Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Koordinasyon üzerine

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Koordinasyon ya da aynı anlama gelen eşgüdüm, belirli bir amaca ulaşmak üzere çeşitli işler arasında bağlantı, ilişki, düzen ve uyum sağlamaktır.

Yönetimde koordinasyon ise; bir işletmede çalışanların, ortak bir hedefe ulaşmak amacıyla hem kendi departmanları içinde hem de işletme genelinde bir bütün olarak senkronize şekilde çalışmaları demektir. Elbette daha büyük organizasyonlardaki (Holding ve Kamu yönetiminde) kurumlar arasında daha da fazlasına ihtiyaç duyulur.

Kurumlar bu çalışmayı gerçekleştirebilmek için liyakatli, yetenekli, eğitimli (yapılan işle ilgili konuda), uzman (alaylı deneyim), disiplinli ve cesaretli yöneticilere sahip olmak zorundadırlar. Bu özelliklerden bir veya ikisi eksikse o kurumda koordinasyonun işletme performansına olumlu bir etki yapması beklenemez. Eğer bu eksiklik sebebiyle her yönetim kademesinde; otorite, güç ve yetki sınırları dengesiz belirlenirse onlarca fikir katkısından mahrum kalmanın da olumsuz sonuçları olur. Yani dikkat isteyen önemli bir konudur…

Neden?

  • Planları doğru hazırlayabilmek ve eşgüdümünü hatasız sağlayabilmek için,
  • Sadece A planını değil, B ve C planlarını da programa dahil edebilmek için,
  • Çalışanların çabalarını birleştirebilmek ve zamanlamasını birbiri ardı sıra programlayabilmek için,
  • Sorumlulukları ve iş tanımlarını eksiksiz belirleyebilmek için,
  • Süreç yönetimini becerebilmek ve ilgili bütün faaliyetleri birleştirebilmek için,
  • Acil durumlarda inisiyatif alıp örgütü zamanında harekete geçirebilmek için bölüm amirlerinin yukardaki bütün özelliklere ve gereken yetkilere sahip olmaları şarttır. Yani koordinasyona sıra gelebilmesi için, kurum örgüt yapısının sağlam kurulması gerekir. Örgütleme aşamasının aksaması, “gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider” sözüne paralel sonuçlar üretir.

Örgütsel yapının geliştirilebilmesi için;

  • Önce amaçlara ulaşmak üzere yapılacak işler belirlenir.
  • İş analizleri yardımıyla birbirine benzeyen çeşitli işler bir araya getirilerek gruplandırılır.
  • Her iş grubu için bu işleri görecek sayı ve nitelikte personel belirlenir, yani norm-kadro çalışması yapılır.
  • İşe alınacak her personelin yetenek, bilgi ve tecrübelerinin ne olması gerektiği belirlenir.
  • İşe almadan önce her personelin yapacağı görevlerin tanımı yapılır.
  • Yönetim görevini yüklenecek personelin üretim kaynaklarını (araç, gereç ve çalışanlar) ne oranda kullanabilecekleri, yetki ve sorumlulukları tespit edilir.
  • Organizasyonda (Örgütte) görev alan yöneticilerin hangi departmanları yönetecekleri, dikey ve yatay ilişkilerini nasıl düzenleyecekleri belirlenir.
  • Aynı yöneticilerin kuruluşun yakın çevresindeki kişi, grup ve kuruluşlarla hangi yetkilerle nasıl ilişkiye girebileceklerine açıklık getirilir.
  • Yönetim grubunun katılması gereken komite toplantılarının neler olduğu ve bu komitedeki görevleri açıklanır. (Eren, 2003)

Örgütsel yapı başarı ile oluşturulduktan sonra birimlerin stratejik amaçlara ulaşmak için nasıl iş birliği yapacakları ve aralarında uyumlu bir davranışı nasıl gerçekleştirecekleri gündeme gelecektir.

Koordinasyon, departmanlar (bölümler) arasındaki iş birliğinin kalitesini ifade eder. Eğer bu dişlilerden sadece birisi (departmanlardan birisi) aksarsa amaca ulaşmada büyük zorluk yaşanır. O dişli onarılıp veya değiştirilip yola devam edilmelidir. “Mevcut şekilde idare edelim” boş vermişliği durumunda ise başarı şansı hiç yoktur.

Koordinasyonu sağlama yolları (Bursalıoğlu, 2003):

1- Emir yoluyla koordinasyon: Klasik ve tek adam yönetiminde kendini göstermektedir. Böyle durumlarda ‘katılım ve yenilik’ az olduğundan, etkili bir koordinasyon sağlamak olası değildir. Otoriter bir davranış gösteren yöneticilerin izledikleri bir yoldur. Bu tür koordinasyonda, örgüt verimliliğini artırmak olanaklı olmadığı gibi çalışanlarda iş doyumunu sağlamak da olası değildir.

2- Grup yoluyla koordinasyon: Çalışanı biçimsel olmayan örgüte bağlar ve örgüt amacına yönlendirmeyi sağlar. Biçimsel olmayan örgüt, işletmelerde temel üretim unsurlarından biri olan insanı temel alır.

Diğer bir anlatımla, çalışanın beklentilerini dikkate alarak örgüt amacına yönlendirir. Çalışanın kararlara katılmasına olanak sağlamak ve sağlıklı insan ilişkilerini geliştirmek suretiyle koordinasyon sağlanabilir.

3- Bağımlılığın tanınması yoluyla koordinasyon: Teknik boyuttaki koordinasyonun sağlanabilmesi için önemli ve geçerlidir. Özellikle teknik ve uzmanlık düzeyinde bilgi ve beceriye sahip olanlar, diğer çalışanların koordinasyonunu sağlamada etkin konumda bulunmaktadır. Çünkü yapılacak çalışma konusunda uzmanlık düzeyinde bilgisi olmayan çalışan, bu konuda bilgi sahibi olana devamlı bağımlı hale gelir, onlardan elde edeceği bilgi ve beceriye göre bir çalışma gösterir. Burada devamlı bir bağımlılık söz konusudur.

Sonuç olarak; yukarda da görüleceği üzere koordinasyonun nasıl sağlanacağından çok nasıl sağlanamayacağı daha fazla dikkat çekiyor. Oysa yönetim süreçlerini oluşturan karar verme, planlama, örgütleme, iletişim, koordinasyon, yöneltme ve denetleme aşamalarından her biri emek isteyen önemli çalışmalar olmakla beraber koordinasyon için çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Zira bir kurumda elde acil durum planları varken; böyle zamanlarda hangi yönetim kademesi olursa olsun harekete geçmek için üst kademeden talimat bekler haldeyse, orada koordinasyonun varlığından söz edilemez. Bu durumda da kağıt üzerinde kalan yönetim süreci bütünüyle zaafa uğrar.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Kırmızı et fırsatçıları iş başında

Ercüment Tunçalp

Başlıktaki ifade bana ait değil; sektörün tam merkezindeki Türkiye Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği (TÜDKİYEB) Genel Başkanı Nihat Çelik’e aittir.

Çelik diyor ki; “Ramazan ayında hemen her ürüne zam yapan fırsatçılar var. Ramazanda kırmızı ette arz sıkıntısı olmamasına rağmen fiyatları artırmak isteyen fırsatçılara karşı önlem alınması gerekiyor.”

Türkiye Kasaplar Federasyonu Başkan Vekili Osman Yardımcı ise, Ocak ayı içinde yaptığı açıklamada; “Ramazana iki ay olmasına rağmen et fiyatlarının artması için spekülatörlük yapanlar var. Ramazan bitene kadar elimizden geldiğince kırmızı ete zam yapmayacağız.” demişti. Arkasından fiyat artışları yağmur gibi geldi.

Geçtiğimiz Kasım ayında kaleme aldığım, “Kırmızı et sorunu ne olacak?” başlıklı yazımda karkas ve kırmızı et çeşitlerinin Almanya- Türkiye fiyatlarını euro bazında kıyaslamıştım. Esasen satın alma gücü farklılığını dikkate alınca böyle bir kıyaslama yapmak abesle iştigal etmektir. Zira her yerel paranın 1 birim olarak mukayese edilmesi gerekirdi. Buna rağmen ben böyle yaparak ulaştığım tuhaf sonuçlar daha kolay anlaşılsın istedim. Bizim fiyatlar euro bazında bile daha yüksek çıkmıştı. O günden bugüne kadar hızını alamayanlar, maliyet artışı gerekçesi ile fiyatları tırmandırmaya devam ettiler.

Böylece Almanya’daki fiyatlarda önemli bir artış olmamasına, euro kurunda bir sıçrama yaşanmamasına rağmen bizdeki fiyatlar uçtu gitti…

Karkas etin fiyatı Ocak 2022’de 59.94 TL iken, 2023 Ocak ayında 126.87 TL olup, yıllık artış oranı yüzde 111,66’dır. Sadece son 2.5 ayda karkas ete gelen yüzde 39 artış ile fiyat 176.21 TL’ye (8.68 euro) ulaşmıştır. (Kaynak: UKON)

Almanya karkas fiyatı ise 6 euro civarındadır (120 TL).

Ocak ayından bu yana yüzde 45 fiyat artışı gören dana kıyma 270 TL’ye (13.30 euro) yükseldi. Dana kıymanın Almanya’daki fiyatı 10 euro dur (203 TL).

Dana kuşbaşı fiyatımız ortalama 300 TL iken (14.78 euro), Almanya fiyatı ortalama 13 euro dur (264 TL). Dana antrikot fiyatımız ortalama 350 TL (17.24 euro) iken, Almanya fiyatı ortalama 16 euro dur (325 TL).

Şimdi buradan soruyorum;

Hani hep maliyet artışından ve enflasyon belasından dem vuruyoruz ya, bıraktık TL’yi, her şeyin euro ile alınıp euro ile satıldığını varsayıyoruz. Yetkili birisi bize bu fahiş fiyatların bir maliyet dökümünü çıkarabilir mi?

Artık bizim tüketiciye göre 4 kat fazla kişi başı gelire sahip olan Alman tüketici ile kıyaslamayı bir tarafa bıraktık. Yani her iki tarafta da, “Mevcut gelir ile ne kadar et alınabilir?” konusuna girmeye ihtiyaç kalmadı. Zira tereddüte yer bırakmayacak şekilde her şey net anlaşıldı. Üstelik bizim tarafta aile bütçesi içinde ete ayrılacak pay da kalmadı zaten…

Bazı çevreler bahane olarak depremi gösterme çabasına girdi. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Depremin yaşandığı tarih itibariyle, geçmiş 1 aylık fiyat değişim oranı yüzde 22.4 çıkmıştır. (Kaynak UKON)

Kırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği Derneği (ETBİR) Yönetim Kurulu Başkanı Veteriner Dr. Ahmet Yücesan; “Piyasada kırmızı ete gelen zammın ne yaklaşan Ramazanla ne şap hastalığıyla ne de daha önce yine konuşulduğu gibi depremle hiçbir alakası yoktur. Yılbaşından bugüne yüzde 50 civarında anormal zam gelmiş oldu. Karkas et 170-180 lira arasında toptan satılıyor. Parça etler piyasada 220 liradan 300 liraya kadar satılabiliyor. Alım gücü olarak 300 lira gibi bir rakama etin alınması maalesef biraz zor. Yani olması gerekenin üzerinde bir fiyat var. Köpük veya fahiş fiyat olarak söylenebilir.” diyor.

En ilginç ifade İstanbul Perakendeci Kasaplar Odası Başkanı Aydın Tüfekçi’den geldi. “Şubat’tan beri ette yüzde 40’ı aşan fiyat artışı oluştu. Yem fiyatları çok yüksek. Dolar yerinde duruyor. Benzin yerinde duruyor ama et neye dayanarak artıyor, biz de bunu soruyoruz.” diyor Oda Başkanı…

Bir süre önce süt fiyatlarındaki artışın gerekçesi olarak süt ineklerinin kesilmesi gösteriliyordu. Bu arada et fiyatları da tırmanmaya devam ediyordu. Yani süt arzındaki azalma süt fiyatını artırıyor ama et arzındaki yükseliş et fiyatlarını düşürmüyordu. İnsan aklıyla alay etmek bu olsa gerek!

Şimdi de et üretim miktarının azalması ana sebep gibi gösteriliyor. Demek ki son 2.5 ayda öyle büyük bir düşüş yaşanmış olmalı ki(!) yüzde 50 fiyat artışlarını görmüş oluyoruz. Oysa TÜİK’e göre 2022 yılının tamamında, büyük baş hayvan sayısı bir önceki yıla göre sadece yüzde 5.6 azalmıştır.

Sonra et ile ilişkisi kesilen tüketici sayısı dikkate alınmadan (Ramazan dönemi hariç), sadece üretim düşüşünün etkisi ölçülemez. Nitekim ETBİR Başkanı Ahmet Yücesan tarafından, “2017’de yıllık kişi başı kırmızı et tüketimi 14 kilo iken, bu rakamın 2022’de 7 kiloya düştüğü” açıklanmıştır.

Sonuç olarak; ortada bahaneler üreterek fiyatları tırmandırmanın anlamı yoktur. Her şey ortadadır ve yukarda da görüldüğü gibi bu sadece benim görüşüm de değildir.

Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından, Polonya’dan karkas et, Bosna Hersek’ten kemiksiz et, Uruguay ve Romanya’dan ise kasaplık hayvan ithalatı için sözleşmeler imzalandı ve sevkiyatlar da başladı. Yurt dışında bizim fiyatların çok altında bu kadar çok alternatif bulunabilmesi bile, tek başına mevcut durumu açıklamaya yeter…

Evet, Türkiye’deki mevcut hayvancılık destekleme uygulamalarının daha sağlıklı hale getirilmesi şarttır. ABD ve AB bünyesinde ve hayvancılığın ileri gittiği bütün ülkelerde desteklemenin sürdüğünü defalarca yazdık. Ancak güncel sorunumuz bu değildir. Sapla samanı iyi ayırmanın tam zamanıdır…

Bu saatten sonra evine et götüremeyen tüketicinin, hayvancılığın geleceğini düşünme lüksü olamaz. Zira karın doyurmanın önceliği vardır. Dolayısıyla bu fırsatçıları görmezden gelerek, sırf hükümete vurmak üstüne de söylem geliştirmek doğru olmaz!

İşte yukarda rakamlarla açıkladım, sektör yetkililerini de hakem sandalyesine oturttum. Buradan ‘maliyet zorlaması’ diye bir sonuç çıkıyor mu?

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Yapı disiplini olmadan…

Ercüment Tunçalp

Başlıktaki teşhisi koyan kişi Prof. Dr. Mustafa Erdik’tir. Güncel deprem konusu için diyor ki; “Şili’de 9.2 büyüklüğünde bir deprem oldu, yani bizdeki depremin 30-40 katı büyüklüğünde. O depremde 500 kişi hayatını kaybetti. Deprem 500 kilometre kıyıyı etkiledi. Bunun sebebi yapı disiplinidir. Onlarda depremin dayanımı perde duvara bağlıdır. Perde duvarı bol miktarda kullanırlar. Bizde bir yapıda perde duvar binde 5’tir.”

Sadece bu kadar mı?

Mevcut yapı yönetmeliğinin eksiksiz uygulanmadığı da görülmüştür. İşte bunun için yapı disiplinin sağlanamamasında kimlerin hangi oranda payı olduğunun ortaya çıkarılmasının tam zamanıdır. Malzemeden çalan müteahhitleri, görevini kötü yapan yapı denetim firmalarını, üç katlı projeye iki katta kaçak ilave eden mülk sahiplerini ve bunları görmezden gelen yetkilileri, gözü kapalı ruhsat veren belediyeleri masaya yatırmak en önemli gündem maddesi olmalıdır. Elbette sık sık imar affı için harekete geçen siyasileri de unutmadan…

Bu yapılmadan ‘Deprem seferberliği’ başlatılamaz.

Büyük bir deprem felaketi yaşadığımız gerçektir ama yine de bu kadar kayıp vermemiz hiçbir şekilde normal gösterilemez.

Üstelik yaşadığımız bu deprem felaketi dünyada bu güne kadar yaşanan en büyük 20 deprem arasına girmediği halde kayıplarımız ölçüsüz olmuştur.

Elbette söylenen her söze verilecek cevapları olan, tek yanlı yayıncılığın temsilcileri; bu büyük depremlerin çoğunlukla denizlerde olduğunu, “bizdekinin ise karada gerçekleşen en büyük deprem” olduğunu yazdılar. Gerçekle ilgisi yoktur. Oysa araştırma yapsalar doğruya ulaşacaklardı!

Önce yetkili ağızlardan:

  • Dr. Shinji Tada diyor ki; “2010 yılında Haiti’de meydana gelen deprem karada gerçekleşti ve daha yıkıcıydı.”
  • Dr. Cenk Yaltırak diyor ki; “2016’da Yeni Zelanda Kaikoura’da 7.8 büyüklüğünde bir kara depremi olmuştu.”

Şimdi de daha büyük kara depremleri konusunda benim ulaştıklarım:

  • Tangshan şehir merkezli – Çin 1976 ; büyüklük 7.8, 240.000 can kaybı…
  • Haiyuan – Çin 1920 ; büyüklük 7.8, 200.000 can kaybı…
  • Xining – Çin 1927 ; büyüklük 7.9, 200.000 can kaybı…
  • Sichuan- Çin 2008 ; büyüklük 7.9, 70.000 can kaybı…
  • Nepal 2015 ; büyüklük 7.8, 8.000 can kaybı…

Şimdi de bizim 7.7’lik depremin yanında yukardaki 7.8 ve 7.9’luk büyüklüklerin ne ifade ettiğine bakalım. Zira “0.1’lik, 0.2’lik farkların lafı mı olur ?” diyenler çıkabilecektir. Bu da hiç beklenmeyecek bir şey değildir.

İşte cevabı;

Jeoloji uzmanı Prof. Dr. Okan Tüysüz, “Bu logoritmik bir değerdir. Her 0,1 artış üç misli artış demektir” diyor.

Akla ve mantığa kolay sığmayacak bir gerçeği de aşağıda göreceğiz.

Bir inşaat mühendisinin itirafları:

2001 yılında yapı denetim şirketleri oluşturuldu. Kurgusal olarak güzeldi. Ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Müteahhitlerin eksiklerini belirten denetim şirketleri, ödeme alamıyordu. Çünkü denetim şirketi denetim bedelini denetlediği şirketten alıyordu. İşini doğru yapan ama ödemesini alamayan şirketler dayanamadı, sayıca azaldı. Müteahhitler kendi aralarında paravan denetim şirketleri kurdular. Mühendis çalıştırmak yerine mühendis diplomaları kiralandı. Çalışıyor gösterildi. Kendi kendilerini denetlediler, onayladılar.”

(Kaynak: Hürriyet)

Yani 2001-2019 yılları arasında tam 18 yıllık dönemde bir kısım denetim işlerinin bu şekilde yürüdüğünü öğreniyoruz…

Denetim kavramının özüne ve mantığına aykırı olan bu düzenden, yani müteahhitlerin kendi denetçisini seçtiği ve ödemesini yaptığı bir sistemden hayır gelmeyeceğini bilmek için uzman olmaya gerek yoktu. Nitekim aradan geçen bu uzun süreden sonra nihayet 2019 yılında müteahhitlerin tercihinde olan yapı denetim şirketlerinin belirlenmesi seçeneği ortadan kaldırıldı.

Peki 18 yıl boyunca yapılan yüzbinlerce inşaatın olası denetim zafiyeti nasıl giderilecek?

Sonuç olarak; bu kadar can kaybımızın yanında işin maddi yanını da düşünmek zorundayız. Konut fiyatlarımız ABD ve AB ülkeleri ile yarışırken, küresel standartlarda kalite ve fayda sağlayamadığımız gerçeği karşımızda duruyor. Artık sözde inşaat maliyeti konuşmak yerine, anormal müteahhit kârlarını sorgulama zamanıdır. Hani perakendecilere yapıldığı gibi mesela…

İstanbul’daki hasarlı okulların boşaltılması, hastanelerin taşınması için 6 Şubat’taki deprem mi beklenmeliydi?

Büyük bir deprem gerçekleşmesine rağmen hâlâ bundan ders çıkartmayan, mesela hiç sorumluluk üstlenmeyen yetkililer yok mu?

Elbette var. İşte Hatay ve Kahramanmaraş Belediye Başkanları…

“Biz sorumlu değiliz, eski yapılar yıkıldı” mealinde altı boş savunma oluşturmaya çalışıyorlar. Sanki bu günün dijital imkanlarıyla bu iki şehirde yıkılan yeni binaları listelemek o kadar zormuş gibi…

Nitekim her iki şehirde de yıkılan veya yıkılacak ağır hasarlı yüzlerce yeni binayı (binlerce daireyi) öğrenmek çok kolay oldu. Kahramanmaraş’ta Ebrar Sitesi çok konuşuldu. Sadece bu sitede en az 320 dairenin olduğu ve 1300 kişinin yaşadığı öğrenildi. Güneşevler Mahallesi’nde, Belediye öncülüğünde yapılmış 37 Bloğun ağır hasarlı (yıkılacak) olduğu ve 2016 yılında yapıldığı, 1480 dairede 6000 kişinin ikamet ettiği anlaşıldı. (Haber Global)

Sabır Apartmanı, Hasel Sitesi, Mehtap Apartmanı, Atabey Sitesi, Hamidiye Sitesi, Penta Park Sitesi diye liste devam edip gidiyor…

Yumuşak topraklı tarım arazisine, dere yatağına, heyelan bölgesine çok katlı binaları dikip sonra da yıkıldığına şaşırmak bize özel bir durum olsa gerek…

İstanbul’da birçok semtte görüldüğü gibi 40 katlı binaları mahallenin ortasına dikmenin; komşunun güneşini, rüzgarını kesmenin, bir de “üzerime yıkılırsa” korkusu salmanın özgürlüğü olur mu?

Bunun için, yapı disiplini sadece deprem zamanı için değil, deprem öncesi ruh sağlığını korumak için de gereklidir.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Büyümenin niteliği önemlidir

Ercüment Tunçalp

Türkiye ekonomisi 2022 yılının son çeyreğinde yüzde 3.5, yılın tamamında ise yüzde 5.6 büyüdü. Türkiye’nin 2022 büyüme oranı dünya ortalamasından (yüzde 3.2) daha yüksektir.

Ancak ayrıntılara bakınca;

  • Büyümenin iç tüketimle arttığını görüyoruz. 2022 yılında harcama yöntemi ile GSYH hesabına göre hane halkı tüketimi yüzde 19.7 arttı ve yüzde 57.5 payla büyümeye en yüksek katkıyı sağladı.
  • Gelir yöntemi ile ücretlerin katma değer içindeki payı 2022’de yüzde 26.5’e gerileyerek tarihin en düşük seviyeli emek payı oldu. Bu oranın 2021 yılındaki yüzde 30.1’den buraya gelmesi kaygı vericidir. Hatta 2016 yılında da yüzde 36.3 olan emeğin payı 10 puan kayıpla gelir dağılımındaki aşırı bozulmaya işaret etmektedir. Sermayenin payına teşvik ve ucuz kredi, emeğin payına da yüksek enflasyon düştüğü sürece servet transferi devam edecektir.
  • Ayrıca, kırk sene enflasyon hesaplamış bir kişi olarak söylüyorum; İTO ve TÜİK’in benzer yöntemlerle, hemen hemen aynı mal ve hizmetlerle ve benzer ağırlıklarla ulaştıkları Şubat ayı enflasyon sonuçlarının (%78.62 ve %55.18) 23 puan farklı çıkması normal değildir. Ancak yine de yüzde 50’nin üzerindeki her oran anormal yüksektir ve küçümsenemez. Zira dünya üzerindeki 191 ülke arasında bizden daha yüksek enflasyona sahip sadece 5 ülke bulunmaktadır. Bunlar Arjantin, Sudan, Suriye, Venezuela ve Zimbabwe’dir.
  • 2022 yılı fert başına GSYH 10.655 dolar oldu. 2021 yılında 9.592 dolar idi. Kur artışının TÜFE’nin altında kalması ile kaydedilen bu artışa rağmen, hâlâ 10 sene önceki gelirin (2013’te 12.582 dolar) altında olduğumuz unutulmamalıdır.
  • Kaldı ki ülkede üretime ve tüketime katkı yapan en az 7,5 milyon civarındaki sığınmacı da bu hesabın dışındadır. Yani bunlar da dahil edildiğinde 9.790 dolar seviyelerinde bir fert başı gelirle karşılaşmamız şaşırtıcı olmaz.
  • Bir başka öne çıkan sorun; finans sektörü ile reel sektör büyüme oranları arasındaki farkın yüksek olmasıdır. 2022 yılında sanayi sektöründe büyüme oranı yüzde 3.3 olurken, finans sektöründe büyüme oranı yüzde 21.8 olmuştur.
  • Dikkat çeken bir diğer önemli nokta da; yatırımların artış hızındaki yavaşlamadır. 2021 yılında yüzde 7.4 artan yatırım harcamaları, 2022 yılında yüzde 2.8 oranında arttı. Yatırımlar makine ve teçhizat ile inşaatı içeriyor. Finansman zorluğunun bu sonucu yarattığını düşünebiliriz.
  • Ekonomi bilimine göre büyümenin emek talebini artıracağı ve bunun da istihdam artışı yoluyla işsizliği düşüreceği varsayılmaktadır. Ancak her zaman evdeki hesap çarşıya uymayabiliyor. Aralık 2022’de; geniş tanımlı işsizlik oranı (atıl işgücü oranı) 0.6 puanlık artışla yüzde 21.4’e yükseldiği gibi çalışan bireylerin yoksullaşma oranı da artmıştır.

Türk İş’in Şubat 2023’e ait araştırmasına göre; dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı, yani açlık sınırı 9.425 TL’ye yükseldi. Bu rakamın bile asgari ücretten iyice uzaklaştığını, emeklilerin büyük kısmının da bu sınıra kolay kolay ulaşamayacaklarını bilmem söylemeye gerek var mı?

Peki emeği ile yaşamını sürdüren çalışanlar için yoksulluk sınırının aşılması o kadar kolay mı?

Ona da bakalım…

Türk İş’e göre; gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzer ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı, yani yoksulluk sınırı da 30.700 TL oldu.

Bu kötümser tabloda değirmenin suyu nereden gelecek ona da bakalım…

2022 yılında ihracatımız yüzde 12.9 oranında artarak 254.2 milyar dolara çıkmış. Ancak madalyonun arka yüzünde, artış oranı yüzde 39.3 olan 364.4 milyar dolarlık ithalat rakamımız var. Ve neticede dış ticaret açığımız da rekor kırarak 110.2 milyar dolara ulaşmıştır.

2022 Aralık ayında geçen yılın aynı ayına göre; ihracatın ithalatı karşılama oranı 7.7 puan azalarak yüzde 68.8 olarak gerçekleşti. Enerji verileri hariç tutulduğunda da ihracatın ithalatı karşılama oranı 9.2 puan azalarak yüzde 87.9 olarak gerçekleşti. (T.C Ticaret Bakanlığı)

Buradaki sonuç, ihracatta düşük fiyat oluşurken, ithalata yüksek fiyat ödememizden kaynaklanmaktadır.

Üstelik bir ülke, yatırım malı ve teknoloji ithal etmek üzere cari açık veriyorsa, bir süre sonra açığı kapatıp cari fazlaya dönme ihtimali vardır. Ancak eğer bizdeki gibi ara malı ve tüketim malı için cari açık veriliyorsa böyle bir büyüme sürdürülemez. Çünkü bu durumda cari açık yoluyla ülkeden sürekli kaynak çıkışı olur.

Sonuç olarak; cari açığı artıran ve halkın yaşam standardını koruyamayan büyüme sadece yoksullaştırır. Bu bakımdan hayat pahalılığının yaşandığı bir ortamda, enflasyonu küresel ortalamaya düşürmeden büyüme çözüm olamaz.

Zira yüksek enflasyon cüzdanları şişirir ama alım gücünü düşürür.

Nitekim TÜİK verilerine göre, Türkiye ekonomisi 2021’de de yüzde 11.4 büyümüştü. Böylece G-20, OECD ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında en üst sıralarda yer alan ülkelerden biri olmuştuk.

Ancak bunun geniş halk kesimlerine nasıl yansıdığına da bakmamız gerekir…

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), her yıl yayımladığı İnsani Gelişme Raporu’nda 191 ülkenin İnsani Gelişme Endeksini (İGE) derliyor. 2021 yılında bu endekste 48. sırada yer almıştık. İşte toplumu ilgilendiren tarafı burasıdır. Yine dünyada en fazla büyüyen ülkelerden Hindistan, İnsani Gelişme Endeksinde 132. sıradadır. Belki de konunun daha iyi anlaşılması için bu daha isabetli bir örnek olabilir.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

POPÜLER