Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

Fiyatlar genel seviyesini artıran davranışlar

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Perakende sektöründe yıllardır onlarca yazıda yer verdiğim, enflasyona katkısı olan eylemleri, değerli Mahfi Eğilmez Hoca küresel kabul görmüş orijinal adları ile sınıflandırmaya başlayınca, çoğunluk tarafından yeni ortaya çıkmış gibi algılandı. Öncelikle hocaya bu önemli konuya dikkat çektiği için teşekkür etmek, sonra da bu hilelerin geçmişinden biraz bahsetmek lazım…

  • Skimpflasyon: İçeriği değiştirerek (taklit tağşiş) enflasyona etki etmek anlamı taşır. Bu konu hakkında sadece 2017 yılından bu yana tam 30 adet yazı kaleme almış, sonuncusunu da “Gıda denetim sonuçları açıklanmalı” başlığı ile aktarmıştım.
  • Shrinkflasyon: Miktarı azaltarak (fiyat ve ambalajı değiştirmeden) enflasyona etki etmek anlamındadır. En az 30 seneden beri süren bu etik dışı davranışa birçok yazımın içinde yer vermekle birlikte müstakil bir yazı halinde de 3 yıl önce “Shrinkflasyon tehdidi” başlığı ile sunmuştum.
  • Greedflasyon: Zaten yüksek olan enflasyonun da üzerinde açgözlü fiyatlandırma yaparak mevcut ortamdan faydalanmayı tarif eder. Eski yıllarda ürünü saklayarak oluşturulan karaborsa fiyatları saymazsak, bu eylem yüksek enflasyon yaşadığımız son senelerin hastalığı olarak öne çıkar. Böyle dönemlerde makul kârın üstüne çıkarak fahiş fiyat yapanın ve bir de stoğu artırarak kazancı katlayanın kendine göre geçerli bir sebebi vardır. “Malı sattığım fiyata yerine koyamam” bahanesi en yaygın olanıdır. Bu konuda da 9 adet yazımın sonuncusunu 2 yıl önce “Fahiş fiyatın ölçüsü nedir?” başlığı ile sektöre aktarmıştım.

Yukardaki üç eylemin de ortak sonucu haksız kazançtır. Sağlıkla ilgili olumsuz yönleri vardır, gayriahlaki boyutu vardır, enflasyona yaptığı katkı ise hiç inkar edilemez. Dolayısıyla çok geniş haliyle ele almak gerekir. Dünyada literatüre girmiş olsa da bizim direkt hayatımıza girmiş bulunmaktadır.

Zira dünyada bu kadar yüksek enflasyon olmadığından kötü niyetliler için en uygun hazır alt yapı sadece bizde bulunmaktadır. Bu konudaki yaratıcı ve cesaretli girişimci örnekleri de hayli fazladır. Nasıl olsa “Kavgada yumruk sayılmaz”, “Bizim de bu çorbada tuzumuz olsun” diyerek enflasyona katkıdan geri kalmazlar. Elbette kendi paylarını ayırmayı da ihmal etmezler.

Cezalar ödenir ve aynı şekilde yola devam edilir. İfşa mekanizması son 2 yıldır devre dışı bırakıldığı için biz bir kısım kabahatleri ancak yurt dışındaki kaynaklardan, en fazla da RASFF (Gıda ve yem için hızlı uyarı sistemi) bildirimlerinden öğreniyoruz. Oysa hile yapanı ifşa etmek tek çözümdür.

İki ülkede iki alışveriş” yazı dizimizde onlarca ülke ile fiyat kıyaslamaları yaptım. Bizde döviz bazında bile pahalı olan birçok ürüne dikkat çektim. Daha fenası kişi başı geliri bizden en az 3-4 kat fazla olan ülkelerdeki ithal muz fiyatının bizim yerli muz fiyatından ucuz olduğunu ortaya koydum.

Et fiyatlarının hem karkas hem de kg olarak en uçuk fiyatlarla yine döviz bazında bizim bazı satış noktalarında satılmasının ne mazot ne de yem maliyetiyle izah edilemeyeceğini örneklerle ve matematik olarak, “Kırmızı et sorunu ne olacak?” başlıklı yazımda açıklamaya çalıştım.

O günler geçti ve fırsatçılık bütün hızıyla devam ediyor. Asla genelleme yapmıyorum. Her meslek grubu içindeki bir kısım azınlığın açgözlü fiyatlandırma yapmasından ve piyasayı bozmasından bahsediyorum.

Ve de bütün tüketicilere soruyorum;

  • Restoran ve kafe işletmecileri arasında böyle örnekler yok mu?
  • İthal markalarda diğer ithalatçı ülkelerden daha yüksek dövize endeksli etiketlere rastlamıyor muyuz?
  • Bazı özel okul fiyatlarında enflasyonu kat be kat aşan fahiş fiyat artışlarına tanık olmuyor muyuz?

Cevaplar belli olduğuna göre bu tuzaklardan korunacak dikkati göstermeye mecburuz.

Sonuç olarak; market raflarında rastlanan en yaygın hile kalitesi ile oynanan ürünlerdir. Şu anda zeytinyağı, bal, süt ürünleri, et ürünleri, atıştırmalıklar rekor kıran kategorilerdir. Gözünü iyice karartanlar arasından; üzerine salep yazdıkları ambalajın içine salep koymayanlar, limonata yazdıkları ambalajın içine limon suyu ilave etmeyenler, bal kavanozuna arı ile temas etmemiş yapay bal koyanlar ilk akla gelenlerdir. Bu örnekleri artırmaya kalkarsak sayfalar yetmez. Tüketicinin içerikleri dikkatle incelemesinden başka çaresi yoktur. Alışverişe giderken yanlarında büyüteç taşımalarını tavsiye ederim.

Fiyat ve ambalajı değiştirilmeden miktarı azaltılan ürünler için de tüketiciler dikkatli olmak zorundalar. Yoksa 250 gr tereyağı aldım zannederek 225 gr tereyağı ile eve dönebilirler. Veya 500 gr yerine 450 gr ile yetinmek zorunda kalabilirler. Aynı teşebbüsler karton meyve sularında, kare çikolatalarda ve şampuanlarda da geçerlidir. Havlu ve tuvalet kağıtlarında ruloların kısalması da aynı fasıldandır. Burada da kategori bazlı gramaj standardı tek çözümdür.

Ne üretim eksikliği ne de üretim maliyeti sebeplerine dayandırılamayacak kadar fahiş fiyatlandırmalar vardır. En canlı örnek; üretim fazlamız olan ve bazı bölgelerde bahçede kalan narenciye (portakal, mandalina, greyfurt, limon) çeşitlerimizin, ithalatçı ülkelerle eşitlenen fiyatları fırsatçılık değil midir?

Artık teknoloji yardımıyla dünyanın her yerindeki raf fiyatlarına ulaşmak beş dakikamızı alıyor. İşte bizde üreticide 4 TL olan ama bazı tezgahlarda 35-45 TL arasında satılan Washington portakalın, İngiltere marketlerinde 1-1.20 sterlin (38-45 TL) olması normal karşılanabilir mi?

Ülke genelinde aynı kalibrajdaki mandalina murcott bazı market zincirlerinde 16 TL’ye, bazı market zincirlerinde ise 35 TL’ye satılabiliyor. Böyle bir fiyat aralığı olabilir mi? 16 liraya satan da para kazanmıyor mu?

Ahlaki sorumluluk; bireyin veya kurumun eylemleri esnasında, topluma karşı kendini zorunlu hissettiği yükümlülüklerdir. Bir kere terkedildiğinde tekrar kazanılması zor olduğundan, sadece enflasyon için değil her türlü riske karşı da mücadeleyi zorlaştırır.

Devamını Oku
2 Yorum

2 Yorum

  1. Dr SUKRU ASLANYUREK

    6 Şubat 2024 saat: 12:00

    Aklınıza sağlık.
    Tarihin gelişim süreçlerine bakınca, son 20 yılımızın yürütme/sistem/akıl hastalığına yol açan tümörün MS 2. yy başlarındaki Domitianus çizgisini yansıttığını görüyorum. Bu çizgi tarih sürecinde Roma’nın Doğu’ya kaymasına ve Constantinopolis’in başkent olmasına yol açmıştı. Tarihin kendini yenilediği sonraki dönemlerde de önce Fatih Sultan Mehmet’e İstanbul surlarını teslim etmiş, sonra da II. Abdülhamit in ellerinde Anadolu’yu Batı Sanayi Ekseninin kucağına atmışlardı.
    Günümüz, Osmanlı’nın farkında bile olmadan alıp götürdüğü Roma geleneklerinin, güncel yürütüme/sistem/akıl boşluk ekseninde tekrarlandığı bir resim sunuyor.
    Bence çözüm; bunu bilenlerin bir araya gelerek, kamu yönetimini doğrudan vatandaş denetimine sokan bir açık sistem yazılım ağının hayata geçirilmesidir. Bence sadece 6 ayımızı alır.

  2. Ercüment Tunçalp

    Ercüment Tunçalp

    6 Şubat 2024 saat: 15:11

    Sayın Aslanyürek önce ilginiz için teşekkür ederim. Vatandaş denetimi sağlanamazsa tüketici tamamen korumasız kalır. Zira artık defalarca belirttiğim gibi ifşa mekanizması çalışmıyor. Para cezaları artık bir maliyet kalemi oldu ve onu da tüketici ödüyor. Söylediğiniz gibi birşeyler yapmak lazım…

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

İki ülkede iki alışveriş (18)

Ercüment Tunçalp

Bu günkü durağımız Kazakistan

Şimdiye kadar batıdaki ülkelerle kıyaslamalar yaptık. Biraz da doğudaki ülkelere bakalım istedik.

İlişikteki listede, birinci sütunda Kazakistan’ın Galmart zincirinden alınan fiyatlar Tenge cinsinden yer alıyor. İkinci sütunda ise Kazakistan fiyatlarının TL’ye çevrilerek, üçüncü sütundaki Türkiye fiyatları ile kıyaslanması sağlanıyor.

Türkiye fiyatları ülkemizin en büyük 2 zincirine aittir. Zira bütün ürünleri tek yerde bulmak mümkün olamadı. Hatta bir ürünün fiyatını da 2 zincirde bulamayarak bir yerel zincirden aldım.

  • Kazakistan fiyatlarını bizzat süpermarket içinden alan ve faydalanmamızı sağlayan (Batuhaniche) kardeşimize teşekkür ediyorum. Bu marketten et ve tavuk fiyatı alınmadığı için bu önemli eksiği de direkt Galmart kaynaklarından elde ettim.
  • Listenin birinci sırasında yer alan ürün, Kazakistan’ın Sri Lanka’dan ithal ettiği siyah çaydır. Türkiye tarafında da o ülkeye komşu, Hindistan menşeli ithal siyah çayın (Ahmad Tea) fiyatını esas aldım.
  • Döviz kuru olarak alışveriş tarihindeki ‘1 TL= 13,03 Tenge’ dikkate alınmıştır. 1 Euro 607 Tenge, 1 Dolar 518 Tenge karşılığıdır.
  • Ürün bazında fiyat yuvarlamaları sebebiyle kurda küçük oynamalar olabilir. Ancak TOPLAM kısmına kurun tam olarak yansıdığı görülecektir.
  • Listede 26 ürün yer almaktadır. Döviz bazında 13 üründe pahalıyız.

8 üründe ucuzuz, 5 üründe de ya aynıyız ya da çok küçük farklarla yakınız. Dolara endeksli de baksak netice değişmiyor.

Bu sanal alışverişin Kazakistan tarafında tutarı 45.664 Tenge, karşılığı ise 3.502 TL iken; Türkiye tarafında tutarı 4.821 TL’dir. Neticede bu ülkenin genel fiyatlarına göre de yüzde 38 pahalıyız.

  • Kıyaslamaya dahil etmediğim alkollü içecek (viski, rakı, votka, şarap, bira) fiyatlarını da dikkate alsaydım, aradaki farkın daha da açılması kaçınılmazdı.
  • Listede görüleceği üzere dünya genelinde pahalı olduğumuz ürünler burada da aynı sonucu vermiştir. Dana eti, tavuk eti, muz, yumurta, süt, dondurma, ayçiçeği yağı rekor kırdığımız ürünler olarak yine karşımıza çıkmıştır.
  • Bir müddet önce ABD’de, Türk markalarının daha düşük fiyatlarla satıldığını gündeme getirmiştim. Yine listede görüleceği üzere bir yerli ürünümüz (Pınar labne sarımsaklı) 5500 kilometre uzakta daha düşük fiyata satılabilmektedir. Elbette büyük lojistik maliyete (Nakliye, depolama ve stok yönetimi maliyeti başta olmak üzere) rağmen bu sahne izaha muhtaçtır.
  • Kazakistan, yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük dokuzuncu ülkesidir. Müslüman çoğunluklu ülkelerin ve Türk devletlerinin de en büyüğü ve doğal kaynaklar bakımından da en zenginidir.
  • Türkiye’nin 3,5 katı büyüklüğündeki bu ülkenin nüfusu sadece 20 milyondur. Ülkede nüfus yoğunluğunun düşük olmasının nedeni dışarıya göçlerdir. Nüfusun çoğunluğu, ülkenin kuzey ve güney doğusunda yaşamaktadır. Ülkenin batı ve orta kısımlarında nüfus seyrektir.
  • Topraklarının yüzde 77,5’i tarım arazisidir. Dünyanın en büyük yedinci buğday ihracatçısıdır.
  • Daha az kamu borcu bulunmaktadır.
  • Yüzde 5’i geçmeyen işsizlik oranı ve tek haneli enflasyonu en avantajlı taraflarıdır.
  • Ülkenin kişi başına düşen milli geliri IMF tahminine göre 2025 yılı için 13.514 dolar çıkacaktır. Bu ortalama gelir bizden düşük olmasına rağmen, yukarda saydığım avantajlar sebebiyle tüketici geleceğinden hiç endişeli değildir.

Kaldı ki, ülkemizin gini katsayısı 0,420 iken, Kazakistan’ınki 0,270’dir. Bu aleyhimize çok büyük farktır. Zira gini katsayısı 0 ile 1 arasında bir değere sahip olurken ve 1’e yaklaştıkça ülkede gelir dağılımı adaletsizliğine işaret ederken, adaletin sağlanması için gini katsayısının sıfıra yaklaşması gerekmektedir. Aldıkları bu sonuç, yoksulluk sınırının altında yaşayan vatandaşlarının nüfusa oranını da sadece yüzde 2,6’da tutmaktadır.

Yani ülkelerin kişi başı milli geliri tek başına bir şey ifade etmez. Aynı zamanda gelir dağılımı adaleti var mı, ona da bakmak gerekir.

Sonuç olarak; bu farklılıkların dışında bir ülkede perakende ticaretin yapısını ve ne kadar sağlıklı işlediğini öğrenmek için de önce dağıtım kanalı çeşitliliğine bakmak iyi olur.

Kazakistan’da süpermarket zincirleri (yerli ve yabancı) dışında özellikle büyük şehirlerde, çiftçiler ve üreticiler tarafından doğrudan tüketicilere satış yapılan yerel pazarlar yaygındır. Çiftçiler ve üreticiler aynı ürünleri e-ticaret kanalıyla da doğrudan tüketicilere ulaştırmaktadırlar. Eğer fiyatların önemli kısmını süpermarket yerine bu kanallardan alsaydım, fark daha da açılırdı.

Ülke genelinde bu gelişmelerin nedeni, makul ve rekabetçi fiyatları iyi takip eden bilinçli tüketiciye sahip olmalarıdır. Dolayısıyla fiyatlandırma stratejisinin sadece ürün kalitesine göre değil, hedef kitleye göre de farklılaştığı görülmektedir. Yani perakendecilik açısından hangi satın alma gücüne sahip tüketiciye satış yapıldığına göre de kâr marjını ayarlamanın önceliği olmalıdır. Fiyatlama davranışlarının da hedeflerin de buna göre planlanması isabetli olur. Yoksa yerli ürünlerimizde bile yabancılara göre dolar ve euro bazında pahalı kalıyorsak, sözün bittiği yerde olduğumuzu artık kabul etmemiz gerekir.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ham bal en doğalıdır!

Ercüment Tunçalp

Tüketicinin bal konusundaki kafa karışıklığı çok normaldir. Zira yanlış bilginin düzeltilmesi ve müşterinin aydınlatılması değil ticari fayda sağlanması öncelenmektedir. Dolayısıyla birçok gıda kategorisinde; küresel markalar bile ülkemizde rahatlıkla batı ülkelerinden farklı içerik kullanabilmektedirler.

Bugünkü konumuza geçecek olursak; Avrupa’da ayrı bir ham bal müşterisinin varlığından bahsetmek mümkünken, bizde görünüşü itibariyle daha çarpıcı olan cam gibi berrak işlenmiş bal tercih edilmektedir.

Oysa bilinmelidir ki; doğal olan ham baldır.

Bu bal, kovandan elde edildikten kısa bir süre sonra katılaşabilir, yani halk dilindeki şekliyle donar. Güya ilk olumsuzluk da(!) burada ortaya çıkar. Zira tüketici nezdinde bu durumun “şekerlenme” şeklinde değerlendirilmesi ve bala şeker ilave edildiğine inanılması yanlış algının kaynağıdır.

Oysa bu balın doğal halidir ve katılaşmış şekilde de tüketilebilir. Şimdi bundan sonrasına da bakalım. Tüketiciyi aydınlatmak için uğraşmak yerine, balı onun beğeneceği forma sokmak çok daha kestirme bir yoldur. Dolayısıyla ürün benmari ve filtrasyon işleminden geçirildikten sonra market raflarında gördüğümüz şekliyle albenisi olan berrak bir yapıya kavuşur. Ballara uygulanması çok gerekli olmayan bu durum tamamen tüketici tercihidir. Oysa Avrupa’da ham bala olan talep sürekli artmaktadır. Zira bilinçli tüketici, ısıl işlem ve filtrasyon esnasında az veya çok besin değerinde kayıplar yaşanacağını bilir. Pastorizasyon, balın içinde bulunan enzimleri ve vitaminleri; filtrasyon ise polenleri azaltabilir. Ham balı doğal yapan işlemden geçmemiş olmasıdır.

Bu bakımdan tüketici için bir ham bal vardır, bir de işlem görmüş bal vardır. İşlem görenler de; standartlara uygun olan bal ve gerçek olmayan bal (çeşitli karışım veya arının yapmadığı bal) şeklinde ikiye ayrılır. Elbette hiçbir üretici “yoğurdum ekşi” demeyeceği için bu ayrımı yapmak tüketiciye düşmektedir. Bakarak anlamak mümkün olmadığı için de ya etiketinde ‘ham bal’ yazılı ürünü ya da kötü şöhreti olmayan (tağşiş listelerinde yer almayan) güvenilir markaları tercih etmek en uygunu olacaktır.

Uzmanların da tavsiyesi; “balın şifasından yararlanmak için ham haliyle tüketilmelidir” şeklindedir. (Taylan Samancı – Ziraat Yüksek Mühendisi).

Ham balın önemli bir üretim süreci yoktur. Kovan peteklerinden süzülen bal, balmumu ve ölü arı gibi yabancı maddelerden ayrılması için bir ağ veya bez üzerine dökülerek süzüldükten sonra kavanozlanır. Bu kadar!

Pastorizasyon ve filtrasyon gibi adımları içermez. Basitçe söylemek gerekirse; ham, çiğ, doğal, saf, işlenmemiş, ısıtılmamış, filtrelenmemiş ve en gerçek bal ifadelerinin tümü balın bu şeklini tanıtmak için yeterlidir. Bu balı satışa hazırlamak için mutlaka fabrikaya ihtiyaç yoktur. Doğrudan petek balından elde edildiği için içeriğinde polen taneleri, balmumu ve propolis bulunma olasılığı yüksektir. Bu da onu bulanık ve sevimsiz görünüme sahip kılabilir. Olsun, bunlar ürünün önemli özelliği ve doğal görünümüdür.

Güvenli ticari ballar ise saf balın (ham bal) rafine edilmiş halidir. Bunun dışında raflarda maalesef sahte ballara, hatta arı ile hiç tanışmamış ballara da her an rastlamak mümkündür.

Ham bal, bir bal çeşidi değildir. Doğal yapısı bozulmadığı için balın tam da kendisidir. Her çeşit balın ham olanı mevcuttur. Örneğin ham çiçek balı, ham çam balı, ham kestane balı gibi…

Yani tamamının ortak özelliği kovandan çıktığı şekilde doğal yapısını koruyor olmasıdır. Bizde 1-2 marka dışında ham bal satışı pek yoktur.

Dünyada ise “Raw Honey” ham balın ismidir. Ve batı ülkelerindeki market raflarında bu bal donuk görünümünü muhafaza eder, bilinçli tüketici için de bu durum sorun olmaz, tam tersine tercih nedeni olur.

Türk Gıda Kodeksi Bal Tebliği’nde ham bal tarifi; “45 dereceden yüksek ısıl işlem görmemiş ve 0.3 mm den daha büyük filtreler ile filtre edilmiş ballar ‘ham bal’ olarak tanımlanabilir” şeklindedir. Sınırlarımız dışına çıkıldığında ise bu bakışın değiştiğini izliyoruz. Zira küresel anlayış, hiçbir şekilde filtre edilmemiş ve hiçbir derecede ısıtılmamış balları ham bal sayıyor. Nitekim Avrupa’da çoğu ham bal ambalajı üzerinde “filtre edilmemiş ve ısıtılmamış” ibareleri yer alıyor. Dolayısıyla Gıda Kodeksi’nde ham balın neden yukardaki şekilde ifade edildiğini anlayabilmiş değilim. Öğrenmeyi çok isterim.

İşte bal gurmesi Ahmet Bağran Aksoy’un tanımı: “Ham bal, arı kovanından sofralara doğrudan gelen ısıtma gibi endüstriyel hiçbir işlemden geçmeyen, tabiatta bulunabilecek en doğal baldır.” Aynı fikirdeyim…

Almanya, AB’nin en büyük bal ithalatçısıdır, aynı zamanda AB içinde de en büyük bal üreticisidir. Bitmedi, başta bal olmak üzere organik gıda ürünleri için de Avrupa’nın en büyük pazarıdır.

Sağlık bilincine sahip Alman tüketici, sağlık yararları olduğu bilinen yiyecekleri özellikle takip eder. İşte tam da bu arayışın sonucu onlar için ‘tıbbi bal’ı önemli hale getirmiştir. Bu konuda en başarılı örnek, Yeni Zelanda’dan gelen manuka balıdır. Manuka bitkisinin çiçeklerini tozlaştıran arılar tarafından üretilen bir çiğ (ham) baldır.

Sonuç olarak; Avrupa’nın en büyük organik pazarına belki sahte balı göndermek mümkündür ama bunu tüketicisine yedirmek o kadar kolay değildir.


Not: Geçtiğimiz haftalarda Yunanistan- Türkiye fiyat kıyaslaması yapmıştım.

“Biz tarım ülkesiyiz, daha geniş meyve sebze kıyaslaması yapın” talebi geldi.

Aşağıdaki listede görüleceği üzere bu isteği de yerine getirdim. Fark daha da açıldı. Euro bazında yüzde 54 daha pahalı çıktık. Üstelik komşuda bazı ürünlerin organik olmasını da hesaba katmadım. Yani oradakinin organik olması yanında bizdeki normal üründen ucuz olması da fiyat farkını artıracaktır.

Don olayının nasıl fırsata çevrildiğini de daha önce açıklamıştım.

Fiyatlar 2 Temmuz 2025 tarihine aittir. Euro kuru da 47.- TL olarak aynı gün için dikkate alınmıştır.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ekonomik büyüme mi, kalkınma mı?

Ercüment Tunçalp

Başlıktaki sorunun cevabı, ‘her ikisi de’ olmalıdır. Zira yeterli büyüme olmadan kalkınma olmaz, kalkınma olmadan ise büyüme gerçekleşebilir ama o da vatandaşa ilaç olmaz.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye ekonomisi 2025’in ilk çeyreğinde yıllık bazda yüzde 2 büyüme kaydetmiş.

Kalkınma olmadan büyüme, toplumun çoğunluğu tarafından hissedilemiyorsa sadece bir veri olarak kenarda durur. Zira gelir dağılımında adaletsizlik sürdükçe, ülkede çalışmaya hazır nüfusun üçte biri işsiz ise (geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 32,2) rakamsal artış kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Yani halkı ilgilendiren kalkınma tarafıdır. Bu da sadece üretimin artması ile değil gelir adaletinin sağlanması, kurumsal yapının güçlenmesi, eğitim ve sağlık sistemlerinin genişlemesi ve de refahın yaygınlaşması ile ölçülür. Kısaca kalkınma ekonomik büyümeden çok daha fazlasını ifade eder.

Kaldı ki büyüme tarafında da sorunlarımız var…

Üretici tarafına baktığımızda; tarımda yüzde 2, sanayide ise yüzde 1,8 küçülme gerçekleştiğini görüyoruz.

Peki büyümeyi yukarı çeken nedir?

Büyümenin lokomotifi deprem konutları ve kentsel dönüşüm etkisiyle gelen inşaat sektöründeki yüzde 7,3’lük, bilgi ve iletişim faaliyetlerindeki yüzde 6,1’lik büyümedir.

Bu güne kadar hep ‘tüketime dayalı büyüme’ diyorduk, şimdi o da sadece dayanıksız tüketim harcamasından gelen yüzde 2,05’lik büyüme ile sınırlı kaldı. Dayanıklı tüketim malları harcamasındaki dramatik küçülme oranı ise yüzde 6,52 dir.

2025 ilk çeyrekte GSYH, geçen yılın aynı çeyreğine göre yüzde 2 büyüse de, bu oranın ülke büyüme potansiyelinin çok altında kaldığını söylemeye bile gerek yoktur. Yüzde 4’ün altındaki her oran kalkınmadan biraz daha uzaklaşıldığını ifade eder.

Ekonomik büyümenin nasıl kullanıldığı da önemlidir.

Birleşmiş Milletler Üniversitesi Dünya Kalkınma Ekonomisi Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen bir çalışmada, “Yoksulluğu azaltma ve kamu mallarına erişimi artırma konusunda başarı gösteren ülkelerin çoğu, bu ilerlemeyi güçlü ekonomik büyümeye dayandırdı” deniyor.

Enstitü, ancak faydaların yalnızca seçkin bir gruba akması durumunda büyümenin sürdürülemeyeceğini de belirtiyor.

Dolayısıyla Türkiye örneğinde olduğu gibi sıcak para girişleri ile finanse edilen tüketim iştahı, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin garantisi olamadı.

OECD raporunda, Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 2,9 ve gelecek yıl yüzde 3,1 büyüyeceği tahmin ediliyor. Rapora göre, daha sıkı finansal koşullar ve mali konsolidasyon hane halkı tüketimini sınırlandırırken, bu yıl zayıf dış ticaret nedeniyle özel sektör yatırımları ve ihracattaki büyümenin yavaşlaması ancak 2026’da kademeli şekilde toparlanmayı işaret ediyor.

İşte ekonomimize dışardan bakan iki ayrı gözün tespitleri bunlar…

Sonuç olarak; bizde büyüme adına daha çok tüketim ve daha az tasarruf tercihi sürdükçe, ‘üretimde verimlik’ ihmale uğradıkça, ne enflasyonla mücadele kazanılır ne de refah gelebilir. Büyümede üretime ağırlık vermek (tarım ve sanayi başta olmak üzere) bize bir türlü uymuyor.

Oysa üretimde gerileme en kötüsüdür. Zira geniş halk kitlesinin yoksullaşmasına sebep olur. Sağlıksız büyüme dediğimiz de budur.

Forbes’un küresel dolar milyarderleri listesindeki 35 Türk’ün toplam serveti 79,5 milyar dolar çıkmış. Bunun “bir rekor” olduğu, Forbes Türkiye’nin yayımlanmaya başladığı 2005’ten bu yana milyarderlerin toplam servetlerinin hiç bu kadar yüksek olmadığı da açıklanmıştır. Bu rekorun, ekonomik sıkıntıların arttığı bir durgunluk dönemine tesadüf etmesi de dikkat çekicidir.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesim, toplam gelirin yaklaşık yüzde 48’1’ini alırken, en yoksul yüzde 20’lik kesim sadece yüzde 6,3’ünü alabilmektedir. Bu zengin ile yoksulun arasındaki makasın oldukça açık olduğunu gösteriyor.

Dolayısıyla Türkiye gini katsayısına göre de Avrupa’da gelir dağılımı eşitsizliğinde ilk sıradadır. Dünyadaki 130 ülke içinde ise 28. sıradadır. (Bianet)

Kaldı ki, önümüze gelen her veriyi birbiriyle de kıyaslamak zorundayız. 2024 yılı fert başına gelirimizin 15.463 dolara yükseldiğini görüyoruz. Ancak bu durumda 4 kişilik bir ailenin 62 bin dolara varan yıllık gelirinin karşılığı 2.5 milyon lira ve bu da aylık 208 bin lira demektir. Böyle bir gelir nüfusun çoğunluğunu acı acı gülümsetir. Çünkü ayda 208 bin lirayı yan yana hiç görmeyen büyük bir kitle vardır. Elbette açıklanan fert başı gelir ortalama bir değerdir ve ülkede bir yıl içinde yaratılan toplam katma değerin (GSYH’nin) nüfusa bölünmesi ile bulunur. Ancak yukarda da belirttiğimiz gibi pramitin üst kısmında birikme yapmaktadır. İşte esas sorun da zaten buradadır…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER