları, yıllık ülke enflasyonuna göre şekillense de, ticarete yön veren mutlaka market enflasyonu olmalıdır.
Ana fikir, her şirketin kendi enflasyonuna bakmasıdır. Yıllardır devamlı söylediğimiz de budur.
Yine Nielsen’e göre; enflasyonu yüzde 33.4 olan gıda perakendecilerinin 2018 ilk 10 aylık ciroları, geçen yılın aynı dönemine göre ortalama yüzde 18.8 artış göstermiştir. Bu tablo, ilk tablo ile birlikte değerlendirildiğinde; yüzde 14.6 reel küçülmeyi işaret etmektedir. Zira bakılması gereken; ciro büyümesinin enflasyondan arındırıldıktan sonraki reel durumudur.
Geçtiğimiz senelerin yıldızı olan indirim marketleri de, ortalama artış oranının altında kalmışlardır. Yani şube sayılarını artırmışlardır ama reel olarak onlar da küçülmüşlerdir.
Diğer formatların ciro büyümesi daha da düşüktür (bakkal hariç).
Araştırmayı yapan şirketin sektöre yaptığı katkı her türlü takdire değerdir. Zira birinci tablodaki enflasyon oranları hangi elden çıkmışsa, ikinci tablodaki ciro artışları da aynı elden çıkmıştır. Bu bakımdan tam bir eşleşme ve uyum vardır.
Bütün bunları teyit eden bir başka sonuçta; finansal raporların üçüncü çeyrek sonuçlarına göre, en başarılı perakendecilerimizin bile aynı mağazada ortalama sepet tutarı artış oranı (%15) enflasyon payının yarısına ulaşamamıştır.
Bu da müşteri başına satışın küçülmeye başladığını teyit etmektedir.
Giderlerin enflasyon kadar artacağı kesin olduğuna göre, hasılat enflasyonun gerisinde kalıyorsa normalde kârlılık düşer.
Bundan korunmak için giderlerden yapılacak tasarruf sınırlı kalacağından, brüt kâr marjını artırmak son çare olmaktadır.
Nitekim 2015 yılında yüzde 15 olan indirim market brüt kâr marjı, bu yılın üçüncü çeyreği sonunda yüzde 18’e yükselmiştir. Yine 2015 yılında yüzde 26 seviyelerinde olan süpermarket brüt kâr marjı üçüncü çeyrek sonunda yüzde 28’e yükselmiştir. Daha da artması, hatta yüzde 30’u bulması beklenen sonuçtur.
Perakendeci olmayan okurlar için açıklamalıyım ki; yüzde 30 brüt kâr marjı demek, ürünlere tedarikçiden alış fiyatlarının yüzde 43’ü kadar kâr ilavesi demektir.
Bu da tüketici için enflasyon artışı, tedarikçi ve perakendeci için de cirosal küçülme demektir. Yani yumurta- tavuk ilişkisi…
Kasım ayı ÜFE yüzde 38.54, TÜFE yüzde 21.62’dir. ÜFE’deki 17 puan fazlalığa da değinmezsek olmaz. Üretici maliyet enflasyonunun tüketici fiyatlarına yansıyamamış olmasının sebebi iç talepteki bu durgunluktur. Bu da büyümenin düşmeye devam edeceğinin en önemli göstergesidir.
Ercüment Tunçalp
Rakamları farklı yorumlamak!
Fiyat kıyaslamalarına ağırlık verince sektörün içinden; tedarikçi, perakendeci veya çalışanlar arasından arayanım çok oluyor.
Geçenlerde önemli bir tedarikçi aradı, “süt ürünlerinde esas parayı perakendeci kazanıyor, yüzde 65 kâr koyuyorlar” dedi.
Ben de adı geçen perakendecinin süt ürünlerindeki brüt kâr marjının yüzde 39-40 civarında olduğunu öğrendim. Arada ne kadar fazla fark var değil mi?
Değil!
İki taraf da aynı kazançtan bahsederek doğruyu söylüyorlar ama farklı ifade ediyorlar…
Tedarikçi, fatura ettiği fiyatın üzerine yüzde 65 kâr ilave edildiğinden bahsediyor. Şöyle ki;
Kâr oranı, ürün veya hizmetlerin satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın alış fiyatına oranıdır. Bahse konu olan budur. Yani perakendecinin 100 TL’ye aldığı bir ürünü tüketiciye 165 TL’ye satması durumunda formül;
Kâr oranı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Alış fiyatı]x100 şeklindedir.
Örneğimizdeki hesapla kâr oranı= [(165-100)/100]x100= %65 çıkar.
Perakendeci ise bütün dünyada hesaplandığı şekilde; kârını alış fiyatına değil satış fiyatına endeksliyor. Bu durumda da brüt kâr marjı; ürünün satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın satış fiyatına bölünüp, 100 ile çarpılması sonucunda bulunuyor.
Brüt kâr marjı= [(Satış fiyatı-Alış fiyatı)/Satış fiyatı]x100 formülü ile…
Örneğimizdeki hesapla brüt kâr marjı= [(165-100)/165]x100= %39,4 çıkar.
Rakamlar TL üzerinden ve KDV hariçtir.
Yani iki taraf da doğru söylüyor ama piyasada ikisinden birisi yalancı durumuna düşebiliyor. Kâr marjının insaf boyutunu ise takdirlerinize sunuyorum.
İş planları yapılırken ilk dikkate alınacak veriler aylık ve yıllık enflasyon oranlarıdır. Bu hesabı ülkemizde resmi olarak TÜİK yapmaktadır. Bunun dışında İstanbul Ticaret Odası’nın ve ekonomistler tarafından oluşturulan ENAG adlı grubun benzer hesapları yapıp aynı tarihlerde yayımladıkları da bilinen bir durumdur. Ancak bu üç kurum tarafından çıkartılan oranlar yan yana konduğunda arada çok büyük farklar oluştuğu görülmektedir. ENAG yıllık enflasyon oranları her zaman 1 kat daha fazla çıkmaktadır. Hadi onu kenara ayıralım, TÜİK’in Ağustos ayı TÜFE artış oranı yıllık bazda yüzde 51,97 iken, İTO Ağustos ayı ücretliler geçinme endeksi yüzde 61,57 çıkmıştır. Aradaki farkın yüzde 18,5 olması normal değildir. Zira enflasyon sepetlerinde hep birbirine benzer ürün ve hizmetlerin yer alması ve yine benzer ağırlıklara göre işlem görmesi istatistiki açıdan mecburiyettir. Dolayısıyla çıkacak sonuçlar farklı da olsa asla birbirinden bu kadar uzak düşen veriler olarak karşımıza çıkamaz. Burada aynı dilden konuşmamızı engelleyen sebepleri bilmiyor ve merakımızı gideremiyoruz. Çünkü TÜİK, 409 ürünün aylık fiyat değişimlerini gösteren ve enflasyon sepeti olarak bilinen “madde sepeti ve ortalama madde fiyatları” tablosunu Haziran 2022’den beri açıklamıyor.
Bu durumda gerek perakendecilerin gerekse tedarikçilerin kendi enflasyon oranlarını çıkartmaları ve iş planlarını da buna göre yapmaları kendi menfaatlerinedir. Yoksa yapılan hesapların şaşması söz konusudur.
Merkez Bankası Başkanı, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 36’dan yüzde 38’e çıkartmıştı. Bu tahminin tutması hemen hemen imkansızdır. Böylece reel faiz her türlü hesapta eksidir. Evet reel faiz hesabı beklenen enflasyona göre yapılır ama hayali enflasyona göre yapılamaz…
Politika faizi yüzde 50, mevduat faizi yüzde 47 olursa, yıl sonunda da enflasyon yüzde 55 çıkarsa reel faiz yine eksidir. Buradan da faiz indirimi kararı çıkamaz.
Çıkarsa, kur ve enflasyon tekrar tırmanışa geçer ve başladığımız yere döneriz.
“Müjde enflasyon düşüyor.” Bu şablon haberle de isteniyor ki; vatandaş bunu “fiyatlar düşüyor” şeklinde okusun. Oysa düşen sadece fiyat artış hızıdır!
Örneğin; asgari ücretlinin 12 ay sabit kalan 17.002 TL’lik aylık geliri ile hayat kolaylaşıyor mu? Hayır.
Gelir sabit kalırken fiyatlar da sabit kalıyor mu? Hayır.
Peki ne oluyor? Gelir sabit kalırken 1 yıl içinde 1000 liralık mal ve hizmet 2000 liraya tırmanmıyor, 1500 liraya kadar çıkıyor. Yani vatandaşın çektiği sıkıntı artmaya devam ediyor.
Bu sebeple de “en kötüsü geride kaldı” sözü boşlukta kalıyor.
- Eğer hâlâ enflasyon oranımızla en yüksek birkaç ülke arasında yer alıyorsak,
- Aylık enflasyonunuz hâlâ onlarca ülkenin yıllık enflasyonu seviyesinde ise,
- Hâlâ gelir dağılımı bozulmaya devam ediyorsa,
- Hâlâ ekonomide fiyat istikrarı sağlanamıyorsa,
- Emanet sıcak paranın eninde sonunda evine dönecek olması hâlâ bizi tedirgin ediyorsa, en kötüsü geride kalmış sayılamaz.
- Kaldı ki, bahse konu olan sadece enflasyonun baz etkisi ile inişe geçmesi ise halkımız bunun da sürdürülebilir olduğuna inanmıyor ki…
Hane halkının yıllık tahminini son dört aydır yüzde 71-73 bandında tutması da (Kaynak TCMB) en kötünün geride bırakılmadığının en etkili ifadesidir.
“Tüketici güveni Eylül’de arttı” haberinin ifade tarzı da temelden yanlıştır. Zira olmayan güven artamaz. Tüketici Güven Endeksi’nde sınır değer 100’dür. Bu sınırın altındaki her değer güvensizliği ifade eder. Haberin doğru şekli, “Tüketici Güven Endeksi Ağustos’ta 76,4 iken, Eylül’de 78,2’ye yükselmiştir” olmalıdır. Zira artan endekstir, güven değildir. Büyük tirajlı gazetelerin bile çoğunda bu özensiz ifade yer almaktadır. Endeks 98 bile olsa tüketici güveni söz konusu olamaz. Olsa olsa güvensizlik azalmış sayılabilir.
Sonuç olarak; matematik ve istatistik gerçeklik, her türlü kişisel görüşün önünde geldiği gibi yanlış yorumlanmaya da açık değildir. Öyle yapılsa bile her seferinde “yanlış hesap Bağdat’tan döner.”
Ercüment Tunçalp
İki ülkede iki alışveriş (16)
Uzun zamandan beri onlarca ülke ile yaptığımız fiyat kıyaslamalarında öyle bir noktaya geldik ki; artık döviz bazında da bizden pahalı ülke bulmak hayli zorlaştı. Önceki yıllarda alışveriş için ülkemize gelen yakın komşularımız arasında da artık eski şöhretimiz kalmadı.
Romanya ve Macaristan’dan sonra bu yazımızda da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bulunan tarihi Central Hall ile ülkemizdeki Carrefour fiyatlarını karşılaştırdık. Listenin birinci sütununda Central Hall fiyatlarını leva olarak, ikinci sütunda bu fiyatları güncel kurdan (1 leva= 19,33 TL) TL olarak göreceğiz. Üçüncü sütunda ise Carrefour fiyatları yer alacaktır. Sofya fiyatlarını YouTube kanalından aktaran Enes Yankaya’ya da emekleri için teşekkürler…
Önce kıyaslamamızı zorlaştıran bazı hususları belirteyim.
- Listede görüleceği üzere arada bizim aleyhimize büyük fiyat farkı vardır. Kaldı ki kıyaslamaya dahil etmediğim pahalı alkollü içecek fiyatları (viski, rakı, votka) komşuda bizim fiyatların ortalama yarısı seviyesinde olmasına rağmen listede yer vermedim. Yoksa aradaki farkın daha da açılması kaçınılmaz olurdu. Ülkemizde üretilen Tekirdağ rakısı bile bizim raflarda yüzde 47 daha pahalıdır.
- Bulgaristan’da çarşı, pazar, market fiyatlarında istikrar vardır ve tezgahtan tezgaha fazla oynama yoktur. Bizde ise benzer satış noktaları arasında bire bir aynı markalı ürünlerde bile fiyat farkı yüzde 50-60 oranlarına ulaşabiliyor.
- Satın alma gücünü kıyaslamak üzere ele alınacak en sağlam veri asgari ücretli çalışan geliridir. Ancak bizim ülkemizde asgari ücretli çalışan oranı yüzde 57 olmasına karşılık Bulgaristan’da sadece yüzde 14’dür. Dolayısıyla bizim tarafta ortalama ücret haline gelen gelir ile diğer taraftaki küçük bir çalışan grubunun gelirini karşılaştırmış olacağız. Bunu da kenara not edelim.
Şimdi de ilişikteki liste üzerinden kıyaslamalara başlayalım…
- 33 kalemlik listemizde sanal alışverişin Bulgaristan tarafındaki tutarı 122,15 leva, karşılığı ise 2.360,95 TL iken; Türkiye tarafındaki tutarı 3.411,70 TL’dir.
- Alışverişin yapıldığı tarihte 1 Bulgar levası 19,33 TL karşılığıdır. 1 Euro1,95 Bulgar leva karşılığıdır. 1 Euro 37,98 TL karşılığıdır.
- Ülkemizde asgari ücret 17.002 TL iken Bulgaristan’da 933 Leva’dır ve bu ücret 18.035 TL karşılığıdır. Her iki ücretin güncel kurdan karşılığı ise Türkiye’de 448 Euro, Bulgaristan’da 475 Euro dur. Ancak küçük bir istisna dışında Bulgaristan’da aylık ortalama net ücret 1.662 Leva olup, karşılığı 843 Euro dur. Bunu kullanmayacağız ama yine de aklımızda tutmalıyız…
- Asgari ücretli bir Bulgar vatandaşı aylık geliri ile bu alışverişi 1 ay içinde 8 defa tekrarlayabilirken, aynı alışverişi Türk vatandaşı 5 defa yapabilmektedir. Başka bir ifade ile Bulgar tüketici bu alışverişi gelirinin yüzde 13’ü ile yapabilirken, aynı alışverişi bizim tüketicimiz gelirinin yüzde 20’si ile yapabilmektedir.
- Listede görüleceği üzere döviz bazında bizde daha pahalı olan ürün sayısı hayli fazladır (22 adet). En ilginç tarafı; komşudaki ithal muz fiyatının yüzde 158 fazlası bizim yerli muza aittir. Dana eti fiyatı da bizde yüzde 180 daha yüksektir. Ancak hâlâ bazı spekülatörler fiyat artışı çığırtkanlığı yapmaktalar.
- Su yüzde 100, yerli ürünümüz bira yüzde 60, ayçiçeği yağı yüzde 49 döviz bazında bizde daha pahalıdır.
- Eğer her iki tarafın gelir ve fiyat düzeyleri benzerlik gösterseydi bizdeki alışverişin toplamı 3.411,70 TL yerine 2.237 TL olmalıydı. Veya 3.411,70 TL’lik alışverişi yapan vatandaşımızın asgari ücreti 25.929 TL’yi bulmalıydı.
Sonuç olarak; bu olumsuz tablo son yıllarda oluşmuştur. Kişi başına milli gelir 2002 yılında Türkiye’de 3.688 dolar iken Bulgaristan’da 2.093 dolar idi. 2023 yılına geldiğimizde ise kişi başı milli gelir Türkiye’de 13.109 dolara, Bulgaristan’da 16.087 dolara ulaşmıştır. (Kaynak: Euronews- Ekonomim)
Böylece son 21 yılda Türkiye’de gelir 3,5 kat artarken, Bulgaristan’da 7,6 kat artmıştır.
Hep büyüme ile övünürüz ya; işte her iki ülke vatandaşına da yansıyan büyüme rakamları yukardadır. Komşunun 2023 yılı işsizlik oranı yüzde 4,3 ile enflasyonu da yüzde 4,7 seviyesiyle fark yaratmaktadır. Yirmi yıl öncesine kadar hiçbir şekilde kıyaslanmayı kabul etmediğimiz Bulgaristan ile aramızdaki son durum budur. AB’ye katıldıkları 2007 tarihinden itibaren (Romanya ile birlikte) kaderleri değişmiştir. Bizde ise refah seviyesi tartışmalı konudur.
En yüksek gelire sahip ilk yüzde 20’lik dilimin (17-18 milyon) yaşantısına bakarak; “işte pahalı telefon kuyrukları, dolu olan lokantalar, kafeler; demek ki durum anlatıldığı gibi değil” sonucu çıkaranlar esas tabloyu gözden kaçırıyorlar. Zira bizim nüfusumuz 85 milyon ile sınırlı olmadığından kişi başı milli gelir hesabında ince ayar gerekiyor. Sığınmacıların ürettikleri mal ve hizmetleri toplam milli gelire dahil edeceksiniz ama kendilerini nüfusa dahil etmeyeceksiniz. Bu hesap gerçeği yansıtır mı?
“Efendim uluslararası hesaplar da böyle yapılıyor.” Olabilir, yüzde yarım sığınmacı barındıran bir ülkede hesaplar fazla etkilenmez. Oysa bizim gibi nüfusunun en az yüzde 10’u oranında geçici sığınmacıya sahip bir ülkede kişi başı milli gelir rakamı çok değişebilir. Örneğin asgari 8,5 milyon geçici sığınmacıyı da ilave edersek ülkemizde yaklaşık 94 milyon insan yaşadığını varsayabiliriz. Bu durumda da kişi başı milli gelirimiz 11.904 dolara iner.
Kaldı ki Almanya “240 bin göçmenin ekonomiyi olumsuz etkilediğinden” bahsederken, bizim misafirperverliğimizin maliyetini ölçmek zor olmasa gerek…
Kaynak:
- 2023 yıl sonu nüfusumuz 85.372.377 kişidir (TÜİK).
- 2023 yılı GSYH 1 trilyon 119 milyar dolardır (AA).
- 2023 yılı kişi başı GSYH 13.109 dolardır (TÜİK).
- Göç İdaresi Başkanlığı’na göre ülkemizde 4.449.333 yasal kalış hakkı olan yabancı bulunmaktadır. En az 4 milyon da her gün kaçak yollardan ülkeye girmeye devam eden veya yasal kalış hakkı bulunmayan Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve diğer Asyalı düzensiz göçmenlerin varlığı için asgari ölçüdür.
Ercüment Tunçalp
Gıda katkı maddeleri ile ne kadar ilgiliyiz?
Sakın yanlış anlaşılmasın, bugünkü konumuz taklit ve tağşiş yapılan ürünler değildir. Zira bu konuda bilgilenme imkanını kaybettik. Bu sefer gıda tüzüğüne uygun görünen ama aklın kolay kabul edemeyeceği tuhaflıklara bakacağız…
İhracata gönderilenler arasında da kötü niyet yerine ihmal unsurunun daha ağır bastığını göreceğiz. Zira yıllarca ihracata ürün hazırlamış ve gönderdiği ürün hiç geri dönmemiş bir kişi olarak disiplinli çalışmanın ve titiz kontrolün yeterli olduğunu rahatça söyleyebilirim. Dolayısıyla bu konudaki ihmalin neticesi gıda ürünlerimize kötü şöhret kazandırmaktır. Yerli tüketiciyi ilgilendiren kısmı ise AB kapısından dönen ürünleri kimin tükettiğidir?
Şimdi biz anlatalım, sizler de bu ürünlerin ne kadarının sadece yanıltma ne kadarının da direkt sağlık riski yaratabileceğine karar veriniz. Ürünleri isim vermeden sadece eksiklerini sıralayarak aktaracağım. Markaları öğrenmek isteyenlerin ‘Gıda Dedektifi’ veya ‘Denetle’ hesaplarından meraklarını giderme imkanları olacaktır. Görüleceği üzere bu markaların çoğu tanınmış olanlardır. Buraya bakarak merdiven altı üretimin sınırlarını da tahmin etmek hiç zor olmasa gerek. Hemen altını çizmeliyim ki; görevini titizlikle yapan büyük işletmeler olduğu kadar, küçük işletmeler içinden de isimsiz kahramanlar çıktığını sıkça izlemekteyiz.
İhracata gidip yabancı ülkelerin kapısından dönen ürünlerimizi kabahatleri ile birlikte RASFF (AB Gıda ve Yem için Hızlı Uyarı Sistemi) bütün dünyaya açıklıyor zaten…
Bizim ülkemizde ise 1 Mart 2022 tarihinden beri ayıplı ürünler açıklanmıyor.
Bu bakımdan sadece ambalaj üzerindeki tuhaflıkları duyuran sosyal medya hesaplarına takdirlerimi sunuyor ve halkı aydınlatma adına önemli bir açığı kapattıklarını da rahatça söyleyebiliyorum.
Şimdi ambalaj üzerinden en uç çelişki yaratan ayrıntıları takdim ediyorum:
- Ambalajında ‘Bardakta çikolatalı puding’ yazan ürünün içerik etiketinde, binde 1 oranında çikolata tozu (1 gr bile değil) bulunduğu, gerisinin aroma vericilerle takviye edildiği itiraf ediliyor.
- Kutunun üzerine hiç sıkılmadan ‘Sütlü salep’ yazıp, sonra da içerik kısmında içine salep konmadığı (onbinde 1 salep tozu olduğu) itiraf edilen bir içecek tozu raflarda yer alabiliyor.
- Yoğurt ambalajı üzerinde yarım yağlı (%1.5 süt yağı içeren) ve az yağlı (%0.6 süt yağı içeren) olduğunu bildirdikten sonra ‘Doğal’ sıfatını eklemeyi ihmal etmeyen markaya da “dur” diyen çıkmıyor! Amaç ne olursa olsun; içinden yağı çekilmiş bir süt ürünü doğal sayılamaz. Doğalın anlamı, “doğada bulunduğu şekilde” demektir ve istisnası da yoktur.
- Üretici tanınmış bir marka, satıcı ülkenin büyük perakendecisi, ürün de market markalı yeşil zeytin. Tuhaflık, kavanozun üzerindeki etikette “Doğal yeşil zeytin” ve “Doğal salamura” ifadelerinin olmasıdır. Gerçek dışı beyanın bu kadarı hiçbir yetkilinin dikkatini çekmiyor. Ürün içeriğinde; sitrik asit, laktik asit, askorbik asit, potasyum sorbat ve sodyum benzoat gibi katkı maddeleri bulunuyor ama yine de “doğal” özelliği kaybolmuyor!
- Adı “çilekli süt” ama içinde çilek bulunmuyor (onbinde 1 çilek varmış).
- Adı “gül şerbeti” olsa da içinde hiç gül yok (onbinde 1 bile yok). “Yalandan kim ölmüş” diye diye bu noktaya geldiğimizi çok açık gösteriyor.
- Vişne suyunda hiç vişne yok. Vişne tadı aroma vericilerle sağlanıyor…
- .Tanınmış markanın “kahveli” ve “beyaz çikolatalı” içeceği içinde ne kahve ne de beyaz çikolata bulunmuyor. Güya ‘var olduğunu’ kanıtlamak ister gibi binde 8 çözünebilir kahve ile onbinde bir beyaz çikolata koklatılmış. Bunların yerine de tat vermek üzere mocha aroma vericisi ve beyaz çikolata aroma vericisi kullanılmış.
Şimdi de gıda ihraç ürünlerimizin akıbetine bakalım:
- Almanya’ya ihraç edilen ‘Detoks çayı’nda, kalp krizlerine neden olabilecek sibutramin maddesi yüksek oranda tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.
- Bulgaristan’a ihraç edilen limonlarda yüksek miktarda imazalil isimli pestisit artıklarının iade sebebi sayıldığı bildirilmiş.
- Belçika’ya ihraç edilen fındık ezmelerinde salmonella tespit edilmesi iade nedeni sayılmış.
- Bulgaristan’a ihraç edilen yeşil biberlerde yüksek miktarda Buprofezin ve Chlorpyrifos- methyl isimli pestisitler iade nedeni sayılmış.
- İsviçre’ye ihraç edilen ‘tatlı toz kırmızı biber’ de salmonella tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.
- Hırvatistan’a ihraç edilen kuru incirlerde aflatoksin tespit edilmesi iade nedeni sayılmış.
- Polonya’ya ihraç edilen kirazlarda yasaklı bitki koruma ilacı dimethoate tespit edildiği için iade nedeni sayılmış.
Yerimiz sınırlı olduğu için ancak küçük bir kısmını burada aktarabiliyoruz.
Sonuç olarak; yukarda ilk bölümde belirttiğim aldatıcı ürün niteliklerinin sağlık riski taşıdığını iddia etmiyorum, sadece kandırıldığımızı söylüyorum.
Basit bir örnek; İtalya’da Lidl mağazalarında satılan bisküvilerin ambalajında “Palm yağı içermez” açıklaması var. Bizde ise bol kepçe kullanılan bu yağın (ucuz olduğu için) savunucularına sormak ve yabancı üreticilerin bu açıklamaya neden ihtiyaç duyduklarını öğrenmek isterim. Aynı şekilde bazı yerli üreticilerin “glikoz- fruktoz şurubu içermez” açıklaması da izaha muhtaçtır. Öyle ya bu maddeler zararsız ise açıklama sahipleri işgüzarlık mı yapıyorlar!?
İkinci bölümde ise sağlık riski oluşturan ürünlerimizi dış kaynaklardan öğreniyoruz. RASFF, Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilmiş, AB üye ülkeleri için gıda güvenliği ile ilgili bilgilerin toplandığı bir veri tabanı olarak hizmet veren izleme ve bildirim aracıdır. Bizi ilgilendiren kısmı, AB dış sınırlarında test edilen ve reddedilen gıda ve yem sevkiyatlarını öğrenebilmektir. Zira yediğimiz, içtiğimiz ürünlere dair sağlık riski yaratanları öğrenebileceğimiz başka bir kaynak yoktur. Benzer denetim sonuçlarını yurt içinde de tüketiciye duyuracak bir kaynağa yeniden kavuşmak dileğiyle…